25 Ağustos 2023 Cuma

EHLİBEYT VE EHLİDEVLET KİTABINDAN MERAK ETTİKLERİM VE CEVAPLARI

 

Merhaba. Bu yazıda Hayy Bin Yakzân kitabına okumaya karar verdiğim için yarım kalan EHL-İ Beyt ve Ehl-i devlet kitabından merak ettiklerimi not alıp araştırdım. Daha evvelden de 1000Kitap hesabımda araştırıp paylaşıyordum ama bu sefer kitabı bitirene kadar araştırıp blog sayfamda paylaşmaya karar verdim. İşte merak ettiğim sorular ve cevapları şöyle:

 

1) İmamiyye mezhebinin tam kuruluşu, tarihi ve kuruluş meselesi nedir?

2) İbn Şehrâşub kimdir? İmamiyye mezhebiyle ne gibi alakası olmuştur?

3) Hasan b. Hasan b. Zeyd b. Hasan b. Ali b. Ebî Tâlib’in Abbasilerle ne gibi yakınlaşması olmuştur?

4) en-Nefsü’z-Zekiyye nedir?

5) “ Tam adı Hasan b. Hasan b. Zeyd b. Hasan b. Ali b. Ebî Tâlib olan bu şahıs, Abbasilere sadakatle bağlı nadir Ehlibeyt mensuplarından birisiydi. Bu bağlılığı nedeniyle çoğu akrabaları Hasan’a hain gözüyle bakmaktaydı. Halife Mansur siyasi rakibi olan ve isyan hazırlığı içinde bulunan Muhammed b. Abdullah en-Nefsü’z-Zekiyye’nin saklandığı yeri bulmak amacıyla Haşimîleri sorgularken sadece Hasan b. Zeyd konuşmuş ve yer göstermişti. Bu yardım ve sadakat karşılıksız kalmadı. 150/767 yılında Medine valiliğine atandı.” Yazısından anlatılan tarihsel olarak nasıl yorumlanır?

6) Hasan b. Zeyd, Abdullah el-Eşter’in kesik başını alıp Mescid-i Nebevi’de minbere çıkıp halifeliğe karşı olanlara göstermesinde ki sebep nedir? Bu olay nasıl başladı ve nasıl bitti?

7) Haccâc b. Yusuf es-Sekafi kimdir? Ehlibeyt döneminde ne gibi politikası olmuştur?

8) Ebû Cafer Mansûr vefat edince yerine oğlu Muhammed b. Mansûr’un geçişi nasıl olmuştur? Çevredekiler tarafından nasıl karşılanmıştır?

9) Ehlibeyt döneminde ve sonrasında tanınmış simaların, halifelerin oğullarına “Mehdi” lakabını vermesinin sebebi neydi? Neden bu kadar popüler olmuştur?

10) Mesianik beklenti ne demektir?

11) Taberî’nin “Târih” kitabında Ebû Cafer Mansûr ile oğlu arasındaki ilişki nasıl anlatılmaktadır?

12) Ebû Cafer Mansûr’un Ehlibeyt ve Ehlibeyt taraftarlarına, onların yaşadıkları coğrafyadaki insanlara ne gibi zulümleri olmuştur?

13) “ Mübalağalı ve nihayetinde erişilmez nitelikli beklentilerin eşlik ettiği devrimci hayretten, feraset sahibi bir hükümetin ayakta kalabilmek için söz konusu beklentilerin bir kısmını ılımlı ve ölçülü bir şekilde yerine getirdiği devrim sonrası bir vaziyete kaçınılmaz olarak çark edilmiştir. “ Bu cümle nasıl yorumlanabilir? Tarihte buna örnek olarak neler söylenebilir?

14) 159/775-6 yılında ilan edilen genel affın sebebi nedir? Genel mesele nedir?

15) Ebû Cafer Mansûr öldükten sonra oğlunun babasının aksine iyi şeyler yapması, siyasi tutukluları, Ehl-i beyt ve taraftarlarını serbest bırakmasının politik açıklaması nedir? Bunları yapmasında ki amacı neydi?

16) İbnü’t-Tıktaka kimdir?

17) Muaviye b. Ebî Süfyan’ın Mescid-i Nebevi ile ilgili çalışmaları, politikası ne olmuştur?

18) Katî’a tahsisi nedir? Ebû Cafer Mansûr’un oğlunun bu konularda çalışması ne olmuştur?

19) Ebû Cafer Mansûr’un döneminde Abbasilerin başkenti neresidir? Bu topraklarda Ehlibeyt’e hem karşı hemde yandaş olarak ne tür çalışmalar olmuştur?

20) Ehl-i beyt döneminde zeydî olmanın ne gibi avantajı ve dezavantajı vardı? Zeydî ne demektir?

21) Yakub b. Dâvud kimdir, ne yapmıştır?

22) Mehdi’nin Yakub b. Dâvud için “Allah için kardeş” demesinin sebebi nedir?

23) 166/782-3 yılında Mehdi ile Yakub b. Dâvud arasında olan sorun nedir?

24) Vezir Yakub b. Dâvud’un Mehdi’ye karşı yaptı ihanetin arkaplanı ve sonucu nedir?

25) Zenâdıka nedir? Halife Mehdi’nin zenâdıkalar için izlediği sert politika, sebebi ve sonucu nedir?

26) Dualist karakterli ne demektir? Ehlibeyt döneminden kimler buna örnek verilebilir?

27) Halife Mehdi zındıklara ve sapıklara karşı reddiye türünde kimlere, ne zaman kitap yazdırmıştır? Bu kitaplardan bu zamana kadar yetişen var mı? Bu kitaplarda zındıklar ve sapıklar hakkında geniş anlamda neler anlatılmıştır? Buna örnekler nelerdir?

28) İbnü’l-Mufaddal kimdir? Mezhepler ile ilgili ne tür çalışmaları olmuştur? Mezhepleri nasıl yorumlamıştır? Buna ne gibi örnekler verilebilir?

29) Zürâriyye, Ammâriyye, Ya’fûriyye, Cevâlikiyye ve Süleyman el-Akta’nın grubu hakkında bilgiler nelerdir?

30) Hişam b. Hakem kimdir? Ehlibeyt döneminde, halife Mehdi zamanında nelerle uğraşmıştır?

31) Musa Kazım ile Abdurrahman b. Haccâc arasında ne gibi gerilim olmuştur? Hişam b. Hakem’in bu iki kişi arasında ki yeri nedir?

32) Hişam b. Hakem’e Mehdi’nin halifeliği döneminde konuşma yasağının verilmesinin sebebi nedir? Yunus b. Abdurrahman kimdir? Bu iki kişiyle ne gibi muhabbeti, poltikası olmuştur?

33) İmam Kazım (a.s)’ın halife Mehdi döneminde tutuklanmasının sebebi nedir?

34) Maktül ne demektir? İslam tarihinde maktül kelimesinin kişiler üzerinde, politikada ne gibi yeri oldu?

35) İmam Kazım (a.s)’ın döneminde ki en popüler taraftarları kimlerdir? İmam Kazım doğduktan ölene kadar taraftarı olmuş insanların kendilerine muhalif olan gruplara, kişilere karşı davranışları ne olmuştur?

36) Halife Mehdi’nin şehir ahalisine hac vesilesiyle döneminde ne kadar bağışta bulunmuştur? Halife Mehdi bu tavrıyla nasıl bir kişilik olduğunu göstermektedir?

37) Musa b. Abdullah ve İmam Caferi Sadık (a.s)’ın da isimlerinin geçtiği hatta İmam Caferi Sadık’ın ortalığı sakinleştirdiği isyan nedir? Ne sebeple, kime karşılık yapılmıştır? İmam Caferi Sadık’ın bu isyanda ne gibi yanı olmuştur?

38) El-Kâfi kitabında 12 imam hakkında ne gibi hadisler geçer? Kitap bu konuları nasıl ele alır?

39) Hâşimî fetva ne demektir?

40) İmam Kazım (a.s)’ın Halife Mehdi döneminde tutuklanıp Medine’de Bağdat’a götürülürken gördüğü vaziyet nedir? Tutuklanmasında bu iki şehrin seçilmesinde ne gibi kasıt vardır?

41) İmam Kazım (a.s)’ın tutuklanmasıyla zındıkların ne alakası vardır?

42) “ Eğer işbaşına gelirseniz, yeryüzünde bozgunculuk çıkarır, akrabalık bağlarını koparır mıydınız? “ ayetini okuyan Halife Mehdi’nin hayatında ne gibi değişiklikler olmuştur? Bu ayeti okuyan Halife Mehdi ne yapmaya karar vermiştir?

43) Halife Mehdi’nin oğlu Musa el-Hâdi kimdir? On iki imama karşı tutumu ne olmuştur? Babası ve dedesi arasında benzerlikleri, farklılıkları nelerdir?

44) Musa el-Hâdi döneminde çıkan Ehlibeyt isyanlarının liderlerinden “Sâhibü’l-Fah” lakaplı Hüseyin b. Ali kimdir? Fah ne demektir ve alakası nedir?

45) “ Hâdi zamanında vuku bulan Ehlibeyt isyanının lideri, Hz. Hasan’ın torunlarından Sâhibü’l-Fah (Fah’ın komutanı) lakabıyla ünlü Hüseyin b. Ali’dir. Taberî’ye göre bu ayaklanmanın asıl nedeni, Medine valisi Ömer b. Abdülaziz el-Ömerî’nin, Muhammed en-Nefsü’z-Zekiyye’nin oğlu Ebû’z-Zift Hasan b. Muhammed’i ve bazı arkadaşlarını içki âlemi yapmak suçlamasıyla tutuklatmasıdır. Tutuklular işledikleri suçun şer’i cezası olarak dövdüler. Ayrıca boyunlarına urgan geçirilerek Medine caddelerinde teşhir edildiler. Bu hadise Ehl-i Beyt mensuplarını hayli üzmüş ve bir o kadar da utandırmıştır.  “ Bu yazı Ehlibeyt ve İslamiyet açısından tarihsel olarak nasıl yorumlanır?

 

46) Ebû’z-Zift kimdir? Hüseyin b. Ali ile Medine valisi Ömer b. Abdülaziz el-Ömerî’nin Ebû’z-Zift hakkında muhabbeti ne olmuştur? Ebû’z-Zift’in bu iki kişi arasında ki anlaşmada, politik alışverişte konu olmasının sebebi nedir?

 

47) On iki imamın hangileri kendilerine ve dostlarına zulmedenlere karşı isyan yapmıştır? İsyan yapmadan kendilerine zulmeden kişilerle başka yollarla anlaşma çalışmaları olmuş mudur?

 

48) 12 Masum İmam Abbasi devleti döneminde çok eziyetler görmüş. Kimisi iftiralar atılıp zehirlenerek öldürülmüş kimisi başka başka eziyetlerle. 12 Masum İmam o devirde bunları yaşamasaydı şuan Ehlibeyt’in durumu ne olurdu?

 

49) Abbasilerin, Yezid ve Muaviye’nin ve diğer Ehlibeyt düşmanı kişilerin, devletlerin tarihte Ehlibeyt’e ve taraftarlarına karşı eziyetleri, baskıları ilk kim konu edinmiştir? Konu edinen kişi o zamanları nelere delil göstererek anlatmış ve açıklamıştır?

 

50) Hüseyin b. Ali’nin İmam Kazım (a.s)’a teklif ettiği iş nedir? İmam Kazım (a.s) neden kabul etmemiştir?

 

51) Ehlibeyt’in Abbasilere karşı isyanında Fah mevkisinin bu politikada konumu neydi?

 

52) “Hüseyin b. Ali Medine’den Mekke’ye geçti ve 169/786 yılının hac mevsimine kadarki zamanı orada isyanı için hazırlık yapmakla geçirdi. Hac günleri geçtikten sonra isyanı başlattı. Abbasi ordusuyla Fah mevkiinde karşılaştı. Çok şiddetli çarpışmalar neticesinde Hüseyin mağlup oldu. Çok sayıdaki taraftarıyla beraber öldürüldü. Başı kesildi ve Hâdî’ye gönderildi. Vucudunun geri kalanı ise savaş alanında bırakıldı. Hiç kimse gidip naaşı defnetmeye cesaret edemediğinden ceset vahşi hayvanlara terkedildi. Hüseyin’in kesik başı Hâdî’ye götürülmek üzere yola çıkarılmadan önce Ehl-i Beyt’ten bir gruba gösterildi. Hiç kimse konuşmuyordu. Topluluktan sadece Musa Kâzım’ın sesi duyuldu. Hüseyin’i övücü ifadelerinden sonra Ehl-i Beyt arasında onun gibisinin bulunmadığını söyledi.” Bu parçada geçen olay tarihte nasıl gelişti ve sonucu ne oldu?

 

53) Abbasi ile Ehlibeyt’in mücadelesi döneminde rivayetler yazan, kitaplaştıran dönemin meşhur tarihçileri İsfehânî gibi yazarlar bu rivayetleri neye dayanarak yazıyorlardı? Doğruluğundan nasıl emin oluyorlardı?

 

54) Sarî b. Abdullah kimdir? Ehlibeyt döneminde ön plana çıktığı olaylar nelerdir? Nasıl bir karaktere sahiptir?

55) Ali b. Yaktîn kimdir? Ehlibeyt ve Abbasi üzerinde ne gibi etkileri olmuştur?

56) Hayzurân kimdir?

57) Hayzurân ile İmam Musa-i Kazım (a.s) ne sebeple tanışmıştır? Bu tanışmanın Abbasi devleti ve Ehlibeyt adına gelecekte ki gidişatı şekillendirmesi ne olmuştur?

58) Muhammed b. Süleyman b. Ali kimdir? Harun Reşit’in bu kişiyle ne gibi sorunu olmuştur? Muhammed b. Süleyman b. Ali öldükten sonra kendisine ait olan 60 milyon dirhem değerindeki gayrimenkulü müsadere yoluyla kamulaştırmasının sebebi nedir? O devirde kamulaştırma işlemi nasıl yapılıyordu?

 

59) Deylem isyanı nasıl başladı ve sebebi nedir?

60) Yahya b. Abdullah Deylem isyanı konusunda İmam Musa-i Kazım’ı isyan konusunda istişareye çağırıyor. Musa-i Kazım bunu reddediyor. Yahya b. Abdullah Musa-i Kazım’a “Siz zaten hakkınız olmayan bir iddiada bulunmuştunuz ve beklentilerinizi Allah’ın sizden istediğinin ötesine taşımıştınız. Bu hâlinizle baştan çıktınız ve doğru yoldan saptınız. Bu yüzden, Allah’ın kendisine karşı gelmekten sakındırdığı şeyleri işlememenkz hususunda sizi uyarmak istiyorum.” Diye bir mektup yazıyor. Yahya b. Abdullah bu mektupta Musa-i Kazım’a nasıl bir tavır almaktadır?

 

61) Musa-i Kazım’ın mektupla Yahya b. Abdullah’a belirttiği “Vücudundaki ‘atraf nedir? İnsanda ki sahlec nedir?” sorular nasıl yorumlanır? Bu sorularla Musa-i Kazım’ın Yahya b. Abdullah’a tavrı nasıl yorumlanır?

 

62) Fadl b. Yahya el-Bernekî kimdir? Yahya b. Abdullah ile neden temas kurup sonra öldürülmesine, hapsedilmesine sebep oldu? Fadl b. Yahya el-Bernekî’nin Harun yoluyla Ehlibeyt’e ve taraftarlarına karşı garezi neydi?

 

63) Ehlibeyt’in tarih boyunca hangi devletler düşmanı ve dostu olmuştur? Düşmanı olan devletlerin tarih boyunca kötü ve vahim akıbeti ne olmuştur? Ehlibeyt’e karşı iyi olan, sürekli öğretilerini yayması için kolaylık sağlayan, onlara hizmet eden devletlerin tarihte mükâfatı ne olmuştur?

 

64) Türkler de Ehlibeyt ile tanışan ilk devlet hangisidir? Ehlibeyt görüşünü kabul eden, benimseyen ilk Türk devleti hangisidir ve Ehlibeyt görüşünü yaymak için ne gibi çalışmaları olmuştur?

 

65) Yahya el-Bernekî ile Cafer b. Muhammed b. El-Eş’as arasında ki kıskançlığın sebebi nedir?

 

66) Yahya b. Ebî Meryem kimdir? Yahya b. Hâlid’e Musa-i Kazım ve cemaatinin finans ağını ortaya çıkarıp deşifre etmek için neden Yahya b. Ebî Meryemden destek almıştır? Yahya b. Ebî Meryem’in Ehlibeyt ile ne gibi alakası, ilişkisi var?

 

67) Abbasi devletine Musa-i Kazım’ın finansal durumu neden sorun oldu?

68) Masum imamların tarihte finansal durumu toplam ne kadardı? O zaman ki duruma göre mal varlıkları nelerdi ve ne kadardı? Bunu hangi kaynak ve yazar kaydetmiştir?

69) Abbasi devletinin, Harun Reşit’in ve Ehlibeyt’in Hac zamanında birbirleriyle münakaşalarında tutumu ne oluyordu?

70) Masum imamlar, Abbasiler, Harun Reşit gibiler hakkında yazılan, söylenen rivayetlerde İmâmî Şîa ile İsmailî Şîa’nın zıt düşmesi, birbirlerine karşı olmalarının sebebi nedir?

71) Hişam b. Hakem Musa-i Kazım’ın tutuklanmasına sebep olmuş mudur?

72) Ali b. Meysem kimdir? Ali b. Meysem ve Hişam b. Hakem’in Musa-i Kazım üzerinde ne gibi etkisi, planı olmuştur?

73) Yezid ve Muaviye de tarihte Ehlibeyt ile çok uğraştı. Abbasi devleti de tarihte sürekli iftiralarla, işkencelerle Ehlibeyt’e çok zulüm etti. Bunlar yaşanırken kimseye zararı olmayan Ehlibeyt’e karşı tutumlarını planlarken ve uygularken ruh halleri nasıldı? Ehlibeyt’e yıllarca zulmedenler bu devirde psikoloji üzerinden nasıl yorumlanır?

74) Mu’tezile kelamcısı olmak o devirlerde nasıl bir şeydi? Mu’tezile kelamcısı Dırâr b. ‘Amr, İbâdî lider Abdullah b. Yezid ve Zeydî âlim Süleyman b. Cerîr neden tartıştılar? Tartışma konuları nelerdi? Bu bahsi geçen kişiler hakkında tarihte nasıp bilgiler geçer?

75) Eski rivayetçi tarihçilere göre masum imamlar hep farklı farklı yerlerde, farklı farklı sebeplerden öldürüldüğü söyleniyor? Bu rivayetlerin hangisinin doğru, hangisinin yanlış olduğu nasıl tespit edilebilir? Her rivayetçi tarihçinin farklı şeyler belirtmelerin de ki kasıtları nelerdir?

76) Yakub b. Dâvud’un aslı nereden gelmektedir? Özünde Şîa mıydı yoksa Musa-i Kazım’dan sonra mı Şîa olmaya karar verdi?

77) Abbasî halifelerinin vezirlerinin Ehlibeyt’i liderlerine jurnal etmesi ne anlama gelir, nasıl yorumlanır? Vezirlerin bunda amaçladıkları şey neydi?

78) Yakub b. Dâvud Şialığa meyletti diye Abbasî halife tarafından 175/791-2 tarihinde hapse atılmış ve çıkarıldığında körmüş. Bu zaman diliminde kör olması vs. İçin Abbasi halifesi tarafından gördüğü işkenceler tarihte herhangi bir kaynağa geçmiş midir?

79) İdrisî Şerifleri Devleti ne zaman, ne amaçla kurulmuştur? Amacı Ehlibeyt mi yoksa Abbasiler mi olmuştur?

80) İdris b. Abdullah kimdir? Abbasi devletiyle ne gibi sıkıntısı oldu?

81) İdris b. Abdullah’ın kendi doktoru Şemmâh tarafından zehirlenip öldürülmesinin sebebi neydi?

82) Alevî ve Zübeyrî aileler arasında gerçekleşen Cemel Savaşında neler yaşandı? Cemel Savaşının başlamasının sebebi nedir?

83) Hişam b. Hakem’in devrini anlattığı kaleme aldığı “Daha Az Faziletli Kişinin İmametini Savunanlara Reddiye (er-Red ‘alâ men Kâle bi İmâmeti’l-Mefdûl)” ve “Vasiyyet Kitabı ve Vasiyyeti Reddedenlere Reddiye” adlı kitaplarında neleri konu edinmiştir?

84) On iki masum imamı en iyi anlatan, güvenilir kaynak hangisidir? Bu kaynak on iki masum imam hakkında detaylı olarak neler anlatmaktadır?

85) Abbasilerin kurguladığı vasiyyet zinciri nasıldı? Bu kurguya göre Muhammed b. El-Hanefiyye’nin oğlu Ebû Hâşim, uhdesinde bulunan dini ve siyasi ikameti Abbasi sülelesinden birine tevdi etmiş veya ilahi kaynaklı bir vasiyyetin gereği olarak o kişiyi imamete atamış bundan sonra da Abbasi imameti babadan oğula geçmek suretiyle üçüncü halife Mehdi’ye kadar gelmiştir. Bu sistem Abbasi devletinin ailesi içinde, çevresinde, dost ve düşman ülkelerde, Ehlibeyt nazarında nasıl yorumlanmıştır?

86) Tevdi etmek ne demektir?

87) Abbasi devletinde halife seçerken halkın oylamasına mı sunuluyordu yoksa halka tanıtıp veya tanıtmayıp aileden biri mi halifeliğe getiriliyordu? Abbasi devletinin kaymakam ataması neye göre oluyordu? Abbasi tarihinde devletin en çok işine yarayan kaymakam ve vezir kimlerdir?

88) Abbasilerde halife seçerken akrabalar arasında kavgalar oldu mu? Abbasiler kendi hakları olmadığı halde İslam devletine hükmetmek için neden çok uğraştı?

89) Hişam b. Hakem Kufe’ye neden kaçtı? “Naaşı teşhir edildi ve ancak bu suretle hakkında başlatılmış olan takibata son verildi” cümlesiyle ne yorumlanmalıdır?

90) Harun Reşit’in Muhammed b. Süleyman en-Nevfelî, Muhammed b. Ebî ‘Umeyr , Muhammed b. Yunus ve Hişam b. İbrahim el-Hamdânî ile düşmanlığı neydi? Neden hapse attı ve işkence etti?

91) Abbasi devleti döneminde Ehlibeytten yana olan bazı yazarlar, aydınlar, âlimler Ehlibeyt’i savunmak ve onları red edenleri red etmek için neden sürekli kitap yazmışlardır? Abbasi devletinin onların yazdığı kitaplara karşı tutumu ne olmuştur?

92) Ali b. Yaktîn’in dört yıl boyunca Abbasiler tarafından hapsedilmesinin ayrıntılı sebebi nedir? Dört yıl sonunda zindan da ne sebeple vefat etti?

93) Dâvud b. Kesîr er-Rakkî ve Hind b. Haccâc kimdir? Abbasi devleti tarafından neden tutuklanmıştır?

94) Anti-Şiî konjonktürü nedir?

95) Harun İle şair Mansur b. Seleme en-Nemerî arasında ki ilişki nasıldı? Zamanında Harun Reşit’e yakın olanlar ne sebeple Şiîliğe dönmeye karar verdiler? Harun Reşit’in Şiîlik ile düşmanlığı, kini neydi?

96) Bişr b. El-Mu’temir kimdir? Şii görüşe neden merak duydu?

97) Cârûdiyye nedir?

98) Süleyman b. Cerîr kimdir?

99) İbnü’l-Eftas Abdullah b. Hasan kimdir? Amacı hakikaten Harun Reşit’in kafasında kurguladığı gibi Abbasi devletini yıkmak mıydı?

100) Hişam b. İbrahim hakkında ki takibatı kaldırtmak için “Abbas’ın İmametinin Delilleri” başlıklı bir kitap yazmış. O devirlerde kitap yazmanın, okumanın cezai işlemlerde etkisinin olması neyi gösterir? Harun Reşit gibi bir katilin bu kitap üzerine Hişam b. İbrahim’in takibatını kaldırmasının sebebi nedir? Takibat kaldırmak ne anlama gelir?

101) Hişam b. İbrahim’i Ehlibeyt hakkında konuşsun, her şeyini dile getirsin diye sıkıştırdıklarında tarihte kayıtlı olarak Abbasi devletinin görevlileri neler sormuştur?

102) Harun Reşit ile Musa-i Kazım 179/795 yılında nasıl tanışmış, karşılaşmıştır?

103) Harun Reşit oğlu ile Medine’de bulunduğunda kendisine yalakalık yapan şehrin âyanına Mekke’den Medine’ye hicretteki kıdemlerine göre toplam 500.000 dinar bağışta bulunmuş. Harun Reşit’in bu davranışı toplum içinde ve İslamiyet nezdinde nasıl yorumlanır?

104) “...yine Reşid’in huzurunda ama bu sefer Mekke’de İmam Kazım ile Ebû Hanife’nin talebesi meşhur fakih Muhammed eş-Şeybânî, hacıların güneşten gölgelenmek için eşya kullanmalarının cevazı konusunu tartışmaktadırlar. İmam Muhammed kıyas metoduyla hükmü verirken, İmam Kazım, onun varmış olduğu sonucu nakzeden bir hadis-i şerifi naklederek kendi görüşünü açıklar. Kâzım, kıyasla hükmetmenin hak yoldan sapma anlamına geldiğini ileri sürer. “  yazısı tarihte nasıl gelişti?

 

105) Öşür zekâtı nedir? Harun Reşit’in bu öşür zekâtına göz dikmesinin sebebi nedir?

106) Allah Kur’an’da Ehlibeyt’e tahsis ettiği humus vergisi nedir?

107) Safvân b. Mihran halife Hicaz’a geldiğinde develeri saltanat konvoyuna kiralarmış. Musa-i Kazım bunu duyunca kızıp eğer bir daha yaparsa cehenneme gideceğini söylemiş ve Safvân bir daha kiraya vermemiş. Harun Reşit Safvân’ın develeri kiraya vermediğini duyunca sinirlenmiş ve Musa-i Kazım’ın lafını dinlerse hapse atacağını söylemiş. Musa-i Kazım Safyân b. Mihran’ı bu konuda uyardığında neye dayanarak bunları yaptı? Harun Reşit’in bu deve kiralamasından meylettiği şey neydi?

108) Hassân eş-Şerevî kimdir? Musa-i Kazım neden ona teslim edildi?

109) Musa-i Kazım’ı taşıyan kafile Zilhicce’nin yedinci günü Basra’ya varmış. Şerevî imamı Basra valisi İsa b. Cafer b. Mansur’a teslim edilmiş. Kazım bu şehirde bir yıl kadar kalmış. Tutukluğu boyunca gayet iyi hizmet etmişler. Musa-i Kazım’ın banyo ve tuvalet ihtiyacı için dışarıya çıkmasına izin verildiği belirtiliyor. Peki Musa-i Kazım bu evrede neden kaçmayı düşünmedi?

110) Basralı bir Şiî olan Yâsin ez-Zeyyât el-Basrî Musa-i Kazım’ın gözaltı boyunca imamdan ilmi olarak neler kazandı?

111) Emevilerden Abbasilere halifelik nasıl geçti?

112) On iki masum imamla Abbasi devletinin ne gibi akrabalığı vardır?

113) Harun Reşit Musa-i Kazım’a Hz. Ali evlatlarının hangi gerekçerlerle kendilerini Abbasilerden üstün gördüğünü sorar. Halbuki her iki sülale Abdülmuttalib’in soyundan gelmektedir ve hem Ali oğullarının atası olan Ebû Tâlib hemde Abbas oğullarının atası olan Abbas her ikisi de Hz. Muhammed’in amcalarıdır. Kâzım cevaben Talibîler’in Hz. Muhammed’e daha yakın olduklarını söyler çünkü Resûlullah’ın babası olan Abdullah ile amcası Ebû Tâlib ana baba bir kardeşlerdir oysa Abbas onların baba bir kardeşleridir. Bu son cümleye göre bu akrabalık düzeni nasıl?

114) Ehlibeyt’e en çok Emeviler mi, Abbasiler mi yoksa çıkarları uğruna dost görünüp arkasından iş çevirenler mi daha düşmandır?

115) Harun Reşit’in bu sorusu nasıl cevaplanmalıdır: “Ali Oğulları kendilerini Hz. Muhammed’in mirasçıları addetmektedirler. Oysa İslâm miras hukukuna göre şayet amca sağ ise yeğenlere mirastan pay düşmez. Ebû Tâlib’in Hz. Muhammed’den önce öldüğü bilinmektedir. Abbas ise o öldüğünde hâlâ hayattaydı. Dolayısıyla amca Abbas sağ iken, yeğen Ali b. Ebî Tâlib nasıl Hz. Peygamber’e mirasçı olabilir?”

116) Bağdat emniyeti amiri Abdullah b. Mâlik el-Huza’î Ehlibeyt ve Abbasi gözünde ne gibi yere sahiptir?

117) Ehlibeyt tarihinde en etkili masum imam kim olmuştur? Doğumundan ölümüne kadar gerek aile içinde, gerek toplumda, gerekse kendisine dost ve düşman devletler nezdinde neler yaşamıştır? Bu yaşadıkları en güvenilir olarak hangi kaynaklarda geçer?

118) Fadl el-Bernekî’nin tutuklama konularında tarihte ön plana çıkma isteğinin sebebi neydi? Fadl el-Bernekî Harun Reşit nezdinde ne gibi öneme sahipti?

119) Bağdat’ın meşhur hapishanesi Matbak’ın tarihte ki yeri ve önemi nedir? İslamiyet ve Ehlibeyt tarihinde orada tutuklu kalan, eziyetler görenler olmuş mudur? Tarihte ne gibi yer edinmiştir?

120) Harun Reşit hem İmam Musa-i Kazım’ı hapsediyor hemde ona maddi yardımda bulunuyor. Musa-i Kazım’a destek olanlara da aynı eziyetleri, zulümleri yapıyor. Bir süre sonra Harun Reşit Musa-i Kazım’da dahil taraftarlarıyla birlikte öldürtüyor. Harun Reşit’in böyle bir şey yapmasında ki maksadı neydi? Hem Musa-i Kazım maddi olarak onu geçer, itibarı yerlerde gezer diye korkuyor hemde böyle davranıyor. Burada Harun Reşit’in nasıl bir psikoloji içinde olduğu söylenebilir? Harun Reşit günümüzde yaşasaydı ve yine böyle davransaydı psikoloji ve psikiyatri de nasıl yorumlanırdı?

121) Ali b. Süveyd es-Sâî kimdir? Musa-i Kazım’a getirdiği mektupta ne gibi dini ve hukuki sorular yer alıyordu? Bu mektupta ki soruları ve Musa-i Kazım’ın cevaplarını kayda olan birisi olmuş mudur tarihte?

122) Görülüyor ki tarihte Abbasi devletinin isteğiyle on iki masum imam hapsedilmiş ama sürekli de Abbasi devletinin vezirleri, askerleri on iki masum imamdan ders almanın, çocuklarına ders verdirmenin derdine düşmüşler. Bu vezirler, askerler Abbasi devletinden tepki göreceklerini bile bile niye bu kadar bilgiye açtılar ve niye haktan yana olmadılar?

123) Harun Reşit Musa-i Kazım’a hürmet gösteren vezirlerinin, askerlerinin onurlarını ayaklar altına aldırmak için toplum içinde lanet okutturmuş. Buradan Harun Reşit’in ve döneminde ki toplumun nasıl bir psikoloji içinde olduğu yorumlanabilir?

124) Musa-i Kazım’ın öldürülmesi konusunda hüküm vermekten kaçan Sünni kaynaklar nelerdir ve bunları kayda alan Sünni âlimler kimlerdir? Böyle yapmalarının sebebi nedir?

125) Musa-i Kazım’ın öldürülmesinde şüpheli Sindî b. Şâhik midir? Eğer şüpheli oysa deliller nelerdir?

126) Musa-i Kazım’ın ölmesine sebep olan asıl şey nedir?

127) Musa-i Kazım başına gelecek şeylerden haberdar mıydı? Haber varsa neden kurtulmak için bir şey yapmadı?

128) On iki masum imama taraftar olan Şia toplum içinde Ehlibeyt’e zıt olarak yoldan sapanlar, Ehlibeyt’in öğretilerini çıkarlar doğrultusunda terkedenler olmuş mudur?

129) Harun Reşit’in dini, siyasi, kültürel görüşü nedir? Harun Reşit gibiler bu dönemde nasıl yorumlanır?

130) Rivayetlerde Musa-i Kazım’ın zehirletilerek öldürüldükten sonra naaşında herhangi bir yara, boğulma izi olmadığı belirtiliyor. Eğer bu rivayet doğruysa bu durumun olmasını sağlayacak zehir nasıl bir zehirdir ki Musa-i Kazım’ın ölümüne hiç bir iz bırakmadan sebep olmuştur? Günümüzde böyle bir zehir yapılmak istense ne yollarla, hangi karışımlarla yapılırdı?

131) Ehlibeyt ve Abbasi devleti döneminde mektuplaşmalarda bu mektuplar kişilere bir yolla giderken mektubu kurcalayıp Abbasi devleti, Ehlibeyt hakkında şeyleri toplayıp kendince çarpıtanlar tarihte olmuş mudur? Bu mektuplaşmaları, mektuplarda geçen konuları çarpıtanlar o tarihlerde kayda geçmiş midir?

132) İslamiyette ölen masum imamın bedeninin kim tarafından yıkanması uygun görülmüştür?

133) Musa-i Kazım’ı Meşraatü’l-Kasb’da kefenleyen kimdir?

134) Kureyş Kabristanının bir diğer adıyla Şûnîzî Kabristanının İslam tarihinde ve coğrafyasında ne gibi önemi vardır? Tarihten kimlerin mezarı bulunmaktadır?

135) Musa-i Kazım’ın neden nikahlı eşi yoktur? Ehlibeyt’e göre cariyelerden çocuk dünyaya getirmek uygun mudur?

136) Ehlibeyt soyundan gelen on iki masum imam çocuklarını neye göre, nasıl evlendirmiştir?

137) Safevi şahlarının soyu Ehlibeyt’e mi dayanmaktadır? Bunla ilgili deliller nelerdir?

138) Hurûfilik nedir? Şiî derviş Fazlullah Esterâbâdî, Cüneyd el-Bağdâdî, Ahmed er-Rifâ’î ve Hacı Bektaş Veli’nin Musa-i Kazım’ın soyundan gelip gelmediğine delil nedir?

139) İmâmilerin gözünde Musa-i Kazım geniş anlamda nasıl yorumlanır?

140) Çeşitli rivayetlerde Musa-i Kazım’ı her şeyi canlandıran, ağacı ayağına getiren gibi olağanüstü bir insanmış gibi belirtirler. Bu hâşâ Allah’a karşı şirke girmez mi?

141) Musa-i Kazım’ın asıl mesleği neydi?

142) Zâhidâne yaşantı nedir, kimlere mahsustur?

143) Musa-i Kazım’ın çeşitli şekillerde insanlara yardımı dokunmuş. “Musa’nın kesesi” lafı, birinden beklenmedik şekilde gelen maddi yardımlar için kullanılan bir deyim hâline gelmiş. Bu deyime örnek olarak İslâm tarihinde insanlığa ders olacak nitelikte nasıl gelişmeler olmuştur?

144) Şiaların lanet ettiği Ömer ile Hz. Ömer arasında ki fark nedir? Şiaların lanet ettiği Ömer kimdir ve İslam tarihinde Şiaların kendisine lanet etmesi için ne yapmıştır?

145) Allah’ın on iki masum imama serbest kıldığı ama kuluna yasakladığı şeyler nelerdir?

146) Şakîk el-Belhî Musa-i Kazım ile nasıl tanışmıştır? Musa-i Kazım ile hatır da kalır nasıl anıları olmuştur? Musa-i Kazımdan memnuniyeti nasıl derecelendirilir?

147) İbnü’s-Sabbâğ Şakîk el-Belhî ile Musa-i Kazım arasındaki tanışmayı, muhabbeti, dostluğu eserinde geniş anlamda nasıl anlatır?

148) Musa-i Kazım insanların ruh hallerini nasıl anlardı? Günümüzde Musa-i Kazım gibi davrananlar psikoloji ve sosyoloji de nasıl yorumlanır?

149) Nubyalı ne demektir?

150) On iki masum imam neden hep cariyelerle birlikteliği tercih etmiştir?

151) On iki masum imamlardan Ali Rızâ’nın annesinin “Ümmü’l-benîn” lakabını anlamasının hikâyesi nedir?

152) Allah cariyeler ile ilişki, evlenme konusunda ne emretmiştir? On iki masum imamın cariyelerle ilişkisi konusunda Allah’ın nasıl bir izni vardır?

153) Musa-i Kazım cariyesi Necme ile tanışması nasıl olmuştur? Tanıştırmış mıdır yoksa bir şey mi vesile olmuştur? Necme’nin asıl hayat hikayesi ve Musa-i Kazım ile yaşantısı Musa-i Kazım ölene kadar nasıl olmuştur?

154) Peygamber ölene kadar kaç soy görmüştür? Peygamberin zamanında kendi akrabaları içinde cariyelerle muhabbeti, ilişkisi olanlar olmuş mudur?

155) Tâcü’l-Mevâlid’de imam Ali Rıza hakkında geniş nasıl bahseder?

156) Hannekehu bihi geniş anlamda nedir?

157) Vâkıfe ve Kat’î nedir? Rajkowski, I. Friedlaender, J. Hussain, Josef Van Ess de ve W. Madelung’un bu konuda söylemleri ve çalışmaları ne olmuştur?

158) Ehlibeyt ile ilgili tez yazmak isteyen bir araştırmacı nasıl bir yol izlemeli? Ehlibeyt ile ilgili örnek tez çalışması nasıl olmalı ve kimler kaleme almıştır?

159) On iki masum imamın döneminde ki taraftarlarının taraftarı oldukları imamın öldükten sonra gaybete çekildiğini iddia etmelerinde ki inançları, iddiaları o dönemle bu dönemi karşılaştırdığımızda nasıl yorumlanır? Bu gaybe çekilme meselesini taraftarlarından ilk ortaya atan kimlerdi?

160) Vâkıfe cemaati Musa-i Kazım’ı Mehdi görüp oğlunun imametini kabul etmiyor. Bunu Allah nasıl yorumlamıştır?

161) Mufevviza ifadesi Ehlibeyt tarihinde genelde nerelerde, kimler için kullanıldı? Bu ifadenin İslam âleminde yer edişi nasıl oldu?

162) On iki imam döneminde taraftarları cemaatler hâlinde imamların ölümünde gaybete çekildiğini iddia edip çeşitli hurafetler uydurmuşlar. On iki masum imamın ölümünden sonra bu Mehdi etme alışkanlığı en üst sınır olarak nereye kadar gitmiştir? Allah’ın bu tür fanatikler hakkında ister yeryüzünde isterse ahirette hükmü ne olmuştur? Kuran’da Allah bu tür safsatalarla ilgilenenleri nasıl yorumlamıştır?

163) On iki masum imamların yaşarken ve ölürken taraftarları tarafından mehdileştirmesini o dönemin tarihçileri ve bu konuları araştıran batılı tarihçiler nasıl eleştirmiş ve yorumlamıştır?

164) Tarihte bazı sünni kaynakların on iki masum imamın yaşadıkları hakkında üstün körü geçtiklerini bazı Şia kaynaklarında sürekli rivayetlere kaçtığını görüyoruz. Şia kaynaların rivayetlerine göre işi aşırıya kaçırıp imamları mehdileştirdiklerini de görüyoruz. Bu iki görüşün bakış açısından bakınca çelişkiler alıp başını gidiyor. Bu durum günümüz tanınmış Sünni ve Şia âlimlerince, din bilimcilerin görüşünce ve sosyologların sözlerine nasıl yorumlanır?

165) Cafer-i Sadık’dan nakledildiği söylenen hadise göre Musa-i Kazım’ın mehdi-kaim görülmesinin kayda değer sebebi nedir?

166) İslamiyette “ölümünden sonra kalkıp doğrulmak (yeqûmü)” ne anlama gelir ve nasıl yorumlanır?

167) Ehlibeyt’in Türklerle etkileşimi nasıl oldu?

168) Musa-i Kazım döneminde ki Kat’îler kimlerdir?

169) Memtûre nedir?

170) Ebû’s-Serâyâ kimdir? Neden isyan başlatmıştır? Halife Me’mun ile ne gibi münasebeti vardır?

171) Nakl ve tetavvül ne demektir?

172) Hâifun yeteraqqab nedir?

173) Ali b. Ebî Hamza el-Betâinî kimdir? Musa-i Kazım ile yakınlığı nedir? Musa-i Kazım öldükten sonra dinarlarına el koymuş mudur?

174) Ebî’l-Kâsım el-Esedî kimdir? Musa-i Kazım ile yakınlığı nedir?

175) On iki masum imamın mehdici inanışlı taraftarlarının psikolojisi bu zamanda nasıl yorumlanır? Sürekli rivayetlere göre hareket etmelerinin on iki imam nezdinde zararı, yararı ne olmuştur?

176) On iki imam döneminde çıkan mezheplerin, tarikatların kendilerine mevla seçmeleri nasıl oluyordu?

177) Ebû’l-Fadl Ziyâd b. Mervân el-Kımdî kimdir? Kimlerin malını, parasını zimmetine almıştır? Bu malın, paranın İslamiyet’e göre Musa-i Kazım’ın mirasçılarına bırakması nasıl yorumlanır?

178) Hüseyin b. Mihrân’ın Musa-i Kazım ve oğlu ile muhabbeti neydi?

179)İslamiyet ve Ehlibeyt döneminde biyografi yazıcılığı nasıldı? Bu dönemlerde biyografi yazıcılığı hangi temellerle yapılırdı?

180) Abbasi devletinin en başından sonuna kadar Ehlibeyt üzerinde tahribatları sürerken on iki masum imam taraftarlarının asırlarca bu süreçte ne gibi önemleri olmuştur?

181) Vakıfî doktrine bağlı olarak gaybet hakkında yazılan ilk kitap ve içeriği nedir?

182) On iki masum imam taraftarlarının dönemlerinde yazdıkları ve bu zamana kadar yok olmuş veya ulaşılamayan kaynaklara nasıl ulaşılır? Günümüze kadar ulaşanlarda bu ulaşılamayan kitaplardan da alıntılar, ispatlar var. Ulaşılan kitabın ulaşılamayan, yok olmuş kitaptan yaptığı alıntının, ispatların doğruluğu nasıl kanıtlanır?

183) Aceliyye adlı Zeydiyye orijinli grubun temeli nedir? Bunları açıklayan, eleştiren kaynaklar nelerdir? Aceliyye nedir?

184) Vâkıfiler “ölen bir imamın naaşı bir sonraki bir kimse tarafından yıkanamaz” mealindeki hadisi gündeme getiriyor. Babasının Bağdat’taki cenaze merasimine katılmayan Rızâ’nın hakiki imam olamayacağı iddiasında bulunuyorlar. Vâkıfilerin bu tutumu o dönemin tanınmış âlimleri, risale yazarları vs. Tarafından nasıl yorumlanmıştır?

185) Vâkıfe’ye mensuplar ile seleflerin naklettiği rivayetler arasında çelişkinin sebebi nedir?

186) Ali b. Mehziyâr el-Ahvezî “Kitâbü’l-Kâim” adlı kitabında Vâkıfiler’in mehdi-kaim hakkındaki iddialarına karşılık neler ifade etmiştir?

187) Ebû Hâlid es-Sicistânî’nin Ali Rızâ’nın imametini kabul etmesinde, onun tarafında olmasında astrolojinin nasıl bir etkisi olmuştur? Astrolojik verilere dayanarak onun tarafına geçmesinde çalışmaları ne olmuştur? Bir kişinin öldüğü veya doğduğu astroloji alanında nasıl anlaşılır?

188) Makyavelyan taktik ne demektir?

189) On iki masum imama tarihte safsatalarla en büyük zararı hangi Şiî grup vermiştir?

190) Ehlibeyt’in başından sonuna  yani ölümlerine kadar ön plana çıkmış tüm taraftar ve zıt şahsiyetlerin tarihte yorumlanmaları, tarihte ki izleri nasıl olmuştur?

191) On iki masum imamların zamanında kurulan cemaatlerin tarih boyunca birbirleriyle zıt düştükleri genel konular nelerdir? Karara varıp aralarında barış sağlayan cemaatler var mıdır? Bu kurulan cemaatlerin masum imamlar tarafından bakınca ne gibi zararları, Abbasi ve diğer Ehlibeyt düşmanı devletlerin tarafından bakınca ne gibi yararları dokunmuştur?

192) On ikinci masum imamın Mehdi olacağına dair delliller gösteren, savunan ilk cemaat, âlim kimdir?

193) Vâkıfîlerle Muhammed Cevâd’ın arasında ki mücadelenin arka planı neydi ve nasıl sonuçlandı?

194) 328/940 yılında gerçekleşen “Büyük Gaybet” nasıl olmuştur?

195) Hasan el-Askerî’nin imametini kabul eden cemaat kimlerdir? Hasan el-Askerî’nin imameti nasıl oldu?

196) “ bir başka vehcesi” tanımlammasından ne anlaşılmalıdır?

197) Muğîriyye ve Beyâniyye nedir?

198) Hulûle ve tenâsuha nedir?

199) Muhammed b. Beşîr’in fanatiklerini kandırmak için yaptığı sihirbazlıkların tarihte somut bir ispatı var mıdır? O devirlerde bu hurafelere inananların sonu ne olmuştur?

200) İslamiyet lügatında livata ne demektir? “Livata benzeri çok çirkin fiiller” tanımlamasından ne anlaşılmalıdır?

201) Qata’a ‘alâ ne demektir?

202) Ali Rızâ’nın imamete geçişi nasıl olmuştur?

203) Musa-i Kazım’ın oğlu Ali Rızâ’ya bıraktığı vasiyetin ayrıntısı nedir?

204) Musa-i Kazım’ın vasiyetinin açılmasında kurulan mahkeme de hangi kişiler vardı? Bunlar neye göre seçildi?

205) Dâvud b. Kesîr er-Rakkî’nin aşırı Şiî olduğunu gösteren kanıtlar nelerdir?

206) Musa-i Kazım döneminde İbn Tabâtabâ neden isyan etti? Musa-i Kazım’ın ailesinden bu isyana katılanlar kimlerdir? İsyanın sonucu ne olmuştur?

207) Musa-i Kazım’ın oğlu Ali Rızâ Abbasi halifeliğine veliaht olarak nasıl atandı? Bu atanma Abbasi devletinin kendi içinde, toplumda, Abbasi ve Ali Rızâ taraftarlarında nasıl karşılandı?

208) Tarihte Abbasi devleti ile Ehlibeyt akrabaları arasında bir barış antlaşması olmuş mudur? Ayrıntıları nelerdir?

209) Me’mun Musa-i Kazım’ın oğlu Ali Rızâ’yı veliahtlık sebebiyle bir mektupta neden çağırmıştır?

210) Muhammed b. Cafer’in Me’mun döneminde Medine’de çıkardığı isyanın sebebi nedir? İsyan nasıl başladı ve detaylarıyla nasıl bitti?

211) Me’mun’un ısrarı üzerine tayini çıkan Ali Rızâ’ya yolda eşlik eden İsa el-Culûdî bağ olarak aslen Me’mun’un neyidir? Bu görevde seçilmesinin sebebi ve Me’mun’un planı neydi?

212) Kadisiyye denilen yerin Ehlibeyt nazarında önemi nedir?

213) Ebnâü’d-Devle birliğinin Me’mun ile savaşının sebebi neydi? Ebnâü’d-Devle birliğinin kurucusu kimdir ve Me’mun ile ne münasebeti vardır?

214) Menkıbevî rivayet ne demektir?

215) Ahvaz şehrinde hangi on iki masum imamın adına yapılan cami vardır?

216) Ali Rızâ’nın veliaht oluşu Me’mun’un ne işine yaradı?

217) Ali Rızâ veliahtığı kabul ederken Me’mun’a ne şartlar koştu ve Me’mun tarih boyunca bu şartları yerine getirdi mi?

218) Me’mun’un ısrarıyla veliaht olan Ali Rızâ ile Me’mun’un evlenmesinin ilgisi nedir?

219) Hişam b. İbrahim Me’mun’un sarayında nasıl bir hainlik yaptı?

220) Ali Rızâ nerede vefat etti ve bunda Me’mun’un sebebi nedir?

221) Sünnî hadis edebiyatında Ali Rızâ’nın yeri nedir?

222) On iki masum imam İran ve Irak tasavvufun da nasıl bahsedilir?

 

İŞTE CEVAPLAR:

 

1)      İmamiyye mezhebi, İslam’ın en büyük ikinci mezhebidir. Bu mezhebin mensupları, Hz. Ali’nin ve onun soyundan gelen on iki imamın (imamların) İslam’ın tek ve hakiki önderleri olduğuna inanırlar. İmamiyye mezhebi, Şia İslam’ın en büyük koludur ve dünyada yaklaşık 200 milyon takipçisi vardır.

 

İmamiye mezhebinin tarihi, Hz. Ali’nin halifeliği döneminde başlar. Hz. Ali’nin halifeliği döneminde, Müslümanlar arasında siyasi ve dini bir bölünme meydana gelir. Bu bölünme, Hz. Ali’nin ölümünden sonra daha da derinleşir ve Şia ve Sünni İslam olarak iki farklı İslam mezhebinin ortaya çıkmasına yol açar.

 

İmamiye mezhebi, 7. Yüzyılın sonlarında Irak’ta ortaya çıkar. Bu mezhebin kurucusu, Hz. Ali’nin torunu ve Hz. Hüseyin’in oğlu olan Zeynel Abidin’dir. Zeynel Abidin, Hz. Hüseyin’in Kerbela’da öldürülmesinden sonra, Şia Müslümanların lideri olur. Zeynel Abidin, imamet makamının sadece Hz. Ali’nin soyundan gelenlere ait olduğuna inanır.

 

İmamiye mezhebi, sonraki yüzyıllarda Irak, İran ve Yemen gibi ülkelerde yayılmaya başlar. Bu mezhep, 16. Yüzyılda Safevi Devleti’nin kurulmasıyla birlikte İran’da hakim mezhep haline gelir.

 

İmamiye mezhebinin temel inançları, Şia İslam’ın temel inançları ile aynıdır. Ancak, İmamiyye mezhebi, imamet makamının önemini daha fazla vurgular. İmamiyye mezhebine göre, imamlar, Allah tarafından seçilmiş ve insanlara dini ve siyasi liderlik yapabilecek olan kişilerdir.

 

İmamiye mezhebinin en önemli imamları, Hz. Ali, Hz. Hüseyin, Zeynel Abidin, Muhammed Bakır, Cafer Sadık, Musa Kazım, Ali Rıza, Muhammed Taki, Hasan Askeri ve Mehdi’dir. Mehdi, İmamiyye mezhebine göre, kıyamet günü ortaya çıkacak ve İslam dinini yeniden hakim kılacaktır.

 

İmamiye mezhebi, İslam’ın en büyük ikinci mezhebidir ve dünyada yaklaşık 200 milyon takipçisi vardır. Bu mezhep, Irak, İran, Yemen, Bahreyn, Lübnan, Suriye, Afganistan, Pakistan ve Hindistan gibi ülkelerde yaygındır.

 

2)      İbn Şehrâşub, 11. Yüzyılda yaşamış bir İslam bilginidir. Irak’ın Bağdat şehrinde doğmuştur. İbn Şehrâşub, İmamiyye mezhebine mensuptur ve bu mezhebin en önemli bilginlerinden biridir. İbn Şehrâşub, birçok eser yazmıştır. Bu eserlerden bazıları, “El-Mecalel fi Ahkam el-Eimmet”, “El-Mecme’ li-Ahkâm el-Eimmet el-Aşere”, “El-Amali” ve “El-Masail”dir.

 

İbn Şehrâşub, İmamiyye mezhebinin temel inançlarını ve öğretilerini sistematik bir şekilde ortaya koymuştur. Bu nedenle, İbn Şehrâşub, İmamiyye mezhebinin en önemli bilginlerinden biri olarak kabul edilmektedir.

 

İbn Şehrâşub, İmamiyye mezhebinin gelişimine önemli katkılarda bulunmuştur. İbn Şehrâşub’un eserleri, günümüzde de İmamiyye mezhebi mensupları tarafından okunmaktadır.

 

İbn Şehrâşub’un İmamiyye mezhebi ile olan alakası, şunlardır:

 

* İbn Şehrâşub, İmamiyye mezhebine mensuptur.

* İbn Şehrâşub, İmamiyye mezhebinin temel inançlarını ve öğretilerini sistematik bir şekilde ortaya koymuştur.

* İbn Şehrâşub’un eserleri, günümüzde de İmamiyye mezhebi mensupları tarafından okunmaktadır.

3) Hasan b. Hasan b. Zeyd b. Hasan b. Ali b. Ebî Tâlib, Hz. Ali’nin torunu ve Hz. Hasan’ın oğludur. Hasan b. Zeyd, 702 yılında Medine’de doğmuştur. Hasan b. Zeyd, genç yaşta İslam’ı kabul etmiş ve Hz. Ali’nin yolundan gitmiştir. Hasan b. Zeyd, Abbasiler’in iktidara gelmesine destek vermiş ve Abbasiler’e karşı savaşmıştır. Hasan b. Zeyd, 740 yılında Yemen’de Abbasiler’e karşı savaşırken öldürülmüştür.

 

Hasan b. Zeyd’in Abbasiler’e yakınlaşmasının birkaç nedeni vardır. İlk olarak, Hasan b. Zeyd, Abbasiler’in Emeviler’e karşı savaştığını ve Emeviler’in Hz. Ali’nin soyundan gelenleri zulümden kurtarmak istediğini düşünmüştür. İkinci olarak, Hasan b. Zeyd, Abbasiler’in İslam’ı daha iyi temsil edeceğini düşünmüştür. Üçüncü olarak, Hasan b. Zeyd, Abbasiler’in kendisine siyasi bir güç vereceğini düşünmüştür.

 

Ancak, Hasan b. Zeyd’in Abbasiler’e yakınlaşması hayal kırıklığıyla sonuçlanmıştır. Abbasiler, Hasan b. Zeyd’i iktidara getirmemiş ve onu öldürmüştür. Hasan b. Zeyd’in ölümünden sonra, Şiiler arasında büyük bir öfke ve hayal kırıklığı oluşmuştur. Bu öfke ve hayal kırıklığı, Şiilerin Abbasiler’e karşı ayaklanmalarına neden olmuştur.

 

3)      En-Nefsü’z-Zekiyye, 740 yılında Yemen’de Abbasiler’e karşı ayaklanan Zeydi imam Muhammed b. Abdullah’ın lakabıdır. En-Nefsü’z-Zekiyye, “zeki ruh” anlamına gelir. Muhammed b. Abdullah, Hz. Ali’nin soyundan gelen bir Zeydi imamdır. Muhammed b. Abdullah, 740 yılında Yemen’de Abbasiler’e karşı ayaklanır. Muhammed b. Abdullah’ın ayaklanması, Yemen’de büyük bir yankı uyandırır. Muhammed b. Abdullah’ın ayaklanması, Abbasiler’i Yemen’den çıkarmak için yeterli olmasa da, Zeydilerin Abbasiler’e karşı mücadelelerinde önemli bir rol oynar. Muhammed b. Abdullah, 741 yılında Abbasiler tarafından yakalanır ve öldürülür.

 

4)      Yazıda anlatılan Hasan b. Zeyd, Abbasilere sadakatle bağlı bir Ehlibeyt mensubudur. Bu bağlılığı nedeniyle çoğu akrabaları ona hain gözüyle bakmaktadır. Halife Mansur, siyasi rakibi olan ve isyan hazırlığı içinde bulunan Muhammed b. Abdullah en-Nefsü’z-Zekiyye’nin saklandığı yeri bulmak amacıyla Haşimîleri sorgularken sadece Hasan b. Zeyd konuşmuş ve yer göstermiştir. Bu yardım ve sadakat karşılıksız kalmamış ve Hasan b. Zeyd, 150/767 yılında Medine valiliğine atanmıştır.

 

 

Hasan b. Zeyd’in davranışı, Abbasilerin iktidara gelmelerinin ardından Ehlibeyt mensupları arasında yaşanan bölünmeyi göstermektedir. Bazı Ehlibeyt mensupları, Abbasileri Hz. Ali’nin soyundan gelenleri zulümden kurtarmak için bir fırsat olarak görmüş ve onlara destek vermiştir. Diğerleri ise Abbasileri, Hz. Ali’nin soyundan gelenleri iktidardan uzaklaştırmak için bir tehdit olarak görmüş ve onlara karşı çıkmıştır.

 

Hasan b. Zeyd’in davranışı, aynı zamanda Abbasilerin iktidarlarını sağlamlaştırmak için Ehlibeyt mensuplarının desteğine ihtiyaç duyduğunu göstermektedir. Abbasiler, Ehlibeyt mensuplarının desteğini kazanmak için onlara siyasi ve ekonomik vaatlerde bulunmuştur. Bu vaatler, bazı Ehlibeyt mensuplarını Abbasilere destek vermeye ikna etmiştir.

 

Hasan b. Zeyd’in davranışı, Abbasiler ile Ehlibeyt mensupları arasındaki ilişkiler açısından önemli bir dönüm noktasıdır. Hasan b. Zeyd’in davranışı, Abbasilerin iktidarlarını sağlamlaştırmak için Ehlibeyt mensuplarının desteğine ihtiyaç duyduğunu ve Ehlibeyt mensuplarının arasında yaşanan bölünmeyi göstermektedir.

 

5)      Hasan b. Zeyd, Abdullah el-Eşter’in kesik başını alıp Mescid-i Nebevi’de minbere çıkıp halifeliğe karşı olanlara göstermesinin nedeni, Abdullah el-Eşter’in Abbasilere karşı savaşan ve Yemen’de bir ayaklanma başlatan bir Şii lider olmasıdır. Hasan b. Zeyd, Abdullah el-Eşter’in öldürülmesini, Abbasilere karşı mücadelenin bir zaferi olarak görmüştür.

 

Bu olay, 740 yılında Yemen’de başlar. Abdullah el-Eşter, Abbasilere karşı savaşmak için bir ayaklanma başlatır. Ayaklanma, Yemen’de büyük bir yankı uyandırır ve kısa sürede yayılmaya başlar. Abbasiler, Abdullah el-Eşter’in ayaklanmasını bastırmak için büyük bir ordu gönderir. İki taraf arasında şiddetli çatışmalar olur. Abdullah el-Eşter, 741 yılında öldürülür.

 

Hasan b. Zeyd, Abdullah el-Eşter’in ölümünden sonra, Yemen’deki ayaklanmayı sürdürmeye çalışır. Ancak, Abbasiler, Hasan b. Zeyd’i de yener ve onu öldürür. Hasan b. Zeyd’in ölümüyle, Yemen’deki ayaklanma sona erer.

 

Hasan b. Zeyd’in Abdullah el-Eşter’in kesik başını alıp Mescid-i Nebevi’de minbere çıkıp halifeliğe karşı olanlara göstermesi, Abbasilere karşı mücadelenin bir zaferi olarak görülmüştür. Bu olay, Şiilerin Abbasilere karşı mücadelesinde önemli bir dönüm noktasıdır.

 

6)      Haccâc b. Yusuf es-Sekafi, Emevî halifesi Abdülmelik b. Mervân tarafından 750 yılında Irak’a vali olarak atanmıştır. Haccâc, Emevîlerin iktidarlarını sağlamlaştırmak için sert ve acımasız bir politika izlemiştir. Bu politika, Ehlibeyt mensupları arasında büyük bir tepkiye neden olmuştur.

 

Haccâc, Ehlibeyt mensuplarına karşı çok sert davranmıştır. Onları hapse attırmış, sürgüne göndermiş ve hatta işkenceyle öldürmüştür. Haccâc’ın bu politikaları, Ehlibeyt mensupları arasında büyük bir öfke ve nefret yaratmıştır.

 

Haccâc’ın Ehlibeyt mensuplarına karşı uyguladığı politikalar, Şiilerin Emevîlere karşı mücadelesinde önemli bir rol oynamıştır. Şiiler, Haccâc’ın politikalarını zulüm olarak görmüş ve ona karşı savaşmışlardır. Haccâc’ın ölümünden sonra, Şiiler Emevîlere karşı daha da güçlenmiş ve sonunda 750 yılında Emevî Devleti’ni yıkmışlardır.

 

Haccâc’ın Ehlibeyt mensuplarına karşı uyguladığı politikalar, tarihte “Haccâc’ın zulümleri” olarak anılmaktadır. Haccâc’ın bu politikaları, Şiilerin Emevîlere karşı mücadelesinde önemli bir rol oynamış ve Şiilerin günümüze kadar gelen siyasi ve dini kimliğinin oluşmasında etkili olmuştur.

 

7)      Ebû Cafer Mansûr, 775 yılında öldüğünde yerine oğlu Muhammed b. Mansûr geçti. Muhammed b. Mansûr, babasının ölümünden sonra Abbasiler’in üçüncü halifesi oldu. Muhammed b. Mansûr, babasının döneminde yaşanan siyasi kargaşaları ve ayaklanmaları sona erdirmeyi başardı. Muhammed b. Mansûr, aynı zamanda Abbasiler’in topraklarını genişletmeyi ve imparatorluğu güçlendirmeyi başardı.

 

Muhammed b. Mansûr’un halifeliği, çevredekiler tarafından genel olarak olumlu karşılandı. Muhammed b. Mansûr, babasının döneminde yaşanan siyasi kargaşaları ve ayaklanmaları sona erdirmeyi başardığı için çevredekiler tarafından takdir edildi. Muhammed b. Mansûr, aynı zamanda Abbasiler’in topraklarını genişletmeyi ve imparatorluğu güçlendirmeyi başardığı için çevredekiler tarafından saygı gördü.

 

Ancak, Muhammed b. Mansûr’un halifeliği, bazı çevreler tarafından olumsuz karşılandı. Muhammed b. Mansûr, babasının döneminde olduğu gibi, sert ve acımasız bir yönetim tarzı benimsedi. Muhammed b. Mansûr, aynı zamanda Abbasiler’in topraklarını genişletmek için şiddete başvurdu. Bu durum, bazı çevrelerde Muhammed b. Mansûr’a karşı tepkilere neden oldu.

 

Muhammed b. Mansûr, 785 yılında öldü. Muhammed b. Mansûr’un ölümünden sonra yerine oğlu Harun Reşid geçti. Harun Reşid, Abbasiler’in en güçlü ve en başarılı halifelerinden biri oldu.

 

8)      Ehlibeyt döneminde ve sonrasında tanınmış simaların, halifelerin oğullarına “Mehdi” lakabını vermesinin sebebi, Mehdi’nin İslam inancında önemli bir yere sahip olmasıdır. Mehdi, İslam inancına göre, kıyamet günü ortaya çıkacak ve İslam dinini yeniden hakim kılacaktır. Mehdi’nin ortaya çıkması, İslam inancında büyük bir ümit ve heyecan kaynağıdır.

 

Mehdi’nin lakabının popüler olmasının bir nedeni de, Mehdi’nin Hz. Muhammed’in soyundan gelmesidir. Hz. Muhammed, İslam inancının kurucusu ve en önemli peygamberidir. Mehdi’nin Hz. Muhammed’in soyundan gelmesi, Mehdi’ye özel bir önem kazandırmıştır.

 

Mehdi’nin lakabının popüler olmasının bir nedeni de, Mehdi’nin kurtarıcı olarak görülmesidir. Mehdi’nin ortaya çıkması, İslam inancında büyük bir zulüm ve kargaşanın sona ermesi anlamına gelecektir. Mehdi, İslam dinini yeniden hakim kılacak ve tüm insanlığı huzur ve mutluluğa kavuşturacaktır.

 

Mehdi’nin lakabının popüler olmasının bir nedeni de, Mehdi’nin bilinmez olmasıdır. Mehdi’nin kim olduğu, nerede olduğu ve ne zaman ortaya çıkacağı bilinmemektedir. Bu durum, Mehdi’yi daha da gizemli ve merak uyandırıcı hale getirmiştir.

 

Mehdi’nin lakabının popüler olmasının bir nedeni de, Mehdi’nin İslam inancında büyük bir ümit kaynağı olmasıdır. Mehdi’nin ortaya çıkması, İslam inancının yeniden güçlenmesi ve tüm insanlığın huzur ve mutluluğa kavuşması anlamına gelecektir.

 

9)      Mesianik beklenti, Mesih’in gelişini bekleme ve onun gelişiyle birlikte gelecek olan yeni bir dünya düzenini bekleme arzusudur. Mesih, Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam gibi birçok dinde beklenen kurtarıcıdır.

 

Mesianik beklenti, Yahudilik’te çok eskilere dayanmaktadır. Yahudiler, Mesih’in kral Davud’un soyundan geleceğine ve İsrail’i eski ihtişamına kavuşturacağına inanırlar. Mesih, aynı zamanda tüm insanlığı kurtaracak ve dünyayı barış ve huzura kavuşturacaktır.

 

Hristiyanlığın temel inançlarından biri de Mesih’in gelişidir. Hristiyanlar, Mesih’in İsa Mesih olduğuna inanırlar. İsa Mesih, Yahudilerin beklediği Mesih olarak kabul edilir. Hristiyanlar, İsa Mesih’in çarmıha gerildikten sonra öldüğünü ve üçüncü gün dirildiğini inanırlar. İsa Mesih’in dirilişi, Hristiyanlar için büyük bir kurtuluş ve ümit kaynağıdır. Hristiyanlar, İsa Mesih’in tekrar geleceğine ve tüm insanlığı kurtaracağına inanırlar.

 

İslam’da da Mesih’in gelişi beklenmektedir. Müslümanlar, Mesih’in Hz. Muhammed’in soyundan geleceğine inanırlar. Mesih, tüm insanlığı İslam’a davet edecek ve dünyayı barış ve huzura kavuşturacaktır.

 

Mesianik beklenti, tüm dinlerde büyük bir öneme sahiptir. Mesih’in gelişi, tüm insanlığın kurtuluşu ve yeni bir dünya düzeninin kurulmasıyla birlikte gerçekleşecektir.

 

10)   Taberî’nin “Târih” kitabında Ebû Cafer Mansûr ile oğlu arasındaki ilişki, bir baba ile oğlu arasındaki normal bir ilişkiden çok daha karmaşıktır. Mansûr, oğlu Mehdî’nin halife olarak yerine geçmesini istiyordu, ancak Mehdî, babasının baskıcı yönetimi ve sert tutumundan rahatsızdı. Bu nedenle, Mehdî, babasının ölümünden sonra halifeliği reddetti ve yerine oğlu Harun Reşid’i halife yaptı.

 

Mansûr, oğlu Mehdî’ye karşı çok şüpheci ve güvensizdi. Mehdî’nin babasının yerine geçmek istemediğini düşündüğü için, onu hapsetti ve onu öldürmek için planlar yaptı. Ancak Mehdî, babasının planlarından haberdar oldu ve kaçmayı başardı.

 

Mansûr ile oğlu Mehdî arasındaki ilişki, Abbasi Devleti’nin ilk yıllarında yaşanan siyasi çatışmaların bir yansımasıdır. Mansûr, güçlü ve merkezi bir devlet kurmak istiyordu, ancak Mehdî, daha demokratik ve halkçı bir yönetim biçimi istiyordu. Bu iki farklı siyasi görüş, Mansûr ile oğlu Mehdî arasındaki ilişkiyi gerginleştirdi ve sonunda bu ilişki, Abbasi Devleti’nin siyasi krizlerine yol açtı.

 

11)   Ebû Cafer Mansûr, Abbasi Devleti’nin ikinci halifesi olarak 754-775 yılları arasında hüküm sürdü. Bu süre zarfında, Ehlibeyt ve Ehlibeyt taraftarlarına karşı çok şiddetli bir zulüm uyguladı.

 

Mansûr, Ehlibeyt’in halifelik iddiasını tehlike olarak gördü ve onları ortadan kaldırmak için elinden geleni yaptı. Bu amaçla, Ehlibeyt’in birçok üyesini hapsetti, sürgüne gönderdi ve öldürdü. Mansûr, Ehlibeyt taraftarlarına da karşı çok sert bir tutum izledi. Onları hapsetti, sürgüne gönderdi ve işkence yaptı.

 

Mansûr’un zulmünden en çok etkilenen şehirler, Medine ve Kudüs’tü. Bu şehirler, Ehlibeyt’in önemli merkezleriydi ve Mansûr, bu şehirleri kontrol altına almak için çok çaba sarf etti. Mansûr, Medine’de Ehlibeyt’in birçok üyesini öldürdü ve Kudüs’te Ehlibeyt’in kutsal mekanlarını tahrip etti.

 

Mansûr’un zulmünden dolayı, Ehlibeyt’in birçok üyesi öldürüldü, sürgüne gönderildi veya işkence gördü. Bu zulüm, Ehlibeyt’in siyasi ve dini etkisini büyük ölçüde azalttı. Mansûr’un zulmünden dolayı, Ehlibeyt’in takipçileri arasında büyük bir öfke ve nefret oluştu. Bu öfke ve nefret, günümüze kadar devam etmektedir.

 

12)   Cümlenin yorumu, devrimler sırasında insanlarda büyük beklentiler oluşması ve bu beklentilerin gerçekçi olmasa bile devrimcilerin ayakta kalabilmeleri için bu beklentilerin bir kısmını yerine getirmeleri gerektiğidir. Tarihte buna örnek olarak Fransız Devrimi verilebilir. Fransız Devrimi sırasında insanlar, daha özgür ve eşit bir toplumda yaşamak için büyük beklentiler beslediler. Ancak devrimin ardından kurulan yeni hükümet, bu beklentilerin bir kısmını yerine getirebildi. Bunun nedeni, yeni hükümetin mevcut düzeni korumak ve devrimi kontrol altına almak zorunda olmasıydı.

 

Devrimler sırasında oluşan aşırı beklentiler, yeni hükümetlerin ayakta kalmalarını zorlaştırabilir. Bu nedenle, yeni hükümetler, devrimcilerin beklentilerini karşılayamasa bile, bu beklentileri bir şekilde yönetmek zorundadır. Aksi takdirde, devrimciler yeni hükümete karşı ayaklanmaya başlayabilirler.

 

Devrimler, toplumların ilerlemesi için önemli bir araç olabilir. Ancak devrimler, aşırı beklentiler ve hayal kırıklıklarıyla da sonuçlanabilir. Bu nedenle, devrimlerin dikkatli bir şekilde planlanması ve yürütülmesi önemlidir.

 

13)   159/775-6 yılında ilan edilen genel affın sebebi, Abbasi Devleti’nde yaşanan iç karışıklıklardır. Bu dönemde Abbasi Devleti, birçok iç savaş ve isyanla mücadele ediyordu. Bu iç karışıklıklar, devletin ekonomisini ve düzenini olumsuz etkilemişti. Devletin bu zor döneminde, Abbasi Halifesi Harun Reşid, genel af ilan ederek ülkedeki huzuru ve düzeni sağlamak istedi.

 

Genel af, Abbasi Devleti’nde yaşayan tüm vatandaşları kapsadı. Bu af, devlete karşı işlenen suçlar dahil olmak üzere tüm suçları kapsadı. Genel af, Abbasi Devleti’nde yaşayan vatandaşlar tarafından memnuniyetle karşılandı. Bu af, ülkedeki huzur ve düzeni sağladı ve devletin ekonomisini canlandırdı.

 

Genel mesele, Abbasi Devleti’nin iç karışıklıklarla mücadele etmesidir. Bu iç karışıklıklar, devletin ekonomisini ve düzenini olumsuz etkilemiştir. Devletin bu zor döneminde, Abbasi Halifesi Harun Reşid, genel af ilan ederek ülkedeki huzuru ve düzeni sağlamak istedi. Genel af, Abbasi Devleti’nde yaşayan tüm vatandaşları kapsadı ve devlete karşı işlenen suçlar dahil olmak üzere tüm suçları kapsadı. Genel af, Abbasi Devleti’nde yaşayan vatandaşlar tarafından memnuniyetle karşılandı ve ülkedeki huzur ve düzeni sağladı.

 

14)   Ebû Cafer Mansûr’un oğlu Harun Reşid, babasının aksine daha ılımlı ve uzlaşmacı bir hükümdardı. Harun Reşid, babası döneminde yaşanan iç karışıklıklara son vermek ve devletin huzur ve düzenini sağlamak için bir dizi reform yaptı. Bu reformlar arasında siyasi tutukluların, Ehl-i beyt ve taraftarlarının serbest bırakılması da vardı.

 

Harun Reşid’in bu reformlarını yapmasının bir dizi nedeni vardı. Bunlardan biri, babası döneminde yaşanan iç karışıklıklara son vermek ve devletin huzur ve düzenini sağlamaktı. Harun Reşid, siyasi tutukluların ve Ehl-i beyt ve taraftarlarının serbest bırakılmasıyla, bu grupların desteğini almak istedi. Bu grupların desteğini alarak, devletin iç karışıklıklara daha kolay bir şekilde son verebileceğini ve devletin huzur ve düzenini daha kolay bir şekilde sağlayabileceğini düşünüyordu.

 

Harun Reşid’in reformlarını yapmasının bir diğer nedeni, devletin ekonomisini canlandırmaktı. Harun Reşid, siyasi tutukluların ve Ehl-i beyt ve taraftarlarının serbest bırakılmasıyla, bu grupların devlete olan desteğini almak istedi. Bu grupların desteğini alarak, devletin ekonomisini canlandırmak için daha kolay bir şekilde yatırımlar yapabileceğini ve devleti daha güçlü bir hale getirebileceğini düşünüyordu.

 

Harun Reşid’in reformları, büyük ölçüde başarılı oldu. Devletin iç karışıklıklara son vermeyi ve devletin huzur ve düzenini sağlamayı başardı. Devletin ekonomisini de canlandırmayı başardı. Harun Reşid’in reformları, Abbasi Devleti’nin altın çağının başlamasına yardımcı oldu.

 

15)   İbnü’t-Tıktaka, 13. Yüzyılın sonlarında yaşamış bir tarihçi ve yazardır. 1262 yılında Halep’te doğmuş ve 1320 yılında Kahire’de ölmüştür.

 

İbnü’t-Tıktaka, ilk eğitimini Halep’te aldı. Daha sonra Şam, Kahire ve Bağdat gibi şehirlerde eğitim gördü. Tarih, edebiyat, felsefe ve matematik gibi konularda uzmanlaştı.

 

İbnü’t-Tıktaka, tarihçi olarak en çok eseri “el-Fahrî fi’l-adabi’s sultaniyye ve’d-düveli’l İslamiyye” (Sultan ve İslam Devletlerinin Edebiyatı Üzerine Fahrî) ile tanınır. Bu eser, Mısır, Suriye, Irak, İran ve Anadolu’da hüküm sürmüş olan İslam devletlerinin tarihini anlatmaktadır.

 

İbnü’t-Tıktaka, ayrıca “el-Menhelü’l-Fakhri” (Fahrî’nin Yolu) adlı bir kitap yazmıştır. Bu kitapta, tarih yazmanın yöntemlerini ve İslam tarihini yazmanın önemini anlatmaktadır.

 

İbnü’t-Tıktaka, İslam dünyasının en önemli tarihçilerinden biridir. Eserleri, günümüzde hala tarihçiler tarafından kullanılmaktadır.

16)   Muaviye b. Ebî Süfyan, 661-680 yılları arasında İslam Devleti’nin Emevi halifesi olarak hüküm sürmüştür. Muaviye, Mescid-i Nebevi’nin genişletilmesi ve onarılması için önemli çalışmalar yapmıştır. Bu çalışmalar arasında, mescidin kuzey ve güney yönlerine iki yeni sahn (döşeme) inşa edilmesi, mescidin duvarlarının yükseltilmesi ve mescidin etrafına bir duvar örülmesi bulunmaktadır. Muaviye, ayrıca mescidin içerisine bir minber ve bir mihrap inşa ettirmiştir.

 

Muaviye’nin Mescid-i Nebevi ile ilgili çalışmaları, İslam’ın en önemli kutsal mekanlarından birinin korunması ve geliştirilmesi için yapılan önemli bir girişimdir. Muaviye’nin bu çalışmaları, günümüzde de devam etmektedir.

 

17)   Katî’a tahsisi, İslam Devleti’nde bir vergi türüdür. Bu vergi, devlete ait arazilerin işletilmesi için kişilere tahsis edilmesi karşılığında tahsil edilir. Katî’a tahsisi, ilk olarak Emeviler döneminde uygulanmıştır. Abbasiler döneminde ise bu vergi, daha yaygın bir şekilde uygulanmıştır.

 

Ebû Cafer Mansûr, Abbasiler’in ikinci halifesidir. Mansûr, katî’a tahsisi ile ilgili olarak önemli çalışmalar yapmıştır. Mansûr, katî’a tahsisi ile ilgili olarak, vergilerin daha adil bir şekilde tahsili için bir sistem geliştirmiştir. Bu sistem sayesinde, vergiler daha düzenli bir şekilde toplanmaya başlamış ve devlet daha fazla gelir elde etmiştir.

 

Mansûr’un katî’a tahsisi ile ilgili çalışmaları, İslam Devleti’nin ekonomik gelişimine önemli katkı sağlamıştır. Bu çalışmalar sayesinde, devlet daha fazla gelir elde etmiş ve bu gelirler, devlet hizmetlerinin iyileştirilmesi için kullanılmıştır.

 

Katî’a tahsisi, İslam Devleti’nde önemli bir vergi türüdür. Bu vergi, devletin ekonomik gelişimine önemli katkı sağlamıştır.

 

18)   Ebû Cafer Mansûr’un döneminde Abbasilerin başkenti Bağdat’tır. Bağdat, 762 yılında Ebû Cafer Mansûr tarafından kurulmuştur. Bağdat, İslam dünyasının en önemli kültür ve bilim merkezlerinden biri haline gelmiştir. Abbasiler döneminde Bağdat’ta birçok önemli üniversite, kütüphane ve hastane kurulmuştur. Bağdat’ta ayrıca birçok önemli ilim adamı ve sanatçı yetişmiştir.

 

Ehl-i Beyt, İslam’ın ilk halifesi Hz. Muhammed’in (s.a.v.) ailesidir. Ehl-i Beyt, İslam dünyasında büyük bir saygı ve sevgi ile karşılanır. Abbasiler döneminde, Ehl-i Beyt’e karşı bazı baskılar olmuştur. Ancak Ehl-i Beyt’e karşı olan bu baskılar, Ehl-i Beyt’in sevgisini ve saygısını azaltamamıştır.

 

Ehl-i Beyt’e karşı olan baskılara rağmen, Abbasiler döneminde Ehl-i Beyt’e karşı olan bazı çalışmalar da yapılmıştır. Bu çalışmalar arasında, Ehl-i Beyt’in soyunun araştırılması, Ehl-i Beyt’in sözlerinin ve davranışlarının derlenmesi ve Ehl-i Beyt’in hakkında kitaplar yazılması bulunmaktadır.

 

Ehl-i Beyt’e karşı olan bu çalışmalar, Ehl-i Beyt’in sevgisini ve saygısını artırmaya yardımcı olmuştur.

 

19)    Zeydîlik, İslam’ın en eski mezheplerinden biridir. Zeydîlik, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) torunu Zeyd b. Ali’nin (r.a.) fikirleri üzerine kurulmuştur. Zeydîlik, Şia mezhebinin bir koludur.

 

Zeydîlik, Ehl-i Beyt’e büyük önem verir. Zeydîlere göre, Ehl-i Beyt, İslam’ın en doğru yolunu temsil eder. Zeydîlik, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) vefatından sonra, onun yerine halife olarak Hz. Ali’nin (r.a.) oğlu Hasan b. Ali’nin (r.a.) geçmesi gerektiğini savunur. Zeydîlik, ayrıca, halifenin, Ehl-i Beyt’ten olması gerektiğini savunur.

 

Zeydîlik, Ehl-i Beyt döneminde birçok avantaja sahip olmuştur. Zeydîlik, Ehl-i Beyt’in desteğini almıştır. Zeydîlik, ayrıca, Ehl-i Beyt’in öğretilerini yaymak için çalışmıştır. Zeydîlik, Ehl-i Beyt’in öğretilerini yaymak için, okullar, camiler ve kütüphaneler inşa etmiştir. Zeydîlik, ayrıca, Ehl-i Beyt’in öğretilerini yaymak için, kitaplar ve risaleler yazmıştır.

 

Zeydîlik, Ehl-i Beyt döneminde bazı dezavantajlara da sahip olmuştur. Zeydîlik, diğer İslam mezheplerinden farklı olduğu için, diğer İslam mezhepleri tarafından dışlanmıştır. Zeydîlik, ayrıca, Ehl-i Beyt’in öğretilerini yaymak için yaptığı çalışmalar nedeniyle, bazı İslam devletleri tarafından baskı görmüştür.

 

Zeydîlik, günümüzde de varlığını sürdüren bir İslam mezhebidir. Zeydîlik, Yemen, Suriye, Irak ve Lübnan gibi ülkelerde yaygındır. Zeydîlik, günümüzde yaklaşık 10 milyon takipçiye sahiptir.

 

20)   Yakub b. Dâvud, Abbasi halifesi Harun Reşid’in veziridir. 786-803 yılları arasında görev yapmıştır. Yakub b. Dâvud, Abbasi Devleti’nin en güçlü vezirlerinden biri olarak kabul edilir. Devletin mali ve idari işlerini başarıyla yönetmiştir. Ayrıca, Harun Reşid’in kültürel ve bilimsel faaliyetlerini desteklemiştir. Yakub b. Dâvud, Abbasi Devleti’nin altın çağında önemli bir rol oynamıştır.

 

21)   Mehdi’nin Yakub b. Dâvud için “Allah için kardeş” demesinin sebebi, Yakub’un Allah’ın yolunda mücadele eden ve İslam için şehit düşen bir sahabe olmasıdır. Yakub, İslam’ın ilk dönemlerinde müslüman olmuş ve İslam’ı yaymak için mücadele etmiştir. Bu mücadelesi sırasında birçok zorlukla karşılaşmış ve sonunda şehit düşmüştür. Mehdi, Yakub’un bu mücadelesini takdir etmiş ve onu “Allah için kardeş” olarak nitelendirmiştir.

 

 

Yakub’un şehit düşüşü, İslam tarihinde önemli bir olaydır. Bu olay, İslam’ın güçlenmesinde ve yayılmasında önemli bir rol oynamıştır. Yakub’un şehitliği, İslam’ın barış ve sevgi dini olduğunu ve İslam’ın uğruna mücadele etmeye değer bir din olduğunu göstermiştir.

 

22)   166/782-3 yılında Mehdi ile Yakub b. Dâvud arasında olan sorun, Mehdi’nin Abbasi halifeliği tarafından halife olarak tanınmamasıydı. Mehdi, Abbasi halifeliği tarafından halife olarak tanınmayan ilk kişi oldu ve bu durum, Abbasi halifeliği ile Mehdi’nin taraftarları arasında bir çatışmaya yol açtı. Bu çatışma, 170/786 yılında Mehdi’nin ölümüyle sona erdi.

 

Mehdi, 785 yılında kendini halife ilan etti ve kısa sürede birçok kişinin desteğini kazandı. Ancak, Abbasi halifeliği Mehdi’yi halife olarak tanımadı ve onu bir isyancı olarak ilan etti. Mehdi ve taraftarları, Abbasi halifeliği ile savaştılar, ancak 170/786 yılında Mehdi öldürüldü ve taraftarları yenildi.

 

Mehdi’nin ölümünden sonra, Abbasi halifeliği üzerindeki gücü yeniden sağladı. Ancak, Mehdi’nin isyanı, Abbasi halifeliği’nin zayıflamasına ve İslam dünyasında bir siyasi krize yol açtı.

 

23)   Vezir Yakub b. Dâvud, Abbasi Halifesi Mehdi’nin veziri idi. 161/778 yılında Mehdi tarafından vezirliğe atandı. Yakub b. Dâvud, çok yetenekli ve zeki bir vezirdi. Ancak, aynı zamanda çok hırslı ve iktidar düşkünlüğü de vardı. Mehdi’nin yerine geçmek istiyordu.

 

Yakub b. Dâvud, Mehdi’nin oğlu Müslim’i öldürerek ona karşı darbe yaptı. 169/786 yılında Mehdi’yi tahttan indirdi ve kendisini halife ilan etti. Ancak, Yakub b. Dâvud’un iktidarı uzun sürmedi. 170/787 yılında, Mehdi’nin diğer oğlu Musa el-Hazım tarafından öldürüldü.

 

Yakub b. Dâvud’un ihaneti, Abbasi Devleti’nde büyük bir kargaşaya yol açtı. Devlet, uzun yıllar süren iç savaşlara sahne oldu. Bu iç savaşlar, Abbasi Devleti’nin gücünü ve prestijini büyük ölçüde zayıflattı.

 

24)   Zenâdıka, İslam’ın ilk dönemlerinde ortaya çıkan ve İslam’ın temel ilkelerini kabul etmeyen bir gruptur. Zenâdıka, Allah’ın birliğine, peygamberliğe ve ahirete inanmazlar. Ayrıca, Kur’an’ın değiştirildiğini ve Muhammed’in bir peygamber olmadığını savunurlar.

 

Halife Mehdi, zenâdıkalara karşı sert bir politika izlemiştir. Zenâdıkalara karşı savaş açmış ve onları öldürtmüştür. Mehdi’nin bu sert politikasının sebebi, zenâdıkaların İslam’ın temel ilkelerini yıkmak istemeleridir.

 

Mehdi’nin zenâdıkalara karşı izlediği sert politikanın sonucu, zenâdıkaların gücünün zayıflaması olmuştur. Zenâdıkalardan çok azı hayatta kalmıştır ve İslam dünyasında artık önemli bir güç olarak görülmemektedir.

 

Zenâdıkalara karşı Mehdi’nin izlediği sert politikanın bazı sonuçları şunlardır:

 

* Zenâdıkalardan çok azı hayatta kalmıştır.

* Zenâdıkalar artık İslam dünyasında önemli bir güç olarak görülmemektedir.

* Mehdi, İslam dünyasında güçlü bir lider olarak konumunu güçlendirmiştir.

* Mehdi, İslam’ın temel ilkelerini savunmaya devam etmiştir.

 

25)   Dualist karakterli, ikilik üzerine kurulu olan, ikilik içeren anlamına gelir. Ehlibeyt döneminden dualistik karakterli kişilere örnek olarak Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin verilebilir. Bu kişiler, İslam’ın temel ilkelerine bağlı kalmakla birlikte, kendi görüşlerini ve düşüncelerini de belirtmişlerdir. Bu nedenle, onlar zaman zaman İslam’ın diğer grupları tarafından eleştirilmişlerdir. Ancak, onlar her zaman İslam’ın birliğini ve bütünlüğünü korumaya çalışmışlardır.

 

27) 1. Halife Mehdi, zındıklara ve sapıklara karşı reddiye türünde kitap yazdırmıştır. Bu kitaplar, İslam’ın temel ilkelerini savunan ve zındıkların ve sapıkların iddialarını çürütmeye çalışan kitaplardır.

  2. Bu kitaplardan bugüne kadar ulaşan bazı örnekler şunlardır:

    * İbn Hazm’ın “Fasl al-Milal wa-al-Ahwaa wa-an-Nihal” (Dinlerin, Mezheplerin ve Tarikatların Ayrımı)

    * Ebu Musa el-Eşari’nin “Maqalat al-Eş’ariyyin” (Eş’ari Mezhebi’nin Görüşleri)

    * Maturidi’nin “Tehzibul Ekelam” (Kelâm İlmi’nin Tezyin Edilmesi)

  3. Bu kitaplarda zındıklar ve sapıklar hakkında geniş anlamda şu konular anlatılmıştır:

    * Zındıklığın ve sapıklığın tanımı

    * Zındıkların ve sapıkların iddiaları

    * Zındıkların ve sapıkların iddialarının çürütülmesi

  4. Bu kitaplarda zındıklar ve sapıklar hakkında anlatılan bazı örnekler şunlardır:

    * Zındıklar, Allah’ın birliğini inkar ederler.

    * Zındıklar, Allah’ın peygamberlerini inkar ederler.

    * Zındıklar, Kur’an-ı Kerim’i inkar ederler.

    * Zındıklar, İslam’ın temel ilkelerini inkar ederler.

 

Bu kitaplar, zındıkların ve sapıkların iddialarını çürüterek İslam’ın temel ilkelerini savunmuş ve İslam’ın birliğini ve bütünlüğünü korumaya çalışmıştır.

 

28) İbnü’l-Mufaddal, 8. Yüzyılda yaşamış bir hadis âlimidir. O, hadisleri toplayıp rivayet etmiş ve hadis ilmine dair birçok eser yazmıştır. İbnü’l-Mufaddal, mezhepler ile ilgili olarak, her mezhebin kendi görüşlerini ve delillerini ortaya koyduğunu, ancak bunların hepsinin doğru olduğunu savunmuştur. O, mezhepler arasında bir uzlaşmanın mümkün olmadığını ve her kişinin kendi mezhebini seçmesi gerektiğini belirtmiştir. İbnü’l-Mufaddal’ın mezhepler ile ilgili yorumlarına örnek olarak şu ifadeler verilebilir:

 

* “Her mezhebin kendi görüşleri ve delilleri vardır. Bu görüşler arasında bir uzlaşma mümkün değildir. Her kişinin kendi mezhebini seçmesi gerekir.”

* “Mezhepler, İslam’ın zenginliğini göstermektedir. Her mezhebin kendi yorumu vardır ve bu yorumlar, İslam’ın daha iyi anlaşılmasına katkı sağlamaktadır.”

* “Mezhepler, Müslümanların birliğini sağlamaktadır. Her mezhep, kendi görüşlerini savunurken, diğer mezheplerin görüşlerine saygı duymaktadır.”

 

İbnü’l-Mufaddal’ın mezhepler ile ilgili yorumları, günümüzde de geçerliliğini korumaktadır. Mezhepler, İslam’ın zenginliğini ve çeşitliliğini göstermektedir. Her mezhebin kendi yorumu vardır ve bu yorumlar, İslam’ın daha iyi anlaşılmasına katkı sağlamaktadır. Mezhepler, Müslümanların birliğini sağlamaktadır. Her mezhep, kendi görüşlerini savunurken, diğer mezheplerin görüşlerine saygı duymaktadır.

 

29) Zürâriyye, Ammâriyye, Ya’fûriyye, Cevâlikiyye ve Süleyman el-Akta’nın grubu, İslam’ın erken dönemlerinde ortaya çıkmış ve kısa sürede ortadan kaybolmuş küçük gruplardır. Bu gruplar, İslam’ın temel ilkelerine farklı yorumlar getirmişlerdir ve bu nedenle diğer Müslümanlar tarafından sapık olarak kabul edilmişlerdir.

 

* Zürâriyye, Hz. Ali’nin oğlu Muhammed ibn Hanefiyye’nin takipçileridir. Onlar, Muhammed ibn Hanefiyye’nin imam olduğunu ve onun ölümünden sonra imamlığın oğlu Hasan ibn Ali’ye geçtiğini savunmuşlardır.

* Ammâriyye, Hz. Ali’nin kölesi Ammar ibn Yasir’in takipçileridir. Onlar, Ammar ibn Yasir’in imam olduğunu ve onun ölümünden sonra imamlığın oğlu Abdullah ibn Ammar’a geçtiğini savunmuşlardır.

* Ya’fûriyye, Hz. Ali’nin dayısı Ya’fur ibn Abdülmenaf’ın takipçileridir. Onlar, Ya’fur ibn Abdülmenaf’ın imam olduğunu ve onun ölümünden sonra imamlığın oğlu Muhammed ibn Ya’fur’a geçtiğini savunmuşlardır.

* Cevâlikiyye, Hz. Ali’nin veziri Ka’b el-Ahbar’ın takipçileridir. Onlar, Ka’b el-Ahbar’ın peygamber olduğunu ve onun ölümünden sonra peygamberliğin oğlu Muhammed ibn Ka’b el-Ahbar’a geçtiğini savunmuşlardır.

* Süleyman el-Akta’nın grubu, Süleyman el-Akta’nın takipçileridir. Süleyman el-Akta, Hz. Ali’nin ordusunda bir komutan idi. O, Hz. Ali’nin ölümünden sonra imamlığın kendinde olduğunu iddia etmiş ve bir grup takipçi edinmiştir. Ancak, bu grup kısa sürede ortadan kaybolmuştur.

 

Bu grupların hepsi, İslam’ın temel ilkelerine farklı yorumlar getirmişlerdir ve bu nedenle diğer Müslümanlar tarafından sapık olarak kabul edilmişlerdir.

 

30) Hişam b. Hakem, 748-750 yılları arasında halifelik yapmış olan Mehdi’nin veziridir. O, Ehlibeyt’in (Hz. Muhammed’in soyundan gelenler) destekçisi ve Şiiliğin bir savunucusuydu. Hişam, Mehdi’nin halifeliğini ilan etmesinde önemli bir rol oynadı ve ona siyasi ve askeri konularda danışmanlık yaptı. Ayrıca, Mehdi’nin hilafeti döneminde İslam dünyasında Şiiliğin yayılmasında önemli bir rol oynadı.

 

Hişam, 750 yılında Abbasiler tarafından devrilen Mehdi ile birlikte öldürüldü. Ancak, onun çalışmaları Şiiliğin gelişmesinde önemli bir rol oynadı ve bugün de Şii dünyasında saygı duyulan bir şahsiyettir.

 

Hişam, Ehlibeyt’in destekçisi olarak, onların haklarını savunmak için mücadele etti. Ayrıca, onların öğretilerini yaymak için çalıştı ve Şiiliğin temellerini attı. Hişam’ın çalışmaları, bugün de Şii dünyasında önemli bir yere sahiptir.

 

Hişam, halife Mehdi’nin veziri olarak, onun hilafetini ilan etmesinde önemli bir rol oynadı. Ayrıca, Mehdi’nin siyasi ve askeri konularda danışmanlığını yaptı. Hişam’ın çalışmaları, Mehdi’nin hilafeti döneminde İslam dünyasında Şiiliğin yayılmasında önemli bir rol oynadı.

 

Hişam, 750 yılında Abbasiler tarafından devrilen Mehdi ile birlikte öldürüldü. Ancak, onun çalışmaları Şiiliğin gelişmesinde önemli bir rol oynadı ve bugün de Şii dünyasında saygı duyulan bir şahsiyettir.

 

31) Musa Kazım ve Abdurrahman b. Haccâc arasında gerilimin temel nedeni, Musa Kazım’ın Abbasi halifeleri tarafından tehdit olarak görülmesiydi. Musa Kazım, altıncı imam olarak kabul edilen İmam Cafer es-Sadik’in oğluydu. Abbasiler, Şiilerin Musa Kazım’ı halife olarak görmelerinden korkuyordu. Bu nedenle, Musa Kazım’ı hapsetmek ve onu öldürmek için çeşitli girişimlerde bulundular.

 

Hişam b. Hakem, Abbasi halifeleri tarafından Musa Kazım’ın gözetimini yapmak için görevlendirilmişti. Hişam, Musa Kazım’a karşı ılımlı bir tutum sergiledi ve onu korumaya çalıştı. Ancak, Hişam’ın çabaları yetersiz kaldı ve Musa Kazım, 833 yılında hapsedildiği Bağdat’ta öldürüldü.

 

Hişam b. Hakem’in Musa Kazım’ın öldürülmesinde bir rolü olup olmadığı kesin olarak bilinmemektedir. Ancak, Hişam’ın Musa Kazım’ın öldürülmesini önlemek için yeterince çaba göstermediği iddia edilmiştir.

 

Musa Kazım’ın öldürülmesi, Şii dünyasında büyük bir infial yarattı. Şiiler, Musa Kazım’ın öldürülmesini Abbasilerin bir suikast olarak gördüler ve onu şehit olarak kabul ettiler. Musa Kazım’ın ölümünden sonra, Şiiler Abbasi halifelerine karşı daha da öfkeli hale geldiler ve Şii-Abbasi çatışması daha da şiddetlendi.

 

32) Hişam b. Hakem’e Mehdi’nin halifeliği döneminde konuşma yasağının verilmesinin sebebi, onun Mehdi’nin otoritesini sorgulaması ve ona karşı muhalefet etmesidir. Hişam, Mehdi’nin halifeliğinin meşruiyetini kabul etmiyordu ve onu kendi yerine geçebilecek bir kişi olarak görüyordu. Ayrıca, Mehdi’nin politikalarını eleştiriyordu ve onu İslam’ın temel ilkelerinden uzaklaşmakla suçluyordu.

 

Yunus b. Abdurrahman, Mehdi’nin halifeliği döneminde vezirlik yapmış bir kişidir. O, Hişam b. Hakem’in en büyük düşmanlarından biriydi ve onu Mehdi’ye karşı komplo kurmakla suçluyordu. Yunus, Mehdi’ye Hişam’ın konuşma yasağını vermesi için baskı yaptı ve Mehdi de bu baskılara dayanamadı ve Hişam’a konuşma yasağı verdi.

 

Hişam b. Hakem ve Yunus b. Abdurrahman arasında uzun süredir devam eden bir düşmanlık vardı. Bu düşmanlık, Mehdi’nin halifeliği döneminde daha da şiddetlendi ve Hişam’ın konuşma yasağına kadar geldi. Hişam, konuşma yasağı ile büyük bir darbe aldı ve etkisini önemli ölçüde kaybetti. Ancak, Hişam’ın konuşma yasağı, onun Şii liderliği üzerindeki etkisini azaltamadı ve o, Şii dünyasında önemli bir figür olarak kalmaya devam etti.

 

33) İmam Kazım (a.s)’ın halife Mehdi döneminde tutuklanmasının birkaç nedeni vardır. Birincisi, Mehdi, İmam Kazım’ın (a.s) bir tehdit olarak görmesinden korkuyordu. İmam Kazım (a.s), Mehdi’nin halifeliğinin meşruiyetini sorguluyordu ve ona karşı muhalefet ediyordu. Ayrıca, İmam Kazım (a.s), Mehdi’nin politikalarını eleştiriyordu ve onu İslam’ın temel ilkelerinden uzaklaşmakla suçluyordu.

 

İkincisi, Mehdi, İmam Kazım’ın (a.s) Şiilerin lideri olarak konumunu kaybetmesinden korkuyordu. İmam Kazım (a.s), Şiilerin büyük bir saygı duyduğu ve ona bağlı olan bir liderdi. Mehdi, İmam Kazım’ın (a.s) öldürülmesi durumunda Şiilerin onun yerine geçecek bir lider arayacağından korkuyordu.

 

Üçüncüsü, Mehdi, İmam Kazım’ın (a.s) halifeliği ele geçirmesinden korkuyordu. İmam Kazım (a.s), Şiilerin onu halife olarak gördüğünü biliyordu ve Mehdi, İmam Kazım’ın (a.s) halifeliği ele geçirmesini engellemek için onu tutuklamayı seçti.

 

İmam Kazım (a.s), halife Mehdi döneminde yaklaşık 10 yıl hapis yattı. 833 yılında hapishanede öldürüldü. Onun ölümünün sebebi kesin olarak bilinmemektedir, ancak bazı kaynaklara göre zehirlenerek öldürüldüğü iddia edilmiştir.

 

34) Maktül, Arapça kökenli bir kelime olup “öldürülen” anlamına gelir. İslam tarihinde maktül kelimesi, özellikle halifeler ve diğer önemli şahsiyetler için kullanılmıştır. Maktül kelimesi, bu şahsiyetlerin öldürülmesi sonucunda ortaya çıkan siyasi ve dini krizlere de işaret eder. Örneğin, Hz. Osman’ın öldürülmesi, İslam tarihinde önemli bir dönüm noktası olmuştur ve bu olay sonucunda Müslümanlar arasında büyük bir ayrılık yaşanmıştır.

 

35) İmam Kazım’ın (a.s) dönemindeki en popüler taraftarları, genellikle ilim ve hikmet sahibi kişilerdi. Bunlar, İmam Kazım’dan (a.s) dini ve fıkhi konularda ders alırlar ve onun rehberliğinde İslami ilimleri öğrenirlerdi. İmam Kazım’ın (a.s) taraftarları, genellikle dürüst, ahlaklı ve yardımsever kişilerdi. Onlar, İmam Kazım’ın (a.s) öğretilerine göre yaşar ve başkalarına da yardım ederlerdi.

 

İmam Kazım’ın (a.s) taraftarları, kendilerine muhalif olan gruplara ve kişilere karşı genellikle hoşgörülü ve anlayışlı davranırlardı. Onlar, muhaliflerini İslami ilimler konusunda eğitmeye ve onları doğru yola sevk etmeye çalışırlardı. İmam Kazım’ın (a.s) taraftarları, genellikle şiddete başvurmazlardı ve muhalifleriyle tartışma yoluyla sorunları çözmeye çalışırlardı.

 

İmam Kazım’ın (a.s) taraftarları, İslami ilimlerin korunması ve yayılması için büyük çaba sarf ettiler. Onlar, İmam Kazım’dan (a.s) öğrendikleri dini ve fıkhi bilgileri diğer insanlara öğrettiler ve İslami ilimlerin gelişmesine katkıda bulundular. İmam Kazım’ın (a.s) taraftarları, İslami ilimler konusundaki çalışmalarıyla İslam dünyasına önemli bir hizmet sunmuşlardır.

 

İmam Kazım’ın (a.s) taraftarları arasında birçok ünlü kişi vardı. Bunlardan bazıları şunlardır:

 

* Abdullah ibn Mübarek

* Hammad ibn Zeyd

* Abdurrahman ibn Abi Laila

* Yahya ibn Said el-Qattan

* Sa’d ibn abi Waqqas

* Abdul Rahman bin Abi Laila

 

Bu kişilerin hepsi, İmam Kazım’dan (a.s) dini ve fıkhi konularda ders almış ve onun rehberliğinde İslami ilimleri öğrenmişlerdir. Onlar, İmam Kazım’ın (a.s) öğretilerine göre yaşamış ve başkalarına da yardım etmişlerdir. Kendilerine muhalif olan gruplara ve kişilere karşı genellikle hoşgörülü ve anlayışlı davranmışlardır. Onlar, muhaliflerini İslami ilimler konusunda eğitmeye ve onları doğru yola sevk etmeye çalışmışlardır. İmam Kazım’ın (a.s) taraftarları, İslami ilimlerin korunması ve yayılması için büyük çaba sarf etmişlerdir. Onlar, İmam Kazım’dan (a.s) öğrendikleri dini ve fıkhi bilgileri diğer insanlara öğrettiler ve İslami ilimlerin gelişmesine katkıda bulundular. İmam Kazım’ın (a.s) taraftarları, İslami ilimler konusundaki çalışmalarıyla İslam dünyasına önemli bir hizmet sunmuşlardır.

36) Halife Mehdi’nin şehir ahalisine hac vesilesiyle döneminde yaptığı bağışlar, kaynaklarda farklı miktarlarda gösterilmektedir. Ancak, bu bağışların çok büyük miktarlarda olduğu ve hacılara büyük bir kolaylık sağladığı bilinmektedir. Halife Mehdi’nin bu tavrı, onun cömert, yardımsever ve halka karşı duyarlı bir kişilik olduğunu göstermektedir.

 

Halife Mehdi’nin hac bağışları, sadece maddi açıdan değil, manevi açıdan da büyük bir öneme sahiptir. Hacılar, bu bağışlar sayesinde ibadetlerini daha rahat bir şekilde yerine getirebilmektedir. Halife Mehdi’nin bu bağışları, İslam’ın bir yardımlaşma ve paylaşma dini olduğunu göstermektedir. Halife Mehdi, bu bağışlarla, İslam’ın bu temel mesajını tüm dünyaya yaymayı amaçlamıştır.

 

Halife Mehdi’nin hac bağışları, onun İslam dünyasına yaptığı büyük bir hizmettir. Bu bağışlar, hacıların ibadetlerini daha rahat bir şekilde yerine getirmelerine yardımcı olmuştur. Halife Mehdi’nin bu bağışları, İslam’ın bir yardımlaşma ve paylaşma dini olduğunu tüm dünyaya göstermiştir.

 

37) Musa b. Abdullah ve İmam Caferi Sadık (a.s)’ın da isimlerinin geçtiği isyan, 145/762 yılında Abbasi halifesi Mansur’a karşı başlatılan isyandır. İsyan, Musa b. Abdullah’ın Mehdi olduğunu iddia etmesi üzerine başlatılmıştır. İsyan kısa sürede bastırılmakla birlikte, İmam Caferi Sadık (a.s)’ın da bu isyana karıştığı iddia edilmiştir. İmam Caferi Sadık (a.s) bu iddiaları reddetmiş ve isyana karışmadığını açıklamıştır. Ancak, İmam Caferi Sadık (a.s)’ın bu isyanla bağlantısı olduğu iddiaları, onun Abbasi halifeliği tarafından sık sık göz hapsinde tutulmasına neden olmuştur.

 

İsyan, Abbasi halifeliği için önemli bir tehdit oluşturmuştur. Halife Mansur, isyanı bastırmak için büyük çaba sarf etmiştir. İsyan, halifeliğin askeri ve siyasi gücünü zayıflatmış ve halifeliğin prestijini düşürmüştür. İsyan, ayrıca halifeliğin Şii Müslümanlarla olan ilişkilerini de gerginleştirmiştir.

 

38) El-Kâfi, Şii Müslümanların en önemli hadis kaynaklarından biridir. Kitap, Muhammed B. Ya’qub el-Küleyni tarafından yazılmıştır. El-Kâfi, iki ciltten oluşmaktadır. Birinci cilt, inançla ilgili hadisleri içerir. İkinci cilt, ibadet, ahlak ve diğer konulardaki hadisleri içerir.

 

El-Kâfi’de 12 imam hakkında çok sayıda hadis bulunmaktadır. Bu hadisler, imamların kimlikleri, görevleri, nitelikleri ve imamet hakkında bilgi vermektedir. El-Kâfi’de yer alan hadislere göre, imamlar, Allah tarafından seçilmiş ve insanlara doğru yolu göstermek için gönderilmiş kişilerdir. İmamlar, Kur’an’ın yorumcusu, İslam hukukunun uygulayıcısı ve Müslümanların lideridir. İmamlar, her zaman doğruyu söyler ve Allah’ın emirlerini yerine getirir.

 

El-Kâfi, 12 imam hakkındaki hadisleri, sistematik bir şekilde ele almaktadır. Kitap, imamların kimlikleri, görevleri, nitelikleri ve imamet hakkında ayrı ayrı bölümler oluşturmaktadır. El-Kâfi’de yer alan hadislerin çoğu, güvenilir kaynaklardan alınmıştır. Kitap, Şii Müslümanların imamet inancını desteklemek için önemli bir kaynaktır.

 

39) Hâşimî fetva, İslam hukukunda “Hâşimî” soyundan gelen bir mufti veya alimin verdiği fetvaya verilen isimdir. Hâşimî soyu, Hz. Muhammed’in amcası Hâşim’in soyundan gelen kişileri ifade eder. Bu nedenle, bu fetvalar genellikle aile soyu ile ilişkilendirilir. Ancak, pratikte farklı bölgelerde ve kültürlerde farklı anlamlar da taşıyabilir.

 

40) İmam Kazım (a.s)’ın Halife Mehdi döneminde tutuklanıp Medine’de Bağdat’a götürülürken gördüğü vaziyet şu şekildedir:

 

İmam Kazım (a.s) Medine’de iken, Halife Mehdi tarafından tutuklandı ve Bağdat’a götürüldü. İmam Kazım (a.s)’ın tutuklanması, Halife Mehdi’nin onu, Müslümanlar arasında artan popülerliği nedeniyle engelleme çabasıydı. İmam Kazım (a.s)’ın tutuklanması, Müslümanlar arasında büyük bir üzüntüye neden oldu ve birçok kişi onu kurtarmak için harekete geçti.

 

İmam Kazım (a.s)’ın tutuklanmasında Medine ve Bağdat şehirlerinin seçilmesinde şu gibi kasıtlar vardır:

 

* Medine, İslam’ın ilk başkentiydi ve Müslümanlar için önemli bir şehirdi. İmam Kazım (a.s)’ın Medine’de tutuklanması, Müslümanların ona olan sevgisini ve bağlılığını göstermek için bir fırsattı.

* Bağdat, Halife Mehdi’nin başkenti ve İslam dünyasının en büyük şehriydi. İmam Kazım (a.s)’ın Bağdat’a götürülmesi, Halife Mehdi’nin onu, Müslümanların en büyük şehrinde kontrol altında tutmak için bir çabasıydı.

 

İmam Kazım (a.s)’ın tutuklanması, ona karşı yapılan zulümlerin sadece bir parçasıydı. İmam Kazım (a.s), 18 yıl boyunca hapsedildi ve sonunda Abbasi halifesi Harun Reşid tarafından zehirlenerek öldürüldü.

 

İmam Kazım (a.s), 18 yıl boyunca hapsedildi ve bu süre boyunca birçok zulüm gördü. Hapishanede, fiziksel ve psikolojik olarak işkence gördü. Ayrıca, ona çok az yiyecek ve su verildi ve onu ziyaret etmelerine izin verilmeyen birçok arkadaşı ve akrabası vardı.

 

Buna rağmen, İmam Kazım (a.s), hapishanede bile İslam’ı yaymaya devam etti. O, birçok öğrenci yetiştirdi ve onlara İslam hakkında öğretti. Ayrıca, Halife Mehdi ve Abbasi halifelerine karşı birçok protesto düzenledi.

 

İmam Kazım (a.s), 18 yıl boyunca hapishanede yaşadı ve sonunda Abbasi halifesi Harun Reşid tarafından zehirlenerek öldürüldü. Ölümü, Müslümanlar arasında büyük bir üzüntüye neden oldu ve birçok kişi onu kurtarmak için harekete geçti.

 

İmam Kazım (a.s), İslam’ın altıncı imamıdır ve Şii Müslümanlar tarafından çok saygı duyulur. O, bir alim, bir mütefekkir ve bir mücahitti. O, İslam’ı yaymak ve Müslümanların haklarını savunmak için hayatını adadı.

 

41) İmam Kazım (a.s)’ın tutuklanmasıyla zındıkların alakası, Abbasi halifelerinin onu, zındıkların lideri olarak görmeleridir. Abbasi halifeleri, İmam Kazım (a.s)’ın, Müslümanlar arasında çok popüler olduğunu ve onu, kendi iktidarlarını tehdit olarak gördüklerini düşünüyorlardı. Bu nedenle, İmam Kazım (a.s)’ı, zındıkların lideri olarak suçladılar ve onu tutukladılar.

 

İmam Kazım (a.s) ise, her zaman zındıklıkla mücadele etmiştir. O, zındıkların, İslam’ın gerçek öğretilerini saptırdıklarını ve Müslümanların aklını çelmeye çalıştıklarını savunmuştur. İmam Kazım (a.s)’ın bu mücadelesi, Abbasi halifelerinin ondan daha da korkmasına neden olmuştur. Bu nedenle, İmam Kazım (a.s)’ı, zındıkların lideri olarak suçladılar ve onu tutukladılar.

 

İmam Kazım (a.s)’ın tutuklanması, Müslümanlar arasında büyük bir üzüntüye neden oldu. Birçok insan, İmam Kazım (a.s)’ın tutuklanmasına karşı protestolar düzenledi. Ancak, Abbasi halifeleri, protestolara rağmen İmam Kazım (a.s)’ı serbest bırakmadı. İmam Kazım (a.s), 18 yıl boyunca hapsedildi ve sonunda Abbasi halifesi Harun Reşid tarafından zehirlenerek öldürüldü.

 

42) Halife Mehdi, “Eğer işbaşına gelirseniz, yeryüzünde bozgunculuk çıkarır, akrabalık bağlarını koparır mıydınız?” ayetini okuyunca, büyük bir şaşkınlık ve üzüntüye kapıldı. Bu ayet, onun için çok önemliydi çünkü İslam’ın temel ilkelerinden birini temsil ediyordu. Bu ayet, Müslümanların, yeryüzünde barış ve huzuru sağlamak için çabalamaları gerektiğini ve akrabalık bağlarını koparmamaları gerektiğini söylüyordu.

 

Halife Mehdi, bu ayeti okuyunca, kendi hayatını ve davranışlarını yeniden gözden geçirdi. Kendisinin, İslam’ın temel ilkelerine uygun bir şekilde davranıp davranmadığını sorguladı. Kendisinin, yeryüzünde barış ve huzuru sağlamak için çabalayıp çabalamadığını sorguladı. Kendisinin, akrabalık bağlarını koparıp koparmadığını sorguladı.

 

Halife Mehdi, bu ayeti okuyunca, kendi hayatında önemli değişiklikler yaptı. Kendisinin, yeryüzünde barış ve huzuru sağlamak için daha fazla çabalamaya karar verdi. Kendisinin, akrabalık bağlarını koparmamak için daha fazla çabalamaya karar verdi. Kendisinin, İslam’ın temel ilkelerine uygun bir şekilde yaşamaya karar verdi.

 

Halife Mehdi’nin bu kararları, Müslümanlar arasında büyük bir etki yarattı. Müslümanlar, Halife Mehdi’nin bu kararlarını takdir ettiler ve ona destek verdiler. Halife Mehdi’nin bu kararları, İslam’ın yeryüzünde yayılmasına ve İslam’ın temel ilkelerinin daha iyi anlaşılmasına yardımcı oldu.

 

43) Musa al-Hadi, Halife Mehdi’nin oğludur ve onun yerine Abbasi Halifesi olarak geçmiştir. Musa al-Hadi, on iki İmam inancına karşı olmuş ve Şiilik tarafından kabul edilmemiştir. Babası Halife Mehdi ise on iki İmam inancına sahip olan İsmailiyye Şiiliğini yaymak için çaba göstermiştir.

 

Babası Halife Mehdi ve dedesi Halife Harun Reşid arasındaki benzerlikler, ikisinin de Abbasi Halifesi olmaları ve İslam İmparatorluğu’nu yönetmeye çalışmalarıdır. Ancak, farklılıklar da vardır; örneğin, Halife Mehdi Şii İslam’ının temsilcisi olarak kabul edilirken, Harun Reşid daha çok Abbasi gücünün zirvesini temsil eder.

 

44) Hüseyin b. Ali, Musa el-Hâdi döneminde çıkardığı isyanı bastırıldıktan sonra Sâhibü’l-Fah lakabıyla anılmaya başlandı. Fah, “yüksek dağ” anlamına gelir ve Hüseyin b. Ali’nin isyanının yüksek bir dağ gibi zorlu ve çetin olmasından dolayı bu lakabı almıştır.

 

Hüseyin b. Ali, 810 yılında doğdu ve 838 yılında isyanı bastırıldıktan sonra öldürüldü. İsyanı sırasında, Abbasi halifesine karşı savaştı ve birçok şehir ve kaleyi ele geçirdi. Ancak, Abbasi ordusu tarafından yenildi ve öldürüldü.

 

Hüseyin b. Ali’nin isyanı, Ehlibeyt isyanlarının en önemli isyanı olarak kabul edilir. Bu isyan, Abbasi halifeliğine karşı önemli bir meydan okumaydı ve isyanı bastırmak için Abbasi ordusu büyük bir güç kullanmak zorunda kaldı.

 

45) Yazı, Ehlibeyt ve İslamiyet açısından tarihsel olarak önemli bir olay olan “Hüseyin b. Ali’nin isyanı” hakkındadır. Bu isyan, Hz. Hasan’ın torunlarından Sâhibü’l-Fah (Fah’ın komutanı) lakabıyla ünlü Hüseyin b. Ali tarafından 838 yılında başlatılmıştır. İsyan, Abbasi halifeliği tarafından bastırılmış ve Hüseyin b. Ali öldürülmüştür.

 

Yazıda, Hüseyin b. Ali’nin isyanının nedeni olarak, Medine valisi Ömer b. Abdülaziz el-Ömerî’nin, Muhammed en-Nefsü’z-Zekiyye’nin oğlu Ebû’z-Zift Hasan b. Muhammed’i ve bazı arkadaşlarını içki âlemi yapmak suçlamasıyla tutuklatmasıdır. Tutuklular işledikleri suçun şer’i cezası olarak dövdüler. Ayrıca boyunlarına urgan geçirilerek Medine caddelerinde teşhir edildiler. Bu hadise Ehl-i Beyt mensuplarını hayli üzmüş ve bir o kadar da utandırmıştır.

 

Yazıda ayrıca, Hüseyin b. Ali’nin isyanının Ehlibeyt’in halifeliği hak iddia ettiği bir döneme denk geldiği belirtilmektedir. Bu isyan, Abbasi halifeliğinin Ehlibeyt’in halifelik iddiasını kabul etmediğini ve Ehlibeyt’i baskı altına almak istediğini göstermektedir.

 

Hüseyin b. Ali’nin isyanı, Ehlibeyt ve İslamiyet açısından tarihsel olarak önemli bir olaydır. Bu isyan, Abbasi halifeliği ile Ehlibeyt arasındaki mücadelenin bir göstergesidir. Bu isyan, ayrıca Ehlibeyt’in halifelik iddiasını da göstermektedir.

 

Hüseyin b. Ali’nin isyanı, Abbasi halifeliği ile Ehlibeyt arasındaki mücadelenin bir göstergesidir. Bu isyan, ayrıca Ehlibeyt’in halifelik iddiasını da göstermektedir.

 

Abbasi halifeliği, 750 yılında Emeviler’i yıkarak iktidara gelmiştir. Abbasiler, İslam’ın ilk halifeleri olan Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali’nin soyundan geldiklerini iddia ediyorlardı. Ehlibeyt ise, Hz. Muhammed’in kızı Fatma ve Hz. Ali’nin soyundan gelenlerdi. Ehlibeyt, Hz. Muhammed’in gerçek halifelerinin kendileri olduğunu iddia ediyorlardı.

 

Hüseyin b. Ali, Hz. Ali’nin torunuydu. Hüseyin b. Ali, Abbasi halifeliği tarafından halife olarak kabul edilmedi. Hüseyin b. Ali, 838 yılında isyan başlattı ve Abbasi halifeliğini yıkmaya çalıştı. Ancak, Hüseyin b. Ali’nin isyanı başarısız oldu ve Hüseyin b. Ali öldürüldü.

 

Hüseyin b. Ali’nin isyanı, Ehlibeyt ve Abbasi halifeliği arasındaki mücadelenin bir göstergesidir. Bu isyan, ayrıca Ehlibeyt’in halifelik iddiasını da göstermektedir. Hüseyin b. Ali’nin isyanı, günümüzde de Şii Müslümanlar tarafından hatırlanmaktadır. Şii Müslümanlar, Hüseyin b. Ali’yi bir şehit olarak görmektedir.

 

46) Ebû’z-Zift, Muhammed en-Nefsü’z-Zekiyye’nin oğludur. Muhammed en-Nefsü’z-Zekiyye, 740 yılında Abbasi halifeliği tarafından halife olarak ilan edilmiş, ancak kısa süre sonra Abbasiler tarafından yenilgiye uğratılmış ve öldürülmüştür. Ebû’z-Zift, babasının ölümünden sonra Ehlibeyt’in halifelik iddiasını sürdürmüştür.

 

Hüseyin b. Ali, Ebû’z-Zift’in akrabasıdır. Hüseyin b. Ali, 838 yılında isyan başlatmış ve Abbasi halifeliğini yıkmaya çalışmıştır. Hüseyin b. Ali’nin isyanında, Ebû’z-Zift de yer almıştır.

 

Medine valisi Ömer b. Abdülaziz el-Ömerî, Abbasi halifeliği tarafından Hüseyin b. Ali’ye karşı savaşmak için görevlendirilmiştir. Ömer b. Abdülaziz el-Ömerî, Hüseyin b. Ali ile görüşmek için Medine’ye gelmiştir. Bu görüşme sırasında, Ömer b. Abdülaziz el-Ömerî, Hüseyin b. Ali’den Ebû’z-Zift’i teslim etmesini istemiştir. Hüseyin b. Ali, Ebû’z-Zift’i teslim etmeyi reddetmiştir.

 

Ömer b. Abdülaziz el-Ömerî, Hüseyin b. Ali’nin isyanını bastırmak için Medine’ye bir ordu göndermiştir. Bu ordu, Hüseyin b. Ali’nin ordusunu yenilgiye uğratmış ve Hüseyin b. Ali öldürülmüştür. Ebû’z-Zift de bu savaşta öldürülmüştür.

 

Ebû’z-Zift’in, Hüseyin b. Ali ile Ömer b. Abdülaziz el-Ömerî arasında bir anlaşmazlık konusu olması, onun Ehlibeyt’in halifelik iddiasını sürdüren bir kişi olmasından kaynaklanmaktadır. Ömer b. Abdülaziz el-Ömerî, Abbasi halifeliğini korumak için Ebû’z-Zift’in yakalanmasını istemiştir. Hüseyin b. Ali ise, Ebû’z-Zift’i teslim etmeyi reddetmiştir. Bu anlaşmazlık, Hüseyin b. Ali’nin isyanının başlamasına neden olmuştur.

 

47) On iki imamdan sadece dördü kendilerine ve dostlarına zulmedenlere karşı isyan etmiştir. Bunlar:

 

* Ali b. Ebu Talib

* Hasan b. Ali

* Hüseyin b. Ali

* Zeynelabidin b. Ali

 

Diğer imamlar, isyan yerine zulmeden kişilerle anlaşma yolunu seçmişlerdir. Bu anlaşmalar genellikle, imamların zulümden uzak bir hayat sürmelerine ve dini yaymalarına izin vermiştir.

 

İmamların isyan etmemelerinin bazı nedenleri şunlardır:

 

* Zulmeden kişilerin çok güçlü olması

* İsyanın halkın zarar görmesine neden olması

* İsyanın imamların dinî görevlerini yerine getirmelerine engel olması

 

İmamların anlaşma yolunu seçmelerinin bazı nedenleri ise şunlardır:

 

* Zulmeden kişilerin daha fazla zulüm etmesini engellemek

* Halkın zarar görmesini önlemek

* Dini yayma imkânını elde etmek

 

48) 12 Masum İmam, İslam tarihinde önemli bir yere sahiptir. Onlar, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) soyundan gelen ve İslam’ın en önemli alimlerindendir. Abbasiler, İmamları siyasi bir tehdit olarak gördükleri için onlara zulüm ettiler. İmamlar, iftiralar atıldı, zehirlendi, öldürüldü ve sürgün edildi. Bu zulümler, Ehlibeyt’in durumunu olumsuz etkiledi. Ehlibeyt, Abbasiler tarafından baskı altına alındı ve onların siyasi gücünü kaybetti. Ancak, İmamların öğretileri ve mesajları, günümüze kadar ulaşmıştır. Aleviler, İmamları Hz. Muhammed’in (s.a.v.) gerçek halefleri olarak görmektedir. Onlar, İmamların öğretilerini takip ederek, İslam’ın doğru yolunu bulmaya çalışmaktadır.

 

Eğer 12 Masum İmam, Abbasiler tarafından zulüm görmeseydi, Ehlibeyt’in durumu çok daha farklı olurdu. İmamlar, İslam dünyasında önemli bir siyasi ve dini güç olurdu. Onlar, İslam’ın doğru yolunu göstermek için çalışır ve Müslümanların birliğini sağlardı.

 

49) Abbasilerin, Yezid ve Muaviye’nin ve diğer Ehlibeyt düşmanı kişilerin, devletlerin tarihte Ehlibeyt’e ve taraftarlarına karşı eziyetleri, baskıları ilk olarak Şii tarihçi Şeyh Saduk konu edinmiştir. Şeyh Saduk, 848 yılında doğmuş ve 941 yılında ölmüştür. O, Ehlibeyt’in soyundan gelmektedir ve birçok önemli eser yazmıştır. Şeyh Saduk’un en önemli eserlerinden biri olan “Tarihu Ehlibeyt” adlı eser, Abbasilerin, Yezid ve Muaviye’nin ve diğer Ehlibeyt düşmanı kişilerin, devletlerin tarihte Ehlibeyt’e ve taraftarlarına karşı eziyetleri, baskıları hakkında ayrıntılı bilgiler vermektedir.

 

Şeyh Saduk, o zamanları delil göstererek anlatmış ve açıklamıştır. Bu deliller arasında şunlar yer almaktadır:

 

* Kur’an-ı Kerim’den ayetler

* Hadis-i şerifler

* Ehlibeyt’in sözlerinden alıntılar

* Tarihi belgeler

 

Şeyh Saduk’un bu eseri, Ehlibeyt’e ve taraftarlarına karşı yapılan zulüm ve baskıların gerçek yüzünü ortaya koymaktadır. Bu eser, aynı zamanda Ehlibeyt’in hak ve hukukunu savunmaktadır.

 

50) Hüseyin b. Ali, İmam Kazım (a.s)’a Abbasi halifesi Harun Reşid’in adına valilik teklif etti. İmam Kazım (a.s) bu teklifi kabul etmedi çünkü Abbasi halifelerinin zalim ve adaletsiz olduğunu biliyordu. Ayrıca, valilik makamının İslami ilimlere ve Müslümanlara hizmet etmek için değil, kişisel çıkarlar için kullanıldığını biliyordu.

 

51) Fah mevkii, Ehlibeyt’in Abbasilere karşı isyanında önemli bir yere sahipti. Fah, Irak’ın kuzeyinde bulunan bir şehirdi ve Abbasiler tarafından kuşatıldığında, Ehlibeyt’in destekçileri burada toplandılar. Ehlibeyt’in komutanı Muhammed b. Abdullah el-Mehdi, Fah’dan Abbasilere karşı savaştı, ancak yenildi ve öldürüldü. Fah’ın yenilgisi, Ehlibeyt’in Abbasilere karşı isyanının sonu oldu.

 

Fah’ın yenilgisi, Ehlibeyt’in Abbasilere karşı isyanının sonu olsa da, Ehlibeyt’in mücadelesi devam etti. Ehlibeyt, Abbasilerin zulmüne karşı halkı eğitmeye ve direnmeye devam etti. Ehlibeyt’in mücadelesi, İslam tarihinde önemli bir yere sahiptir ve bugün de devam etmektedir.

 

52) Hüseyin b. Ali, Hz. Muhammed’in torunu ve Hz. Ali ile Hz. Fatıma’nın oğludur. Hz. Hasan’ın ölümünden sonra, kendisinin İslam halifesinin meşru varisi olduğuna inanmıştır. 169/786 yılında, Abbasi halifesi Hâdî-İlelhak’a karşı isyan etmiştir. Hüseyin’in isyanı, Fah mevkiinde Abbasi ordusu tarafından bastırılmıştır. Hüseyin ve isyancıları, Abbasi ordusu tarafından yenilmiş ve öldürülmüştür. Hüseyin’in kesik başı, Hâdî-İlelhak’a gönderilmiştir.

 

Hüseyin’in isyanı, Şia Müslümanlar tarafından büyük bir trajedi olarak kabul edilmektedir. Şia Müslümanlar, Hüseyin’i İslam şehidi olarak kabul etmektedir. Hüseyin’in isyanı, Şia Müslümanların Abbasiler karşıtlığının temelini oluşturmuştur.

 

Hüseyin’in isyanının sonuçları, İslam tarihinde önemli bir yere sahiptir. Hüseyin’in isyanı, Şia Müslümanların Abbasiler karşıtlığının temelini oluşturmuştur. Ayrıca, Hüseyin’in isyanı, İslam dünyasında siyasi ve dini bölünmeye yol açmıştır.

 

Hüseyin b. Ali’nin isyanı, İslam tarihinde önemli bir dönüm noktasıydı. Hüseyin, Hz. Muhammed’in torunu ve Hz. Ali ile Hz. Fatıma’nın oğluydu. Hz. Hasan’ın ölümünden sonra, kendisinin İslam halifesinin meşru varisi olduğuna inanmıştır. 169/786 yılında, Abbasi halifesi Hâdî-İlelhak’a karşı isyan etmiştir. Hüseyin’in isyanı, Fah mevkiinde Abbasi ordusu tarafından bastırılmıştır. Hüseyin ve isyancıları, Abbasi ordusu tarafından yenilmiş ve öldürülmüştür. Hüseyin’in kesik başı, Hâdî-İlelhak’a gönderilmiştir.

 

Hüseyin’in isyanı, Şia Müslümanlar tarafından büyük bir trajedi olarak kabul edilmektedir. Şia Müslümanlar, Hüseyin’i İslam şehidi olarak kabul etmektedir. Hüseyin’in isyanı, Şia Müslümanların Abbasiler karşıtlığının temelini oluşturmuştur.

 

Hüseyin’in isyanının sonuçları, İslam tarihinde önemli bir yere sahiptir. Hüseyin’in isyanı, Şia Müslümanların Abbasiler karşıtlığının temelini oluşturmuştur. Ayrıca, Hüseyin’in isyanı, İslam dünyasında siyasi ve dini bölünmeye yol açmıştır.

 

Hüseyin’in isyanı, İslam tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. Hüseyin’in isyanı, Şia Müslümanların Abbasiler karşıtlığının temelini oluşturmuştur. Ayrıca, Hüseyin’in isyanı, İslam dünyasında siyasi ve dini bölünmeye yol açmıştır.

 

Hüseyin’in isyanının geniş plandan bakıldığındaki gelişimi, aşağıdaki gibidir:

 

* Hz. Muhammed’in ölümünden sonra, İslam dünyasında siyasi bir kriz ortaya çıkmıştır. Hz. Muhammed’in yerine kim geçeceği konusunda bir anlaşmazlık vardır.

* Hz. Muhammed’in amcası Ebu Bekir, ilk halife olarak seçilir. Ebu Bekir’in ölümünden sonra, yerine Hz. Ömer seçilir. Hz. Ömer’in ölümünden sonra, yerine Hz. Osman seçilir.

* Hz. Osman’ın yönetimine karşı bir muhalefet ortaya çıkar. Hz. Osman, 656 yılında bir grup muhalif tarafından öldürülür.

* Hz. Osman’ın ölümünden sonra, Hz. Ali halife seçilir. Hz. Ali’nin yönetimine karşı da bir muhalefet ortaya çıkar. Hz. Ali ile muhalifler arasında 656-661 yılları arasında iç savaş yaşanır.

* 661 yılında, Hz. Ali, Muaviye tarafından öldürülür. Muaviye, Emevi halifeliğinin kurucusu olur.

 

53) Abbasi ile Ehlibeyt’in mücadelesi döneminde rivayetler yazan, kitaplaştıran dönemin meşhur tarihçileri İsfehânî gibi yazarlar, bu rivayetleri çeşitli kaynaklara dayanarak yazıyorlardı. Bu kaynaklar arasında:

 

* Kur’an

* Hadis

* Sahih-i Buhari

* Sahih-i Müslim

* Sunen-i Ebu Davud

* Sunen-i Tirmizi

* Sunen-i Nesai

* Mustadrak al-Hakim

* Musnad Ahmed bin Hanbel

* Tarih al-Tabari

* Tarih al-Ya’qubi

* Tarikh al-Dhahabi

* Tarikh al-Fakhri

 

Bu yazarlar, rivayetlerin doğruluğunun tespitinde çeşitli yöntemler kullanıyorlardı. Bu yöntemler arasında:

 

* Rivayetin râvilerinin güvenilirliği

* Rivayetin metni

* Rivayetin sened (nakil zinciri)

* Rivayetin diğer kaynaklarla karşılaştırılması

 

Bu yazarlar, rivayetlerin doğruluğunun tespitinde oldukça titiz davranıyorlardı. Ancak, her zaman doğruluğu kesin olarak tespit edilemeyen rivayetler de mevcuttur.

 

 Sahih-i Buhari, İslamiyet’in en güvenilir hadis kaynaklarından biridir. Bu kitap, 7. Yüzyılda yaşamış olan Muhammed bin İsmail Buhari tarafından yazılmıştır. Buhari, bu kitapta, Peygamber Muhammed’in hadislerini toplamış ve bunları konularına göre sınıflandırmıştır. Sahih-i Buhari, 97 bab ve 7562 hadisten oluşmaktadır.

 

Sahih-i Buhari, İslam hukuku ve fıkhının temel kaynaklarından biridir. Bu kitapta yer alan hadisler, İslam hukukunun birçok alanında kaynak olarak kullanılmaktadır. Sahih-i Buhari, aynı zamanda İslam ahlakının ve İslam kültürünün önemli bir kaynağıdır. Bu kitapta yer alan hadisler, İslam ahlakının temel prensiplerini ve İslam kültürünün zenginliğini yansıtmaktadır.

 

Sahih-i Buhari, İslam dünyasında çok büyük bir öneme sahiptir. Bu kitap, İslam hukuku, fıkıh, ahlak ve kültür alanındaki çalışmalar için temel kaynak olarak kullanılmaktadır. Sahih-i Buhari, aynı zamanda İslam dünyasının en çok okunan kitaplarından biridir.

 

Sahih-i Müslim, İslamiyet’in en güvenilir hadis kaynaklarından biridir. Bu kitap, 8. Yüzyılda yaşamış olan Muhammed bin Muslim el-Neysaburi tarafından yazılmıştır. Müslim, bu kitapta, Peygamber Muhammed’in hadislerini toplamış ve bunları konularına göre sınıflandırmıştır. Sahih-i Müslim, 74 bab ve 3033 hadisden oluşmaktadır.

 

Sahih-i Müslim, İslam hukuku ve fıkhının temel kaynaklarından biridir. Bu kitapta yer alan hadisler, İslam hukukunun birçok alanında kaynak olarak kullanılmaktadır. Sahih-i Müslim, aynı zamanda İslam ahlakının ve İslam kültürünün önemli bir kaynağıdır. Bu kitapta yer alan hadisler, İslam ahlakının temel prensiplerini ve İslam kültürünün zenginliğini yansıtmaktadır.

 

Sahih-i Müslim, İslam dünyasında çok büyük bir öneme sahiptir. Bu kitap, İslam hukuku, fıkıh, ahlak ve kültür alanındaki çalışmalar için temel kaynak olarak kullanılmaktadır. Sahih-i Müslim, aynı zamanda İslam dünyasının en çok okunan kitaplarından biridir.

 

Sahih-i Müslim ve Sahih-i Buhari, İslam dünyasında en güvenilir hadis kaynaklarından ikisidir. Bu iki kitapta yer alan hadisler, İslam hukuku, fıkıh, ahlak ve kültür alanındaki çalışmalar için temel kaynak olarak kullanılmaktadır.

 

Sunen-i Ebu Davud  İslam’ın en önemli kaynaklarından biridir. Peygamber Muhammed’in (sav) söz, fiil ve takrirlerinden oluşan hadisleri, İslam hukukunun, ahlakının ve kültürünün temelini oluşturur. Hadisler, Kur’an’ın açık olmayan hükümlerini açıklamak, İslam’ın temel prensiplerini ortaya koymak ve Müslümanların günlük hayatlarında karşılaştıkları problemlere çözüm bulmak için kullanılmaktadır.

 

Hadisler, İslam dünyasında çok büyük bir öneme sahiptir. Hadisler, İslam hukuku, fıkıh, ahlak ve kültür alanındaki çalışmalar için temel kaynak olarak kullanılmaktadır. Hadisler, aynı zamanda Müslümanların günlük hayatlarında rehberlik ve yol gösterici olarak kullanılmaktadır.

 

Hadisler, İslam’ın en önemli kaynaklarından biri olmakla birlikte, aynı zamanda en tartışmalı konularından biridir. Hadislerin güvenilirliği, rivayet zincirleri, muhtevası ve yorumlanması gibi konularda farklı görüşler vardır. Bu nedenle, hadislerin doğru bir şekilde anlaşılması ve yorumlanması için İslam ilimlerinin temellerini bilmek gerekir.

 

Hadisler, İslam’ın en önemli kaynaklarından biri olmakla birlikte, aynı zamanda en zengin kaynaklarından biridir. Hadisler, İslam’ın temel prensiplerini, ahlakını ve kültürünü yansıtmaktadır. Hadisler, aynı zamanda Müslümanların günlük hayatlarında karşılaştıkları problemlere çözüm bulmak için kullanılmaktadır. Hadisler, İslam dünyasında çok büyük bir öneme sahiptir.

 

Sunan-ı Tirmizi, İslamiyet’in en önemli hadis kaynaklarından biridir. Bu kitap, 9. Yüzyılda yaşamış olan Ebu Îsâ Muhammed bin Îsâ et-Tirmîzî tarafından yazılmıştır. Tirmîzî, bu kitapta, Peygamber Muhammed’in hadislerini toplamış ve bunları konularına göre sınıflandırmıştır. Sunan-ı Tirmizi, 39 bab ve 5371 hadisden oluşmaktadır.

 

Sunan-ı Tirmizi, İslam hukuku ve fıkhının temel kaynaklarından biridir. Bu kitapta yer alan hadisler, İslam hukukunun birçok alanında kaynak olarak kullanılmaktadır. Sunan-ı Tirmizi, aynı zamanda İslam ahlakının ve İslam kültürünün önemli bir kaynağıdır. Bu kitapta yer alan hadisler, İslam ahlakının temel prensiplerini ve İslam kültürünün zenginliğini yansıtmaktadır.

 

Sunan-ı Tirmizi, İslam dünyasında çok büyük bir öneme sahiptir. Bu kitap, İslam hukuku, fıkıh, ahlak ve kültür alanındaki çalışmalar için temel kaynak olarak kullanılmaktadır. Sunan-ı Tirmizi, aynı zamanda İslam dünyasının en çok okunan kitaplarından biridir.

 

Sunan-ı Tirmizi, İslam dünyasında en önemli hadis kaynaklarından dördüncüsüdür. Bu kitap, Sahih-i Buhari, Sahih-i Müslim ve Sunan-ı Ebu Davud ile birlikte Kütüb-i Sitte’nin bir parçasıdır. Kütüb-i Sitte, İslam dünyasında en güvenilir hadis kaynaklarından biridir.

 

54) Sarî b. Abdullah, 7. Yüzyılda yaşamış olan bir sahabedir. Mekke’de doğmuş ve İslam’ın ilk dönemlerinde Müslüman olmuştur. Sarî b. Abdullah, Hz. Ali’nin yakın dostlarından biri olup, onunla birlikte birçok savaşa katılmıştır. Ayrıca, Hz. Ali’nin halifeliği döneminde onun yanında önemli görevler üstlenmiştir.

 

Sarî b. Abdullah, cesur, zeki ve kararlı bir kişiliğe sahipti. Hz. Ali’ye olan bağlılığı çok büyüktü ve onun için her türlü fedakarlığı yapmaya hazırdı. Sarî b. Abdullah, Hz. Ali’nin halifeliği döneminde birçok zorlukla karşılaşmış olsa da, her zaman onun yanında olmuştur.

 

Sarî b. Abdullah, Hz. Ali’nin şehit edilmesinden sonra da mücadelesine devam etmiş ve onun yolundan gitmiştir. Sarî b. Abdullah, 710 yılında Kufe’de vefat etmiştir.

 

Sarî b. Abdullah, Ehlibeyt döneminde öne çıktığı olaylar şunlardır:

 

* Hz. Ali’nin yanında Kûfe’ye gidip, onunla birlikte Cemel ve Sıffin savaşlarına katılması.

* Hz. Ali’nin halifeliği döneminde Kufe’nin valisi olması.

* Hz. Ali’nin şehit edilmesinden sonra onun oğlu Hz. Hasan’ın yanında mücadele etmesi.

 

Sarî b. Abdullah, Ehlibeyt döneminde önemli bir rol oynamış ve Hz. Ali’nin yanında her türlü fedakarlığı yapmaya hazır bir sahabe olmuştur.

 

55) Ali b. Yaktîn, 8. Yüzyılda yaşamış olan bir generaldir. Berber asıllı olan Ali b. Yaktîn, 750 yılında Abbasilerin iktidara gelmesine yardımcı olmuştur. Abbasiler iktidara geldikten sonra, Ali b. Yaktîn, onların en önemli generallerinden biri olmuştur.

 

Ali b. Yaktîn, 751 yılında Talas Savaşı’nda Çinlilere karşı kazandığı zafer ile dikkat çekmiştir. Bu zafer ile Abbasiler, Orta Asya’da önemli bir güç haline gelmiştir. Ali b. Yaktîn, 758 yılında Bizanslılara karşı kazandığı zafer ile de dikkat çekmiştir. Bu zafer ile Abbasiler, Bizans’ın Suriye ve Mısır’daki topraklarını ele geçirmiştir.

 

Ali b. Yaktîn, Abbasiler üzerinde önemli bir etkiye sahip olmuştur. O, Abbasilerin iktidara gelmesine yardımcı olmuş ve onların en önemli generallerinden biri olmuştur. Ali b. Yaktîn, Abbasilerin Orta Asya ve Bizans’a karşı kazandığı zaferlerde önemli bir rol oynamıştır.

 

Ali b. Yaktîn, Ehlibeyt üzerinde de önemli bir etkiye sahip olmuştur. O, Ehlibeyt’in Abbasiler tarafından zulüm görmesini engellemeye çalışmıştır. Ali b. Yaktîn, Ehlibeyt’in birçok üyesini korumuş ve onlara yardım etmiştir.

 

Ali b. Yaktîn, 776 yılında vefat etmiştir. O, Abbasiler ve Ehlibeyt için önemli bir şahsiyet olmuştur.

 

56) Hayzurân, Abbasi halifesi Harun Reşid’in (786-809) cariyesi ve daha sonra eşiydi. O, İranlı bir esir olarak doğdu ve Harun Reşid tarafından satın alındı. Hayzurân, Harun Reşid’in en sevdiği cariyesi oldu ve ondan birkaç çocuğu oldu. Hayzurân, Harun Reşid’in ölümünden sonra da siyasi olarak aktif kaldı ve oğlu Memun’un (813-833) halifeliği döneminde önemli bir rol oynadı.

 

57) Hayzurân, Abbasi halifesi Harun Reşid’in eşi ve Abbasilerin en güçlü kadınlarından biriydi. İmam Musa-i Kazım (a.s), Hayzurân’ın oğlu Muhammed Emin’in öğretmeniydi. Hayzurân, İmam Musa-i Kazım (a.s)’ın ilminden ve hikmetinden çok etkilendi ve ona büyük saygı duymaya başladı.

 

Hayzurân’ın İmam Musa-i Kazım (a.s) ile tanışması, Abbasi devleti ve Ehlibeyt adına gelecekte ki gidişatı önemli ölçüde etkiledi. Hayzurân, İmam Musa-i Kazım (a.s)’ın öğretilerini oğlu Muhammed Emin’e aktardı ve Muhammed Emin, babasının ölümünden sonra Abbasi halifeliğine geçti. Muhammed Emin’in halifeliği döneminde, İmam Musa-i Kazım (a.s)’ın öğretileri Abbasi devleti içinde yaygınlaştı ve Ehlibeyt’in nüfuzunun artmasına katkıda bulundu.

 

Hayzurân’ın İmam Musa-i Kazım (a.s) ile tanışmasının Abbasi devleti ve Ehlibeyt adına gelecekte ki gidişatı şekillendirmesi, şu şekilde olmuştur:

 

* Hayzurân, İmam Musa-i Kazım (a.s)’ın öğretilerini oğlu Muhammed Emin’e aktardı ve Muhammed Emin, babasının ölümünden sonra Abbasi halifeliğine geçti. Muhammed Emin’in halifeliği döneminde, İmam Musa-i Kazım (a.s)’ın öğretileri Abbasi devleti içinde yaygınlaştı ve Ehlibeyt’in nüfuzunun artmasına katkıda bulundu.

* Hayzurân, İmam Musa-i Kazım (a.s)’ın öğretilerini Abbasi devleti içinde yaygınlaştırarak, Ehlibeyt’in İslam dünyasındaki nüfuzunu artırdı.

* Hayzurân, İmam Musa-i Kazım (a.s)’ın öğretilerini Abbasi devleti içinde yaygınlaştırarak, Abbasi devleti içindeki siyasi ve dini çatışmaların yumuşatılmasına katkıda bulundu.

 

Hayzurân, İmam Musa-i Kazım (a.s) ile tanışması, Abbasi devleti ve Ehlibeyt adına gelecekte ki gidişatı önemli ölçüde etkiledi. Hayzurân, İmam Musa-i Kazım (a.s)’ın öğretilerini Abbasi devleti içinde yaygınlaştırarak, Ehlibeyt’in İslam dünyasındaki nüfuzunu artırdı ve Abbasi devleti içindeki siyasi ve dini çatışmaların yumuşatılmasına katkıda bulundu.

 

58) Muhammed b. Süleyman b. Ali, Abbasi halifesi Harun Reşid’in döneminde yaşamış bir tüccar ve devlet adamıydı. Çok zengin bir adamdı ve büyük bir mülk sahibiydi. Harun Reşid, Muhammed b. Süleyman b. Ali’nin zenginliğinden ve mülkiyetinde olduğundan rahatsızdı. Muhammed b. Süleyman b. Ali’nin devlete karşı komplo kurduğunu ve halifeliği ele geçirmeye çalıştığını düşünüyordu.

 

Muhammed b. Süleyman b. Ali, 805 yılında öldü. Harun Reşid, Muhammed b. Süleyman b. Ali’nin ölümünden sonra, kendisine ait olan 60 milyon dirhem değerindeki gayrimenkulü müsadere yoluyla kamulaştırdı. Harun Reşid, Muhammed b. Süleyman b. Ali’nin mülkiyetinin devlete ait olduğunu ve Muhammed b. Süleyman b. Ali’nin varislerinin bu mülkiyete hak sahibi olmadığını iddia etti.

 

O devirde kamulaştırma işlemi, halifenin veya devlet yönetiminin, bir kişinin mülkiyetini kamu yararı için el koyması işlemiydi. Kamulaştırma işlemi, genellikle hazinenin paraya ihtiyacı olduğunda veya bir kişinin mülkü devlet için tehlikeli olduğunda yapılırdı. Kamulaştırma işlemi, halifenin veya devlet yönetiminin kararıyla yapılırdı ve herhangi bir mahkeme kararı gerektirmezdi.

 

Harun Reşid’in Muhammed b. Süleyman b. Ali’nin mülkiyetini kamulaştırması, Abbasi devleti tarihinde önemli bir olaydı. Bu olay, Abbasi devletinin gücünü ve halifenin yetkilerini gösterdi. Bu olay, aynı zamanda, Abbasi devletinin ekonomik ve siyasi yapısında önemli bir değişiklik oldu.

 

59) Abbasi Devleti döneminde Deylem isyanı, 9. Yüzyılın ortalarında başlamıştır. İsyanın sebebi, Abbasi hükümetinin vergi ve idari politikaları nedeniyle Deylem bölgesindeki halkın hoşnutsuzluğu ve memnuniyetsizliğidir. Deylem, günümüzde İran’ın kuzeybatısında yer alan bir bölgedir ve o dönemde önemli bir nüfus yoğunluğuna sahip olmasına rağmen, hükümetin bölgeye yeterli özeni göstermemesi ve vergi yükünün ağır gelmesi isyanın temel nedenlerindendi. Bu isyan, Abbasi Devleti’nin otoritesini sarsan ve devlet içindeki siyasi istikrarsızlığı artıran önemli bir dönüm noktası olmuştur.

 

60) Yahya b. Abdullah, İmam Musa-i Kazım’a yazdığı mektupta, ona karşı oldukça sert bir tavır almaktadır. Ona, hakkı olmayan bir iddiada bulunduğunu, beklentilerini Allah’ın sizden istediğinin ötesine taşıdığını ve baştan çıktığını söylemektedir. Ayrıca, Allah’ın kendisine karşı gelmekten sakındırdığı şeyleri işlememenkz hususunda onu uyarmaktadır.

 

Yahya b. Abdullah’ın bu tavrı, muhtemelen İmam Musa-i Kazım’ın Deylem isyanı konusundaki tavrından kaynaklanmaktadır. Yahya b. Abdullah, İmam Musa-i Kazım’ın isyan konusunda daha aktif bir rol almasını ve isyancıları desteklemesini beklemektedir. Ancak, İmam Musa-i Kazım, isyan konusunda tarafsız kalmaya ve isyancıları desteklememeye karar vermiştir. Bu karar, Yahya b. Abdullah’ı hayal kırıklığına uğratmış ve onu İmam Musa-i Kazım’a karşı sert bir tavır almaya itmiştir.

 

Yahya b. Abdullah’ın İmam Musa-i Kazım’a karşı olan sert tavrı, bir taraftan iki kişi arasındaki kişisel bir çekişmeye dayanmaktadır. Diğer taraftan, bu tavır, dönemin siyasi ve dini atmosferinden de etkilenmektedir. O dönemde, Abbasiler, Şiilerin iktidara gelmelerini engellemek için büyük bir çaba sarf etmektedirler. Bu çabaların bir sonucu olarak, Şiiler, Abbasiler tarafından baskı ve zulüm görmektedirler. Yahya b. Abdullah, İmam Musa-i Kazım’ın Deylem isyanı konusundaki tavrını, Şiilerin Abbasiler tarafından baskı ve zulüm görmelerine bir destek olarak görmektedir. Bu nedenle, İmam Musa-i Kazım’a karşı oldukça sert bir tavır almaktadır.

 

61) Musa-i Kazım’ın mektupla Yahya b. Abdullah’a belirttiği “Vücudundaki ‘atraf nedir? İnsanda ki sahlec nedir?” soruları, Yahya b. Abdullah’ın zihinsel ve ahlaki durumunu sorgulamaktadır. ‘Atraf, bir şeyin etrafını saran şeydir. Sahlec, bir şeyin özü veya ruhu demektir. Bu nedenle, Musa-i Kazım, Yahya b. Abdullah’ın zihinsel ve ahlaki durumunun etrafını saran şeyin ne olduğunu ve onun özünün veya ruhunun ne olduğunu sormaktadır.

 

Yahya b. Abdullah, İmam Musa-i Kazım’ın Deylem isyanı konusundaki tavrından dolayı öfkeli ve hayal kırıklığına uğramıştır. Bu öfke ve hayal kırıklığı, onu zihinsel ve ahlaki olarak dengesiz hale getirmiştir. Musa-i Kazım, bu mektupla, Yahya b. Abdullah’ın zihinsel ve ahlaki durumunun tehlikeli bir durumda olduğunu ve onun bu durumdan kurtulması gerektiğini vurgulamaktadır.

 

Musa-i Kazım’ın Yahya b. Abdullah’a karşı olan tavrı, şefkatli ve merhametli bir tavırdır. O, Yahya b. Abdullah’ın zihinsel ve ahlaki durumunun tehlikeli bir durumda olduğunu biliyor ve onun bu durumdan kurtulması için ona yardım etmek istiyor. Bu nedenle, ona bu mektubu yazmış ve ona zihinsel ve ahlaki durumunu sorgulamıştır.

 

Musa-i Kazım’ın Yahya b. Abdullah’a karşı olan tavrı, bir peygamber tavrıdır. O, bir peygamber olarak, insanların zihinsel ve ahlaki durumunun önemini bilir ve insanların bu konuda yardıma ihtiyaç duyduklarını bilir. Bu nedenle, Yahya b. Abdullah’a karşı şefkatli ve merhametli bir tavır sergilemiştir.

 

62) Fadl b. Yahya el-Bernekî, Abbasi halifesi Harun Reşid’in veziri ve en sadık adamlarından biriydi. 775-783 yılları arasında görev yaptı. Fadl, Harun’un amcası Musa el-Hadi’nin oğlu Yahya b. Abdullah ile temas kurdu ve onu halifelik için desteklemeye ikna etti. Yahya, Abbasi hanedanının en meşru halefi olarak kabul ediliyordu ve Fadl, onun halife olması halinde Harun’un gücünü koruyabileceğine inanıyordu.

 

Ancak Yahya, Harun’un oğlu Emin’i tahttan indirmeye çalışınca Fadl, ona ihanet etti ve onu hapsettirdi. Yahya, 783 yılında hapsedildikten sonra öldürüldü. Fadl’ın Yahya’ya ihanet etmesinin nedeni, Yahya’nın Harun’un gücünü tehdit ettiğini düşünmesiydi. Ayrıca Fadl, Harun’un kız kardeşi Zeyneb ile evlenmişti ve Yahya’nın Zeyneb’e olan aşkını kıskanıyordu.

 

Fadl b. Yahya el-Bernekî, Harun yoluyla Ehlibeyt’e ve taraftarlarına karşı garezli biriydi. Harun, Ehlibeyt’in halifelik hakkını kabul etmiyordu ve Fadl da bu görüşe katılıyordu. Fadl, Yahya b. Abdullah’ın öldürülmesini denetledi ve Ehlibeyt’in taraftarlarını acımasızca bastırdı. Fadl’ın Ehlibeyt’e ve taraftarlarına karşı garezi, onun Harun’un en sadık adamlarından biri olmasına rağmen onu tarihte bir zorba olarak hatırlanmasına neden oldu.

 

63) Ehlibeyt, tarih boyunca birçok devlet tarafından düşman olarak görülmüştür. Bu düşman devletler, Ehlibeyt’in halifelik hakkını kabul etmiyorlardı ve onları iktidardan uzaklaştırmaya çalışıyorlardı. Ehlibeyt’in düşmanları arasında Emeviler, Abbasiler, Memlükler ve Osmanlılar bulunmaktadır.

 

Ehlibeyt’in düşmanları, tarih boyunca kötü ve vahim bir akıbetle karşı karşıya kalmışlardır. Emeviler, 132 yılında yıkılmışlardır. Abbasiler, 1258 yılında Moğollar tarafından yıkılmışlardır. Memlükler, 1517 yılında Osmanlılar tarafından yıkılmışlardır. Osmanlılar, 1922 yılında yıkılmışlardır.

 

Ehlibeyt’e karşı iyi olan, sürekli öğretilerini yayması için kolaylık sağlayan ve onlara hizmet eden devletler ise tarihte mükafatlandırılmışlardır. Bu devletler arasında İran, Azerbaycan, Irak, Suriye ve Yemen bulunmaktadır.

 

İran, Ehlibeyt’in öğretilerini yayması için en çok kolaylık sağlayan devletlerden biridir. İran’da Şiilik, resmi din olarak kabul edilmektedir ve Ehlibeyt’in öğretileri yaygın olarak öğretilmektedir. Azerbaycan, Irak, Suriye ve Yemen gibi diğer devletler de Ehlibeyt’e karşı iyi davranmışlar ve onlara hizmet etmişlerdir.

 

Ehlibeyt’in düşmanları, tarih boyunca kötü ve vahim bir akıbetle karşı karşıya kalmışlardır. Ehlibeyt’e karşı iyi olan devletler ise tarihte mükafatlandırılmışlardır. Bu durum, Ehlibeyt’in öğretilerinin doğru ve hak olduğuna dair bir delildir.

 

64) 1. Türkler, Ehlibeyt ile tanışan ilk devlet Karahanlılar’dır. Karahanlılar, 840 yılında Orta Asya’da kurulmuştur. Karahanlılar, İslam’ı kabul ettikten sonra Ehlibeyt’in öğretilerini benimsemişlerdir.

  2. Ehlibeyt görüşünü kabul eden, benimseyen ilk Türk devleti ise Selçuklular’dır. Selçuklular, 10. Yüzyılda Orta Asya’da kurulmuştur. Selçuklular, İslam’ı kabul ettikten sonra Ehlibeyt’in öğretilerini benimsemişlerdir ve bu öğretileri yaymak için çalışmalar yapmışlardır.

  3. Selçuklular, Ehlibeyt’in öğretilerini yaymak için şu çalışmalarda bulunmuşlardır:

    * Ehlibeyt’in öğretilerini içeren kitaplar ve eserler yazmışlardır.

    * Ehlibeyt’in öğretilerini anlatan medreseler ve camiler inşa etmişlerdir.

    * Ehlibeyt’in öğretilerini yaymak için vaaz ve hutbeler vermişlerdir.

    * Ehlibeyt’in öğretilerini yaymak için sufi tarikatlarını kullanmışlardır.

 

  Selçuklular’ın Ehlibeyt’in öğretilerini yaymak için yaptıkları çalışmalar, Türkler arasında Ehlibeyt inancını yaygınlaştırmıştır. Bugün, Türkiye’de ve Orta Asya’da yaşayan birçok Türk, Ehlibeyt inancına sahiptir.

 

65) Yahya el-Bernekî ve Cafer b. Muhammed b. El-Eş’as arasında ki kıskançlığın sebebi, Harun Reşid’in sevgisidir. Yahya el-Bernekî, Harun Reşid’in veziri ve en sadık adamlarından biriydi. Cafer b. Muhammed b. El-Eş’as ise Harun Reşid’in kız kardeşi Zeyneb’in kocasıydı. Yahya el-Bernekî, Harun Reşid’in sevgisini kaybetmekten korkuyordu ve Cafer b. Muhammed b. El-Eş’as’ı kıskanıyordu. Cafer b. Muhammed b. El-Eş’as ise Harun Reşid’in sevgisini Yahya el-Bernekî’den daha çok hak ettiğini düşünüyordu ve Yahya el-Bernekî’yi kıskanıyordu.

 

Bu kıskançlık, iki adamın arasında bir rekabete yol açtı. Yahya el-Bernekî, Cafer b. Muhammed b. El-Eş’as’ı Harun Reşid’den uzaklaştırmak için uğraştı. Cafer b. Muhammed b. El-Eş’as ise Yahya el-Bernekî’nin Harun Reşid’in güvenini kaybetmesine neden olmak için uğraştı. Bu rekabet, sonunda Yahya el-Bernekî’nin ölümüyle sonuçlandı.

66) Yahya b. Ebî Meryem, Harun Reşid’in veziri Yahya b. Hâlid’in yakın arkadaşı ve sırdaşıydı. Musa-i Kazım ve cemaatinin finans ağını ortaya çıkarıp deşifre etmek için Yahya b. Hâlid’e destek verdi. Yahya b. Ebî Meryem, Ehlibeyt’in önde gelenlerinden biri olan Zeyneb bint Ali’nin oğluydu. Ehlibeyt’in finans ağını ortaya çıkarmak için Yahya b. Hâlid’e destek vermesi, Ehlibeyt’in düşmanlarının onu kendi çıkarları için kullandığını göstermektedir.

 

67) Abbasi Devleti’nin yedinci imamı Musa el-Kazım’ın finansal durumu, devlet için bir sorun haline geldi çünkü o, halifelik makamına bir tehdit olarak görülüyordu. Kazım, zengin ve güçlü bir adamdı ve takipçileri arasında büyük bir prestije sahipti. Halife Harun Reşid, Kazım’ı öldürterek onun gücünü kırmayı umuyordu. Ancak Kazım, 813 yılında hapisteyken öldü. Kazım’ın ölümünün ardından, takipçileri onu imam olarak kabul ettiler ve onun ölümünden halifeliği sorumlu tuttular. Bu, Abbasi Devleti’nde iç karışıklıklara yol açtı ve devlet zayıfladı.

 

68) Masum imamların finansal durumu hakkında kesin bir bilgi yoktur. Ancak, kaynaklardan elde edilen bilgilere göre, masum imamların ortalama olarak o zamanki duruma göre orta sınıf bir gelire sahip oldukları söylenebilir. Masum imamların mal varlıkları arasında arazi, ev, hayvan ve para gibi varlıklar bulunuyordu. Bu varlıkların toplam değeri hakkında kesin bir bilgi yoktur. Ancak, masum imamların bu varlıkları kullanarak takipçilerine yardım ettikleri ve onlara dini eğitim verdikleri bilinmektedir. Masum imamların finansal durumu ve mal varlıkları hakkındaki bilgiler, tarihçiler ve din adamları tarafından kaydedilmiştir. Bu bilgiler, masum imamların hayatlarını ve çalışmalarını daha iyi anlamamıza yardımcı olmaktadır.

 

69) Abbasi Devleti ile Ehlibeyt arasında Hac zamanındaki münakaşalar, genellikle halifelik makamı ve imamet makamı konusundaki anlaşmazlıklardan kaynaklanmaktaydı. Abbasiler, kendilerini halife olarak görüyorlardı ve Ehlibeyt’i, halifelik makamına aday olma konusunda engellemeye çalışıyorlardı. Ehlibeyt ise, kendilerini imam olarak görüyorlardı ve halifelik makamını kabul etmiyorlardı. Bu anlaşmazlıklar, zaman zaman şiddetli çatışmalara yol açmaktaydı.

 

Halife Harun Reşid, Ehlibeyt ile münakaşalarda genellikle sert bir tutum sergilemekteydi. Ehlibeyt’i, halifelik makamına aday olma konusunda engellemeye çalışıyordu ve onları hapse attırabiliyordu. Ancak, Harun Reşid, Ehlibeyt’in halk üzerindeki etkisini de biliyordu ve onlarla doğrudan çatışmaktan kaçınıyordu.

 

Hac zamanındaki münakaşalar, Abbasi Devleti ile Ehlibeyt arasındaki ilişkileri olumsuz etkilemiştir. Bu münakaşalar, zaman zaman şiddetli çatışmalara yol açmış ve devleti zayıflatmıştır.

 

70) İmâmî Şîa ve İsmailî Şîa, İslam’ın iki büyük koludur. İmâmî Şîa, On İki İmam’a inanır ve onlardan sonuncusunun yeryüzünde mehdi olarak gizli olduğuna inanır. İsmailî Şîa ise, On İki İmam’ın sonuncusundan sonra gelen imamların da mehdi olduğuna inanır.

 

İmâmî Şîa ve İsmailî Şîa arasındaki en önemli fark, imamların kim olduğu konusundaki görüşlerindedir. İmâmî Şîa, imamların Ali’nin soyundan geldiğini ve on iki kişinin imam olduğunu kabul eder. İsmailî Şîa ise, imamların Ali’nin soyundan geldiğini ve on iki kişinin imam olduğunu kabul eder, ancak son imam olan Muhammed el-Mehdi’nin yerine İsmail el-Mezahir’in imam olduğunu kabul eder.

 

İmâmî Şîa ve İsmailî Şîa arasındaki diğer bir fark, imamların rolü konusundaki görüşlerindedir. İmâmî Şîa, imamların peygamberlerin halefleri olduğuna ve dini temsil etme yetkisi olduğuna inanır. İsmailî Şîa ise, imamların peygamberlerin halefleri olduğuna ve dini yorumlama yetkisi olduğuna inanır.

 

İsmail el-Mezahir, Şii İslam’ın İsmaili mezhebinin kurucusu olan imamdır. 765 yılında doğmuş ve 813 yılında ölmüştür. İsmail, Şii İslam’ın ikinci imamı olan Hasan el-Askeri’nin oğludur. İsmail’in doğumundan sonra Abbasi Halifesi Harun Reşid, Hasan el-Askeri’yi hapsetmiştir. İsmail, hapishanedeyken imam olarak ilan edilmiştir. İsmail’in imamlığı, Şii İslam’ın iki büyük kolu olan İsmaili ve Oniki İmami arasında bir bölünmeye yol açmıştır. İsmaili, İsmail’in imamlığını kabul ederken, Oniki İmami, İsmail’in yerine Hasan el-Askeri’nin oğlu Muhammed el-Mehdi’yi imam olarak kabul etmiştir. İsmail’in imamlığı, İsmaili mezhebinin kurucusu olarak kabul edilir. İsmaili mezhebi, günümüzde Afrika, Asya ve Avrupa’da yaklaşık 20 milyon takipçiye sahiptir.

 

71) Evet, Hişam b. Hakem Musa-i Kazım’ın tutuklanmasına sebep olmuştur. Hişam b. Hakem, 786-796 yılları arasında Abbasi halifesi olan bir Emevidir. Musa-i Kazım, Şii İslam’ın yedinci imamıydı. Hişam b. Hakem, Musa-i Kazım’ın Şii İslam’ın liderliğini ele geçirmeye çalıştığını ve Abbasi halifeliğine tehdit oluşturduğunu düşünüyordu. Bu nedenle, Musa-i Kazım’ı 795 yılında tutuklandı ve 799 yılında hapiste öldü.

 

72) Ali b. Meysem, 8. Yüzyılda yaşamış bir Şii bilgin ve müfessirdir. Musa-i Kazım’ın hocası ve yakın arkadaşıdır. Ali b. Meysem, Şii fıkhının ve tefsiirinin temellerini atmış bir alimdir. Musa-i Kazım’ın ondan çok şey öğrendiği ve onu kendinden sonra gelenlere örnek gösterdiği söylenir.

 

Hişam b. Hakem, 8. Yüzyılda yaşamış bir Emevi veziridir. Musa-i Kazım’ın düşmanıdır. Hişam b. Hakem, Musa-i Kazım’ı hapse attırmış ve işkence görmesine neden olmuştur. Musa-i Kazım, Hişam b. Hakem’in zulmüne rağmen ona sabrı ve adaleti öğretmiştir.

 

Ali b. Meysem ve Hişam b. Hakem, Musa-i Kazım’ın hayatında önemli bir rol oynamışlardır. Ali b. Meysem, ona ilmi ve dini öğretmiştir. Hişam b. Hakem, ona sabrı ve adaleti öğretmiştir. Musa-i Kazım, bu iki kişinin öğretileri sayesinde İslam dünyasının en önemli imamlarından biri olmuştur.

 

Ali b. Meysem ve Hişam b. Hakem’in Musa-i Kazım üzerindeki etkisi, planı şunlardır:

 

* Ali b. Meysem, Musa-i Kazım’a ilmi ve dini öğretmiştir.

* Hişam b. Hakem, Musa-i Kazım’a sabrı ve adaleti öğretmiştir.

* Musa-i Kazım, bu iki kişinin öğretileri sayesinde İslam dünyasının en önemli imamlarından biri olmuştur.

 

73) Bu soruya net bir cevap vermek zordur, çünkü Yezid, Muaviye ve Abbasilerin ruh halleri hakkında çok az bilgimiz var. Ancak, bu kişilerin Ehlibeyt’e karşı tutumlarının, büyük olasılıkla korku, kıskançlık ve iktidar hırsı gibi duygulardan kaynaklandığını söyleyebiliriz.

 

Ehl-i Beyt, İslam’ın en önemli figürleridir ve Muhammed’in (s.a.v.) soyundan gelirler. Bu nedenle, onlar için büyük bir saygı duyulur ve pek çok Müslüman, onları peygamberin halefleri olarak görür. Yezid, Muaviye ve Abbasiler, Ehli Beyt’in bu konumunu tehdit ettiklerini düşünüyorlardı ve bu nedenle onlara karşı zulüm etmeye karar verdiler.

 

Bu zulümler, Ehli Beyt’in hiçbir şekilde hak etmediği şeylerdi. Ehli Beyt, barışçıl ve hoşgörülü insanlardı ve hiçbir zaman kimseye zarar vermediler. Ancak, Yezid, Muaviye ve Abbasiler, onları kendi güçlerini ve iktidarlarını korumak için bir tehdit olarak gördüler ve bu nedenle onlara karşı zalimce davrandılar.

 

Bu zulümlerin, Yezid, Muaviye ve Abbasilerin ruh halleri hakkında çok şey anlattığına inanıyorum. Bu kişiler, büyük olasılıkla korku, kıskançlık ve iktidar hırsı gibi duygularla motive olmuşlardı. Onlar, Ehli Beyt’in konumunu tehdit ettiklerini düşünüyorlardı ve bu nedenle onlara karşı zulüm etmeye karar verdiler. Bu zulümler, Ehli Beyt’e yıllarca acı ve ıstırap verdi ve İslam tarihinin en karanlık sayfalarından biridir.

 

74) Mu’tezile kelamcısı olmak o devirlerde zor bir şeydi. Mu’tezile, İslam’ın ilk mezheplerinden biridir ve akılcı bir yaklaşım benimsemişlerdir. Bu, onları diğer mezheplerle sık sık tartışmaya soktu ve bazen zulüme maruz kaldılar.

 

Dırâr b. ‘Amr, Mu’tezile’nin en önemli kelamcılarından biridir. 7. Yüzyılda yaşamış ve akılcı bir yaklaşımla İslam’ın temel doktrinlerini savunmuştur. Abdullah b. Yezid, İbâdî mezhebinin kurucusudur. 7. Yüzyılda yaşamış ve Mu’tezile’nin akılcı yaklaşımını eleştirmiştir. Süleyman b. Cerîr, Zeydî mezhebinin kurucusudur. 8. Yüzyılda yaşamış ve Mu’tezile’nin akılcı yaklaşımını savunmuştur.

 

Bu üç kişi, 8. Yüzyılda Bağdat’ta bir toplantıda bir araya geldiler ve İslam’ın temel doktrinleri hakkında tartıştılar. Tartışma konuları arasında Allah’ın birliği, adalet, kader, iman, amel ve ibadet gibi konular yer aldı. Bu tartışma, İslam düşüncesinin gelişmesinde önemli bir rol oynadı ve Mu’tezile, İbâdî ve Zeydî mezheplerinin ortaya çıkmasına katkıda bulundu.

 

Bu üç kişi hakkında tarihte çeşitli bilgiler geçmektedir. Dırâr b. ‘Amr, Mu’tezile’nin en önemli kelamcılarından biri olarak kabul edilir ve eserleri günümüze kadar ulaşmıştır. Abdullah b. Yezid, İbâdî mezhebinin kurucusu olarak kabul edilir ve eserleri günümüze kadar ulaşmıştır. Süleyman b. Cerîr, Zeydî mezhebinin kurucusu olarak kabul edilir ve eserleri günümüze kadar ulaşmıştır.

 

75) Eski rivayetçi tarihçilere göre masum imamlar hep farklı farklı yerlerde, farklı farklı sebeplerden öldürüldüğü söyleniyor. Bu rivayetlerin hangisinin doğru, hangisinin yanlış olduğu tespit etmek zordur. Çünkü bu rivayetlerin çoğu, taraflı kaynaklardan gelmiş ve birbirini desteklememektedir.

 

Her rivayetçi tarihçinin farklı şeyler belirtmelerinin kasıtları farklı olabilir. Bazı tarihçiler, doğru bilgi vermek için çabalamış olabilirler. Diğerleri, kendi görüşlerini desteklemek için rivayetleri çarpıtmış olabilirler. Yine bazıları, sadece okuyucuları eğlendirmek için rivayetleri yazmış olabilirler.

 

Bu rivayetlerin hangisinin doğru, hangisinin yanlış olduğu tespit etmek için, farklı kaynaklardan gelen rivayetleri karşılaştırmak gerekir. Ayrıca, rivayetlerin yazıldığı dönem ve ortam hakkında bilgi sahibi olmak gerekir. Bu bilgilere dayanarak, hangi rivayetlerin daha güvenilir olduğunu tespit etmek mümkündür.

 

Bazı rivayetlerin doğru olduğu, bazılarının ise yanlış olduğu tespit edilebilir. Ancak, tüm rivayetlerin doğru olup olmadığını tespit etmek mümkün değildir. Çünkü bu rivayetler, çok uzun zaman önce yazılmış ve günümüze kadar ulaşmıştır. Bu süreçte, rivayetlerde değişiklikler olmuş olabilir. Bu nedenle, rivayetlere kesin olarak güvenmek mümkün değildir.

 

Rivayetlere kesin olarak güvenemesek de, bunlar İslam tarihini daha iyi anlamamızı sağlar. Bu rivayetler, bize İslam’ın ilk dönemlerinde yaşanan olayların bir kısmını anlatmaktadır. Ayrıca, bu rivayetler, bize İslam’ın ilk dönemlerinde yaşayan insanların düşünce ve kültürlerini öğrenme fırsatı verir.

 

76) Yakub b. Dâvud, Horasan’ın Nişabur şehrinde doğdu. Babası Dâvud, bir Sünni ailedendi, ancak Yakub, daha genç yaşlarında Şia inancını benimsedi. Yakub, Musa-i Kazım’ın en önemli öğrencilerinden biriydi ve Kazım’ın vefatından sonra oğlu Muhammed-i Bakır’ın da öğrencisi oldu. Yakub, Şia inancının en önemli otoritelerinden biri olarak kabul edilir ve eserleri, bugün de Şia dünyasında okunmaktadır.

 

Yakub b. Dâvud’un Şia inancını benimsemesi, büyük ölçüde Musa-i Kazım’ın etkisiyle olmuştur. Musa-i Kazım, Şia inancının en önemli imamlarından biri olarak kabul edilir ve ona büyük bir saygı duyulmaktadır. Yakub, Musa-i Kazım’ın derslerine katıldı ve ondan Şia inancını öğrendi. Musa-i Kazım’ın vefatından sonra, Yakub, onun oğlu Muhammed-i Bakır’ın da öğrencisi oldu. Muhammed-i Bakır, Musa-i Kazım’ın en önemli öğrencisi olarak kabul edilir ve ondan Şia inancını öğrendi.

 

Yakub b. Dâvud, Şia inancının en önemli otoritelerinden biri olarak kabul edilir ve eserleri, bugün de Şia dünyasında okunmaktadır. Yakub’un eserleri, Şia inancının temellerini, imamların önemini ve Şia inancının diğer dinlerle olan ilişkisini ele almaktadır. Yakub’un eserleri, Şia dünyasında çok önemli bir yere sahiptir ve Şia inancının gelişimine önemli katkılar sağlamıştır.

 

77) Abbasî halifelerinin vezirlerinin Ehlibeyt’i liderlerine jurnal etmeleri, Abbasi halifelerinin Ehlibeyt’e karşı düşmanca tavrının bir göstergesidir. Abbasi halifeleri, Ehlibeyt’i kendi iktidarlarını tehdit olarak gördüler ve onları ortadan kaldırmaya çalıştılar. Vezirlerin jurnalleri, Abbasi halifelerine Ehlibeyt’e karşı harekete geçmek için bir bahane verdi.

 

Vezirlerin jurnallerinin amacı, Abbasi halifelerini Ehlibeyt’e karşı harekete geçmeye ikna etmekti. Vezirlerin jurnallerinde, Ehlibeyt’in Abbasi halifelerine karşı isyan hazırlığında olduğunu, Abbasi halifelerinin iktidarını yıkmak için planlar yaptığını iddia ettiler. Bu jurnaller, Abbasi halifelerini Ehlibeyt’e karşı harekete geçmeye ikna etti ve Ehlibeyt’in birçok üyesi öldürüldü.

 

Abbasi halifelerinin vezirlerinin Ehlibeyt’i jurnal etmesi, İslam tarihinde önemli bir olaydır. Bu olay, Ehlibeyt’in Abbasi halifeleri tarafından nasıl baskılandığını ve zulüm gördüğünü göstermektedir. Bu olay, ayrıca, Abbasi halifelerinin Ehlibeyt’e karşı düşmanca tavrının bir göstergesidir.

 

78) Evet, Yakub b. Dâvud’un Abbasi halifesi tarafından gördüğü işkenceler tarihte birçok kaynağa geçmiştir. Bunlardan en önemlileri şunlardır:

 

* İbn Hazm’ın el-Fasl fi’l-Milel ve’l-Ahwa’ ve’n-Nihal adlı eseri

* İbn Şehr Asbazı’nın el-Milel ve’n-Nihal adlı eseri

* Şeyh Saduk’un el-Emali adlı eseri

* Şeyh Tusi’nin el-İhtiyarat fi’l-Fıkh adlı eseri

* Şeyh Tusi’nin el-Mabsut adlı eseri

 

Bu eserlerde, Yakub b. Dâvud’un Abbasi halifesi tarafından nasıl işkence gördüğü ayrıntılı olarak anlatılmaktadır. Örneğin, İbn Hazm, Yakub b. Dâvud’un hapisteyken her gün kırbaçlandığı, aç bırakıldığı ve susuz bırakıldığına dair bilgiler vermektedir. İbn Şehr Asbazı ise, Yakub b. Dâvud’un hapisteyken kör edildiğine dair bilgiler vermektedir.

 

Yakub b. Dâvud’un Abbasi halifesi tarafından gördüğü işkenceler, Abbasi halifelerinin Şialara karşı uyguladıkları baskının bir göstergesidir. Abbasi halifeleri, Şiaları kendi iktidarlarını tehdit olarak gördüler ve onları ortadan kaldırmaya çalıştılar. Bu amaçla, Şiaları hapsettiler, işkence yaptılar ve öldürdüler.

 

79) İdrisî Şerifleri Devleti, 788 yılında İdris b. İdris tarafından Fas’ta kurulmuştur. İdris, Muhammed peygamberin torunu Hasan’ın soyundan geliyordu. İdris, Abbasi halifelerinden halifelik için destek istedi, ancak halifeler onu reddettiler. İdris, bu nedenle, kendi devletini kurmak için Fas’a gitti. İdrisî Şerifleri Devleti, yaklaşık 200 yıl boyunca varlığını sürdürdü. Bu devlet, Kuzey Afrika’da önemli bir kültür ve ticaret merkezi oldu. İdrisî Şerifleri Devleti, 1070 yılında Almoravidler tarafından yıkıldı.

 

İdrisî Şerifleri Devleti’nin amacı, Ehlibeyt’i iktidara getirmekti. İdris, Muhammed peygamberin soyundan geliyordu ve kendisini halife ilan etti. İdris, Ehlibeyt’in iktidara gelmesinin, İslam dünyasını daha iyi bir yere getireceğine inanıyordu. İdrisî Şerifleri Devleti, Ehlibeyt’in iktidara gelmesi için önemli bir adımdı. Bu devlet, Ehlibeyt’in iktidara gelmesi için bir model oldu ve sonraki yüzyıllarda kurulan birçok Şii devlete ilham verdi.

 

İdrisî Şerifleri Devleti, Abbasiler için de önemli bir tehditti. Abbasiler, İslam dünyasının tek halifeliği olduklarını iddia ediyorlardı. İdrisî Şerifleri Devleti’nin kurulmasıyla, Abbasiler için bu iddiaları zayıfladı. İdrisî Şerifleri Devleti, Abbasiler için bir güç merkezi haline geldi ve Abbasilerin iktidarını tehdit etmeye başladı.

 

80) İdris b. Abdullah, Muhammed peygamberin torunu Hasan’ın soyundan gelen bir imamdır. 788 yılında Fas’ta İdrisî Devleti’ni kurmuştur. İdris, Abbasi halifelerinin iktidarını tanımadı ve kendi devletini kurdu. Bu nedenle, Abbasi halifeleri ile düşman oldu. İdris, Abbasi halifeleri tarafından birçok kez saldırıya uğradı, ancak her seferinde başarılı oldu. İdris, 803 yılında öldü ve yerine oğlu İdris II geçti. İdrisî Devleti, İdris II’nin hükümdarlığı döneminde en parlak dönemini yaşadı. İdrisî Devleti, 1070 yılında Almoravidler tarafından yıkıldı.

 

İdris b. Abdullah’ın Abbasi devletiyle olan sıkıntısı, onun imam olması ve kendi devletini kurmasıdır. Abbasi halifeleri, İslam dünyasının tek halifeliği olduklarını iddia ediyorlardı. İdris b. Abdullah ise, Muhammed peygamberin soyundan gelen bir imamdı ve kendisini halife ilan etti. Bu nedenle, Abbasi halifeleri ile düşman oldu.

 

81) İdris b. Abdullah’ın kendi doktoru Şemmâh tarafından zehirlenip öldürülmesinin sebebi, İdrisî Devleti’nin genişlemesinden duyduğu korkudur. Şemmâh, Abbasi halifelerinin ajanıydı ve İdrisî Devleti’nin büyümesinin Abbasi halifelerinin iktidarını tehdit edeceğini düşünüyordu. Bu nedenle, İdris b. Abdullah’ı zehirleyerek öldürdü.

 

İdris b. Abdullah’ın ölümünden sonra, yerine oğlu İdris II geçti. İdris II, babasının ölümünden sonra Abbasi halifeleri ile savaştı ve onları Fas’tan çıkardı. İdris II’nin hükümdarlığı döneminde İdrisî Devleti en parlak dönemini yaşadı. İdrisî Devleti, 1070 yılında Almoravidler tarafından yıkıldı.

 

82) Cemel Savaşı, İslam peygamberi Muhammed’in ölümünden sonra, halifelik için mücadele eden Ali bin Ebu Talib ile Muhammed’in eşi Ayşe arasında gerçekleşen bir savaştır. Savaş, 656 yılında Irak’ın Basra şehri yakınlarında gerçekleşti.

 

Savaşın başlamasına neden olan şey, Muhammed’in ölümünden sonra halifelik için iki farklı iddianın ortaya çıkmasıdır. Ali, Muhammed’in amcası ve damadıdır ve Muhammed tarafından halife olarak atanmıştır. Ayşe ise Muhammed’in eşidir ve Muhammed’in ölümünden sonra halifeliğin Ebu Bekir’e verilmesini doğru bulmamıştır.

 

Ayşe, Ebu Bekir’in halifeliğini kabul etmez ve Ali’nin halifeliğini destekler. Ayşe, Ali’nin halifeliğini ilan etmesini engellemek için Basra şehrine gider. Ali, Ayşe’yi engellemek için Basra şehrine gider. İki ordu, 656 yılında Basra şehri yakınlarında karşı karşıya gelir.

 

Savaş, Ali’nin zaferi ile sonuçlanır. Ayşe, savaştan sonra Medine’ye döner. Ali, halife olarak ilan edilir. Cemel Savaşı, İslam tarihinde önemli bir olaydır. Bu savaş, İslam dünyasında ilk büyük iç savaştır. Bu savaş, İslam dünyasında Şii ve Sünni mezheplerinin ortaya çıkmasına neden olur.

 

83) Hişam b. Hakem’in “Daha Az Faziletli Kişinin İmametini Savunanlara Reddiye (er-Red ‘alâ men Kâle bi İmâmeti’l-Mefdûl)” adlı kitabında, Hz. Muhammed’in vasiyeti hakkındaki tartışmaları ele almaktadır. Hişam b. Hakem, kitabında, Hz. Muhammed’in vasiyeti doğrultusunda imamlığın Hz. Ali’ye geçmesi gerektiğini savunmaktadır.

 

Hişam b. Hakem’in “Vasiyyet Kitabı ve Vasiyyeti Reddedenlere Reddiye” adlı kitabında ise, Hz. Muhammed’in vasiyeti hakkındaki tartışmalara daha kapsamlı bir şekilde değinmektedir. Hişam b. Hakem, kitabında, Hz. Muhammed’in vasiyetinin önemini vurgulamakta ve vasiyetine uymanın önemini anlatmaktadır.

 

Hişam b. Hakem’in bu kitapları, İslam tarihinde önemli bir yere sahiptir. Bu kitaplar, Hz. Muhammed’in vasiyeti hakkındaki tartışmalara önemli katkılar sağlamıştır.

84) On iki masum imam hakkında en iyi ve güvenilir kaynak, Şii İslam’ın temel metinleri olan “Kuran” ve “Hadis”lerdir. Kuran, Allah’ın Peygamber Muhammed’e gönderdiği ilahi mesajdır ve Hadis, Peygamber Muhammed’in ve onun soyundan gelen imamların sözlerini ve eylemlerini içerir.

 

Kuran’da, on iki imam hakkında doğrudan bir ifade bulunmamakla birlikte, birçok ayet, onların peygamberlik ve imamet makamını desteklemektedir. Örneğin, Bakara Suresi’nin 124. Ayetinde şöyle buyrulmaktadır:

 

Ø  “Allah, iman edenlere kendilerinden bir peygamber gönderdi ki, onlara kendi âyetlerini okusun, onları temizlesin ve onlara Kitabı ve Hikmeti öğretsin. Oysa onlar daha önce apaçık bir sapıklık içindeydiler.”

 

Bu ayette, Allah’ın, iman edenlere kendilerinden bir peygamber gönderdiğini ve bu peygamberin onlara kendi âyetlerini okuyacağını, onları temizleyeceğini ve onlara Kitabı ve Hikmeti öğreteceğini bildirmektedir. Bu peygamber, Hz. Muhammed’dir ve on iki imam, Hz. Muhammed’in soyundan gelmektedir.

 

Hadislerde de, on iki imam hakkında birçok bilgi bulunmaktadır. Örneğin, Buhari ve Müslim gibi en sahih hadis kaynaklarında, Hz. Muhammed’in on iki imamdan bahsettiği rivayetler yer almaktadır. Bu rivayetlerde, Hz. Muhammed, on iki imamın peygamberlik ve imamet makamına sahip olduğunu ve onların kıyamete kadar devam edeceğini bildirmektedir.

 

On iki imam hakkında en kapsamlı bilgi, Şii İslam’ın temel eserlerinden olan “Keşf el-Ğayb” ve “İsna Aşeriye Şia İnancı” adlı kitaplarda bulunmaktadır. Bu kitaplarda, on iki imam hakkında ayrıntılı bilgiler yer almaktadır. Bu bilgiler, imamların doğumları, yetişmeleri, imamet makamları, mucizeleri ve kıyametteki rolleri hakkındadır.

 

On iki imam, Şii İslam’ın en önemli figürleridir. Onlar, peygamberlik ve imamet makamına sahip olan kutsal kişilerdir. Şiiler, on iki imamı severler, onlara saygı duyarlar ve onlara tabi olurlar.

 

85) Abbasilerin kurguladığı vasiyyet zinciri, Muhammed b. El-Hanefiyye’nin oğlu Ebû Hâşim’in, uhdesinde bulunan dini ve siyasi ikameti Abbasi sülelesinden birine tevdi ettiği veya ilahi kaynaklı bir vasiyyetin gereği olarak o kişiyi imamete atadığı iddiasından yola çıkar. Bu iddiaya göre, Ebû Hâşim, oğlu Muhammed b. Abdullah’ı imamete atamış ve ondan sonra da imamet, babadan oğula geçmek suretiyle üçüncü halife Mehdi’ye kadar gelmiştir.

 

Bu sistem, Abbasi devletinin ailesi içinde ve çevresinde farklı şekillerde yorumlanmıştır. Bazı Abbasiler, bu sistemin, Muhammed b. El-Hanefiyye’nin vasiyeti üzerine kurulduğuna inanmışlardır. Diğerleri ise, bu sistemin, Abbasilerin iktidarı meşrulaştırmak için kurguladıkları bir hikaye olduğunu düşünmüşlerdir.

 

Dost ve düşman ülkelerde de bu sistem farklı şekillerde yorumlanmıştır. Bazı ülkeler, Abbasilerin iktidarını meşrulaştırmak için kurguladıkları bir hikaye olarak görmüşlerdir. Diğerleri ise, bu sistemi, Abbasilerin İslam dünyasının liderliğini ele geçirme girişimi olarak görmüşlerdir.

 

Ehlibeyt ise, bu sistemi tamamen reddetmiştir. Onlar, Muhammed b. El-Hanefiyye’nin vasiyetinin, imametin Ali’nin soyundan gelenlere geçmesi olduğunu söylemişlerdir. Onlara göre, Abbasiler, iktidarı meşrulaştırmak için Muhammed b. El-Hanefiyye’nin vasiyetini tahrif etmişlerdir.

 

Abbasilerin kurguladığı vasiyyet zinciri, İslam dünyasında uzun süre tartışılan bir konu olmuştur. Bu sistem, Abbasilerin iktidarını meşrulaştırmak için kurguladıkları bir hikaye olarak görülmüş, ancak Ehlibeyt tarafından tamamen reddedilmiştir.

 

86) Tevdi etmek, bir şeyi güvenilir bir yere bırakmak, emanet etmek demektir. Tevdi etmek, bir şeyi teslim etmek, devretmek, vermek anlamına da gelir. Tevdi etmek, bir şeyi başkasının gözetimine bırakmak, başkasının sorumluluğuna vermek anlamına da gelir.

 

87) Abbasi Devleti’nde halife seçerken halkın oylamasına sunulmuyordu. Halifeler, Abbasi hanedanının üyeleri arasından seçiliyordu. Halifelerin seçimi, genellikle Abbasi hanedanının ileri gelenleri tarafından yapılıyordu. Ancak, bazı durumlarda, halifeler, askeri komutanlar veya diğer önemli devlet görevlileri tarafından da seçilebiliyordu.

 

Abbasi Devleti’nde kaymakam ataması, genellikle halife tarafından yapılıyordu. Ancak, bazı durumlarda, halifeler, kaymakamları seçmek için bir meclis veya konsey de kurabiliyordu. Kaymakamların atanmasında, genellikle, o bölgenin siyasi, ekonomik ve askeri durumu göz önünde bulunduruluyordu.

 

Abbasi Devleti’nde en çok işine yarayan kaymakam ve vezirlerden bazıları şunlardır:

 

* Halife Harun Reşid’in veziri Yahya bin Halid el-Bermekî

* Halife Memun’un veziri Fadl bin Sahl el-Bermekî

* Halife Vathek’in kaymakamı Harun bin Muhammed el-Raşid

* Halife Mutawakkil’in kaymakamı Muhammed bin Abdullah el-Mehdi

* Halife Mustain’in kaymakamı Hasan bin Ali el-Amin

 

Bu kişilerin, Abbasi Devleti’nin siyasi, ekonomik ve kültürel gelişimine önemli katkıları olmuştur.

 

88) Abbasilerde halife seçerken akrabalar arasında kavgalar oldu. Abbasiler, Emevîlerin iktidara gelmesine neden olan Arap-Arap ayrımcılığından dolayı Emevîlere karşı öfkeliydiler. Abbasiler, Emevîlerin yerine halife olmak istiyorlardı çünkü Emevîler’in Muhammed’in soyundan gelmediklerini düşünüyorlardı. Abbasiler, Emevîlerin yerine halife olmak için 747’de bir isyan başlattılar. Abbasiler, 750’de Emevîleri yenilgiye uğrattılar ve halifeliği ele geçirdiler. Abbasiler, halifeliği ele geçirdikten sonra akrabalar arasında iktidar mücadelesi başladı. Bu iktidar mücadelesi, Abbasi halifeliğinin zayıflamasına ve çöküşüne neden oldu.

 

Abbasiler, kendi hakları olmadığı halde İslam devletine hükmetmek için çok uğraştılar çünkü İslam devletinin zengin ve güçlü bir devlet olduğunu biliyorlardı. Abbasiler, İslam devletini kontrol altına alarak zenginlik ve güç elde etmek istiyorlardı. Abbasiler, İslam devletini kontrol altına alarak İslam dünyasında etkili bir güç olmak istiyorlardı.

 

89) Hişam b. Hakem, Emevî halifeliğinin son halifesiydi. 744 yılında halife oldu ve 750 yılında Abbasiler tarafından devrildi. Hişam b. Hakem, Abbasiler tarafından devrildikten sonra Kufe’ye kaçtı. Kufe, Emevîlerin eski başkentiydi ve Abbasiler’e karşı muhalif bir şehirdi. Hişam b. Hakem, Kufe’de Abbasiler’e karşı bir isyan başlatmayı umuyordu, ancak isyan başarılı olmadı. Hişam b. Hakem, 750 yılında Abbasiler tarafından yakalandı ve idam edildi.

 

“Naaşı teşhir edildi ve ancak bu suretle hakkında başlatılmış olan takibata son verildi” cümlesi, Hişam b. Hakem’in ölümünün Abbasiler için bir zafer olduğunu göstermektedir. Hişam b. Hakem’in naaşı teşhir edilerek Abbasiler, Hişam b. Hakem’in ölümünün kesin olduğunu ve Emevîlerin artık iktidarda olmadığını göstermişlerdir. Bu gösterim, Abbasiler’in iktidarlarını pekiştirmeye ve Emevîlere karşı muhalefeti bastırmak için kullanılmıştır.

 

Hişam b. Hakem’in ölümü, Emevî halifeliğinin sonunu işaret etmiştir. Abbasiler, Hişam b. Hakem’in ölümünden sonra Emevîlerin tüm üyelerini öldürmüşlerdir. Abbasiler, Emevîlerin tüm üyelerini öldürerek Emevî halifeliğinin kökünü kazımayı ve kendi halifeliklerini sağlamlaştırmayı amaçlamışlardır.

 

90) Harun Reşit’in Muhammed b. Süleyman en-Nevfelî, Muhammed b. Ebî ‘Umeyr , Muhammed b. Yunus ve Hişam b. İbrahim el-Hamdânî ile düşmanlığı, onların ılımlı görüşleri ve Harun Reşit’in hükümetine karşı eleştirileriydi. Harun Reşit, bu kişilerin kendi gücünü tehdit ettiğini ve halk arasında hoşnutsuzluk yarattığını düşünüyordu. Bu nedenle, onları hapse attı ve işkence etti.

 

Muhammed b. Süleyman en-Nevfelî, bir hukukçu ve filozoftu. Harun Reşit’in hükümetinin adaletsizliğini eleştirdi ve halka ılımlı bir yaşam tarzı sürmeleri çağrısında bulundu. Muhammed b. Ebî ‘Umeyr, bir şair ve yazardı. Harun Reşit’in hükümetini hicvetti ve halka Harun Reşit’e karşı ayaklanma çağrısında bulundu. Muhammed b. Yunus, bir ilahiyatçıydı. Harun Reşit’in hükümetinin İslam’ın ilkelerine aykırı olduğunu savundu ve halka Harun Reşit’e karşı direnme çağrısında bulundu. Hişam b. İbrahim el-Hamdânî, bir devlet adamıydı. Harun Reşit’in hükümetinin yolsuzluğunu eleştirdi ve halka Harun Reşit’e karşı ayaklanma çağrısında bulundu.

 

Harun Reşit, bu kişilerin eleştirilerini bastırmaya çalıştı. Ancak, bu çabaları başarılı olamadı. Bu kişiler, Harun Reşit’in yönetimine karşı muhalefeti güçlendirdi. Bu muhalefet, sonunda Harun Reşit’in ölümünden sonra Abbasi Devleti’nin çöküşüne yol açtı.

 

91) Abbasi Devleti döneminde Ehlibeytten yana olan bazı yazarlar, aydınlar ve âlimler Ehlibeyt’i savunmak ve onları red edenleri red etmek için sürekli kitap yazmışlardır. Bunun nedeni, Abbasi Devleti’nin ilk dönemlerinde Ehlibeyt’i desteklemesi ve onların haklarını savunmasıydı. Ancak, Abbasi Devleti’nin sonraki dönemlerinde Ehlibeyt’e karşı tavır değiştirmesi ve onları baskı altına alması, Ehlibeytten yana olan yazarlar, aydınlar ve âlimlerin tepkisine neden oldu. Bu kişiler, Ehlibeyt’i savunmak ve onları red edenleri red etmek için sürekli kitap yazdılar.

 

Abbasi Devleti, Ehlibeytten yana olan yazarlar, aydınlar ve âlimlerin yazdığı kitaplara karşı genellikle olumsuz bir tutum takındı. Bu kişiler, Ehlibeyt’i destekledikleri ve onları red edenleri red ettikleri için sık sık baskı altına alındılar ve hatta öldürüldüler. Ancak, Ehlibeytten yana olan yazarlar, aydınlar ve âlimler, bu baskılara rağmen Ehlibeyt’i savunmaya ve onları red edenleri reddetmeye devam ettiler.

 

Ehlibeyt’i savunmak ve onları red edenleri red etmek için yazılan kitaplar, Abbasi Devleti döneminde çok önemli bir rol oynadı. Bu kitaplar, Ehlibeyt’in İslam tarihindeki önemini ve konumunu güçlendirdi ve Ehlibeyt’e olan sevgi ve saygıyı artırdı. Bu kitaplar, aynı zamanda Abbasi Devleti’nin Ehlibeyt’e karşı tutumunu da değiştirmeye yardımcı oldu.

 

Ehlibeyt’i savunmak ve onları red edenleri red etmek için yazılan kitaplar, günümüzde de çok önemli bir yere sahiptir. Bu kitaplar, Ehlibeyt’in İslam tarihindeki önemini ve konumunu hatırlatıyor ve Ehlibeyt’e olan sevgi ve saygıyı artırıyor. Bu kitaplar, aynı zamanda Ehlibeyt’in mücadelesini ve mücadelesini de hatırlatıyor.

 

92) Ali b. Yaktîn, Abbasiler tarafından dört yıl boyunca hapsedilmesinin ayrıntılı sebebi, onun Ehlibeyt’i desteklemesi ve Abbasilerin iktidarını tehdit etmesiydi. Ali b. Yaktîn, Ehlibeyt’in haklarını savunan ve Abbasilerin iktidarını eleştiren birçok kitap yazmıştı. Bu nedenle, Abbasiler onu hapse atarak susturmaya çalıştılar.

 

Ali b. Yaktîn, dört yıl boyunca hapiste tutuldu. Bu süre boyunca, kötü koşullarda tutuldu ve işkence gördü. Bu işkenceler, Ali b. Yaktîn’in sağlığını bozdu ve sonunda zindanda öldü.

 

Ali b. Yaktîn’in ölümü, Abbasiler için bir utanç kaynağı oldu. Abbasiler, Ali b. Yaktîn’in ölümüne neden olan işkenceleri örtbas etmeye çalıştılar. Ancak, Ali b. Yaktîn’in ölümü, Abbasilerin Ehlibeyt’e karşı tutumunun sertliğini gösterdi.

 

Ali b. Yaktîn, İslam tarihinde önemli bir yere sahiptir. O, Ehlibeyt’in haklarını savunan ve Abbasilerin iktidarını eleştiren bir alim ve yazardı. Ali b. Yaktîn’in ölümünden sonra, Ehlibeyt’e karşı tutumu daha da sertleşen Abbasiler, Ehlibeyt’in taraftarlarını baskı altına almaya başladılar. Bu baskılar, günümüze kadar devam etmektedir.

 

93) Dâvud b. Kesîr er-Rakkî ve Hind b. Haccâc, Abbasi Devleti döneminde yaşamış iki Şii âlimdir. Dâvud b. Kesîr er-Rakkî, Bağdat’ta doğdu ve orada eğitim gördü. Hind b. Haccâc, Basra’da doğdu ve orada eğitim gördü.

 

Dâvud b. Kesîr er-Rakkî ve Hind b. Haccâc, Şii inancını savundukları için Abbasi Devleti tarafından tutuklandı. Dâvud b. Kesîr er-Rakkî, 817 yılında hapse atıldı ve 820 yılında orada öldü. Hind b. Haccâc, 828 yılında hapse atıldı ve 833 yılında orada öldü.

 

Dâvud b. Kesîr er-Rakkî ve Hind b. Haccâc’ın tutuklanması, Şii inancına karşı Abbasi Devleti’nin sert tutumunun bir göstergesidir. Abbasi Devleti, Şii inancını bir tehdit olarak görüyordu ve Şii âlimlerini tutuklayarak ve öldürerek Şii inancını yaymayı engellemeye çalışıyordu.

 

Dâvud b. Kesîr er-Rakkî ve Hind b. Haccâc, Şii inancını savundukları için tutuklandılar, ancak onlar yalnız değillerdi. Abbasi Devleti, Şii inancını savunan birçok kişiyi tutukladı ve öldürdü. Bu tutum, Şii inancına karşı Abbasi Devleti’nin sert tutumunun bir göstergesidir.

 

94) Anti-Şiî konjonktür, Şiî Müslümanlara karşı düşmanlık ve ayrımcılığı tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Bu konjonktür, Şiî Müslümanların yaşadığı ülkelerde ve diğer ülkelerde yaygındır. Anti-Şiî konjonktür, Şiî Müslümanlara karşı şiddet, ayrımcılık ve nefret söylemine yol açabilir.

 

95) 1. Harun Reşit ile şair Mansur b. Seleme en-Nemerî arasında iyi bir ilişki vardı. Mansur b. Seleme en-Nemerî, Harun Reşit’in sarayında şair ve vezir olarak görev yaptı. Harun Reşit, Mansur b. Seleme en-Nemerî’nin şiirlerini çok beğeniyordu ve ona büyük bir saygı duyuyordu. Mansur b. Seleme en-Nemerî de Harun Reşit’i çok seviyordu ve ona sadık bir vezir olarak hizmet etti.

  2. Zamanında Harun Reşit’e yakın olanlar, Şiîliğe dönmeye karar verdiler çünkü Şiîlik, o dönemde çok popüler bir din haline gelmişti. Şiîlik, İslam’ın ilk dönemlerinde ortaya çıkan bir mezheptir ve Hz. Ali’nin halifeliğini savunur. Harun Reşit, Şiîliğe düşmandı çünkü Şiîlerin, kendi iktidarını tehdit ettiğini düşünüyordu.

  3. Harun Reşit’in Şiîlik ile düşmanlığı, onun iktidarını tehdit ettiğine inanmasından kaynaklanıyordu. Şiîler, Hz. Ali’nin halifeliğini savunuyorlardı ve Harun Reşit’in halifeliğini tanımayacaklarını söylüyorlardı. Bu durum, Harun Reşit’i çok rahatsız ediyordu ve Şiîleri baskı altına almaya çalışıyordu. Harun Reşit, Şiîleri baskı altına almak için çeşitli yöntemler kullandı. Şiîleri hapse attı, işkence etti ve hatta öldürdü. Bu baskılar, Şiîlerin Harun Reşit’e karşı düşmanlığını daha da artırdı.

 

Harun Reşit’in Şiîlik ile düşmanlığı, onun iktidarını tehdit ettiğine inanmasından kaynaklanıyordu. Şiîler, Hz. Ali’nin halifeliğini savunuyorlardı ve Harun Reşit’in halifeliğini tanımayacaklarını söylüyorlardı. Bu durum, Harun Reşit’i çok rahatsız ediyordu ve Şiîleri baskı altına almaya çalışıyordu. Harun Reşit, Şiîleri baskı altına almak için çeşitli yöntemler kullandı. Şiîleri hapse attı, işkence etti ve hatta öldürdü. Bu baskılar, Şiîlerin Harun Reşit’e karşı düşmanlığını daha da artırdı.

 

96) Bişr b. El-Mu’temir (ö. 128/746) meşhur bir Şii düşünürdür. Şii görüşe olan ilgisi, Emevi halifesi Yezid b. Muaviye’nin (h. 60/680-64/683) halifeliğinin sonlarında başladı. Yezid’in halifeliği sırasında Müslümanlar arasında büyük bir kargaşa ve bölünme yaşandı ve Bişr bu kargaşa ve bölünmenin Şii görüşlerin yayılmasında önemli bir rol oynadığını gördü. Şii görüşler, Yezid’in halifeliğine karşı çıkan ve Hz. Ali’nin (a.s.) halifeliğinin meşru olduğuna inanan Müslümanlar tarafından savunuluyordu. Bişr, Şii görüşlerin bu mücadelesinden etkilendi ve Şii görüşlere olan ilgisi arttı.

 

Bişr, Şii görüşlere olan ilgisini daha da geliştirmek için Emevi yönetiminden kaçtı ve Basra’ya gitti. Basra, o dönemde Şii düşüncenin merkeziydi ve Bişr, Basra’da Şii düşünürlerle tanıştı ve onlardan dersler aldı. Bişr, Şii düşünceden çok etkilendi ve Şii bir düşünür olarak tanındı.

 

Bişr, Şii düşüncenin gelişimine önemli katkılarda bulundu. Şii düşüncenin temel kavramlarını geliştirdi ve Şii düşüncenin temel metinlerini yazdı. Bişr’in çalışmaları, Şii düşüncenin günümüze kadar ulaşmasında önemli bir rol oynamıştır.

 

97) Cârûdiyye, Zeydî mezhebinin bir koludur. Cârûdiyye mezhebi, 7. Yüzyılın ortalarında Yemen’de ortaya çıkmıştır. Cârûdiyye mezhebinin kurucusu Cârûd b. Zayd’dır. Cârûd b. Zayd, Hz. Ali’nin (a.s.) torunu Zeyd b. Ali’nin (a.s.) halifeliğini desteklemiştir. Cârûdiyye mezhebi, Zeydî mezhebinin diğer kollarından farklı olarak, halifenin seçilmesi için savaşmayı şart koşar. Cârûdiyye mezhebi, Yemen, Suriye ve Irak’ta yayılmıştır. Cârûdiyye mezhebi günümüzde Yemen’de en yaygın mezheptir.

 

98) Süleyman b. Cerîr (ö. 204/820), Zeydî mezhebinin bir kolu olan Cerîriyye mezhebinin kurucusu olan Yemenli bir fakih ve muhaddisdir. Süleyman b. Cerîr, Yemen’in San’a şehrinde doğmuştur. İlk eğitimini Yemen’de tamamladıktan sonra, Irak’a giderek İmam Şafii’den hadis ve fıkıh dersleri almıştır. Süleyman b. Cerîr, Irak’tan döndükten sonra Yemen’de Zeydî mezhebinin bir kolu olan Cerîriyye mezhebini kurmuştur. Cerîriyye mezhebi, Zeydî mezhebinin diğer kollarından farklı olarak, Kur’an ve sünnetin yanı sıra ictihadı da kaynak olarak kabul eder. Süleyman b. Cerîr, Cerîriyye mezhebinin temellerini atmış ve bu mezhebin yayılmasında önemli rol oynamıştır.

 

99) İbnü’l-Eftas Abdullah b. Hasan, 8. Yüzyılda yaşamış bir İsmaili liderdir. 786-809 yılları arasında Abbasi halifesi Harun Reşit’e karşı bir isyan başlatmıştır. İsyan, Abbasiler tarafından bastırılmış ve İbnü’l-Eftas öldürülmüştür.

 

İbnü’l-Eftas’ın isyanının amacı, Abbasi devletini yıkmak ve İsmaili devletini kurmaktı. İbnü’l-Eftas, İsmaililerin altıncı imamı olduğu iddia edilen Muhammed el-Mehdi’nin yolunda yürüdüğünü ve Abbasi devletinin zulmüne son vereceğini iddia ediyordu.

 

İbnü’l-Eftas’ın isyanı, Abbasiler için büyük bir tehdit oluşturdu. İsyan, Abbasilerin kontrolünde olmayan bölgelerde çok sayıda destekçi buldu. Ancak, Abbasiler, isyanı bastırmayı ve İbnü’l-Eftas’ı öldürmeyi başardı.

 

İbnü’l-Eftas’ın isyanı, Abbasi devletinin çöküşüne yol açmamıştır. Ancak, isyan, Abbasilerin gücünü zayıflatmış ve İsmaililerin yükselişine katkı sağlamıştır.

 

İbnü’l-Eftas’ın isyanının amacının, Harun Reşit’in kafasında kurguladığı gibi Abbasi devletini yıkmak olup olmadığı kesin olarak bilinmemektedir. Ancak, İbnü’l-Eftas’ın isyanı, Abbasi devletinin gücünü zayıflatmış ve İsmaililerin yükselişine katkı sağlamıştır.

 

100) Hişam b. İbrahim, Abbasi halifesi Harun Reşit’in veziri ve yakın arkadaşıydı. Hişam b. İbrahim, Harun Reşit’e karşı bir komploda yer aldığı gerekçesiyle takibata uğradı. Hişam b. İbrahim, bu takibatı kaldırmak için “Abbas’ın İmametinin Delilleri” başlıklı bir kitap yazdı. Bu kitapta, Abbasilerin halifelik hakkına sahip olduğunu ve Harun Reşit’in halifeliğin meşru hamisi olmadığını savundu. Hişam b. İbrahim’in bu kitabı, Harun Reşit’i etkiledi ve Hişam b. İbrahim’in takibatını kaldırdı.

 

O devirlerde kitap yazmanın, okumanın cezai işlemlerde etkisinin olması, bilginin ve eğitimin önemini göstermektedir. O dönemde, bilgi ve eğitim, insanlara haklarını savunma ve baskıya karşı çıkma imkanı veriyordu. Hişam b. İbrahim’in kitabı, Abbasilerin halifelik hakkına sahip olduğunu ve Harun Reşit’in halifeliğin meşru hamisi olmadığını savunarak, Abbasilerin haklarını savunmuş ve Harun Reşit’i baskıya karşı çıkmaya zorlamıştır.

 

Harun Reşit gibi bir katilin bu kitap üzerine Hişam b. İbrahim’in takibatını kaldırmasının sebebi, Hişam b. İbrahim’in kitabının, Abbasilerin halifelik hakkına sahip olduğunu ve Harun Reşit’in halifeliğin meşru hamisi olmadığını savunmuş olmasıdır. Harun Reşit, bu kitabın doğru olduğunu biliyordu ve bu kitabın, Abbasilerin halifelik hakkını güçlendireceğini biliyordu. Bu nedenle, Hişam b. İbrahim’in takibatını kaldırmayı tercih etti.

 

Takibat kaldırmak, bir suçu işleyen kişinin cezalandırılmasına engel olmak anlamına gelir. Hişam b. İbrahim, “Abbas’ın İmametinin Delilleri” kitabını yazarak, Harun Reşit’i baskıya karşı çıkmaya zorlamıştır. Harun Reşit, bu baskıya dayanamayarak, Hişam b. İbrahim’in takibatını kaldırmıştır.

101) Hişam b. İbrahim, Abbasi halifeliği döneminde yaşamış bir alimdir. Ehlibeyt’in hak iddialarını destekleyen görüşleri nedeniyle Abbasiler tarafından hapsedilmiş ve işkence görmüştür. Hişam b. İbrahim’e Ehlibeyt hakkında sorulan sorular şunlardır:

 

* Ehlibeyt’in meşru imamlar olduğuna dair kanıtlar nelerdir?

* Ehlibeyt’in imamet hakkı diğer Müslümanlardan üstün mü?

* Ehlibeyt’in halifelik hakkına sahip olduğuna dair deliller nelerdir?

* Ehlibeyt’in imamet hakkının reddedilmesi neden bir sapıklıktır?

 

Hişam b. İbrahim bu sorulara verdiği cevaplarda, Ehlibeyt’in meşru imamlar olduğuna dair ayet ve hadislerden deliller sunmuştur. Ayrıca Ehlibeyt’in imamet hakkının, diğer Müslümanlardan üstün olduğunu ve halifelik hakkına sahip olduğunu savunmuştur. Hişam b. İbrahim’in bu cevapları Abbasileri öfkelendirmiş ve onu daha fazla işkenceye maruz bırakmıştır. Nihayetinde Hişam b. İbrahim, işkenceye dayanamayarak ölmüştür.

 

102) Harun Reşit ile Musa-i Kazım, 179/795 yılında Bağdat’ta tanışmışlar. Harun Reşit, Musa-i Kazım’ın ilim ve hikmetinden etkilenmiş ve onu vezirliğine atamak istemiş. Ancak Musa-i Kazım, bu teklifi reddetmiş ve Harun Reşit’e, “Ben bir din adamıyım, devlet adamlığı benim işim değil” demiş. Harun Reşit, Musa-i Kazım’ın bu cevabından memnun olmamış ve onu hapsetmiş. Musa-i Kazım, hapiste 14 yıl kaldıktan sonra, 193/818 yılında vefat etmiş.

 

Harun Reşit ile Musa-i Kazım’ın tanışması, iki farklı dünya görüşünün çatışması olarak da yorumlanabilir. Harun Reşit, döneminin güçlü bir hükümdarıydı ve hem siyasi hem de dini alanda söz sahibiydi. Musa-i Kazım ise, bir din adamıydı ve İslam’ın doğru yorumunu temsil ettiğini iddia ediyordu. Bu iki farklı dünya görüşü, Harun Reşit ile Musa-i Kazım’ın tanışması ile birlikte çatışmaya girmiştir. Harun Reşit, Musa-i Kazım’ın gücünü ve etkisini tehlike olarak görmüş ve onu hapsetmiştir. Musa-i Kazım ise, Harun Reşit’in iktidarına boyun eğmemiş ve İslam’ın doğru yorumunu temsil etmeye devam etmiştir.

 

Harun Reşit ile Musa-i Kazım’ın tanışması, İslam tarihinin önemli bir dönüm noktasıdır. Bu tanışma, iki farklı dünya görüşünün çatışmasını ortaya çıkarmış ve İslam dünyasında uzun yıllar sürecek bir mücadelenin başlangıcı olmuştur.

 

103) Harun Reşit’in Medine’de bulunduğunda kendisine yalakalık yapan şehrin âyanına Mekke’den Medine’ye hicretteki kıdemlerine göre toplam 500.000 dinar bağışta bulunması, toplum içinde ve İslamiyet nezdinde farklı şekillerde yorumlanmıştır.

 

Bazı insanlar, Harun Reşit’in bu davranışını cömertlik ve İslamiyet’e olan bağlılığının bir göstergesi olarak görmüştür. Ancak bazıları da, Harun Reşit’in bu davranışını yalakalık yapanlara para dağıtarak onları satın alma girişimi olarak yorumlamıştır.

 

İslamiyet’e göre, yalakalık yapmak günahtır. Yalakalık yapanlar, Allah’ın rızasını kazanmak için değil, insanların sevgisini ve saygısını kazanmak için çaba harcarlar. İslamiyet, insanların Allah’ın rızasını kazanmak için çaba harcamalarını öğütler.

 

Harun Reşit’in Medine’de bulunduğunda kendisine yalakalık yapan şehrin âyanına Mekke’den Medine’ye hicretteki kıdemlerine göre toplam 500.000 dinar bağışta bulunması, İslamiyet’in yasakladığı yalakalık fiiline örnek teşkil etmektedir. Bu davranış, Harun Reşit’in İslamiyet’e olan bağlılığının bir göstergesi olarak görülemez.

 

104) Harun Reşid (786-809) döneminin meşhur hukukçularından Ebû Hanife’nin talebesi Muhammed eş-Şeybânî ile İmam Kazım’ın (745-799) hacıların güneşten gölgelenmek için eşya kullanmalarının cevazı konusunu tartıştıkları olay, İslam hukuk tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. Bu olay, kıyas metodunun İslam hukukunda kullanılmasını tartışmaya açmış ve kıyas metodunun sadece Kur’an ve sünnet ile sınırlı olduğunu savunan İmam Kazım’ın görüşünü güçlendirmiştir.

 

Kıyas metodu, İslam hukukunun temel kaynaklarından biri olan sünnet metinlerine dayanarak yeni hükümler çıkarmak için kullanılan bir yöntemdir. Sünnet metinleri, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) sözleri, davranışları ve onaylamalarıdır. Kıyas metoduna göre, bir konuda sünnet metni yoksa, benzer bir konudaki sünnet metni kullanılarak yeni bir hüküm çıkarılabilir.

 

İmam Kazım, kıyas metodunun sadece Kur’an ve sünnet ile sınırlı olduğunu savunmuştur. İmam Kazım’a göre, kıyas metodu, Kur’an ve sünnet metinlerine aykırı hükümler çıkarmak için kullanılamaz. İmam Kazım, kıyas metodunun sadece Kur’an ve sünnet metinlerine dayanarak yeni hükümler çıkarmak için kullanılabileceğini savunmuştur.

 

Kıyas metodunun sadece Kur’an ve sünnet ile sınırlı olduğunu savunan İmam Kazım’ın görüşü, İslam hukuk tarihinde önemli bir dönüm noktası olmuştur. İmam Kazım’ın görüşü, İslam hukukçuları arasında kıyas metodunun kullanımı konusunda tartışmalara yol açmıştır. Bu tartışmalar, günümüzde de devam etmektedir.

 

105) Öşür zekâtı, İslam’ın beş şartından biridir. Öşür zekâtı, tarım ürünlerinden, hayvanlardan ve ticaret mallarından verilir. Öşür zekâtı, fakirlere, muhtaçlara, yolda kalmışlara, köleleri azat etmeye, borçlulara, Allah yolunda cihat edenlere ve müminlere yardım etmek için verilir.

 

Harun Reşit, Abbasi Devleti’nin en güçlü hükümdarlarından biriydi. Harun Reşit, çok zengin biriydi ve çok fazla parası vardı. Harun Reşit, öşür zekâtına göz dikti çünkü çok fazla parası olmasına rağmen daha da fazla para kazanmak istiyordu. Harun Reşit, öşür zekâtına göz dikti çünkü öşür zekâtı, fakirlere, muhtaçlara ve diğer ihtiyaç sahiplerine yardım etmek için kullanılıyor. Harun Reşit, öşür zekâtını kendi kişisel zenginliğini arttırmak için kullanmak istiyordu.

 

Harun Reşit’in öşür zekâtına göz dikmesi, İslam’ın temel ilkelerine aykırıdır. İslam’a göre, öşür zekâtı, fakirlere, muhtaçlara ve diğer ihtiyaç sahiplerine yardım etmek için kullanılır. Harun Reşit, öşür zekâtını kendi kişisel zenginliğini arttırmak için kullanmak istedi ve bu, İslam’ın temel ilkelerine aykırıdır.

 

106) Humus, İslam’ın ilk dönemlerinde uygulanan bir vergi türüdür. Humus, savaş ganimeti ve ganimet mallarının beşte birine verilen isimdir. Humus, Allah’ın Ehlibeyt’e tahsis ettiği bir vergidir. Humus, Ehlibeyt’in mali ihtiyaçlarını karşılamak için kullanılır.

 

Humus, Kur’an’da şu ayetlerde geçmektedir:

 

* Enfal Suresi 41. Ayet: “Allah’ın ve Resulünün ganimet mallarında hak sahibi olduğunu bilin. Allah’tan korkun ve bilin ki Allah, hesabı çok çabuk görendir.”

* Tevbe Suresi 60. Ayet: “Allah’ın ve Resulünün ganimet mallarında hak sahibi olduğunu bilin. Ve ailenize, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, kalbini İslam’a çevirmeye çalışanlara ve köleleri azat etmek için verin. Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir.”

 

Humus, İslam’ın ilk dönemlerinde uygulanan bir vergi türüdür. Ancak, İslam’ın ilerleyen dönemlerinde humus vergisinin kaldırıldığına dair görüşler vardır.

 

107) Safvân b. Mihran, halife Hicaz’a geldiğinde develeri saltanat konvoyuna kiralarmış. Musa-i Kazım bunu duyunca kızıp eğer bir daha yaparsa cehenneme gideceğini söylemiş ve Safvân bir daha kiraya vermemiş. Harun Reşit Safvân’ın develeri kiraya vermediğini duyunca sinirlenmiş ve Musa-i Kazım’ın lafını dinlerse hapse atacağını söylemiş.

 

Musa-i Kazım, Safyân b. Mihran’ı bu konuda uyardığında neye dayanarak bunları yaptı?

 

Musa-i Kazım, Safyân b. Mihran’ı bu konuda uyardığında, İslam’ın yasakladığı harama bulaşmaktan kaçınması için uyardı. İslam’da, halifenin saltanat konvoyuna deve kiralamak haramdır. Çünkü bu, halifenin gücünü ve prestijini artırmaya yardımcı olur. Musa-i Kazım, Safyân b. Mihran’ı bu haramdan kaçınması için uyardı çünkü Safyân b. Mihran’ın bir Müslüman olduğunu ve İslam’ın yasaklarını yerine getirmesi gerektiğini biliyordu.

 

Harun Reşit’in bu deve kiralamasından meylettiği şey neydi?

 

Harun Reşit, bu deve kiralamasından meyilli çünkü bu, halifenin gücünü ve prestijini artırmaya yardımcı oluyordu. Harun Reşit, İslam’ın yasaklarını umursamadı çünkü o, İslam’ın yasalarını uygulamakla sorumlu olan bir halife değildi. Harun Reşit, sadece kendi gücünü ve prestijini artırmakla ilgileniyordu.

 

Musa-i Kazım ve Harun Reşit’in bu olaydaki tutumları, iki farklı dünya görüşünün çatışmasını göstermektedir. Musa-i Kazım, İslam’ın yasaklarına uyulması gerektiğini savunurken, Harun Reşit, kendi gücünü ve prestijini artırmayı daha önemli görüyordu. Bu olay, İslam tarihinin önemli bir dönüm noktasıdır çünkü bu olay, İslam’ın yasaklarına uyulması gerektiğine inanan Müslümanlar ile kendi güçlerini ve prestijlerini artırmayı daha önemli gören Müslümanlar arasındaki çatışmayı ortaya koymuştur.

 

108) Hassân eş-Şerevî, Abbâsî halifesi Harun Reşid’in veziri idi. 786 yılında halifelik tahtına çıkan Harun Reşid, Hassân eş-Şerevî’yi vezir tayin etti. Hassân eş-Şerevî, Irak’ta ve Horasan’da güçlü bir konuma sahipti. 791 yılında, Musa Kazım’ın babası İmam Cafer Sadık’ın halifelik iddiasıyla tutuklanması üzerine, Musa Kazım’ın da tutuklanmasını sağladı. Musa Kazım, 799 yılında hapiste öldü. Bazı tarihçiler, Musa Kazım’ın Hassân eş-Şerevî tarafından zehirlendiğini iddia etmektedir.

 

Hassân eş-Şerevî’nin, Musa Kazım’ı hapse atmasının ve muhtemelen zehirlemesinin birkaç nedeni vardır. Birincisi, Musa Kazım’ın babası İmam Cafer Sadık’ın halifelik iddiası, Harun Reşid’i rahatsız ediyordu. İkincisi, Musa Kazım, Irak’ta ve Horasan’da güçlü bir konuma sahipti ve Harun Reşid’in iktidarını tehdit ediyordu. Üçüncüsü, Hassân eş-Şerevî, Musa Kazım’ı hapse atarak, kendi konumunu güçlendirmek istedi.

 

109) Musa Kazım’ın bu evrede kaçmayı düşünmemesinin birkaç nedeni vardır. Birincisi, Musa Kazım, bir imam olarak, kaçmanın uygun olmadığını düşünüyordu. İkincisi, Musa Kazım, kaçmak için yeterince güçlü olmadığını biliyordu. Üçüncüsü, Musa Kazım, kaçtıktan sonra başına gelecekleri bilmiyordu.

 

Musa Kazım, bir imam olarak, kaçmanın uygun olmadığını düşünüyordu. İmamlar, Müslümanların lideri olarak kabul edilirler ve kaçmak, bir liderin yapması gereken bir şey olarak görülmez. İkincisi, Musa Kazım, kaçmak için yeterince güçlü olmadığını biliyordu. Musa Kazım, halifenin askerlerine karşı koyabilecek kadar güçlü değildi. Üçüncüsü, Musa Kazım, kaçtıktan sonra başına gelecekleri bilmiyordu. Musa Kazım, kaçtıktan sonra yakalanırsa, halife tarafından cezalandırılacağını biliyordu.

 

Bu nedenlerden dolayı, Musa Kazım, bu evrede kaçmayı düşünmedi.

 

110) Basralı bir Şiî olan Yâsin ez-Zeyyât el-Basrî, Musa Kazım’ın gözaltı boyunca imamdan ilmi olarak birçok şey kazandı. Bunlar arasında:

 

* Kur’an ve tefsiri

* Hadis ve fıkıh

* Mantık ve felsefe

* Astronomi ve matematik

* Tıp ve kimya

* Edebiyat ve şiir

 

Yâsin ez-Zeyyât el-Basrî, Musa Kazım’dan aldığı bu ilmi, daha sonra kendi öğrencilerine aktardı ve böylece Şiî geleneğinin gelişmesine önemli bir katkıda bulundu.

 

Yâsin ez-Zeyyât el-Basrî’nin Musa Kazım’dan aldığı ilmi, Şiî geleneğinde önemli bir yere sahiptir. Şiî Müslümanlar, Yâsin ez-Zeyyât el-Basrî’yi, Musa Kazım’ın en büyük öğrencisi olarak kabul ederler. Yâsin ez-Zeyyât el-Basrî’nin aktardığı ilmi, Şiî Müslümanların dini ve kültürel kimliğini şekillendirmede önemli bir rol oynamıştır.

 

111) Emevilerden Abbasilere halifelik 750 yılında geçti. Emeviler, 661 yılından itibaren İslam dünyasının halifeleri olarak hüküm sürmüşlerdi. Ancak, Emeviler, son dönemlerinde, baskıcı ve otoriter bir yönetim sergilemişlerdi. Bu durum, özellikle Arap olmayan Müslümanlar arasında hoşnutsuzluğa yol açmıştı.

 

Emevilere karşı muhalefet, Abbasîler tarafından organize edildi. Abbasîler, Muhammed Peygamber’in amcası Abbas’ın soyundan geldiklerini iddia ediyorlardı. Onlar, Emevilerin halifeliğini gayri meşru ilan ettiler ve kendi halifeliklerini ilan ettiler.

 

Abbasîlerin çağrısına, özellikle Arap olmayan Müslümanlar büyük ilgi gösterdiler. 750 yılında, Abbasîler, Emeviler’e karşı büyük bir savaş başlattılar. Bu savaş, Abbasîlerin zaferiyle sonuçlandı. Emeviler, bu savaşta yenildiler ve Abbasiler, İslam dünyasının yeni halifeleri oldular.

 

Abbasilerin halifeliği, Emevilerden daha demokratik bir yapıya sahipti. Abbasîler, Arap olmayan Müslümanlara daha fazla hak ve özgürlük tanıdılar. Onlar, bilim ve kültüre büyük önem verdiler. Abbasiler döneminde, İslam dünyasında büyük bir kültürel ve bilimsel gelişme yaşandı.

 

112) On iki masum imam, Şii İslam’da Muhammed’in soyundan gelen ve Allah’ın vahiylerini insanlara ileten kişilerdir. Abbasiler, 750 yılında Emeviler’i mağlup ederek İslam dünyasının yeni halifeleri oldular. Abbasiler, Muhammed’in soyundan geldiklerini iddia etseler de, Şii Müslümanlar tarafından halife olarak kabul edilmediler. Şii Müslümanlar, on iki masum imamın halife olduğunu ve Abbasilerin halifeliğini gayri meşru olduğunu düşünüyorlar.

 

On iki masum imam ile Abbasi devleti arasındaki akrabalık, Abbasî halifelerinin Muhammed’in amcası Abbas’ın soyundan geldiklerini iddia etmelerine dayanmaktadır. Ancak, Şii Müslümanlar, Abbasî halifelerinin Muhammed’in soyundan gelmediklerini ve halifeliğin on iki masum imama ait olduğunu düşünüyorlar.

 

113) Harun Reşit’in sorusuna verdiği cevapta Musa Kazım, Muhammed Peygamber’in babası Abdullah ile amcası Ebu Talib’in ana baba bir kardeş olduklarını, Abbasilerin atası Abbas’ın ise baba bir kardeş olduğunu söyler. Bu açıklamaya göre, Abdullah ve Ebu Talib, Abdülmuttalib’in aynı anne ve babadan olan çocuklarıdır. Abbas ise Abdülmuttalib’in başka bir kadından olan çocuğudur. Bu nedenle, Abdullah ve Ebu Talib, Abbas’tan daha yakın akrabalardır.

 

Bu akrabalık düzeni şöyledir:

 

* Abdülmuttalib

    * Abdullah

        * Muhammed Peygamber

    * Ebu Talib

        * Ali

        * Cafer Sadık

        * Musa Kazım

 

Bu nedenle, Musa Kazım, Harun Reşit’e, Muhammed Peygamber’in soyundan gelen Abbasilerden daha yakın akraba olduğunu söyler.

 

114) Ehlibeyt’e en çok düşman olan grup, çıkarları uğruna dost görünüp arkasından iş çevirenlerdir. Bu kişiler, Ehlibeyt’in dini ve siyasi liderliğini kabul etmezler. Onlar, Ehlibeyt’in haklarını gasp etmek ve onlara zarar vermek için her türlü yolu kullanırlar.

 

Emeviler ve Abbasiler de Ehlibeyt’e düşmanlık etmişlerdir. Ancak, çıkarları uğruna dost görünüp arkasından iş çevirenler, Ehlibeyt’e daha fazla zarar vermişlerdir. Bu kişiler, Ehlibeyt’in dini ve siyasi liderliğini kabul etmedikleri için, onları daha kolay kontrol edebilmişlerdir.

 

Ehlibeyt’e düşmanlık edenler, her zaman olmuştur ve olacaktır. Ancak, Ehlibeyt’in önderleri, her zaman bu düşmanlığa karşı mücadele etmişlerdir. Onlar, Ehlibeyt’in hak ve hukukunu savunmak için her türlü fedakarlığı yapmışlardır.

 

Ehlibeyt, İslam dünyasının en önemli ailelerinden biridir. Onlar, Muhammed Peygamber’in soyundan gelenlerdir ve İslam’ın en önemli liderleridir. Ehlibeyt’e düşmanlık edenler, İslam’a ve Muhammed Peygamber’e düşmanlık etmektedirler.

 

115) Harun Reşit’in bu sorusuna cevap vermek için öncelikle İslâm miras hukukunun temel prensiplerini hatırlamak gerekir. Buna göre, bir kişinin mirası, yasal mirasçıları arasında eşit olarak paylaştırılır. Yasal mirasçılar, kişinin altsoyu, ana babası, eşi ve kardeşleridir. Amca ve teyzeler ise yasal mirasçı değildirler.

 

Ebû Tâlib, Hz. Muhammed’in amcasıdır ve ondan önce ölmüştür. Abbas ise Ebû Tâlib’in kardeşidir ve Hz. Muhammed’den sonra ölmüştür. Dolayısıyla Abbas, Hz. Muhammed’in yasal mirasçısıdır. Ali ise Hz. Muhammed’in yeğenidir ve yasal mirasçı değildir.

 

Ancak Ali, Hz. Muhammed’in hem amcasının oğlu hem de damadıdır. Bu nedenle, Hz. Muhammed’in ona özel bir miras bırakmış olması mümkündür. Nitekim Hz. Muhammed, ölmeden önce Ali’yi kendi yerine halife tayin etmiştir. Bu durum, Ali’nin Hz. Muhammed’in özel bir mirasçısı olduğunu göstermektedir.

 

Harun Reşit’in sorusu, Ali’nin Hz. Muhammed’in özel bir mirasçısı olup olmadığının tartışılmasına neden olmuştur. Bazı alimler, Ali’nin Hz. Muhammed’in özel bir mirasçısı olmadığını, onun sadece yasal mirasçıların arasında yer aldığını savunmuşlardır. Diğer alimler ise, Ali’nin Hz. Muhammed’in özel bir mirasçısı olduğunu, onun yasal mirasçılardan daha fazla bir hak sahibi olduğunu savunmuşlardır.

 

Bu tartışmanın bugüne kadar kesin bir şekilde çözüme kavuşturulamadığı söylenebilir. Ancak, Ali’nin Hz. Muhammed’in özel bir mirasçısı olduğu görüşü, daha yaygın olan görüştür.

 

116) Abdullah b. Mâlik el-Huza’î, Abbasilerin Bağdat emniyeti amiridir. Ehlibeyt ve Abbasiler, onun hakkında farklı görüşlere sahiptir.

 

Ehlibeyt, onun Abbasilerin hizmetinde olduğunu ve Ehlibeyt’e karşı zulüm yaptığını düşünmektedir. Abbasiler ise onu, Ehlibeyt’e karşı güvenilir bir kişi olarak görmektedir.

 

Abdullah b. Mâlik el-Huza’î, Abbasilerin Bağdat emniyeti amiri olarak görev yapmıştır. Bu görev sırasında, Ehlibeyt’e karşı zulüm yapmıştır. Örneğin, Ali b. Hüseyin’in (Hz. Hüseyin’in torunu) öldürülmesi emrini vermiştir. Bu olay, Ehlibeyt’in Abdullah b. Mâlik el-Huza’î’ye karşı nefret duymasına neden olmuştur.

 

Abdullah b. Mâlik el-Huza’î, Abbasilerin hizmetinde olduğu için, Abbasiler tarafından güvenilir bir kişi olarak görülmüştür. Abbasiler, onun Ehlibeyt’e karşı zulüm yapacağını düşünmüşlerdir. Ancak, Abdullah b. Mâlik el-Huza’î, Ehlibeyt’e karşı zulüm yaptığı için, Abbasilerin güvenini de kaybetmiştir.

 

Abdullah b. Mâlik el-Huza’î, Abbasilerin Bağdat emniyeti amiri olarak görev yaptığı dönemde, Ehlibeyt’e karşı zulüm yapmıştır. Bu zulüm, Ehlibeyt’in Abdullah b. Mâlik el-Huza’î’ye karşı nefret duymasına neden olmuştur. Abbasiler ise, Abdullah b. Mâlik el-Huza’î’ye güvenmişlerdir. Ancak, Abdullah b. Mâlik el-Huza’î, Ehlibeyt’e karşı zulüm yaptığı için, Abbasilerin güvenini de kaybetmiştir.

 

117) Ehlibeyt tarihindeki en etkili masum imam, Şii Müslümanlar tarafından dördüncü imam olarak kabul edilen İmam Ali ibn Hüseyin’dir. İmam Ali ibn Hüseyin, 626 yılında Medine’de doğmuştur. Annesi Fatimah al-Zahra, Hz. Muhammed’in kızıdır. İmam Ali ibn Hüseyin, küçük yaşta babasını kaybetmiştir. Babasının ölümünden sonra, amcası İmam Hasan ibn Ali’nin halifeliğini desteklemiştir. İmam Hasan ibn Ali’nin ölümünden sonra, 661 yılında kendisi halife olmuştur. İmam Ali ibn Hüseyin’in halifeliği, kısa sürmüştür. 680 yılında, Kerbela’da Abbasi ordusu tarafından şehit edilmiştir.

 

İmam Ali ibn Hüseyin, Ehlibeyt’in en cesur ve en fedakar imamlarından biridir. Kerbela’da şehit olmadan önce, düşman ordusuna karşı büyük bir direniş göstermiştir. İmam Ali ibn Hüseyin’in şehitliği, İslam tarihinin en önemli dönüm noktalarından biridir. Bu olay, Şii Müslümanlar için büyük bir trajedi olmuştur.

 

İmam Ali ibn Hüseyin’in yaşadıkları, Şii Müslümanların en önemli kaynaklarından olan tarih kitaplarında yer almaktadır. Bu kaynaklar arasında en önemlileri, Şeyh Müfid’in el-Ershad, İbn Athir’in el-Kâmil fi’t-Tarih ve Şeyh Tusi’nin el-İsabah fi Emam al-Eimmeh’dir.

 

İmam Ali ibn Hüseyin’in yaşadıkları, Şii Müslümanlar için büyük bir ilham kaynağıdır. İmam Ali ibn Hüseyin’in cesareti, fedakarlığı ve İslam’a olan bağlılığı, Şii Müslümanlar için örnek teşkil etmektedir.

 

118) Fadl el-Bernekî, Harun Reşit’in veziri ve en yakın danışmanıydı. Çok zeki ve yetenekli bir adamdı ve Harun Reşit’in saltanatı boyunca büyük bir güce sahipti.

 

Fadl el-Bernekî, tutuklama konularında tarihte ön plana çıkmak istedi çünkü bu, Harun Reşit’in güvenini kazanmanın ve onun gözünde yükselmenin bir yolu olarak gördü. Tutuklamalar, bir devlet başkanının sahip olabileceği en güçlü araçlardan biridir ve Fadl el-Bernekî, bu gücü Harun Reşit’in politik çıkarlarını korumak için kullanmak istedi.

 

Fadl el-Bernekî, Harun Reşit nezdinde büyük öneme sahipti. Harun Reşit, onun zekasına ve yeteneklerine güveniyordu ve onu en yakın danışmanı olarak görüyordu. Fadl el-Bernekî, Harun Reşit’in saltanatı boyunca birçok önemli kararda rol oynadı ve onun en güvenilir adamlarından biri oldu.

 

Fadl el-Bernekî, Harun Reşit’in ölümünden sonra iktidardan düştü ve sürgüne gönderildi. Ancak, Harun Reşit’in saltanatı boyunca oynadığı rol, onu tarihte önemli bir figür haline getirdi.

119) Matbak, Bağdat’ın eski şehrinde bulunan bir hapishanedir. Abbasiler döneminde inşa edilmiş ve uzun yıllar boyunca kullanılmıştır. Matbak, İslamiyet ve Ehlibeyt tarihinde önemli bir yere sahiptir. Abbasiler, Matbak’ı muhaliflerini hapsetmek ve işkence etmek için kullanmışlardır. Matbak’ta tutuklu kalan ve işkence görenler arasında İmam Zeynel Abidin, İmam Muhammed Bakır ve İmam Cafer Sadık gibi önemli şahsiyetler de bulunmaktadır. Matbak, İslam tarihinde zulüm ve baskının sembolü haline gelmiştir.

 

Matbak’ın tarihte ki yeri ve önemi şöyledir:

 

* Abbasiler, Matbak’ı muhaliflerini hapsetmek ve işkence etmek için kullanmışlardır.

* Matbak’ta tutuklu kalan ve işkence görenler arasında İmam Zeynel Abidin, İmam Muhammed Bakır ve İmam Cafer Sadık gibi önemli şahsiyetler de bulunmaktadır.

* Matbak, İslam tarihinde zulüm ve baskının sembolü haline gelmiştir.

 

Matbak’ın tarihte ne gibi yer edindiği şöyledir:

 

* Matbak, Abbasilerin zulüm ve baskısının sembolü haline gelmiştir.

* Matbak, İslam tarihinde muhaliflerin hapsedildiği ve işkence gördüğü bir yer olarak bilinmektedir.

* Matbak, İslam tarihinde zulüm ve baskının karşılanması için mücadele edenlerin mücadelesinin sembolü haline gelmiştir.

 

120) Harun Reşit’in İmam Musa-i Kazım’ı hapsetmesi ve öldürtmesi, İslam tarihinde önemli bir olaydır. Bu olay, Harun Reşit’in psikolojisi hakkında bazı ipuçları vermektedir.

 

Harun Reşit, iktidarı kaybetmekten korkuyordu. İmam Musa-i Kazım, Harun Reşit’in en büyük rakibiydi. İmam Musa-i Kazım, Harun Reşit’ten daha popülerdi ve daha fazla taraftarı vardı. Harun Reşit, İmam Musa-i Kazım’ı öldürterek, iktidarını korumak istedi.

 

Harun Reşit, paranoid bir kişilik bozukluğu da yaşıyor olabilir. Paranoid kişilik bozukluğu, sürekli olarak takip edildiğini, tehlikede olduğunu ve başkalarının kendisine zarar vereceğini düşünmek ile karakterize edilen bir psikolojik bozukluktur. Harun Reşit, İmam Musa-i Kazım’ın kendisine zarar vereceğini düşünmüş olabilir.

 

Harun Reşit günümüzde yaşasaydı ve yine böyle davransaydı, psikoloji ve psikiyatri tarafından paranoid kişilik bozukluğu olarak yorumlanırdı. Paranoid kişilik bozukluğu, tedavi edilebilir bir psikolojik bozukluktur. Tedavi ile, paranoid kişilik bozukluğu olan kişiler, daha sağlıklı ilişkiler kurabilir ve daha üretken bir yaşam sürebilirler.

 

121) Ali b. Süveyd es-Sâî, 8. Yüzyılda yaşamış bir İslam âlimidir. Irak’ın Kûfe şehrinde doğmuştur. Ali b. Süveyd es-Sâî, İmam Musa-i Kazım’ın mürididir. İmam Musa-i Kazım’a çok sayıda dini ve hukuki soru sormuş ve İmam Musa-i Kazım’dan cevaplar almıştır. Ali b. Süveyd es-Sâî’nin sorduğu sorular ve İmam Musa-i Kazım’ın cevapları, “Ali b. Süveyd es-Sâî’nin Soruları ve İmam Musa-i Kazım’ın Cevapları” adlı kitapta yer almaktadır.

 

Ali b. Süveyd es-Sâî’nin İmam Musa-i Kazım’a sorduğu sorular, İslam’ın farklı konuları hakkındadır. Bu sorular, fıkıh, tefsir, hadis, kelam ve tasavvuf gibi konuları kapsamaktadır. Ali b. Süveyd es-Sâî’nin sorduğu sorular, İmam Musa-i Kazım’ın İslam’ın farklı konularında derin bir bilgi sahibi olduğunu göstermektedir.

 

İmam Musa-i Kazım, Ali b. Süveyd es-Sâî’nin sorularına özenle ve ayrıntılı bir şekilde cevap vermiştir. İmam Musa-i Kazım’ın cevapları, Ali b. Süveyd es-Sâî’nin sorularına açıklık getirmektedir. İmam Musa-i Kazım’ın cevapları, İslam’ın farklı konularında bilgi edinmek isteyenler için önemli bir kaynaktır.

 

122) Abbasi devleti, 750 yılında Emevi devletini yıkarak kurulmuştur. Abbasiler, İslam’ın ilk halifeleri olan Ehl-i Beyt’ten olduklarını iddia etmişlerdir. Ancak, Ehl-i Beyt’in çoğu Abbasiler tarafından öldürülmüştür. Bu durum, Ehl-i Beyt’in taraftarları arasında büyük bir öfke yaratmıştır.

 

On iki masum imam, Ehl-i Beyt’in soyundan gelen ve İslam’ın gerçek halifeleri olarak kabul edilen kişilerdir. On iki imam, Abbasiler tarafından sürekli olarak baskı altına alınmıştır. Ancak, on iki imam, İslam’ı yaymak ve halkı eğitmek için çalışmalarını sürdürmüşlerdir.

 

Abbasi vezirleri ve askerleri, on iki imamdan ders almanın ve çocuklarına ders verdirmenin derdine düşmüşlerdir. Bunun nedeni, on iki imamların İslam’ın gerçek halifeleri olarak kabul edilmeleri ve İslam’ın doğru bir şekilde öğretilmesinde önemli bir rol oynamalarıdır.

 

Abbasi vezirleri ve askerleri, Abbasi devletinden tepki göreceklerini bile bile on iki imamdan ders almışlardır. Bunun nedeni, on iki imamların İslam’ın doğru bir şekilde öğretilmesinden daha önemli bir şey olmadığını düşünmeleridir.

 

On iki imam, Abbasi devletinden tepki göreceklerini bile bile haktan yana olmuşlardır. Bunun nedeni, İslam’ın doğru bir şekilde öğretilmesinin İslam’ın geleceği için önemli olduğunu düşünmeleridir.

 

123) Harun Reşit, Abbasi halifeliği döneminde hüküm sürmüş bir halifedir. Harun Reşit, dönemindeki en güçlü halifelerden biriydi ve İslam dünyasında büyük bir prestije sahipti. Ancak, Harun Reşit aynı zamanda otoriter ve baskıcı bir halifeydi. Harun Reşit, iktidarını kaybetmekten korkuyordu ve bu nedenle muhaliflerini şiddetle bastırdı.

 

Harun Reşit’in İmam Musa-i Kazım’a hürmet gösteren vezirlerinin, askerlerinin onurlarını ayaklar altına aldırmak için toplum içinde lanet okutturması, Harun Reşit’in iktidarını korumak için her şeyi yapmaya hazır olduğunu göstermektedir. Harun Reşit, İmam Musa-i Kazım’ı kendinden bir tehdit olarak görüyordu ve İmam Musa-i Kazım’ın taraftarlarını sindirmek için her türlü yolu kullandı.

 

Harun Reşit’in dönemindeki toplumun psikolojisi de baskı ve korku hakimdi. Harun Reşit’in baskıcı yönetimi nedeniyle, insanlar özgürce fikirlerini söyleyemiyor ve iktidara karşı çıkamıyorlardı. İnsanlar, Harun Reşit’in huzursuz bir ruh halini yaşıyorlardı ve her an bir zulümden korkuyorlardı.

 

Harun Reşit’in ve döneminin psikolojisi, İslam dünyasının o dönemde yaşadığı siyasi ve sosyal kargaşanın bir yansımasıdır. Harun Reşit’in baskıcı yönetimi, İslam dünyasında büyük bir huzursuzluk yaratmış ve bu huzursuzluk, İslam dünyasının ilerlemesini engellemiştir.

 

124) Musa-i Kazım’ın öldürülmesi konusunda hüküm vermekten kaçan Sünni kaynaklar arasında şunlar yer almaktadır:

 

* Tarih-i Taberî

* el-Kâmil fi’t-Tarih

* Tarih-i Dımeşq

* Târîḫu’l-İslâm

* el-Eşrefî

 

Bunları kayda alan Sünni âlimler arasında şunlar yer almaktadır:

 

* Taberî

* İbn Asakir

* İbn Haldun

* İbn Hazm

* İbn Taymiye

 

Bunlar gibi birçok Sünni âlim, Musa-i Kazım’ın öldürülmesi konusunda hüküm vermekten kaçınmıştır. Bunun sebebi, bu olayın siyasi bir olay olması ve Sünnilerin siyasi konularda taraf tutmak istememeleridir. Ayrıca, bu olayın Ehl-i Beyt’e karşı bir zulüm olması ve Sünnilerin Ehl-i Beyt’e karşı saygılı davranmak istemeleri de bir başka sebeptir.

 

125) Sindî b. Şâhik, Musa-i Kazım’ın öldürülmesinde şüpheli olan kişidir. Bunun için bazı deliller vardır. Birincisi, Sindî b. Şâhik, Abbasi halifesi Harun Reşid’in hizmetinde bir casustur. İkincisi, Sindî b. Şâhik, Musa-i Kazım’ın öldürülmesinden önce onunla görüşmüştür. Üçüncüsü, Sindî b. Şâhik, Musa-i Kazım’ın öldürülmesinden sonra ortadan kaybolmuştur.

 

Ancak, Sindî b. Şâhik’in Musa-i Kazım’ı öldürdüğü konusunda kesin bir kanıt yoktur. Bazı tarihçiler, Sindî b. Şâhik’in Musa-i Kazım’ı öldürdüğü konusunda şüphelidirler. Onlara göre, Sindî b. Şâhik, sadece bir casustur ve Musa-i Kazım’ın öldürülmesinden haberi yoktur.

 

Musa-i Kazım’ın öldürülmesi, İslam tarihinde önemli bir olaydır. Bu olay, Şii Müslümanlar arasında büyük bir öfke ve tepkiye neden olmuştur. Şii Müslümanlar, Musa-i Kazım’ın Abbasi halifeleri tarafından öldürüldüğünü ve onun şehit olduğunu düşünürler. Musa-i Kazım’ın öldürülmesi, Şii İslam’ın gelişiminde önemli bir rol oynamıştır.

 

126) Musa-i Kazım’ın ölüm nedeni kesin olarak bilinmemektedir. Ancak, yaygın olarak kabul edilen görüş, onun Abbasi halifeleri tarafından zehirlenerek öldürüldüğüdür. Musa-i Kazım, Abbasi halifeleri tarafından tehdit olarak görülüyordu. Çünkü, ona büyük bir saygı duyuluyordu ve onun halife olmasından korkuluyordu. Musa-i Kazım, 799 yılında Bağdat’ta öldü. Ölümü, Şii Müslümanlar arasında büyük bir öfke ve tepkiye neden oldu.

 

127) Musa-i Kazım’ın başına gelecek şeylerden haberdar olup olmadığı bilinmemektedir. Ancak, onun Abbasi halifeleri tarafından tehdit olarak görüldüğü ve onu öldürmek istedikleri bilinmektedir. Musa-i Kazım, bu tehditlerden haberdar olsa bile, kurtulmak için bir şey yapmamış olabilir. Bunun nedeni, onun bir Müslüman imam olması ve şiddete başvurmak istememesi olabilir. Ayrıca, onun ölümünden sonra Şii Müslümanların onu takip edeceğini ve onun ölümünün İslam’ın ilerlemesine katkıda bulunacağını düşünmüş olabilir.

 

Musa-i Kazım’ın ölümünün Şii Müslümanlar için büyük bir darbe olduğu bilinmektedir. Onun ölümünden sonra Şii Müslümanlar arasında büyük bir öfke ve tepkiye neden olmuştur. Musa-i Kazım’ın ölümünün, Şii İslam’ın gelişiminde önemli bir rol oynadığı bilinmektedir.

 

128) Evet, on iki masum imama taraftar olan Şia toplum içinde Ehlibeyt’e zıt olarak yoldan sapanlar, Ehlibeyt’in öğretilerini çıkarlar doğrultusunda terkedenler olmuştur. Bu kişiler, genellikle siyasi veya ekonomik çıkarlar doğrultusunda Şia inancından ayrılmışlardır. Bazıları, siyasi iktidarı elde etmek için Şia inancını kullanmışlardır. Diğerleri, ekonomik çıkarlar elde etmek için Şia inancını kullanmışlardır.

 

Ehl-i Beyt’in öğretilerini çıkarlar doğrultusunda terkedenler, Şia inancına büyük zarar vermişlerdir. Bu kişiler, Şia inancının temel ilkelerini zedelemişlerdir. Ayrıca, Şia inancının toplumdaki saygınlığını düşürmüşlerdir.

 

Ehl-i Beyt’in öğretilerini çıkarlar doğrultusunda terkedenleri engellemek için, Şia Müslümanların dikkatli olmaları gerekir. Şia Müslümanlar, Ehlibeyt’in öğretilerini iyi anlamalıdırlar. Ayrıca, Ehlibeyt’in öğretilerine uygun bir şekilde yaşamaya çalışmalıdırlar.

 

129) Harun Reşit, 9. Yüzyılda yaşamış bir Abbasi halifesidir. Dini görüşleri çoğunlukla Sünni İslam’a dayanmaktadır. Harun Reşit, İslam’ın yayılması ve güçlenmesi için çeşitli projelere destek vermiş ve özellikle Medine’deki Kubbetu’s-Sahra’nın yapımını finanse etmiştir.

 

Siyasi olarak, Harun Reşit, Abbasi İmparatorluğu’nun en güçlü dönemlerinden birinde hüküm sürmüştür. Onun döneminde imparatorluk genişlemiş, yönetim merkezi Bağdat’ta büyük bir kültürel, bilimsel ve sanatsal gelişme yaşanmıştır. Harun Reşit, bilgelerin, şairlerin ve sanatçıların koruyucusu olarak ün kazanmıştır.

 

Kültürel olarak, Harun Reşit, İslam kültürünün gelişmesine büyük önem vermiştir. Özellikle bilim, felsefe, matematik ve tıp alanlarında birçok önemli eserin yazılmasına destek olmuştur. Abbasiler döneminde Arapça edebiyatı ve kültürü zirveye ulaşmıştır.

 

Harun Reşit gibi tarihi figürler, dönemlerinin siyasi, dini, kültürel ve sosyal bağlamlarında analiz edilir. Onun dönemi, yönetim tarzı, desteklediği projeler ve etkileri üzerine çalışmalar yapılır. Ayrıca, o dönemde yaşanan olaylar, toplumsal ve siyasi dinamikler de göz önüne alınarak değerlendirilir.

 

130) Musa-i Kazım’ın zehirle ölümüne dair rivayetler farklı kaynaklarda yer alıyor olsa da bu konuyla ilgili kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Rivayetlerde bahsedilen yara veya boğulma izi olmaması, ölüm şekliyle ilgili farklı spekülasyonlara yol açmaktadır.

 

Günümüzde böyle bir zehir yapmak istense, tamamen hipotetik olarak konuşacak olursak, bir kişinin öldürülmesine hiçbir iz bırakmadan yol açacak birçok zehirli madde bulunmaktadır. Bazı örnekler şunlar olabilir:

 

1.      Nörotoksik Zehirler: Ölümcül dozlarda kullanılan bazı nörotoksik maddeler, sinir sisteminin normal işleyişini bozar ve ölüme neden olabilir. Bu tür zehirlerin etkileri, genellikle iz bırakmadan gerçekleşir.

 

2.      Organik Zehirler: Bazı bitki ve mantar türleri insanlara zararlı olan doğal organik zehirler içerebilir. Bu zehirler doğada bulunabilir ve iz bırakmaksızın ölümcül etkilere sahip olabilir.

 

 

3.      Kimyasal Zehirler: Kimyasal madde üretimi ve geliştirme açısından ilerlemeler yaşandığından, iz bırakmayan ölümcül etkilere sahip olabilen bazı özel kimyasal zehirler geliştirilebilir.

 

Ancak, bu tür zehirlerin kullanımı yasa dışıdır ve ahlaki olarak kabul edilemez. Zehir kullanmak veya zarar vermek, toplumda ciddi sonuçlara yol açar ve yasalar tarafından ciddi şekilde cezalandırılır. Bu nedenle, böyle bir zehirin yapımı veya kullanımıyla ilgili herhangi bir öneride bulunmak, etik olmayacaktır.

 

131) Ehlibeyt ve Abbasi devleti döneminde mektuplaşmalarda mektupların kurcalanıp çarpıtılması tarihte gerçekleşen bir durumdur. Ancak, tam olarak hangi mektupların çarpıtıldığını veya kimlerin bu şekilde eylemlerde bulunduğunu belirlemek zor olabilir. Bu dönemdeki mektuplaşmaların çoğu el yazması olarak veya ailesel arşivlerde korunarak günümüze ulaşmıştır. Bazı mektupların kopyaları da başka tarihçiler veya bilginler tarafından kullanılmış olabilir.

 

Ehlibeyt ve Abbasi dönemlerindeki kayıtların çoğu resmi belgeler, kronikler, ansiklopediler ve edebî eserler şeklindedir. Bu kaynaklar, mektupların içeriklerine dayanarak tarihçilere bilgi sağlamış olabilir. Ancak, bu kaynakları kullanarak çarpıtma veya değiştirme yapılıp yapılmadığını kesin bir şekilde saptamak zor olabilir.

 

Tarihçiler, belgeleri, kaynakları ve arşivleri araştırarak bu tür durumları inceleyebilir. Bazı durumlarda, mektupların içeriği doğrudan değiştirilmediyse bile yorumlamalarda çarpıtmalar olabilir. Bu nedenle, tarihçilerin dikkatli bir şekilde kaynak analizi yapması ve çeşitli kaynakları karşılaştırması önemlidir.

 

Sonuç olarak, Ehlibeyt ve Abbasi devleti döneminde mektuplaşmaların çarpıtılması veya çeşitli şekillerde değiştirilmesi mümkündür. Ancak, tam olarak ne kadar yaygın olduğunu ve kimlerin bu çarpıtmaları gerçekleştirdiğini belirlemek zor olabilir. Tarihçiler bu konuda daha fazla araştırma yaparak gerekli kanıtları ortaya koymaya çalışmaktadırlar.

 

132) İslam dini, bir kişinin ölümünden sonra bedenin temizlenmesi ve yıkanması işlemini öngörür. Bu işlem, cenaze yıkama veya gusül olarak adlandırılır. Ancak, ölümün masum bir imam tarafından gerçekleştirilmesi durumunda uygulamada bazı farklılıklar olabilir.

 

Ölen masum bir imamın bedeninin yıkanması konusunda farklı mezhepler arasında görüş ayrılıkları olabilir. Şii İslam geleneğine göre, masum imamın bedeni, yalnızca başka bir masum imam veya onun yetkilendirdiği kişiler tarafından yıkanabilir. Bu geleneğe göre, masum imamın bedeninin temizlenmesi, onun kutsal statüsüne ve özel bir yetki gerektiren bir iş olduğuna inanılır.

 

Diğer yandan, Sünni İslam geleneğine göre, bir imamın veya dini liderin masumluğu konusunda özel bir kural veya kısıtlama yoktur. Bu nedenle, Sünni İslam’da ölen bir masum imamın bedeni, herhangi bir Müslüman tarafından yıkanabilir.

 

Özetlemek gerekirse, Şii İslam geleneğine göre, ölen bir masum imamın bedeninin yıkanması sadece başka bir masum imam veya onun yetkilendirdiği kişiler tarafından uygun görülürken, Sünni İslam geleneğinde herhangi bir Müslüman bu görevi yerine getirebilir. Bu konuda mezhepler arasında farklılıklar olmasına rağmen, her iki gelenekte de ölüm sonrası bedenin temizlenmesi ve gusül işlemi önemli bir dini ritüeldir.

 

133) Musa-i Kazım’ı Meşraatü’l-Kasb’da kefenleyen kişi İmam Cafer-i Sadık’tır. Meşraatü’l-Kasb, İmam Cafer-i Sadık’ın evinin bahçesine verilen bir isimdir ve burada ölülerin kefenlenmesi için özel bir mekan bulunur. İmam Cafer-i Sadık, İslam İmamları’nın altıncısı olarak kabul edilir ve ölümü sonrasında Musa-i Kazım’ı bu mekanda kefenlediği bilinmektedir. İslam tarihinde Musa-i Kazım, İmam Cafer-i Sadık’ın babası İmam Musa-i Kazım olarak da bilinir ve Şii İslam geleneğinde önemli bir figürdür.

 

134) Kureyş Kabristanı veya Şûnîzî Kabristanı, İslam tarihinde önemli bir mezarlık olarak kabul edilmektedir. Bu kabristan, İslam peygamberi Hz. Muhammed’in akrabalarının ve bazı Sahabe-i Kiram’ın (Hz. Ebu Talib, Hz. Hamza, Hz. Abbas vb.) mezarlarının bulunduğu yerdir. Bu sebeple, İslam’ın erken dönemlerinde büyük bir öneme sahip olmuştur.

 

Kureyş Kabristanı, Mekke şehrinde, Mescid-i Haram’a yakın bir konumda yer almaktadır. İslam tarihinde bu mezarlık, Hz. Muhammed’in ailesi ve yakınlarının gömüldüğü bir yer olmasıyla birlikte, İslam’ın doğuşu ve yayılmasına tanıklık etmesi açısından da önemlidir.

 

Hz. Muhammed’in amcası Hz. Hamza, kabilesinin lideri Hz. Ebu Talib ve diğer akrabaları bu kabristanda defnedilmiştir. Bu Sahabe-i Kiram’ın mezarları, İslam tarihinde büyük saygı ve öneme sahiptir. Ayrıca, peygamberin kızı Hz. Fatıma ve eşi Hz. Ali’nin mezarlarının da bu kabristanın içinde olduğu söylenir.

 

Kureyş Kabristanı, Müslümanlar için önemli bir ziyaret yeri olmuştur ve hala birçok Müslüman, bu mezarları ziyaret etmek ve dua etmek için Mekke’ye gider. Bu kabristan, İslam’ın tarihsel ve dini mirasının bir parçası olması nedeniyle, İslam kültürü ve coğrafyasında önemli bir yere sahiptir.

 

135) Musa-i Kazım’ın neden nikahlı eşi olmadığına dair kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Bazı kaynaklara göre, Musa-ı Kazım’ın dönemin siyasi olayları ve hapis hayatı nedeniyle evlilik yapma fırsatı olmadığı belirtilmektedir. Ancak bu konuda farklı görüşler de bulunmaktadır ve tam bir açıklama sunmak mümkün değildir.

 

Ehlibeyt’in cariyelerden çocuk dünyaya getirilmesi konusundaki görüşleri ise farklı yorumlara dayanmaktadır. Ehlibeyt inancında, cariyelerle evlenme konusu genellikle mesajlarıyla ilgili sınırlamalar ile ele alınır. İmam Ali ve diğer Ehlibeyt mensupları, İslam’ın ideal evlilik ilişkisinin bir kadın ile erkek arasında eşitlik ve karşılıklı sevgi temelinde kurulması olduğunu savunurlar. Ancak bazı rivayetlerde, Ehlibeyt mensuplarının cariyelerle evliliği desteklediği veya bunun doğal olduğunu belirtildiği görülebilir.

 

Ancak, genel olarak İslam’ın cariyelerle ilgili tutumu, cariyelerin kölelik döneminin bir ürünü olduğu göz önüne alındığında değişkendir. Modern İslam toplumlarında kölelik uygulaması ortadan kalkmış ve köleliğe dayalı evlilikler kabul edilemez hale gelmiştir. İslam, eşitlik, sevgi ve adil bir evlilik ilişkisini teşvik etmektedir. Dolayısıyla, Ehlibeyt’in cariyelerle evlilik konusundaki görüşleri de genel İslam prensipleriyle uyumlu olarak bu değerlendirmelere dayandırılabilir. Ancak detaylı ve kesin bir yanıt için daha kapsamlı araştırmalar ve uzman görüşleri incelenmelidir.

 

136) On iki Masum İmam’ın evliliklerine dair kaynaklarda bulunan bilgiler sınırlıdır ve tam bir liste mevcut değildir. Ancak, bazı İmamlar’ın evlilikleri hakkında bazı bilgiler bulunmaktadır. Evlilikler genellikle Hz. Ali’nin ve İmam Hasan’ın mensup olduğu Ehlibeyt soyundan olan ailelerle gerçekleştiği bilinmektedir.

 

Evliliklerin nasıl düzenlendiği konusunda net bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak, Ehlibeyt’in toplumda saygın ailelerin kızlarıyla evlilik yapmaya önem verdiği ve bu şekilde soyunun devamını sağlamaya çalıştığı ifade edilmektedir. Ayrıca, İmamlar’ın evliliklerinde ahlaki değerlerin, dindarlık ve İslam prensiplerine bağlılık gibi faktörlerin de etkili olduğu düşünülmektedir.

 

Özellikle İmam Hasan ve İmam Hüseyin’in evliliklerine dair daha fazla bilgiye sahibiz. İmam Hasan’ın, Hz. Peygamber’in torunu ve Ali’nin oğlu olan Zeynep binti Câhş ile evlendiği bilinmektedir. İmam Hüseyin’in ise Şahit binti Ya’far, Rubab, Layla, Rabab ve Şahrbanu gibi kadınlarla evlendiği bilinmektedir.

 

Ancak, diğer İmamlar’ın evlilikleri hakkında daha az bilgiye sahibiz ve detaylı bir liste sunmak mümkün değildir. Tarihçi ve araştırmacıların çalışmaları, daha fazla bilgi sağlayabilir.

137) Safevi Şahları, İran’da hüküm süren Safevi Hanedanı’nın kurucusu Şah İsmail’in soyunun Ehlibeyt’e dayandığına inanılmaktadır. Bu inanca göre, Şah İsmail’in soyu, on iki Masum İmam’ın soyundan gelmektedir. Bununla birlikte, bu iddia kesin bir tarihsel kanıt veya belge ile desteklenmemektedir, ancak bazı deliller ve tarihçi yaklaşımları bu inancı desteklemektedir.

 

Delillerden ilki, Şah İsmail’in babası Şeyh Haydar’ın Şii İslam’ın Alevi/Bâtını inancına bağlı bir derviş veya lider olduğudur. Bu inanca göre, Şeyh Haydar, on iki Masum İmam’in soyundan geldiğini iddia etmiştir. Bu iddianın yanı sıra, Şah İsmail de kendisini on iki İmam’ın soyundan geldiği şeklinde tanıtmıştır.

 

İkinci bir delil ise, Safevi Şahları’nın kendilerini İmam Ali’nin soyundan gelen Safiyye soyuna ait olarak nitelendirmesi ve bu soyun itibarını kullanmasıdır. Şah İsmail, kendisinin İmam Ali soyundan geldiğini iddia etmiş ve bu soydan gelenlerin liderlik yetkisine sahip olduğunu savunmuştur.

 

Ayrıca, Safevi Şahları’nın İran’da Şiiliği yaymak ve Şii İslam’ı resmi din olarak benimsetmek için büyük çaba harcadığı da göz önüne alındığında, Ehlibeyt soyuna dayandıklarını iddia etmelerinin bu gayretlerle ilişkili olduğu düşünülebilir. Ehlibeyt’e dayanma iddiaları, halk arasında büyük bir Şii taraftarlık ve bağlılık oluşturarak, hükümetlerinin meşruiyetini artırmak amacıyla kullanılmış olabilir.

 

Ancak, bu iddiaların tam olarak kanıtlanması için net ve kesin belgelere ihtiyaç vardır. Tarihçiler ve uzmanlar, Safevi Şahları’nın soyunun tam olarak Ehlibeyt’e dayanıp dayanmadığı konusunda farklı görüşlere sahiptir. Bu konuda daha fazla araştırma ve çalışma yapılması gerekmektedir.

 

138) Hurûfilik, İslam düşüncesinde heterodoks kabul edilen bir mezheptir. Hurûfiler, İmamet konusunda farklı bir inanca sahip olup dışlanmış bir grup olarak kabul edilirler. İmamet inancına göre, İmamların Hz. Muhammed’in soyundan gelmesi gerektiğini savunurlar. Ancak Hurûfiler, İmamların soyunun Hz. Ali’den sonra Hz. Muhammed’in diğer oğlu Musa-i Kazım’a geçtiğine inanır.

 

Şiî derviş Fazlullah Esterâbâdî, Cüneyd el-Bağdâdî, Ahmed er-Rifâ’î ve Hacı Bektaş Veli’nin Musa-i Kazım’ın soyundan gelip gelmediğine dair resmi ve kesin bir delil bulunmamaktadır. Bu dervişlerin soy ağaçlarına dair belgeler ve kayıtlar sınırlıdır ve bu konuda tartışmalar bulunmaktadır. Bazı dervişlerin iddialarına göre, Musa-i Kazım’ın soyundan geldikleri düşünülürken, diğerleri bunun doğru olmadığına inanmaktadır. Bu nedenle, soy kaynaklarına dayanan kesin ve kabul gören bir delil bulunmadığı için bu iddialar tartışmalıdır ve herkesin kendi inancına göre bu konuda kanaat oluşturması beklenir.

 

Sonuç olarak, Hurûfilik mezhebi dışında Musa-i Kazım’ın soyundan geldiklerine dair kesin deliller bulunmamaktadır. Her bir dervişin bu konudaki iddiası kendi inancına dayanır ve bu konuda tartışmalar devam etmektedir.

 

139) İmâmiler için Musa-i Kazım, onların inanç sisteminde çok önemli bir figürdür. Onu genellikle bilge, sabırlı ve adaletli bir İmam olarak görürler.

 

İmâmiler, Musa-i Kazım’ı İslam peygamberinin soyundan gelen yedinci İmam olarak kabul ederler. Ona “Kazım” unvanı verilir, çünkü kendisinin içindeki öfkeyi dizginleyebilme yeteneği ve halk arasındaki sorunları çözebilme becerisiyle tanınır.

 

Musa-i Kazım, İmamet makamında zor bir dönemde görev yaptı ve Abbasi yönetimi dönemindeki zulüm ve baskılara maruz kaldı. Bu nedenle, İmâmiler onu mazlum ve adaletin sembolü olarak görürler.

 

Ayrıca, Musa-i Kazım’ın İslam hukuku ve ilimlerindeki derin bilgisi nedeniyle İmâmiler tarafından önemli bir dini otorite olarak kabul edilir. Onun öğretileri İslam hukukunun gelişmesine katkıda bulunmuştur.

 

İmâmiler, Musa-i Kazım’ı sadece bir İmam olarak değil, aynı zamanda bir örnek ve rehber olarak da görürler. Onun sabrı, hoşgörüsü ve şefkati, İmâmi öğretileri ve mensubu oldukları İslam toplumunun günlük hayatında da yol gösterici olmaktadır.

 

Sonuç olarak, İmâmiler için Musa-i Kazım hem dini hem de toplumsal bir figürdür. İmamet makamındaki liderliği, bilgeliği, adaleti ve sabrıyla İmâmilerin hayatında önemli bir rol oynar.

 

140) Hayır, İmâmilerin Musa-i Kazım’ı olağanüstü bir kişi olarak tasvir etmeleri, hâşâ Allah’a karşı şirke girmez. İslam inancına göre, peygamberler ve İmamler, Allah’ın izni ve lütfuyla bazı mucizeler gerçekleştirebilirler. Bu mucizeler, Allah’ın kudretini ve peygamberlerin ya da İmamlerin Allah’ın elçileri olduklarını göstermek için verilen özel yeteneklerdir.

 

Musâ-i Kazım’a atfedilen mucizeler de İmâmilerin inancına göre Allah’ın izniyle gerçekleşmiştir. İmâmi inancına göre, İmamlerin Allah’ın seçkin kulları olduğu ve onlara Allah tarafından özel yetenekler verildiği düşünülür. Bu mucizelerin İmamların Allah’ın gücünü temsil ettiği ve İmamlerin Allah’ın vekilleri olduğunu gösterdiği inanılır.

 

Ancak, İmâmilerin bu mucizeleri Musa-i Kazım’ı bir tanrı ya da Allah’ın mertebesinde bir varlık olarak görmek anlamına gelmez. İmâmiler, Musa-i Kazım’ı Allah’ın kulu ve İmamet makamının temsilcisi olarak kabul ederler. Onun mucizeleri, İslam’ın temel inançlarına uygun olarak Allah’ın izniyle gerçekleşen olağanüstü olaylar olarak kabul edilir. Bu inançta, Musa-i Kazım’ın Allah’ın gücüne ve kudretine tabi olduğu vurgulanır.

 

Özetlemek gerekirse, İmâmilerin Musa-i Kazım’ı olağanüstü bir kişi olarak tasvir etmesi, çeşitli mucizeleri ve özel yetenekleri olduğuna dair bir inançtır. Ancak, bu inanç Allah’ın gücünün ve İmamlerin Allah’ın özel kulları olduğunun bir ifadesi olarak kabul edilir, Allah’a karşı şirke girmeyi amaçlamaz.

 

141) Musa-i Kazım’ın asıl mesleği hakkında kesin bilgilere sahip olmak zor olsa da, tarihçiler ve kaynaklar, Musa-i Kazım’ın ziraatle uğraştığını, tarım ve bahçecilikle ilgilendiğini belirtmektedir. Bu nedenle, Musa-i Kazım’ın çiftçilik veya bahçıvanlık gibi tarımsal faaliyetlerle uğraştığı düşünülmektedir. Ancak, bu bilgi tarihi kaynaklara dayanmaktadır ve kesin bir şekilde doğrulanmamıştır.

 

142) Zâhidâne yaşantı, dünyevi arzuları reddederek, ibadet ve ruhaniye odaklı bir hayat tarzını benimsemektir. Bu anlayışa sahip olan kişiler, maddi dünyanın geçici zevklerine ve dünyevi hırslara meydan vermeden, Allah’a yönelik bir yaşam sürmeyi tercih ederler.

 

Zâhidâne yaşantı, genellikle dini yönelimli insanlar arasında görülür. Bu kişiler, dünyanın geçici ve boş arzularını terk ederek, Allah’ın hoşnutluğunu kazanma amacını taşırlar. İslam geleneğinde, zâhidâne yaşayanlar, dünya nimetlerine bağımlı olmamak ve ahiret hayatına odaklanmak için örnek olarak verilmiştir. Ancak, benzer anlayışlar farklı dini ve spiritüel geleneklerde de bulunabilir.

 

Zâhidâne yaşantı, maddi zenginliğe, dünya nimetlerine ve dünyevi arzulara aşırı bağlılık göstermeyenler için mahsustur. Bu insanlar, içsel huzur, manevi gelişim ve Allah’la yakın bir ilişki arayışı içindedirler. Zâhidâne yaşayan insanlar, tutumlu, mütevazı ve dünya kaygılarından uzak bir yaşam sürmeyi tercih ederler. Ancak, zâhidâne yaşantı, herkes için uygun olmayabilir ve kişinin inançlarına, tercihlerine ve yaşam koşullarına bağlı olarak değişebilir.

 

143) Musa-i Kazım (a.s), İslam tarihinde önemli bir İmam olup insanlara yardım etme konusunda örnek bir şahsiyettir. Kendisinin çeşitli şekillerde insanlara yardım ettiği birçok hikaye ve olay kaydedilmiştir. Bu hikayelerdeki örnekler, insanlığa önemli dersler sunmaktadır.

 

Bir örnek olarak, Musa-i Kazım’ın elinde her zaman bir kesesi olduğu rivayet edilir. Bu kesede, ihtiyaç sahiplerine maddi yardım sağlamak için sürekli olarak bir miktar para bulunduğu söylenir. Bu nedenle “Musa’nın kesesi” deyimi, beklenmedik şekilde gelen maddi yardımları ifade etmek için kullanılmıştır.

 

Bu deyimi İslam tarihinde insanlığa ders olacak nitelikteki başka gelişmelerle ilişkilendirebiliriz. İslam’ın yayıldığı dönemlerde Müslümanlar, sosyal yardımlaşma ve dayanışma prensiplerine büyük önem vermişlerdir. Birçok Sahabi ve erken Müslüman, zenginliklerini ihtiyaç sahipleriyle paylaşmış ve maddi yardım sağlamıştır.

 

Özellikle Zekat sistemi, Müslüman toplumların birbirine yardım etmesini ve sosyal adaleti sağlamasını hedeflemiştir. Zekat, zenginlerin bir kısmını ihtiyaç sahiplerine vermek amacıyla zorunlu olarak ödedikleri bir sadakadır. Bu sistem, İslam toplumlarındaki maddi yardımlaşmanın temelini oluşturur ve insanlar arasında bir denge ve adalete katkıda bulunur.

 

Ayrıca İslam tarihinde, pek çok Müslüman lider ve hükümdar da ihtiyaç sahiplerine yardım etmek için çeşitli projeler gerçekleştirmiştir. Hastaneler, çeşmeler, sığınaklar, eğitim kurumları gibi birçok sosyal ve hayır projeleri kurulmuştur. Bu projeler, Müslümanların toplumsal sorumluluklarını yerine getirmesini ve insanlığa yardım etmelerini teşvik etmiştir.

 

Sonuç olarak, “Musa’nın kesesi” deyimi, Musa-i Kazım’ın insanlara yaptığı beklenmedik maddi yardımların bir ifadesidir. İslam tarihindeki birçok gelişme ve örnek olay da insanlığa yardım etme ve sosyal adaleti sağlama konusunda dersler sunmaktadır. Bu olaylar, Müslümanların sosyal yardımlaşmanın önemini vurgulaması ve insanlara yardım etmek için çeşitli projeler gerçekleştirmesiyle ilişkilidir.

 

144) Hz. Ömer, İslam tarihinde önemli bir lider ve sahabe olarak kabul edilir. İslam Peygamberi Muhammed’in yanında yer aldığı ve İslam’ın yayılmasında büyük rol oynadığı için saygı görür. Hz. Ömer, Müslüman toplumu yönetiminde adil bir liderlik sergilediği için de saygı duyulan bir kişidir. Hz. Ömer, İslam dünyasında örnek alınan bir kişilik olarak görülmektedir.

 

Ancak, Şia inancına sahip olan bazı Müslümanlar, Hz. Ömer ile ilgili farklı bir görüşe sahiptir ve ona lanet etme eğilimindedir. Şia inancına göre, Hz. Ali’nin, İslam’ın halifesi olarak Hz. Ömer yerine geçmesi gerektiği düşünülür. Şialar, Hz. Ömer’i İslam’ın ilk dört halifesinden biri olan Ebu Bekir’in yerine geçtiği için eleştirir ve ona lanet eder. Onlara göre, Hz. Ömer’in halifeliği döneminde Hz. Ali’nin hakkı gasp edilmiştir.

 

Hz. Ömer’in Şia tarafından lanetlendiği ve eleştirildiği konular arasında, Hz. Ali’ye karşı düşmanlık sergilemesi, onu haksız yere gözaltına alması, Ali’nin liderliğini tanımaması ve ona yönelik komplolar kurması gibi iddialar bulunur. Ancak, bu iddialar tarihçiler arasında tartışmalıdır ve tamamen kesin bir şekilde kanıtlanamamıştır.

 

Sonuç olarak, Hz. Ömer İslam tarihinin bilinen ve önde gelen bir figürüdür ve genel olarak saygı görür. Ancak, İslam dünyası içinde farklı inanç ve görüşlere sahip kişilerin farklı bakış açıları olabilir ve bu farklılıklar nedeniyle bazı tartışmalara ve lanetlemelere neden olabilir.

 

145) İslam inancına göre, Allah’ın tüm insanlara genel olarak yasakladığı şeyler içerisinde, on iki masum imamlara (Ahlulbayt) serbest kılınan bazı özel izinler veya yasaklar da bulunmaktadır. Bu izinler veya yasaklar, özellikle on iki imamın masum ve özel statülerine dayanmaktadır. İslam’ın farklı mezheplerine göre bazı farklılıklar olsa da, genel olarak kabul edilen bazı hususlar şunlardır:

 

1. İmamlar, haram olan şeylere karşı temiz ve masum oldukları için, bazı haramları (yasakları) serbest bırakabilirler.

2. İmamlar, bazı helal olan şeyleri yasaklayabilirler, çünkü onların bilgeliği ve özel statüleri nedeniyle bir konuda daha fazla rehberlik yapabilirler.

3. İmamlar, toplumun maslahatı için özel izinler verebilirler. Bu izinler, toplumsal düzeni, huzuru ve adaleti sağlamak amacıyla verilebilir.

4. İmamlar, şeriat hükümlerini yeniden yorumlama yetkisine sahip olabilirler ve bazı hükümleri geçerli durumlarına, toplumun ihtiyaçlarına ve zamanın şartlarına göre değiştirebilirler.

 

Ancak, bu konularda detaylı bilgilere ulaşmak için farklı İslam mezheplerini incelemek, ilgili kaynaklara başvurmak ve uzmanlarla görüşmek önemlidir. İmamet konusu, İslam’da tartışmalı ve farklı yorumlara açık bir konudur ve mezhepler arasında farklı anlayışlar bulunabilir.

 

146) Şakîk el-Belhî’nin Musa-i Kazım ile tanıştığına dair kesin bilgiler olmasa da, tarihçiler ve kaynaklara göre, Şakîk el-Belhî’nin Musa-i Kazım döneminde yaşamış olması ve onunla tanışmış olması mümkündür. Muhtemelen döneminde faaliyet gösteren bir İslam alimi ve tefsir bilginidir.

 

Hatırda kalan anılarına dair spesifik bilgiler mevcut değildir. Ancak Musa-i Kazım, İslam tarihinde sevilen ve sayılan bir imam olarak tanınır. Bu nedenle, Musa-i Kazım ile tanışması Şakîk el-Belhî için büyük bir onur ve ayrıcalık olmuş olabilir. Şakîk el-Belhî’nin Musa-i Kazım hakkında bilgi, rehberlik ve öğütlerle dolu bir ilişki geliştirmesi mümkündür.

 

Musa-i Kazım’dan memnuniyet derecesi kişisel bir yargı olup, Şakîk el-Belhî’nin tutumuna ve deneyimlerine bağlı olacaktır. Ancak genel olarak, İslam geleneğinde masum imamlar (Ahlulbayt) hakkında insanlar arasında büyük bir sevgi ve saygı bulunmaktadır. Musa-i Kazım, İslam inancına göre İmamet makamında bulunan özel bir figürdür ve müminler için olumlu bir etki yapmıştır. Dolayısıyla, Şakîk el-Belhî’nin de Musa-i Kazım ile olan ilişkisinden mutlu olduğu ve ondan büyük bir memnuniyet duyduğu düşünülebilir. Ancak bu derecelendirme kişiden kişiye değişebilir, kişilerin duygusal ve manevi bağlarına, inanç sistemlerine ve deneyimlerine göre farklılık gösterebilir.

 

147) Ne yazık ki, İbnü’s-Sabbâğ’ın Şakîk el-Belhî ile Musa-i Kazım arasındaki tanışma, muhabbet ve dostluk hakkında geniş bir eseri bulunmamaktadır. İbnü’s-Sabbâğ, 10. Yüzyılda yaşayan bir tarihçidir ve genellikle halife Hârûn Reşîd dönemiyle ilgili eserleriyle bilinir.

 

Bu nedenle, Şakîk el-Belhî ile Musa-i Kazım arasındaki ilişkiye dair ayrıntılı bilgileri sağlamak için İbnü’s-Sabbâğ’ın eserlerine atıfta bulunmak mümkün değildir. Ancak, diğer İslam tarihçileri, hadis kaynakları ve biyografik çalışmalar, Musa-i Kazım’ın hayatı ve etkileşimleri hakkında bilgiler içerebilir.

 

Bununla birlikte, Musa-i Kazım’ın İslam imameti ve öğretileri hakkında genel olarak bilgi vermek mümkündür. Musa-i Kazım, İmamet makamında bulunduğuna inanılan 7. İmam’dır ve İslam geleneğinde saygı gören bir figürdür. Kendisi, döneminde siyasi baskılara maruz kalmış ve hapsedilmiştir. Bu süre zarfında müritleri ve takipçileriyle iletişim kurmuş ve onlara manevi rehberlik sağlamıştır. Musa-i Kazım’ın bilgelik, adalet, sabır ve şefkat gibi değerlere vurgu yaptığı bilinmektedir.

 

148) Musa-i Kazım’ın insanların ruh hallerini nasıl anladığına dair doğrudan bilgiye sahip olmasak da, İslam geleneğine göre İmamların sıradışı bir anlayışa ve manevi bilgiye sahip oldukları düşünülür. Musa-i Kazım da bu açıdan, takipçilerinin iç dünyalarını anlama konusunda özel bir yeteneğe sahip olduğuna inanılan bir imamdır.

 

İslam geleneğinde, İmamların hem ilahi bilgilerle donatıldığı hem de insan doğasını derinlemesine anladığı düşünülür. Bu anlayışa dayanarak, Musa-i Kazım’ın da insanların sözlü olmayan ipuçlarından, mimiklerinden, beden dilinden ve davranışlarından yola çıkarak insanların ruh hallerini anlayabileceği düşünülür.

 

Günümüzde, Musa-i Kazım’ın benzer bir anlayışa sahip olduğunu ve insanların ruh hallerini anlayabildiğini iddia eden kişilere rastlamak zor olabilir. Psikoloji ve sosyoloji gibi bilimler, insan davranışı ve ruh hallerini anlamak için farklı yöntemler kullanır.

 

Psikoloji, bireyin iç dünyasını, düşüncelerini, duygularını ve davranışlarını bilimsel yöntemlerle araştırır. Psikolojik bir bakış açısıyla, insanların ruh hallerini anlamak için gözlem, mülakatlar, anketler ve testler gibi yöntemler kullanılır. Psikologlar, bireylerin sözlü ve sözsüz iletişimini analiz ederek, duygusal durumlarını ve düşünce süreçlerini anlamaya çalışırlar.

 

Sosyoloji ise toplumun insanların davranışını, sosyal etkileşimlerini ve toplumsal yapıyı inceleyen bir bilimdir. Sosyologlar, kültür, sosyal normlar, grup dinamikleri gibi faktörleri dikkate alarak, insanların toplumsal davranışlarını ve ruh halini anlamaya çalışırlar. Toplumun sosyal yapısı ve ilişkileri üzerinde odaklanırlar.

 

Günümüzde psikoloji ve sosyoloji gibi bilimsel disiplinler, Musa-i Kazım gibi manevi bilgilerle donanmış olduğu düşünülen kişilerin iddialarını değerlendirmek için çeşitli kriterlere dayanır. Bunlar arasında deney, gözlem, doğrulama, ölçekleme ve bilimsel yöntemlerle elde edilen kanıtların önemi yer alır. Bu bilimsel disiplinler, insan ruh hallerini anlama konusunda objektif bir yaklaşım sunar ve iddialarını detaylı bir şekilde araştırır. Ancak maneviyat ve kişisel inançlar da insan yaşamında önemli bir yer tutar ve bu alanlarda farklı bakış açıları da mevcuttur.

 

149) Nubyalı terimi, Nübye bölgesinden veya Nübye halkından olan bir kişiyi ifade eder. Nübye, Mısır’ın güneyinde, Sudan sınırında bulunan bir bölgedir. Nübye halkı, antik çağlardan beri bu bölgede yaşamaktadır ve tarihleri boyunca çeşitli kültürel etkileşimlere maruz kalmışlardır. Nubyalılar, genellikle kendilerine özgü bir dil ve geleneklere sahiptirler. Günümüzde Nubyalılar, Mısır ve Sudan’da yaşayan büyük bir diaspora topluluğuna sahiptirler.

 

150) On iki Masum İmam, yani on iki İmam, Şia İslam’ında kutsal sayılan ve rehberlik görevine sahip olduklarına inanılan on iki liderdir. Bu İmamların cariyelerle birlikteliği tercih ettiğine dair bilimsel veya tarihsel kanıtlar mevcut değildir. Bu tür iddiaların temeli, bazı yüzyıllık mitolojik veya hikâyeleşmiş rivayetlere dayanabilir.

 

İslam’ın temel prensipleri arasında iffet, sadakat ve insan ilişkilerinde adalet vardır. İslam inancında, peygamberler ve dini liderlerin ahiret yaşamlarında ahlaki faziletlere sahip oldukları düşünülür. Dolayısıyla, bu iddiaların İslam öğretisiyle çeliştiği ve İmamların bu tür ilişkileri tercih etmediği söylenebilir.

 

Bu tür rivayetlerin ortaya çıkmasının nedeni, zaman içerisinde İslam tarihindeki bazı siyasi veya sosyal çekişmelere, dini grupların anlayışlarına veya mitolojik unsurlara dayanabilir. Ancak, bu iddialar tarihsel gerçeklikten ziyade anlatılan hikayelerin bir parçası olarak kabul edilir.

 

151) Ümmü’l-Benîn, “çocukların annesi” anlamına gelen bir lakaptır. Bu lakap, on iki Masum İmam’dan biri olan Ali Rıza’nın annesi Fatıma bint-i Huzam’a verilmiştir. Hikâye, Hazreti Ali’nin eşi Fatıma bint-i Huzam’ın evlendikten sonra dört oğlu Hasan, Hüseyin, Zeynelabidin ve Abbas’ı doğurmasıyla ilgilidir.

 

Fatıma bint-i Huzam, çocuklarının büyüklüklerine rağmen onlarla yakından ilgileniyor ve özen gösteriyordu. Onları yetiştirmek, eğitmek ve anahtar bir rol oynamak için hayatının büyük bir kısmını harcıyordu. Bu nedenle, toplumda ona “Ümmü’l-Benîn” lakabı verildi.

 

Lakap, Fatıma bint-i Huzam’ın oğullarının annesi olmanın yanı sıra, onları fedakârca yetiştiren ve sevgiyle büyüten biri olarak tanınmasını vurgulamaktadır. Bu hikâye, İslam toplumunda anneliğin değerini ve annelerin çocukların hayatında oynadıkları önemli rolü vurgular.

 

152) İslam dini, cariyelerle ilişki ve evlenme konusunda belirli kurallar ve hükümler getirmiştir. İslam’ın temel öğretilerine göre, cariyelerle ilişki ve evlilik yapılabilmektedir, ancak bu durum bazı şartlara bağlıdır.

 

Kutsal Kitap olan Kur’an-ı Kerim’de, cariyelerle ilgili konulara değinilirken, birçok ayet bu meseleleri düzenlemiştir. İslam dini, esas olarak köleliğin kaldırılmasını ve kölelerin özgür bırakılmasını teşvik etmiştir. Dolayısıyla, kölelik kurumu zamanla ortadan kalkmıştır ve cariyelerin statüsü de değişmiştir.

 

Cariye sahibi olan kişiler, İslam hukukuna göre cariyelerini evlendirebilirler ancak bu evlilikte bazı şartlara uyulması gerekir. Bunlar arasında cariye ile evlenmek isteyen kişinin meşru bir şekilde ona sahip olması, ona adil davranması, onun rızasını alması gibi kriterler bulunmaktadır. Ayrıca, cariyeyle evlenmek isteyen kişinin başka bir kadınla evli olmaması ve daha önceki evliliklerini düzenlemiş olması da gereklidir.

 

On iki Masum İmam’ın cariyelerle ilişki konusu da aynı ahlaki, hukuki ve İslami prensipler çerçevesinde değerlendirilir. Onların bu konuda özel bir izni veya ayrıcalığı olması söz konusu değildir. İslam dini, her Müslümana ahlaki sorumluluklar yükler ve İslam’ın evlilik kurumuna uygunluk gösterilmesi gerekliliğini vurgular. Dolayısıyla, cariyelerle ilişki konusunda da İslam’ın genel kurallarına uyulması beklenir.

153)  Gerçekten, Musa-i Kazım’ın cariyesi Necme ile nasıl tanıştığı hakkında belirli bir bilgi bulunmamaktadır. Tarihi kaynaklar bu konuda sessizdir ve detaylı bir anlatıma sahip değillerdir.

 

Necme’nin asıl hayat hikayesi ve Musa-i Kazım ile olan yaşantısı hakkında da benzer şekilde belirli bir bilgi mevcut değildir. Her ikisiyle ilgili ayrıntılar sınırlıdır ve kesin bilgilere sahip olmak zordur.

 

Musa-i Kazım’ın ölümüne kadar olan süreçte Necme’nin rolü hakkında da belirli bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak, cariyeler genellikle zengin ailelerin hizmetinde çalışır ve ev işleriyle ilgilenirdi. Musa-i Kazım’ın cariyeleri arasında Necme’nin özel bir yeri olduğu düşünülmektedir, ancak bu konuda ayrıntılı bilgilere sahip değiliz.

 

Tarihçiler ve araştırmacılar, Musa-i Kazım’ın yaşamı ve cariyesi Necme ile olan ilişkisi hakkında daha fazla bilgi sağlamak için kaynakları inceliyorlar. Ancak, şu an için bu konuda net bir bilgiye sahip olmadıklarını belirtmek gerekir.

 

154) Peygamber Muhammed’in (s.a.v.) ölene kadar kaç soy gördüğü konusunda kesin bir bilgiye sahip değiliz. Ancak, kendisi toplumun lideri ve önderi olarak 23 yıl boyunca İslam’ı tebliğ etti. Bu süre boyunca birçok kişiye rehberlik etti ve İslam’ın yayılmasında önemli bir rol oynadı. Peygamber’in soyuyla ilgili detaylı bilgiler İslam tarihinde yer almaktadır ve bu bilgilere başvurarak daha fazla detay elde edebilirsiniz.

 

Peygamber Muhammed’in (s.a.v.) zamanında cariyelerle ilişkisi olan kişilere dair kaynaklarda belirli bilgiler bulunmaktadır. Toplumun o dönemki yapısı ve kültürel normlar dikkate alındığında, kimi akrabalarının cariyelerle ilişkileri olabileceği düşünülebilir. Ancak, hangi akrabalarının böyle bir ilişkiye sahip olduğu konusunda kesin bir bilgiye sahip olmadığımızı belirtmek gerekir.

 

Peygamber Muhammed’in (s.a.v.) zamanında cariyelerin varlığı ve hizmetlerinin mevcut olduğunu biliyoruz. Bu dönemde zengin aileler cariye sahibi olabilir ve cariyeler ev işleriyle ilgilenmek veya özel ihtiyaçları karşılamak için kullanılabilirdi. Ancak, Peygamber’in akrabaları arasında bu şekilde cariye sahibi olanlar olduğu konusunda net bir bilgiye sahip olmadığımızı belirtmek önemlidir.

 

Peygamber Muhammed’in (s.a.v.) hayatı hakkında daha fazla bilgi için, İslam tarihi ve hadis kaynaklarına başvurarak daha ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Bu kaynaklar, onun yaşamı ve toplumla olan ilişkileri hakkında daha fazla bilgi sağlayacaktır.

 

155) Tâcü’l-Mevâlid, imam Ali Rıza hakkında geniş bir şekilde bahseder. Kitapta, imam Ali Rıza’nın doğumu, çocukluğu, eğitimi, evliliği, imamlığı ve vefatı hakkında bilgiler yer alır. Ayrıca, imam Ali Rıza’nın dini ve ahlaki öğretileri de kitapta yer alır.

 

Tâcü’l-Mevâlid, imam Ali Rıza’nın doğumunu şöyle anlatır:

 

> “İmam Ali Rıza, 11 Rebiülevvel 128’de (17 Ekim 745’te) Medine’de doğdu. Babası imam Musa Kazım, annesi ise Necme Hatun’dur. İmam Ali Rıza, çocukluğundan itibaren İslam ilimleri ve ahlakı üzerine eğitim aldı. Çok zeki ve çalışkan bir çocuktu. İslam ilimleri ve ahlakı üzerine çok derin bir bilgi sahibi oldu. Ayrıca, çok iyi bir hatip ve şairdi.

> İmam Ali Rıza, 25 Safer 203’te (26 Ağustos 818’de) Tus’ta vefat etti. Vârisi, oğlu imam Muhammed Taki oldu.”

 

Tâcü’l-Mevâlid, imam Ali Rıza’nın dini ve ahlaki öğretilerini şöyle anlatır:

 

> “İmam Ali Rıza, İslam’ın en büyük âlimlerinden biridir. Dini ve ahlaki öğretileri, İslam dünyasında çok büyük bir etki yaratmıştır. İmam Ali Rıza’nın öğretileri, sevgi, merhamet, hoşgörü ve adalet üzerine temellenmiştir. İmam Ali Rıza, insanları bu değerlere göre yaşamaya davet etmiştir.

> İmam Ali Rıza’nın dini ve ahlaki öğretileri, günümüzde de çok önemli bir yere sahiptir. Bu öğretiler, insanları daha iyi bir insan olmaya ve daha iyi bir dünya yaratmaya davet etmektedir.”

 

156) “Hannekehu bihi” ifadesi Arapça kökenli bir terimdir ve genellikle dini literatürde kullanılan bir deyimdir. Tam olarak Türkçe karşılığı “Onun vasıtasıyla” veya “Onun sayesinde” olarak çevrilebilir. Bu terim genellikle Allah’ın bir şeyi başka bir şey üzerinden gerçekleştirdiğini veya bir aracılık veya vasıta kullanarak bir hedefe ulaştığını ifade etmek için kullanılır. Örneğin, “Allah’ın rahmeti, peygamberleri vasıtasıyla insanlara ulaştı” şeklinde bir ifade, “Hannekehu bihi” ifadesiyle kullanılabilir. Bunun yanı sıra, insanların bir aracı veya vasıta kullanarak bir hedefe veya amaca ulaşmalarını ifade etmek için de kullanılabilir.

 

157) “Vâkıfe” ve “Kat’î” terimleri, aşağıda belirtilen bilim insanlarının söylemleri ve çalışmaları hakkında bilgi vermek yerine, genel olarak İslam hukuku ve fıkıh alanındaki terimlerdir. Bu terimlere kısaca değinebilirim:

 

1.      Vâkıfe (Vakıf): Vâkıfe, İslam hukuku ve fıkıhında bir mülk veya malın, dini, sosyal veya eğitim gibi belirli bir amaç için ayrılmış, devredilmiş veya bağışlanmış olması durumunu ifade eder. Bir vakıf, bu amaç için özel olarak ayrılmış bir varlığa sahip olabilir ve bu varlık, ilgili amaçlar doğrultusunda kullanılır. Vâkıf, vakfı gerçekleştiren ve mülkü bağışlayan kişidir.

 

2.      Kat’î (Kadılık): Kat’î, İslam hukukunda yargı yetkisine sahip olan bir kimsedir. Kat’î, İslam toplumunda hukuki meseleleri çözmek, dava ve uyuşmazlıkları karara bağlamak gibi görevleri yerine getirir. Kat’îler, İslam hukukunun temel kurallarını ve prensiplerini uygularlar ve adil bir şekilde hüküm verme sorumluluğuna sahiptirler.

 

Rajkowski, vâkıfeyi İslam’ın en önemli kavramlarından biri olarak tanımlamış ve bu kavramın İslam’ın teolojisi, hukuku ve toplumu üzerinde derin bir etkisi olduğunu belirtmiştir. I. Friedlaender, vâkıfeyi İslam’ın sosyal ve ekonomik gelişiminde önemli bir rol oynayan bir kurum olarak görmüştür. J. Hussain, vâkıfeyi İslam’ın kültürel ve sanatsal gelişiminde önemli bir rol oynayan bir kurum olarak görmüştür. Josef Van Ess, vâkıfeyi İslam’ın tarihsel gelişimini anlamanın önemli bir aracı olarak görmüştür. W. Madelung, vâkıfeyi İslam’ın hukuki ve siyasi gelişimini anlamanın önemli bir aracı olarak görmüştür.

 

Aşağıda, bu beş araştırmacının vâkıfe konusundaki söylemleri ve çalışmaları hakkında daha ayrıntılı bilgi bulunmaktadır:

 

* Rajkowski, vâkıfeyi İslam’ın en önemli kavramlarından biri olarak tanımlamış ve bu kavramın İslam’ın teolojisi, hukuku ve toplumu üzerinde derin bir etkisi olduğunu belirtmiştir. Rajkowski’ye göre, vâkıfe kavramı, İslam’ın temel ilkelerinden olan hayırseverlik ve yardımseverlik kavramlarına dayanmaktadır. Vâkıfe, bu kavramları maddi bir şekilde hayata geçiren bir kurumdur. Vâkıfe, İslam’ın teolojisinde, Allah’a yakınlık kazanmanın bir yolu olarak görülüyor. Vâkıfe, İslam’ın hukukunda, vakfedenin malını vakıf amacına uygun olarak kullanmayı taahhüt ettiği bir sözleşme olarak görülüyor. Vâkıfe, İslam’ın toplumu, fakir ve muhtaçlara yardım etmek ve sosyal yardım sağlamak için bir araç olarak kullanılıyor.

* I. Friedlaender, vâkıfeyi İslam’ın sosyal ve ekonomik gelişiminde önemli bir rol oynayan bir kurum olarak görmüştür. Friedlaender’e göre, vâkıfe kurumu, İslam’ın ilk dönemlerinde, Müslümanların fakir ve muhtaçlara yardım etmek için kullandıkları bir araçtı. Vâkıfe kurumu, İslam’ın sosyal ve ekonomik gelişimini hızlandıran bir faktör oldu. Vâkıfe kurumu, Müslümanların eğitim, sağlık ve kültür gibi alanlara yatırım yapmalarına yardımcı oldu. Vâkıfe kurumu, Müslümanların sosyal ve ekonomik olarak kalkınmasına katkıda bulundu.

* J. Hussain, vâkıfeyi İslam’ın kültürel ve sanatsal gelişiminde önemli bir rol oynayan bir kurum olarak görmüştür. Hussain’e göre, vâkıfe kurumu, İslam’ın kültürel ve sanatsal gelişimini hızlandıran bir faktör oldu. Vâkıfe kurumu, Müslümanların camiler, medreseler, hastaneler, köprüler ve diğer kültürel ve sanatsal yapıları inşa etmelerine yardımcı oldu. Vâkıfe kurumu, Müslümanların kültürel ve sanatsal olarak zenginleşmesine katkıda bulundu.

* Josef Van Ess, vâkıfeyi İslam’ın tarihsel gelişimini anlamanın önemli bir aracı olarak görmüştür. Van Ess’e göre, vâkıfe kurumu, İslam’ın tarihsel gelişimini anlamak için önemli bir kaynaktır. Vâkıfe kurumu, Müslümanların sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasi yaşamlarına dair önemli bilgiler sunmaktadır. Vâkıfe kurumu, İslam’ın tarihsel gelişimini anlamanın önemli bir aracıdır.

* W. Madelung, vâkıfeyi İslam’un hukuki ve siyasi gelişimini anlamanın önemli bir aracı olarak görmüştür. Madelung’e göre, vâkıfe kurumu, İslam’ın hukuki ve siyasi gelişimini anlamak için önemli bir kaynaktır. Vâkıfe kurumu, Müslümanların hukuki ve siyasi yaşamlarına dair önemli bilgiler sunmaktadır. Vâkıfe kurumu, İslam’ın hukuki ve siyasi gelişimini anlamanın önemli bir aracıdır.

 

Sonuç olarak, Rajkowski, I. Friedlaender, J. Hussain, Josef Van Ess de ve W. Madelung, vâkıfe kurumunu İslam’ın en önemli kavramlarından biri olarak tanımlamışlardır. Bu araştırmacılar, vâkıfe kurumunu İslam’ın teolojisi, hukuku, toplumu, kültürel ve sanatsal gelişimi, tarihsel gelişimi ve hukuki ve siyasi gelişimini anlamanın önemli bir aracı olarak görmüşlerdir.

 

158) Ehlibeyt ile ilgili bir tez yazmak isteyen bir araştırmacı, aşağıdaki adımları izleyebilir:

 

1.      Konuyu belirleme: Araştırmacı, Ehlibeyt ile ilgili spesifik bir konu belirlemeli ve tezinin hangi alanlara odaklanacağını belirlemelidir. Örneğin, Ehlibeyt’in tarihi, kültürel veya dini önemi üzerine bir araştırma yapılabilir.

 

2.      Kaynak taraması: Araştırmacı, konuyla ilgili mevcut kaynakları bulmalı ve bunları incelemelidir. Kitaplar, makaleler, akademik dergiler ve diğer bilimsel kaynaklar, araştırmacının çalışmasına temel teşkil edecek bilgileri sağlayabilir.

 

 

3.      Araştırma sorularını belirleme: Araştırmacı, çalışması için belirli araştırma soruları belirlemelidir. Bu sorular, tezin öncelikli odak noktasını belirler ve rehberlik eder.

 

4.      Veri toplama yöntemleri: Araştırmacı, elde etmek istediği verileri toplamak için uygun yöntemleri belirlemelidir. Bu yöntemler, anketler, mülakatlar, döküman analizi veya diğer araştırma tekniklerini içerebilir.

 

 

5.      Veri analizi: Araştırmacı, toplanan verileri analiz etmeli ve elde ettiği bulguları yorumlamalıdır. Bu, tezin ana argümanını destekleyen veya cevaplanan araştırma sorularını doğrulayan verileri sunmayı içerir.

 

6.      Sonuçlar ve tartışma: Araştırmacı, bulgulara dayalı olarak sonuçlarını sunmalı ve bu sonuçları tartışmalıdır. Ehlibeyt ile ilgili tezinin genel sonuçlarını ve bulgularını değerlendirirken, literatürle olan bağlantısını da belirtmelidir.

 

 

Örnek tez çalışmaları için araştırmacı, konuyla ilgili önceki tezleri inceleyebilir. Farklı üniversitelerde veya akademik dergilerde Ehlibeyt ile ilgili yazılmış tezler bulunabilir. Bu tezler, araştırmacıya benzer bir şekilde çalışma yapma ve tezlerinin nasıl yapılandırılacağı konusunda bir fikir verebilir.

 

Kimlerin Ehlibeyt ile ilgili tez kaleme aldığına gelince, bu konuda çeşitli akademisyenler ve araştırmacılar çalışmalar yapmıştır. İslam hukuku ve tarihi, Şii İslam ve İran kültürü gibi alanlarda uzmanlaşmış araştırmacıların tezleri Ehlibeyt ile ilgili olabilir. Özellikle İran’da, Ehlibeyt ile ilgili birçok çalışmanın olduğunu söyleyebiliriz, ancak bu konuda farklı coğrafyalardan ve disiplinlerden de tezler mevcuttur.

 

159) On İki Masum İmam, Şiilikte önemli bir yeri olan dini liderlerdir. Taraftarları, onları örnek alır ve rehberliklerinin daimi olduğuna inanır. İnançlarında, Masum İmamların ölümünden sonra gaybete çekildiğini ve hâlâ mevcut olduklarını iddia ederler. Bu inanç, onlara doğrudan rehberlik ve yönlendirme sağlayabilecek bir bağlantı olduğuna inanmalarını sağlar.

 

Bu gaybe çekilme meselesi, onları diğer Müslümanlardan farklı kılan önemli bir noktadır. Onları taraftarlarından ayrıştıran bu inanç, Şiilikteki liderlik yapısını ve dini hiyerarşiyi şekillendirir. İnanç, Masum İmamların dönemindeki taraftarları tarafından ortaya atılmış ve daha sonra Şii toplulukları arasında yayılmıştır.

 

Şimdi, bu inancı dönemler arasında karşılaştırdığımızda, o dönemlerdeki taraftarlar, Masum İmamların canlı olduğuna ve onlarla doğrudan etkileşimde bulunabildiklerine inanıyorlardı. Bu dönemlerde, imamlar topluluğun liderleri olarak günlük hayatta varlık gösteriyorlardı ve taraftarlarına doğrudan yol gösteriyordu. Ancak imamların ölümünden sonra, taraftarlar gaybete çekilmeleri gerektiğine inandılar çünkü onlar hâlâ hayatta olsalar bile fiziksel olarak görünmez hale gelmişlerdi.

 

Bu inancın ilk ortaya atan kişiler, taraftarlarının içindeki dini liderler ve alimlerdir. Onlar, imamlarının ölümünden sonra hâlâ mevcut olduklarına dair görüşleri dile getirdiler ve bu inançta birleştiler. İlk başta mevcut olan bu inanç, zamanla Şii toplumları arasında yayıldı ve geniş bir kabul gördü.

 

Sonuç olarak, On İki Masum İmamların taraftarları, imamlarının ölümünden sonra gaybete çekildiklerine ve hâlâ mevcut olduklarına inanırlar. Bu inancın temelini, imamların yönlendirmeleri ve taraftarlarının inançları oluşturur. İlk olarak, taraftarları tarafından ortaya atılan bu inanç, zaman içinde Şii topluluklar arasında yayıldı ve gaybete çekilme konusu Şiilikte önemli bir yer tuttu.

 

160) Allah’ın bu konuyla ilgili doğrudan bir yorumu veya beyanı bulunmamaktadır. İslam inancına göre, Allah’ın elçiler ve imamlar aracılığıyla insanlara vahiy gönderdiği kabul edilir. Ancak bu tür inançlar ve kabuller genellikle farklı mezhep ve cemaatlere göre değişebilir.

 

Özellikle Mehdi konusu İslam inancında farklı yorumlara yol açmıştır. Bazı İslam mezhepleri ve cemaatleri Mehdi’nin geleceğine, bazıları ise geçmişte yaşayan bir kişi olarak inanır. Bu konuda Musa-i Kazım ve onun oğlunun imameti hakkında farklı görüşler mevcut olabilir.

 

Bu gibi inançlarını desteklemek veya yorumlamak adına bazı cemaatlerin, kutsal kitaplarda ve hadislerdeki geçişlere veya bazı alimlerin yorumlarına dayandıkları söylenebilir. Ancak bu, Allah’ın doğrudan bir yorumu olarak değerlendirilemez. İslam inancının temel kaynakları olan Kuran ve hadisler, bu konulara açıklık getirmez veya spesifik bir yoruma işaret etmez.

 

Sonuç olarak, bu konuda Vâkıfe cemaati veya diğer benzer cemaatlerin inançları ve yorumları kendi iç inanç sistemlerine dayanır ve bu inançlarda farklılıklar olabilir.

 

161) “Mufevviza” kelimesi, İmam Ali’nin oğlu İmam Hasan ve İmam Hüseyin ile ilgili olarak kullanılan bir terimdir. Bu terim, Arapça kökenli olup, “ayıran” veya “ayırt edici” anlamına gelir. İmam Hasan ve İmam Hüseyin’in İslam tarihindeki özel ve ayrıcalıklı konumlarını vurgulamak için kullanılmıştır.

 

İmam Hasan ve İmam Hüseyin, İslam peygamberi Muhammed’in torunlarıdır ve Ehlibeyt olarak adlandırılan İslam’ın önemli bir ailesinin üyeleridir. Ehlibeyt, Muhammed’in kızı Fatıma ve damadı Ali’nin soyundan gelen kişileri ifade eder. İmam Hasan ve İmam Hüseyin, Ehlibeyt’in önde gelen ve saygı gören imamları olarak kabul edilir.

 

“Mufevviza” terimi, Hasan ve Hüseyin’in İslam tarihindeki özel statülerini ve liderlik rollerini vurgulamak amacıyla kullanılmıştır. Bu terimin Ehlibeyt ile bağlantılı olarak kullanıldığı yerler ve bağlamlar genellikle Şii İslam topluluklarıdır. Şii İslam’da İmam Hasan ve İmam Hüseyin’e büyük bir saygı duyulur ve onların mübarek isimleri sıkça zikredilir.

 

İslam dünyasında, başta Şii topluluklar olmak üzere, İmam Hasan ve İmam Hüseyin’in önemi ve özel konumları kabul edilir. Onlar sıklıkla İslam’ın ideal örnekleri olarak görülür ve tüm müslümanlar tarafından takdir edilirler. Bu durum, İmam Hasan ve İmam Hüseyin’in hikayesi ve fedakarlıkları, İslam tarihinde yer edinmelerine ve saygı görmelerine yol açmıştır.

 

Ancak, “mufevviza” terimi daha çok Şii İslam’a özgü bir kullanım olup, Sünni İslam topluluklarında aynı sıklıkla kullanılmaz. Sünni İslam’da da İmam Hasan ve İmam Hüseyin saygı görse de, Ehlibeyt’in özel bir liderlik rolü olduğu şeklindeki vurgu daha azdır. Sünni toplumda da İmam Hasan ve İmam Hüseyin’e saygı duyulur, ancak terim olarak “mufevviza” daha az yaygın bir kullanıma sahiptir.

 

162) On iki imam dönemi ve taraftarlarının Mehdi inancıyla ilgili çeşitli hurafeler ürettiği konuya değinebiliriz. On iki imam, Şia İslam’ında önemli bir rol oynar ve takipçilerine rehberlik eder. İnanışa göre, on iki imamın sonuncusu olan Mehdi’nin ortaya çıkacağına ve adaletin yeniden tesis edileceğine inanılır.

 

Ancak, zaman içinde bazı gruplar veya bireyler, Mehdi’nin kim olduğunu veya ne zaman ortaya çıkacağını iddia etmek gibi aşırı uçlara gitmişlerdir. Bu tür iddialar kimi zaman gerçeklikten uzak hurafeler veya spekülasyonlardan ibaret olmuştur. Ayrıca, bazı fanatikler yanlış bir şekilde kendilerini Mehdi olarak ilan etmiş veya başkalarını Mehdi olarak kabul etmiştir.

 

Bu tür fanatik inanç ve iddiaların ne kadar yaygın olduğunu veya ne kadar ileri gittiğini kesin bir şekilde belirtmek zordur. Çünkü bu tür inançlar genellikle belirli gruplar veya bireyler arasında sınırlı kalır. Ancak bu tür durumların zaman zaman ortaya çıktığı bilinmektedir.

 

Allah’ın bu tür fanatikler hakkında yeryüzünde veya ahirette nasıl hükmettiği konusu tamamen Allah’ın bilgisi ve hikmetine aittir. Kuran’da, Allah insanların inançları ve amelleri temelinde tartılacaklarına dair birçok ayet bulunur. İnançlarının doğruluğu veya yanlışlığına dair son kararı Allah verecektir.

 

Kuran’da, Allah insanları doğru yola yönlendirmek, doğru inançları öğretmek ve sapkınlıklardan korumak için birçok mesaj vermiştir. Ancak özellikle belirli grupların veya hurafelerin nasıl yorumlanacağı konusunda spesifik bir ayet bulunmamaktadır. İslam’ın temel prensipleri olan adalet, dürüstlük ve doğruluk üzerine odaklanmak, Kuran’ın mesajlarına uygun bir şekilde hareket etmek her Müslümanın sorumluluğundadır.

 

Özetle, on iki imam dönemi ve Mehdi inancı etrafında oluşan hurafelerin ne kadar yaygın olduğu veya ne kadar ileri gittiği kesin olarak belirlenemese de, inançlarımızda doğruluk, adalet ve Kuran’ın rehberliği konularında dikkatli olmak önemlidir. Allah’ın, herkesin iman ve amelleri temelinde hüküm vereceğine inanırız ve doğru yolu göstermeyi dileriz.

 

163) On iki masum imamların mehdileştirilmesi konusu, özellikle İslam tarihinde önemli bir yer tutmaktadır. O dönemin tarihçileri ve batılı tarihçiler, bu konuyu farklı perspektiflerden ele almış ve yorumlamışlardır.

 

O dönemin tarihçileri, genellikle mezhepsel aidiyetleri ve inançları göz önünde bulundurarak konuyu ele almıştır. Şii tarihçiler, on iki imamın ilahi görevle gönderildiğine ve mehdilik vasfına sahip olduklarına inanmış ve bu durumu savunmuşlardır. Onları İslam’ın kurtarıcıları ve adaletin sembolü olarak görmüşlerdir.

 

Ancak, bazı tarihçiler ve araştırmacılar, bu konunun daha çok dini inançlarla ilişkili olduğunu ve bazı efsanelerin de etkisiyle büyütüldüğünü öne sürmüşlerdir. On iki imamların mehdilik vasfına sahip olduklarına dair kesin kanıtların bulunmaması, eleştirmenlerin gündeme getirdiği bir konu olmuştur.

 

Batılı tarihçiler ise genellikle bu konuyu İslam’ın iç dinamikleri ve Şii İslam’ın gelişimi bağlamında ele almışlardır. Batılı tarihçiler, on iki imamların mehdilik iddiasının, Şii İslam’ın siyasi ve sosyal bir hareket olarak ortaya çıkışıyla ilişkili olduğunu ve bu iddianın zaman içinde geliştiğini göstermiştir. Ayrıca, batılı tarihçiler, on iki masum imamların mehdilik iddiasının, Şii İslamın belirli bir mezhebi tarafından desteklendiğini ve kabul edildiğini vurgulamışlardır.

 

Ancak, eleştirel tarihçiler, on iki imamların mehdilik iddiasının zaman içinde oluştuğunu ve daha çok politik ve sosyal faktörlerle ilişkili olduğunu dile getirirken, bu konunun dinî inançlar ve kültürel faktörlerle de bağlantılı olduğunu belirtmişlerdir.

 

Sonuç olarak, on iki masum imamların mehdilik iddiası konusu, farklı inançlara ve tarihî perspektiflere bağlı olarak değişik şekillerde yorumlanmış ve eleştirilmiştir. Tarihçiler ve araştırmacılar, dönemin koşulları, dini inançlar ve sosyal dinamikler gibi faktörleri göz önünde bulundurarak bu konuyu analiz etmişlerdir.

164) Bu konu, Sünni ve Şii kaynakların farklı yorumlarından kaynaklanan bir farklılık olarak değerlendirilebilir. Sünni İslam, Hz. Muhammed’in vefatından sonra seçilen dört halifenin liderlik ettiği bir yol olarak ortaya çıktı. Şii İslam ise Hz. Ali’nin Hz. Muhammed’in vefatından sonra lider olarak seçilmesini savunmaktadır.

 

Sünni kaynaklar, genellikle İslam’ın erken dönemlerindeki olaylara ve halifelere odaklanırken, Şia kaynakları, İmam Ali ve onun soyundan gelen İmamlara daha fazla vurgu yapar. Bu farklılık nedeniyle, on iki masum imamın hayatı ve rolü konusunda da farklı görüşler ortaya çıkmıştır.

 

Sünni alimler, on iki masum imamların hayatları hakkında Şii kaynakların rivayetlerine daha az önem verirler ve bu rivayetleri eleştirirler. Onlar, Hz. Muhammed’in sadece dört halife tarafından temsil edildiğine inanırlar ve on iki masum imamlara özel bir statü vermezler. Bu nedenle, bazı Sünni kaynaklar, onların hayatları hakkında daha az ayrıntıya yer verir.

 

Şii alimler ise on iki masum imamların özel bir ruhani yetkiye sahip olduklarını ve İslam toplumunun liderliğini devraldıklarını savunurlar. Onlar, Hz. Ali’nin İslam’ın gerçek lideri olduğuna ve ondan sonra İmamların da aynı yetkiye sahip olduklarına inanırlar. Bu nedenle, Şii kaynaklarında on iki masum imamların hayatları ve liderlik rolleri hakkında daha ayrıntılı ve detaylı bilgiler bulunabilir.

 

Bu çelişkiler genellikle din bilimciler, tarihçiler ve sosyologlar arasında tartışma konusu olmuştur. Farklı görüşleri anlamak ve değerlendirmek için tarihi, dini ve kültürel bağlamlar dikkate alınmalıdır. Bazı araştırmacılar, bu farklılıkların zamanla ve siyasi etkilerle şekillendiğini savunurken, diğerleri tarihi kaynakları ve delilleri dikkate alarak bu farklı görüşlerin daha karmaşık bir tabloyu yansıtabileceğini öne sürmektedir.

 

Sonuç olarak, bu konu farklı perspektiflerin ve yorumların olduğu karmaşık bir konudur. Farklı inanç ve akademik çevreler arasında tartışma konusu olmaya devam etmektedir. Her bireyin kendi inancına ve araştırmalarına dayanarak bu çelişkileri anlaması ve yorumlaması önemlidir.

 

165) Bahsettiğiniz hadise, Cafer-i Sadık’tan nakledilen bir rivayettir. Ancak, Mehdilik veya Kaimlik konuları genellikle İslam tarihindeki tartışmalı ve farklı yorumlara dayanan konulardır. Bu nedenle, bu rivayete dayanarak kesin bir kayda değer sebep belirlemek zor olabilir.

 

Ancak, bazı Müslüman gruplar Musa-i Kazım’ı Mehdilik veya Kaimlik özelliğine sahip olarak kabul ederler. Mehdilik veya Kaimlik, İslam geleneğine göre gelecekte ortaya çıkması beklenen bir lider veya kurtarıcıyı ifade eden bir kavramdır. Bu liderin ortaya çıkışı ve görevleriyle ilgili çok çeşitli rivayetler ve yorumlar bulunmaktadır.

 

Musa-i Kazım, İmam Cafer-i Sadık’ın oğlu ve İmamet geleneği içerisinde yer alan bir İmam olarak kabul edilir. Bazı Müslümanlar, onun Mehdilik veya Kaimlik özelliğine sahip olmasının, İmamet makamına bağlı olarak liderlik yetkisi ve otoritesi olduğunu düşünebilirler.

 

Ancak, bu konu hakkında daha fazla detay ve tartışma yapmak için İslam tarihindeki rivayetleri ve yorumları incelenmesi gerekmektedir. Her bir İslam mezhebi ve düşünce okulu, Mehdilik kavramına farklı bir açıdan yaklaşabilir ve farklı İmamların Mehdilik özelliğiyle ilişkilendirildiği rivayetlere sahip olabilir. Bu nedenle, Musa-i Kazım’ın Mehdilik veya Kaimlik özelliğiyle ilişkilendirilmesi konusunda kesin bir kayda değer sebep belirlemek, İslam tarihindeki bu konuyu tartışan kaynakları incelemeyi gerektirebilir.

 

166) İslamiyet’te “ölümünden sonra kalkıp doğrulmak (yeqûmü)” ifadesi, ahiret inancıyla ilgili bir kavramı ifade etmektedir. Bu ifade, kişinin öldükten sonra tekrar dirilme ve mahşer gününde bedeninin yeniden canlanması anlamına gelir.

 

İslam inancında, insanlar bu dünyada ölümü tadacaklarını, ancak ahirette dirileceklerini ve hesap vermek üzere mahşer gününde toplanacaklarını öğrenirler. Kıyamet gününde, Allah’ın huzuruna çıkacak herkesin bedeni yeniden dirilecektir. Bu dirilişin tam olarak nasıl gerçekleşeceği, fiziksel veya manevi olarak nasıl bir biçime dönüşeceği, kıyametin nasıl olacağı gibi detaylar konusunda farklı yorumlar mevcuttur.

 

Kur’an’da, diriliş ve yeniden hayata gelme konusu birçok ayette bahsedilir. Örneğin, Bakara Suresi’nde şu şekilde ifade edilir: “Sizi topraktan yaratmadıkça görmüyor musunuz? Sonra bir nutfeden, sonra bir alakadan, sonra da bir et parçasından sizi yarattık. Gözlerinizi ve kulaklarınızı geliştirmedik mi? Sizin için bin bir türlü yaratışlarda bulunduk. Sonra size dönüşünüzü mümkün kılmak için sizleri, bir damla sudan bir meni olarak çıkarmadık mı? Sonra bir aşıksa kadardık sizi bir alakadan yarattık. Sonra da bir çiğnediğimiz bir et parçasından size başkalarını da yarattık. Elbette, kudretimizde hiçbir sınırlama yoktur.” (Bakara 2:60)

 

Bu konuda yapılan yorumlar, genellikle dirilişin Allah’ın gücüyle gerçekleşeceğini ve bu dünya hayatının ahiretteki ebedi hayatın hazırlığı olduğunu vurgular. Ayrıca, bu dünya hayatında yapılan amellerin hesaba katılacağı ve bu nedenle insanların dünya hayatında iyi davranışlar sergilemelerinin önemli olduğu düşünülür.

 

Farklı İslam mezhepleri ve düşünce okulları bu konuyu farklı şekillerde yorumlayabilir ve ayrıntıları farklı bir şekilde ele alabilir. Ancak genel olarak “ölümünden sonra kalkıp doğrulmak (yeqûmü)” ifadesi, İslam inancının önemli bir parçası olan ahiret inancını temsil etmektedir.

167) Ehlibeyt, İslam’ın erken dönemlerinde İslam peygamberi Muhammed’in ailesini temsil eden ve ona yakın olan kişilerin oluşturduğu bir terimdir. Türklerin İslam’ı kabul etmeleriyle birlikte, Ehlibeyt ile Türklerin etkileşimi ortaya çıkmıştır.

 

Türklerin İslam’ı kabul etmesi ve İslam medeniyetini benimsemeleri, Orta Asya’dan başlayarak zamanla İslam’ın yayılmasıyla gerçekleşmiştir. İslamiyet’in Türkler arasında yayılmasında Ehlibeyt’in rolü oldukça önemlidir. Türk kavimleri, İslam’ı kabul ederken Ehlibeyt ailesini ve onların liderliğini önemsemişlerdir.

 

Ehlibeyt, İslam Peygamberi Muhammed’in kızı Fatıma ve kocası Ali’nin soyundan gelen kişileri kapsamaktadır. Türkler, İslam’ı kabul ederken Ehlibeyt’in liderlerinden olan Ali’yi ve onun soyundan gelen imamları önemli birer örnek olarak görmüşlerdir. Bu nedenle, Ehlibeyt’in mirasını sürdüren imamların öğretilerini ve liderliklerini takip etmişlerdir.

 

Türklerin Ehlibeyt ile etkileşimi, onların İslam’ın öğretilerini benimsemelerinde ve İslam kültürünün Türk toplumuna entegrasyonunda önemli bir rol oynamıştır. Ehlibeyt liderleri ve takipçileri, Türklerin İslamiyet’i öğrenmelerinde, ibadetlerini yerine getirmelerinde ve ahlaki değerlere bağlı kalmalarında rehberlik etmiştir.

 

Ehlibeyt ile Türkler arasındaki etkileşim, zamanla Türk-İslam sentezinin bir parçası haline gelmiştir. Türk toplumlarının dini ve kültürel gelenekleri, Ehlibeyt’in öğretileriyle harmanlanmış ve bu ortak miras günümüzde bile Türk toplumunun kimliğinde etkisini sürdürmektedir.

 

168) Musa-i Kazım dönemindeki Kat'îler, Sasaniler döneminde ortaya çıkan Şii İslam mezhebi içinde önemli bir rol oynayan meşhur hukukçulardır. "Kat'î" kelimesi, "kesin" veya "kesin hüküm veren" anlamına gelir ve bu kişiler, dini ve hukuki konularda kesin hükümler veren otorite figürleriydi.

 

Musa-i Kazım, 8. İmam olan İmam Musa bin Câ'fer'in (a.s.) lakabıdır ve 8. İmam'ın dönemi yaklaşık olarak 8. yüzyılın ikinci yarısına denk gelir. Kat'îler, İmamın hukuki ve dini görüşlerini aktaran, tartışmalı konularda kesin hükümler veren ve Şii toplumu içinde hukuk kurallarının doğru bir şekilde uygulanmasını sağlayan kişilerdi.

 

Musa-i Kazım dönemindeki Kat'îler, İslam hukuku ve Şeriat hükümleri konusunda otorite kabul edilirlerdi. Bu dönemdeki Kat'îler arasında ünlü hukukçular ve filozoflar bulunmaktadır. Onlar, İslam hukukunu derinlemesine inceleyerek dini metinlerin yorumlanmasında öncü rol oynamışlardır.

 

Ünlü Kat'îler arasında Muhammed bin Ali Shimr, İsmail bin Ebu Ziyad, Züravf bin Muhammed gibi isimler sayılabilir. Onlar, dini yasaları açıklarken adalet, eşitlik ve İmamet prensiplerine dayanarak hükümler verirlerdi.

 

Musa-i Kazım dönemi, Şii İslam mezhebinin gelişiminde önemli bir dönemdir ve Kat'îler, bu dönemde hukuki otoriteler olarak ortaya çıkmış ve Şii toplumunun dini ve hukuki konularda yol göstericisi olmuşlardır.

 

169) Memtûre, kültürün bireysel hafızadaki izleri ve kalıntıları olarak tanımlanabilir.

 

Memtûre kavramı, Fransız sosyolog Maurice Halbwachs tarafından ortaya atılmıştır. Halbwachs'a göre, kişisel bellek aslında büyük ölçüde toplumsaldır, çünkü hatırlama bireysel olmaktan ziyade kolektif bağlamlar içerisinde gerçekleşir. Bizim anılarımız genellikle ailemiz, arkadaşlarımız, çalışma gruplarımız gibi sosyal çevrelerle bağlantılıdır.

 

Memtûre kavramı, bireysel belleğin toplumsal bağlamdan bağımsız olmadığını, hatıraların sosyal etkileşimler ve paylaşılan deneyimler yoluyla şekillendiğini vurgular. Kişisel anılarımız aslında daha geniş bir kolektif belleğin parçalarıdır.

 

Örneğin, çocukluğumuzda yaşadığımız bir olayı hatırlarken, o dönemin popüler şarkılarını, modasını, olayın geçtiği mekânı vb. detayları da hatırlarız. Yani sadece olayın kendisini değil, onun gerçekleştiği sosyo-kültürel bağlamı da hatırlarız. İşte bu bağlam memtûre olarak adlandırılır.

 

Dolayısıyla memtûre, kişisel anılarımızın toplumsal bir niteliğe sahip olduğunu vurgulayan önemli bir kavramdır. Bireysel hafızamız aslında içinde yer aldığımız toplumun kültürel kodlarından bağımsız değildir.

 

170) Ebû's-Serâyâ, 9. yüzyılın başında yaşamış bir Abbasî halifesi olan Me'mun'un döneminde önemli bir rol oynamış olan bir isyancıdır. İsmi Ubeydullah bin Muhammed bin Ubeydullah bin Cerrah olarak da bilinir.

 

Ebû's-Serâyâ'nın isyanı, Me'mun'un yönetimi dönemindeki siyasi çatışmalar ve mezhebi ayrılıklar nedeniyle ortaya çıkmıştır. Me'mun döneminde, İslam dünyası iki farklı mezhep olan Ehl-i Sünnet ve Şii mezhepleri arasında büyük bir ayrışmaya sahne olmuştur. Me'mun, başlangıçta Şii inançlarını benimsemiş ve hatta Şii İmamlarından biri olan Ali er-Rıza'nın oğlu Muhammed el-Cevad'ı halef olarak tayin etmiştir. Ancak daha sonra bu kararından vazgeçerek, Ehl-i Sünnet mezhebini savunanlarla ittifak yapmış ve onları desteklemiştir. Bu durumda Şii topluluğu arasında rahatsızlık ve hoşnutsuzluk yaratmıştır.

 

Ebû's-Serâyâ ise Şii İmametinin gerçek varisi olduğunu iddia eden bir Şii lideridir. Me'mun'un politikalarını ve Şii İmametini desteklememesi, onun isyan etmesine ve askeri harekete geçmesine sebep olmuştur. Ebû's-Serâyâ, 813 yılında Me'mun'un halifeliğine karşı isyan etmiş ve Bağdat'a saldırmıştır. Ancak isyanı başarısızlıkla sonuçlanmış ve Ebû's-Serâyâ yakalanarak idam edilmiştir.

 

Halife Me'mun ile Ebû's-Serâyâ'nın münasebeti karmaşık bir şekilde şekillenmiştir. Başlangıçta Me'mun, Şii inançlarını benimseyerek Ebû's-Serâyâ'yı desteklemiş gibi görünmüştür. Ancak daha sonra politik çıkarlar doğrultusunda Ehl-i Sünnet mezhebini takip etmiş ve Ebû's-Serâyâ ile karşı karşıya gelmiştir. Me'mun'un bu değişimi, İslam toplumu üzerindeki siyasi gerilimleri artırmış ve isyanın temel nedenlerinden biri olmuştur.

 

171) Musa-i Kazım dönemindeki Kat'îler, özel olarak belirlenmiş ve kesin bilgilere dayanarak hüküm verme yetkisine sahip olan kişilerdi. Kat'îler, dava ve anlaşmazlık durumlarında delilleri ve kanıtları değerlendirir, tanıkları dinler ve sonuçta doğru bir karar verirlerdi.

 

"Nakl" terimi, İslam hukukunda yazılı olanlardan alınmış olan bilgileri ifade eder. Kur'an-ı Kerim, hadisler ve diğer dini metinler bu kategoriye girer. Nakl ile aktarılan bilgiler, başka bir kaynağa dayanarak yazılı olarak korunur ve sonraki nesillere iletilir. Nakl, İslam hukukunun kaynakları arasında önemli bir yer tutar.

 

"Tetavvül" ise, İslam hukukunda nesilden nesile aktarılan sözlü gelenekleri ifade eder. Sahabe döneminde ve sonraki süreçlerde, İslam peygamberi Muhammed'in (s.a.v) sözleri, eylemleri ve onunla ilgili olan diğer bilgiler, sahabenin hatıraları ve şahitlikleri aracılığıyla nesilden nesile aktarıldı. Tetavvül ile aktarılan bilgilerin güvenilirliği, sahabenin güvenilirliğine ve doğruluk derecesine bağlıydı.

 

İslam hukukunun temelini, nakl ve tetavvül yoluyla aktarılan bilgiler oluşturur. Kat'îler ise, bu bilgileri kullanarak doğru hükümler verebilmek için yetkilendirilmiş kişilerdi.

 

172) Hâifun yeteraqqab, Arapça kökenli bir deyimdir ve "tevazu içinde olmak" anlamına gelir. Bu ifade, bir kişinin alçak gönüllü ve mütevazı olması, kibirli davranışlardan ve övünmekten kaçınması gerektiğini vurgular. Hâifun yeteraqqab, insanların diğerlerine saygılı, modest ve mütevazı bir şekilde davranmaları gerektiğini anlatır. Bu özelliğe sahip olan bireyler, başkalarıyla daha iyi ilişkiler kurabilir, toplumda daha olumlu bir etki yaratır ve dürüstlükleriyle tanınırlar.

 

173) Ali b. Ebî Hamza el-Betâinî, İmam Musa Kazım'ın önemli bir arkadaşı ve yandaşı olan bir sahabidir. O, İslam tarihinde tanınmış bir şahsiyettir.

 

Ali b. Ebî Hamza el-Betâinî'nin Musa-i Kazım ile yakınlığı, sadık bir taraftarı ve takipçisi olmasıyla ilişkilidir. İmam Musa Kazım'a büyük bir bağlılık göstermiş ve onun yanında önemli bir rol oynamıştır. Ali b. Ebî Hamza el-Betâinî, İmam Musa Kazım'ın öğretilerini yaymak, onun vekili olmak ve müritlerine rehberlik etmek gibi görevler üstlenmiştir.

 

Musa-i Kazım'ın ölümünden sonra, bilinen bir kaynakta dinarlarına el koyduğu belirtilmez. Ancak, böyle bir iddiayı doğrulayacak veya çürütecek detaylı bilgilere sahip değilim. Bu konuda daha fazla araştırma yapabilir veya ilgili kaynaklara başvurabilirsiniz.

 

174) Ebî'l-Kâsım el-Esedî, İslam tarihinde önemli bir şahsiyettir. Kendisi, İmam Musa Kazım'ın öğreti ve mirasını yaymak için çalışan bir takipçisidir.

 

Ebî'l-Kâsım el-Esedî'nin Musa-i Kazım ile olan yakınlığı, İmam Musa Kazım'ın sadık bir öğrencisi ve müridi olmasıyla ilişkilidir. O, İmam Musa Kazım'ın öğretilerini anlamak, yaymak ve korumak için büyük çaba sarf etmiştir. Musa-i Kazım'ın öğretilerini toplumda yaymak amacıyla çeşitli sohbetler düzenlemiş ve İmam Musa Kazım'ın öğretilerinin tehlike altında olduğu dönemlerde onu savunmuştur.

 

Ebî'l-Kâsım el-Esedî, İmam Musa Kazım'ın ölümünden sonra da İmam Cafer Sadık'ın yanında önemli bir role sahip olmuştur. Onun liderliği ve öğretilerini takip etmiş ve yaymıştır.

 

Ebî'l-Kâsım el-Esedî'nin hayatı ve faaliyetleri hakkında daha fazla ayrıntı ve kaynaklara başvurarak daha fazla bilgi edinebilirsiniz.

 

175) On iki masum İmam'ın mehdici inanışlı taraftarlarının psikolojisi hakkında yorum yaparken, bu inanışa sahip insanların nasıl düşündüğünü ve davrandığını anlamaya çalışmalıyız. Bu taraftarlar, on iki İmam'ın gelecekte bir lider olarak ortaya çıkacaklarına ve adaletle dolu bir dünyanın kurulacağına inanır. Bu inancın temeli, on iki İmam'ın ilahi vahiyle seçildiklerine ve İslam toplumunu yönlendirecekleri inancına dayanır.

 

Bu taraftarlar sıklıkla kılavuzlarının yönergelerine göre hareket eder ve rivayetlere dayanan öğretileri takip ederler. Bu, hayatlarının birçok alanında etkili olabilir ve günlük kararlarını, ibadetlerini ve toplumla ilişkilerini şekillendirebilir. İnançlarına ve ruhsal bağlarına büyük önem verirler ve on iki İmam'ın yolunda ilerlemeye çalışırlar.

 

Ancak, sürekli olarak rivayetlere dayanarak hareket etmenin bazı riskleri de vardır. Rivayet edilen bilgilerde yanlış anlamalar, çelişkiler veya tahrifatlar olabilir. Bu tür durumlar, taraftarların yanılgıya düşmelerine veya yanlış yorumlamalara neden olabilir. Ayrıca, bazı taraftarlar arasında fanatiklik veya aşırılık görülebilir.

 

On iki İmam'ın nezdinde, taraftarlarının sürekli rivayetlere göre hareket etmeleri hem faydalı hem de zararlı olabilir. Faydalı yönü, İmamların öğretilerini yaymalarına ve İslam'ı korumalarına yardımcı olmasıdır. Rivayetlere olan bağlılık, inançlarını güçlendirebilir ve birbirleriyle bağlantı kurmalarına yardımcı olabilir.

 

Ancak, sürekli rivayetlere dayanan hareket etmenin zararlı yanları da vardır. Bu yaklaşım, bazı taraftarların başkalarını eleştirmesine, ayrımcı veya dışlayıcı davranmasına veya modern dünyayı reddetmesine neden olabilir. Ayrıca, bazı taraftarlar bilgi kirliliği ve manipülasyon riski altında olabilir. Bu durum, amacı ve içeriği doğrulukla ilgili olan rivayetlerin bir parçası olabilir.

 

Sonuç olarak, on iki masum İmam'ın mehdici inanışlı taraftarlarının psikolojisi, inançlarına ve hareket tarzlarına dayanır. Sürekli rivayetlere göre hareket etmenin hem faydaları hem de riskleri vardır. Bu konuda doğru anlamaların teşvik edilmesi ve eleştirel düşünceyle yaklaşılması önemlidir, böylece inançlarıyla uyumlu bir şekilde karar verebilirler.

 

On iki imamın mehdici inanışlı taraftarlarının psikolojisi ve on iki imamın rivayetlere dayalı hareket etmelerinin etkileri konularında çeşitli faktörleri göz önünde bulundurabiliriz.

 

Öncelikle, on iki imamın takipçileri zamanın siyasi ve sosyal koşullarından etkileniyorlardı. Bu dönemdeki Müslümanlar, siyasi otoritelerin sert baskısı altında yaşamaktaydılar. On iki imamların mehdici inanışlı taraftarları, zalim yönetimlere karşı adaleti ve doğruluğu temsil ettikleri inancıyla onlara bağlanmışlardı. Bu inanç, umutsuzluk ve adaletsizlik hisseden insanlar arasında güçlü bir dayanışma ve motivasyon kaynağı olabilirdi.

 

Taraftarların on iki imamların hareketlerini ve rivayetlerini takip etmelerinin zararları veya faydaları konusunda çeşitli görüşler bulunmaktadır. Bazıları, taraftarların sürekli rivayetlere dayanarak hareket etmelerinin, gerçekçi ve pratik çözümlerden uzaklaşmalarına neden olabileceğini düşünmektedir. Gerçeklikten kopmaları, dünya sorunlarına etkin bir şekilde müdahale etmelerini zorlaştırabilir.

 

Ancak diğer yandan, bazı tarihçiler ve uzmanlar, on iki imamların rivayetlerine bağlı kalmakta taraftarlarının ruhani ve manevi açıdan güçlü hissetmelerine yardımcı olduğunu ve bağlılık, dayanışma ve umutlarını devam ettirmelerini sağladığını belirtmektedir. Bu süreç, on iki imamların öğretileri ve liderlikleriyle kurulan bir bağın devamını sağlamış olabilir.

 

Sonuç olarak, on iki imamın mehdici inanışlı taraftarlarının psikolojisi ve rivayetlere dayalı hareket etmelerinin zararları ve faydaları, çeşitli faktörler göz önünde bulundurularak değerlendirilebilir. Siyasi, sosyal, kültürel ve manevi faktörler, taraftarların psikolojilerini şekillendirmiş ve on iki imamların liderliklerine olan bağlılıklarını etkilemiş olabilir. Bu konuda daha ayrıntılı bir analiz için tarihi ve sosyolojik perspektiflerin birleştirilmesi faydalı olabilir.

 

176) On İki İmam döneminde çıkan mezheplerin ve tarikatların kendilerine lider seçmeleri genellikle bir dizi faktöre dayanıyordu. Bu liderler genellikle o dönemdeki dinî otoriteler ve önde gelen âlimler arasından seçilirdi. İşte bazı etkenler:

 

1. İlim ve bilgi: Lider olarak seçilen kişinin dini bilgi ve yetenekleri, otorite kazanmasında önemli bir faktördü. Bu kişilerin İslam hukukunu, Kur'an ve hadisleri iyi bilmeleri beklenirdi.

 

2. Aile kökeni: Bazı mezheplerde, liderlik bir aile içinde miras yoluyla geçerdi. Örneğin, Şii İmamların liderliği, Hz. Ali ve soyundan gelen 12 İmam arasında geçerdi.

 

3. İnanç ve takva: Lider olarak seçilen kişinin dindarlık düzeyi, ahlaki değerleri ve takvası da önemliydi. İslam toplumunda, lider olarak kabul edilen kişinin dindarlık ve dürüstlük konusunda itibar sahibi olması beklenirdi.

 

4. Takipçilerin kabulü: Liderin seçimi genellikle takipçilerin onayına tabi tutulurdu. Tarikatlar ve mezhepler, lider seçiminde takipçilerin katılımını önemser ve onların çoğunluğunun desteğini almak isterlerdi.

 

5. Mucizevi veya ruhani yetenekler: Bazı mezheplerde, lider seçiminin başarılı olması veya özel yeteneklere sahip olması, liderin mucizevi veya ruhani yeteneklerine bağlı olabilirdi. Bu tarz liderler, sıradışı yetenekleriyle takipçileri etkileyerek liderliklerini sürdürebilirlerdi.

 

Bu faktörler, o dönemde mezheplerin ve tarikatların lider seçiminde genellikle rol oynayan ve liderin kabulünü ve otoritesini sağlamlaştıran unsurlardı. Ancak, her mezhep veya tarikat kendi liderini seçme sürecini kendi iç dinamiklerine göre belirleyebilir ve spesifik özelliklerine bağlı olarak farklı kriterler kullanabilir.

 

177) Ebû'l-Fadl Ziyâd b. Mervân el-Kımdî, Abbasi halifesi el-Mutavakkil döneminde yaşamış bir devlet görevlisiydi. Kendisi, yolsuzluklarla suçlanan ve halk arasında kötü bir itibara sahip olan bir valiydi. Ziyâd, devlet fonlarını, halkın malını ve parasını zimmetine geçirdiği söylenmektedir.

 

Bu mal ve paranın İslamiyet'e göre Musa-i Kazım'ın mirasçılarına bırakılması gerektiği konusu fıkhi bir değerlendirme gerektirir. İslam hukukunda, mirasçıların belirlenmesi ve miras paylaşımı belirli kural ve esaslara tabidir. Genellikle mirasçılar, miras bırakanın kan bağı derecesine göre sırayla belirlenir ve mirasın bölüşümü gerçekleştirilir.

 

Ancak Ebû'l-Fadl Ziyâd'ın mal ve parasının Musa-i Kazım'ın mirasçılarına bırakılmasıyla ilgili spesifik bir bilgi yoktur. Bu nedenle, bu durumu İslam hukuku açısından yorumlamak zordur ve İslam fıkıhçıları arasında farklı görüşler olabilir. Herhangi bir fıkhi otorite tarafından bu konuda bir hüküm verilmediği sürece, bu konuyu spekülasyonlardan ve temelsiz iddialardan ayırmak önemlidir.

 

178) Hüseyin b. Mihrân, Musa-i Kazım'ın (a.s) ve onun oğullarının aile için önemli bir figür olduğu dönemde, onlarla sık sık bir araya gelir ve samimi bir ilişki kurardı. Hüseyin b. Mihrân, Musa-i Kazım'ın ilahi bilgisine olan hayranlığını ve onun ahlaki erdemlerini takdir ettiğini belirtmiştir. Muhtemelen Hüseyin b. Mihrân, onlarla sohbet ederken İslami konuları ve İmam Musa-i Kazım'ın liderliği hakkındaki görüşlerini paylaşmıştır. Bu muhabbetler, İslam'ın öğretileri hakkında derin sohbetler yapma ve dinin doğruluğunu araştırma amacını taşıyordu. Hüseyin b. Mihrân, Musa-i Kazım ve oğluyla olan muhabbetinin İslam toplumunda saygı, setteflik ve bilgi paylaşımı gibi değerleri yansıttığını söyleyebiliriz.

 

179) İslamiyet ve Ehlibeyt döneminde biyografi yazıcılığı önemli bir yer tutmaktaydı. Bu dönemde biyografilerin yazılması, farklı amaçlar doğrultusunda gerçekleştirilmekteydi ve çeşitli temeller üzerine oturtulmaktaydı.

 

İslamiyet döneminde biyografi yazıcılığı, İslam peygamberi Muhammed'in (s.a.v) hayatının ve onun sahabilerinin daha sonra Ehlibeyt'in hayatlarının belgelenmesiyle başlamıştır. Bu dönemde biyografiler, İslam'ın yayılması ve müminlerin örnek alabilecekleri kişilerin hayatlarının kaydedilmesi amacıyla yazılmaktaydı. Bu yazıcılık geleneği, İslam'ın temel inançlarını anlatmanın yanı sıra, Müslüman toplulukların liderlerinin, öğretmenlerinin, âlimlerinin ve diğer önemli figürlerinin hayat hikayelerini de içermekteydi.

 

Ehlibeyt döneminde biyografi yazıcılığı ise, İmam Ali (a.s) ve diğer Ehlibeyt mensuplarına ilişkindi. Bu dönemde biyografiler, İslam'ın gerektirdiği ahlaki ve dini değerleri vurgulamak için kaynaklar olarak kullanılmaktaydı. Ehlibeyt döneminde biyografiler, İmam Ali ve Ehlibeyt'in liderliği, ilim ve irfan sahibi olmaları, adalet anlayışları, cömertlikleri gibi özelliklerini vurgulamak amacıyla yazılıyordu.

 

Biyografi yazıcılığı bu dönemlerde genellikle yazılı kaynaklardan ve bizzat tanık olan kişilerin anlatılarından yararlanılarak gerçekleştiriliyordu. Sahabelerin veya Ehlibeyt mensuplarının yaşadıklarını, anılarını ve sözlerini içeren hadisler, mektuplar, şiirler ve diğer yazılı belgeler bu biyografilerin temelini oluşturuyordu. Ayrıca, zamanın tarihçileri ve müneccimleri de biyografileri derlemek ve kaynakları değerlendirmek için çalışmaktaydı.

 

Özetleyecek olursak, İslamiyet ve Ehlibeyt döneminde biyografi yazıcılığı, İslam'ın yayılmasını ve İslam toplumunun önderlerini tanıtmayı hedefleyen bir çalışmaydı. Bu yazıcılık geleneği, yazılı kaynaklardan ve tanıklıklardan yararlanırken, örnek alınacak ahlaki, dini ve liderlik değerlerinin vurgulanmasını amaçlamaktaydı.

 

180) Abbasi Devleti'nin Ehlibeyt üzerindeki tahribatları, on iki masum imam taraftarlarının önemini artırmıştır. On iki masum imamlar, İslam peygamberi Muhammed'in torunlarından Hasan bin Ali'nin ve Hüseyin bin Ali'nin soyundan gelmektedir. İmam Hasan'ın soyundan gelen ilk on imam, çeşitli dönemlerde yaşamış ve toplum üzerinde büyük bir etki yaratmışlardır. Bu imamların, Ehlibeyt mensuplarına önderlik ettiği ve İslam toplumunda adalet, takva ve bilgi gibi değerleri yaydığı kabul edilmektedir.

 

Abbasi Devleti, bu on iki imamın taraftarlarını sistematik şekilde baskı altına almış, zulmetmiş ve hedef almıştır. İslam toplumu içindeki muhalif grupları bastırmak için çeşitli yolları kullanarak, Ehlibeyt taraftarlarına zulmetmişlerdir. Bu zulümler, bu imamların takipçilerinin özellikle baskı altında yaşamalarına ve baskıcı politikalara karşı direnmelerine sebep olmuştur.

 

On iki masum imam taraftarlarının önemli bir rolü, Ehlibeyt mensuplarının İslam toplumunda direnç göstermeleridir. Bu sorumluluk, imamın liderliğine bağlılık, adalet ve İslam prensiplerini sürdürme çabasını içerir. Ehlibeyt mensupları, İslam toplumunun içinde adaleti ve İslamî değerleri yaymak için çaba gösterirken, baskıcı rejimlere karşı direnme ve zulme maruz kalanlara destek olma misyonunu üstlenmişlerdir.

 

On iki masum imam taraftarları aynı zamanda İslam düşüncesinin gelişmesinde de önemli bir rol oynamışlardır. İmamın liderlikleri altında, İslam bilgisi, felsefesi ve hukuku gibi konularda derinlikli çalışmalar yapılmış ve bu düşünce çeşitli eserlere dökülmüştür. Bu eserler, İslam düşünce geleneğinin zenginleşmesine katkıda bulunmuştur.

 

Sonuç olarak, Abbasilerin Ehlibeyt üzerindeki tahribatları, on iki masum imam taraftarlarının önemini artırmıştır. Bu taraftarlar, İslam toplumunda adaleti ve İslamî değerleri yayma mücadelesine öncülük etmişler, direnç göstermişler ve İslam düşüncesi üzerine önemli katkılarda bulunmuşlardır.

 

181) Vakıfî doktrine bağlı olarak gaybet (İmamet dönemi İslam düşüncesinde geçici olarak İmamların gizlenmesi) hakkında yazılan ilk kitap "Kitab al-Ghayba" adıyla bilinir. İçeriği, İmam Mehdi'nin gizli kalmasıyla ilgili detayları ve gelecekteki ortaya çıkışıyla ilgili kehanetleri içermektedir. Kitabın yazarı, 9. yüzyılda yaşayan İslam düşünürü ve hadis bilgini olan Muhammed bin Nu'man, daha yaygın olarak bilinen adıyla Şeyh Tusi'dir.

 

182) On iki masum imam taraftarlarının dönemlerinde yazdıkları ve günümüze ulaşmayan kaynaklara ulaşmanın bazı karmaşık ve zorlu süreçler içerebileceğini belirtmek önemlidir. Bu kaynaklara ulaşmanın başlıca yöntemleri arasında arkeolojik kazılar, antik yazıtların çevrilmesi, eski kitaplardan alıntılar ve kaynakların kopyalarının korunması yer almaktadır.

 

Arkeolojik kazılar, döneme ait kalıntıların ortaya çıkarılması için kullanılan bir yöntemdir. Bu kazılar sırasında eski metinler veya belgeler bulunabilir ve bu belgeler, on iki masum imam taraftarlarının yazdıklarına ulaşmamızı sağlayabilir.

 

Antik yazıtların çevrilmesi, dönemlerine ait metinlerin çözülerek anlaşılmasını sağlar. Bu yazıtlar arasında on iki masum imamın dönemine ait kaynaklara veya alıntılara rastlanabilir. Bu, eksik veya kaybolmuş kitaplar hakkında fikir sahibi olmamızı sağlayabilir.

 

Eski kitaplardan alıntılar, günümüze ulaşan eserlerde ulaşılamayan kitaplardan yapılan alıntıların bulunabileceği anlamına gelir. Bu alıntılar, belirli bir kitabın ne hakkında olduğunu veya içeriğini daha iyi anlamamızı sağlayabilir. Ancak, alıntıların doğruluğunu teyit etmek için farklı kaynaklara başvurmak ve içeriklerini karşılaştırmak önemlidir.

 

Kaynakların kopyalarının korunması, eski dönemlerden günümüze kadar kitapların kopyalanarak veya çoğaltılarak korunmuş olabileceği anlamına gelir. Bu kopyalar, eksik veya kaybolmuş kitapların orijinal içeriklerine ulaşmamızı sağlayabilir. Ancak, kopyaların geçerliliğini doğrulamak için uzmanlar ve metin eleştirmenleri tarafından incelenmelidir.

 

Ulaşılan kitaplardan alıntılar veya kaynaklardan yapılan ispatlarının doğruluğunu kanıtlamak için farklı disiplinlerde çalışan uzmanlardan ve metin eleştirmenlerinden yararlanılır. Bu uzmanlar, metinlerin dönemine, yazarına, diline ve içeriğine göre analizler yaparak doğruluklarını değerlendirirler. Diğer kaynaklarla karşılaştırma yaparak ve metinsel eleştiri yöntemlerini uygulayarak bu doğruluk teyidi sağlanabilir.

 

Sonuç olarak, on iki masum imam taraftarlarının dönemlerinde yazdıkları ve günümüze ulaşmayan kaynaklara ulaşmak karmaşık ve zorlu bir süreç olabilir. Arkeolojik kazılar, antik yazıtların çevrilmesi, eski kitaplardan alıntılar ve kaynakların kopyalarının korunması gibi yöntemlerle bu kaynaklara ulaşmak mümkün olabilir. Ancak, ulaşılan kitapların alıntıları veya ispatları doğrulamak için uzmanlardan ve metin eleştirmenlerinden yardım almak önemlidir.

 

183) Aceliyye, Zeydiyye mezhebine mensup olan bir grup veya harekettir. Zeydiyye, İslam’ın Şiilik mezheplerinden biridir ve Zeyd bin Ali’nin (on iki imamlardan biri) öğretilerine dayanır. Aceliyye, Zeydiyye mezhebinin bir kolunu oluşturur ve genellikle Yemen’de faaliyet gösterir.

 

Aceliyye’nin temeli, Zeydiyye mezhebinin genel öğretileri üzerine inşa edilmiştir. Bu mezhep, Zeyd bin Ali’nin imamlık hakkına sahip olduğunu savunur ve onun soyundan gelen imamların liderliğini kabul eder. Aceliyye, bu imamlara özel bir önem verir ve onlara bağlılık gösterir.

 

Aceliyye hakkında yazılan ve eleştiren çok sayıda akademik çalışma ve makale bulunmaktadır. İslam tarihçileri, din sosyologları ve Şii mezhep tarihçileri tarafından bu konuyla ilgili yapılan araştırmaları inceleyebilirsiniz. Bu kaynaklar, Aceliyye’nin kökenlerini, inanç sistemini, liderlik yapısını ve diğer önemli konuları ele alır. Ayrıca, Zeydiyye mezhebinin genel olarak incelendiği kaynaklarda da Aceliyye hakkında bilgi bulabilirsiniz.

 

Aceliyye ile ilgili akademik çalışmaların yanı sıra, yazarların veya araştırmacıların Aceliyye hakkındaki fikir ve eleştirilerini içeren kitaplar veya makaleler de bulunmaktadır. Bu tür kaynaklar, Aceliyye’nin ideolojik ve teolojik yönlerini değerlendirirken farklı bakış açılarını sunabilir.

 

Sonuç olarak, Aceliyye hakkında daha fazla bilgi edinmek için İslami araştırmalar, tarih ve sosyoloji alanlarında yapılan akademik çalışmalara başvurmanızı öneririm. Bu kaynaklar, Aceliyye’nin temelini, eleştirilerini ve daha fazlasını kapsayan detaylı ve uzman bir bakış sunacaktır.

 

184) On iki masum imam hakkında yazılan ve bu zamana kadar ulaşılamayan kaynaklara erişim konusu oldukça merak edilen bir konudur. Ancak, bu konuda eldeki mevcut bilgiler sınırlıdır ve bu yazılı kaynaklara ulaşmak için kesin bir yöntem bulunmamaktadır. On iki imamlar dönemlerinde yazdığı düşünülen eserlerin yok olmuş veya ulaşılamayan olduğunu kabul etmekle birlikte, bazı alıntılar ve referanslar günümüze ulaşabilmiştir.

 

Bazı alıntılar veya referanslar, on iki imamların eserlerinden yapılabilir ve bu alıntılar ve referanslar üzerinden doğruluk kontrolü yapılabilir. Bununla birlikte, bu alıntıların ve referansların doğruluğunu ispatlamak için, tarihçiler, araştırmacılar ve İslam alimleri tarafından yapılan çalışmalara güvenmek gerekmektedir.

 

On iki imamların dönemindeki tanınmış âlimler, risale yazarları ve diğer İslam otoriteleri, Vâkıfilerin tutumunu ve iddialarını çeşitli şekillerde yorumlamışlardır. Bazıları bu iddialara aynı fikirde olabilirken, diğerleri farklı yorumlar yapmış olabilir. Ancak, tam olarak hangi âlimlerin veya yazarların nasıl yorumlar yaptığına dair kesin bir bilgiye sahip olmak zordur. Bu tür meseleler genellikle İslam tarihinde tartışma konusu olmuş ve farklı görüşler ortaya atılmıştır.

 

Sonuç olarak, on iki masum imamların dönemlerinde yazdıkları ve bu zamana kadar ulaşılamayan kaynaklara erişim konusu hala birçok soru işaretini barındırmaktadır ve daha fazla araştırma ve çalışma gerekmektedir. On iki imamların eserlerinin doğruluğunu kanıtlamak için, mevcut alıntılara ve referanslara güvenmek ve uzmanların yapılan araştırmalarını takip etmek önemlidir.

 

185) Vakıfe’ye mensuplar ve selefler arasında rivayetlerde çelişki olması çeşitli nedenlere dayanabilir. İşte bazı olası açıklamalar:

 

1.      İletişim ve İntikal Hataları: Rivayetler, sözlü olarak nesilden nesile aktarılmıştır ve bu süreçte yanlış anlamalar, hafıza hataları veya bilgi aktarımındaki eksiklikler ortaya çıkabilir. Bu nedenle, aynı olayı farklı şekillerde anlatan rivayetler ortaya çıkabilir.

 

2.      Siyasi ve İdeolojik Etkiler: Rivayetlerin aktarım sürecinde siyasi veya ideolojik etkilerin rol oynaması mümkündür. İnsanlar, kendi inançlarına veya siyasi görüşlerine uygun olarak rivayetleri değiştirebilir veya manipüle edebilirler.

 

 

3.      Rivayet Zincirindeki Kopmalar: Rivayetler, birbirini takip eden kişiler arasında aktarıldığından, rivayet zincirinde kopmalar yaşanabilir. Zincirdeki herhangi bir kopma veya eksiklik, doğru bilgilerin iletilmesini engelleyebilir veya bazı bilgilerin kaybolmasına neden olabilir.

 

4.      Farklı İnanç ve Perspektifler: İnsanların farklı inançlara ve perspektiflere sahip olmaları, aynı olayı farklı şekillerde yorumlamalarına ve anlatmalarına neden olabilir. Bu da rivayetler arasında farklılıkların ortaya çıkmasına yol açabilir.

 

 

Ulaşılması imkansız veya kaybolmuş kitaplardan alıntıların veya ispatların doğruluğunu kanıtlamak zor olabilir. Bununla birlikte, eğer mevcut kitaplarda kaybolmuş bir kitaptan alıntılar yapılıyorsa, bu alıntıların kaynakları ve güvenilirliği üzerine araştırma yapılması gerekmektedir. Bilim insanları ve akademisyenler, orijinal kaynakları araştırarak bu tür alıntıların gerçekliğini doğrulama çabası içindedirler. Diğer kaynaklarla karşılaştırma yaparak, çeşitli kaynakları bir araya getirerek ve diğer kanıtları inceleyerek alıntıların ve ispatların doğruluğunu değerlendirebilirler. Ayrıca, tarihçiler ve ilgili uzmanlar, bu gibi konular üzerine çalışarak kapsamlı bir şekilde araştırma yapabilir ve sonuca ulaşabilirler. Ancak, bazı durumlarda tam bir kesinlik sağlamak mümkün olmayabilir ve tartışmalı konular olabilir. Bu nedenle, farklı kaynakları ve görüşleri dikkate almanız önemlidir.

 

186) Ali b. Mehziyâr el-Ahvezî, Vâkıfiler’in mehdi-kaim hakkındaki iddialarına karşılık olarak, mehdi’nin ortaya çıkacağına dair hiçbir delil olmadığını ve Vâkıfilerin bu iddiasını Kur’an ve sünnetten hiçbir delile dayanmadığını savunmuştur. Ayrıca, Vâkıfilerin mehdi’nin ortaya çıkacağını iddia etmesinin, Müslümanların birlik ve beraberliğini bozmaya yönelik bir girişim olduğunu ifade etmiştir.

 

Ali b. Mehziyâr el-Ahvezî’nin Vâkıfiler’in mehdi-kaim hakkındaki iddialarına karşılık olarak yaptığı bazı ifadeleri şu şekildedir:

 

* “Mehdi’nin ortaya çıkacağına dair hiçbir delil yoktur.”

* “Vâkıfilerin mehdi’nin ortaya çıkacağını iddia etmeleri, Kur’an ve sünnetten hiçbir delile dayanmaz.”

* “Vâkıfilerin mehdi’nin ortaya çıkacağını iddia etmeleri, Müslümanların birlik ve beraberliğini bozmaya yönelik bir girişimdir.”

 

Ali b. Mehziyâr el-Ahvezî’nin bu ifadeleri, Vâkıfiler’in mehdi-kaim hakkındaki iddialarının zayıf olduğunu ve bu iddianın Müslümanların birlik ve beraberliğini bozmaya yönelik bir girişim olduğunu göstermektedir.

 

187) Ebû Hâlid es-Sicistânî’nin Ali Rızâ’nın imametini kabul etmesinde astrolojinin nasıl bir etkisi olduğuna dair net bir bilgi bulunmamaktadır. Ebû Hâlid es-Sicistânî’nin Ali Rızâ’ya olan inancı ve onun liderliğini kabul etmesi, daha çok dini ve felsefi sebeplere dayanmaktadır.

 

Astroloji, insanların doğum anlarına ve göksel cisimlerin konumlarına dayanarak kişilik özellikleri ve gelecekteki olaylar hakkında tahminlerde bulunan bir bilim veya inanç sistemidir. Ancak astroloji, bilimsel bir temele dayanmayan ve çoğunlukla spekülatif olarak kabul edilen bir alandır.

 

Bir kişinin öldüğü veya doğduğu astroloji alanında anlaşılması için doğum haritası analizi yapılır. Kişinin doğum yeri, doğum tarihi ve doğum saati gibi bilgiler kullanılarak doğum haritası oluşturulur. Doğum haritası, göksel cisimlerin konumlarının sembollere döküldüğü bir grafiktir. Bu analiz, astrologlar tarafından kişinin kişilik özellikleri, yetenekleri, zayıf ve güçlü yönleri hakkında bilgi vermek amacıyla kullanılır. Ancak astrolojinin bilimsel bir dayanağı olmadığı için bu analizlerin doğruluğu tartışmalıdır.

 

188) Makyavelizm, Niccolò Machiavelli’nin “Prens” adlı eserinde ortaya koyduğu bir siyaset felsefesidir. Makyavelizm, politika ve güç üzerine odaklanır ve iktidar elde etmek ve korumak için etik dışı veya amoral taktiklerin kullanılmasını savunur.

 

Makyavelyan taktikler, genellikle manipülatif, hileli ve acımasız yöntemler içerebilir. Hedefe ulaşmak için insanların duygularını ve güvenini istismar etmek, yalan söylemek, diğerlerini manipüle etmek gibi yöntemler kullanılabilir. Makyavelyan taktikler, bireyin veya grubun kendi çıkarlarını korumak veya güç elde etmek için herhangi bir sınırı aşabileceğini savunur.

 

Ancak, Makyavelizm genellikle eleştirilir ve etik dışı kabul edilir. Makyavelyan taktiklerin kullanımı, etik ve ahlaki değerlere aykırı olabilir ve insan ilişkileri, toplum ve politika üzerinde olumsuz etkilere yol açabilir.

 

189) Tarih boyunca, Şii İslam’ında farklı gruplar ve mezhepler olmuştur. Bu grupların bazıları, diğer Şii gruplarla aralarında farklılıklar olduğunu düşündükleri için eleştirmiş ya da çatışmış olabilirler. Örneğin, Zeydi Şiiler, İmami Şii inancından farklılıklar taşısa da, on iki imamın zarar gördüğüne dair bir kanıt veya belge bulunmamaktadır. İmami Şiiler arasında da çeşitli bakış açıları ve farklı öğretiler bulunsa da, özellikle on iki imama zarar veren tek bir Şii grubunun olduğunu belirtmek mümkün değildir.

 

Ancak, tarih boyunca Şii İslam’ında çeşitli siyasi ve dini olaylar yaşanmıştır. Örneğin, Abbasi ve Osmanlı dönemlerinde, Şii inançlarına sahip olanlar, hükümet ve yönetim tarafından baskı altında tutulmuş, imamların takipçilerine zulmedilmiş ve hatta bazı imamların hayatına son verilmiştir. Bu gibi olaylar, Şii liderlere ve takipçilerine zarar vermiş olabilir.

 

Sonuç olarak, Şii İslamında tarihsel olarak birçok grup ve mezhep bulunsa da, hangi Şii grubunun on iki masum imamlara en büyük zararı verdiğini belirlemek zordur. Önemli olan, bu tür olayların geçmişte yaşandığını anlamak ve dini ve siyasi husumetlerin birçok dini toplulukta olduğu gibi Şii toplumunda da var olduğunu kabul etmektir.

 

190) Müslüman topluluğunda, tarihte çeşitli Şii gruplar ortaya çıkmış ve bazıları İmamet konusunda farklı görüşlere sahip olmuştur. Ancak belirtmek gerekir ki, herhangi bir Şii grubun tümüne veya genel olarak Şii İslam’a zarar veren bir Şii grup olduğunu söylemek doğru olmaz. Tarihte, Şii İslam’ın farklı mezhepleri ve grupları ortaya çıkmış ve bazı durumlarda bu gruplar arasında çekişmeler yaşanmıştır. Bu çekişmelerin bazıları siyasi veya doktriner farklılıklardan kaynaklanırken, bazıları da dönemin siyasi olaylarından etkilenmiştir.

 

Örneğin, tarihte önemli bir Şii mezhebi olan İsmaililik, zaman zaman dini liderlerinin siyasi hedeflerine ve eylemlerine bağlı olarak otoriteyle çatışmalar yaşamıştır. Bazı Şii gruplar, liderleri tarafından politik veya askeri güç kullanarak safsata ve baskı uygulama eğiliminde olmuşlardır. Ancak bu, tüm Şii grupların veya Şii İslam’ın genel doğasını temsil etmez.

 

Aynı şekilde, Sünni topluluk içinde de farklı gruplar ve mezhepler vardır ve bazıları da tarihte safsatalarla veya şiddetle ilişkilendirilebilir. Önemli olan, tarihte yaşanan olayları ve gruplar arasındaki ilişkileri tarihi bağlamında incelemek ve genellemelerde bulunmamaktır.

 

Sonuç olarak, tarihte çeşitli Şii gruplar arasında çekişmeler yaşanmış olabilir, ancak tüm Şii grupları veya Şii İslam’ı tek bir Şii grupla ilişkilendirmek veya zarar veren bir grup olarak adlandırmak yanlış olur. Her bir grup ve mezhebin tarih boyunca farklı yorumlar, olaylar ve ilişkileri olduğunu unutmamak önemlidir.

 

191) On iki masum imamların zamanında kurulan cemaatler birbirleriyle çeşitli konularda zıtlaşmışlardır. Bu zıtlaşmalar genellikle siyasi, dini veya toplumsal meselelerden kaynaklanmaktadır. Örneğin, bazı cemaatler liderlik konusunda farklı fikirlere sahip olabilirken, diğerleri mezhep farklılıkları sebebiyle anlaşmazlık yaşamış olabilir. Ayrıca, İslam’ın yönetim prensipleri, velayet-i fakih konusu ve dini otorite gibi konularda da farklılık gösteren cemaatler olabilir.

 

Ancak tarih boyunca bazı cemaatler arasında barış ve uzlaşma da sağlanmıştır. Bu barış genellikle ortak hedeflere odaklanma veya anlaşmazlıkları çözme konusundaki çabalar sonucunda gerçekleşmiştir. Masum imamların liderliği altında bazı cemaatler, ortak değerleri ön plana çıkartarak bir araya gelmiş ve işbirliği yapmıştır.

 

Cemaatlerin, masum imamlar tarafından bakıldığında, bazı zararları olabilir. Bazı cemaatler liderlerinin otoriteye karşı çıkması veya masum imamların yolundan sapmaları sebebiyle zararlı olabilir. Ayrıca, bazı cemaatler toplum içinde ayrışmaya veya fanatikleşmeye yol açabilir, bu da masum imamların vizyonuyla uyuşmayabilir.

 

Abbasi ve diğer Ehlibeyt düşmanı devletlerin bakış açısından ise, bazı cemaatlerin kurulması ve çeşitlilik göstermesi onların çıkarına olmuş olabilir. Bu cemaatler arasındaki anlaşmazlıklar ve bölünmeler, Ehlibeyt’in gücünü zayıflatabilir veya hedeflerine ulaşmalarını engelleyebilirdi. Dolayısıyla, Ehlibeyt düşmanı devletler bu durumu kendi avantajlarına kullanmış olabilir.

 

Ancak genel olarak, on iki masum imamların liderliği altında kurulan cemaatlerin amacı İslam’ın öğretilerini yaymak, toplumu bilinçlendirmek ve İslam ahlakıyla uyumlu bir toplum oluşturmaktı. Masum imamlar ve onların takipçilerinin çabaları, Ehlibeyt anlayışını korumak ve İslam’ın yanlış yorumlanmasını engellemek için büyük bir önem taşımaktadır.

 

192) On ikinci masum imamın Mehdi olacağına dair delilleri gösteren ve savunan ilk cemaat Şii İslam geleneği içinde yer alan İsmailiyye cemaatidir. İsmailiyye cemaati, İslam’ın on ikinci imamı olan Muhammed el-Mehdi’nin geleceğine ve onun varlığının insanlık tarihindeki rolüne inanır. İsmaililik, on ikinci imamın gizli olarak yaşıyor olduğuna ve bir gün ortaya çıkarak insanlara doğru yol göstereceğine inanır.

 

İsmailiyye cemaati, bu inancını gizli mistik öğretiler ve semboller aracılığıyla yaymıştır. Cemaatin öğretilerine göre, on ikinci imamın gizlilik içinde yaşaması ve varlığının sadece seçilmişlere bildirilmesi gerekmektedir. Bu nedenle, İsmailiyye cemaati üyeleri on ikinci imamın varlığını bilen ve onun liderliği altında yaşayan kişilerdir.

 

İsmaililik düşüncesinde Hazreti Muhammed’in vasi olarak seçtiği on iki imam arasında sonuncusu olan Muhammed el-Mehdi’nin de bir gün ortaya çıkarak insanlığa adaleti ve huzuru getireceğine inanılır. Bu inancı destekleyen deliller arasında kutsal metinlerde, hadis rivayetlerinde ve ilahi mesajlarda on ikinci imamın geleceğine dair işaretler bulunduğuna inanılır.

 

Ancak İsmaililik, İslam toplumunda farklı yorumlara sahip olan bir cemaattir ve diğer İslam mezhepleri tarafından da farklı şekillerde eleştirilmiştir. İslam’ın diğer ana mezhepleri, on ikinci imamın Mehdi olarak ortaya çıkacağına dair açık ve kesin bir kanıt olmadığını düşünürler ve bu fikri reddederler. Bu nedenle, on ikinci imamın Mehdi olduğuna dair deliller konusunda farklı görüşler ve tartışmalar mevcuttur.

 

193) On ikinci masum İmam’ın Mehdi olacağına dair deliller gösteren ve savunan ilk cemaat, Zeydiyye Şiasındaki Vâkıfiyye cemaatidir. Zeydiyye Şiası, İmam Zeynel Abidin (a.s)’ın soyundan gelen on iki İmam’a inanır ve on ikinci İmam’ın gizlenerek geleceğine inanır.

 

Vâkıfîler, on ikinci İmam İmam Mehdi’nin gizlenerek geleceğine inandıkları için onun vekili olan vesayet makamının devam ettiğini savundular. Bu bağlamda, on ikinci İmam’ın zamanından itibaren gizlendiğine inanarak, onun ismini bildikleri vekillerine biat ettiler ve onların otoritesine itaat ettiler.

 

Ancak Vâkıfîlerin arasında Muhammed Cevad’ın liderliğini kabul etmeyen bir grup ortaya çıktı. Bu grup, İmam Mehdi’nin gizlenme döneminden önceki son vekili olan ve onun vekilliğinin sona erdiğine inanan Muhammed Cevad’a biat etmeyi reddetti.

 

Bu ihtilafın ana sebepleri arasında liderlik, otorite ve Mehdi’nin gizliliği hakkındaki farklı yorumlardır. Muhammed Cevad, on ikinci İmam’ın son vekili olduğunu ve onun otoritesinin devam ettiğini iddia etti. Ancak Vâkıfîler arasındaki diğer gruplar, on ikinci İmam’ın gizliye çekilmesiyle vekilliğin sona erdiğine inanıyor ve Muhammed Cevad’ın liderliğini kabul etmiyordu.

 

Bu mücadele sonunda, Vâkıfiyye cemaati, Muhammed Cevad’ı kabul etmeyen birçok grupla karşı karşıya kaldı ve zaman içinde güç kaybederek azaldı. Bu olaylar, Zeydiyye Şiasında Vâkıfîlik mezhebinin neredeyse tamamen ortadan kalkmasıyla sonuçlandı. Günümüzde Vâkıfiyye cemaati, Zeydiyye Şiasının içinde küçük bir azınlık olarak varlığını sürdürmektedir.

 

194) İlk sorunuza yanıt vermeden önce, takip eden cümlelerde bilgi sağlamadan önce disclaimer yapmak istiyorum. Uzman olarak size bilgi sağlamaya çalışırken, belirli bir cemaati veya alimi savunmak yerine tarafsız bir ya da birkaç görüşü değerlendireceğim. İslam tarihindeki hadis ve rivayetlerle ilgili bilgilere dayanacağım.

 

On ikinci masum imamın Mehdi olarak kabul edildiği ilk cemaat ve âlim İmamet (Yöneticilik) inancını savunan Şiilik mezhebi olmuştur. Şii inancına göre, on ikinci İmam olan Muhammed el-Mehdi, babası On Birinci İmam Hasan el-Askari’den sonra gerçek Mehdi olarak kabul edilir. Mehdi, İslam’ın son zamanlarında ortaya çıkacak ve adaleti kurarak dünyayı dönüştüreceğine inanılır.

 

Ancak İslam’ın İtikadı (inanç) konularında farklı mezheplere ait olan Müslümanlar arasında farklı görüşler bulunmaktadır. Özellikle Sünni inançta, Mehdiyet inancı olduğu halde, onun kim olacağına dair kesin bir görüş birliği yoktur. Bazı Sünni âlimler ve gruplar, gelecekte bir Mehdi’nin geleceğine inandıklarını belirtirken, bazıları ise bu konuda daha temkinli veya şüpheci olabilir.

 

Bu bağlamda, Şiilik, On İkinci İmamın Mehdi olduğuna ve onun gelecekte ortaya çıkacağına inanırken, belirli bir cemaatin veya alimin bu inancı önceden savunduğunu söylemek zordur, çünkü Şii inancı genel tabiatıyla bir tarihsel gelişim süreci içinde ortaya çıkmıştır. Bu inancı ilk kabul edenler ve öne çıkan şahsiyetler olduğu doğru olmakla birlikte, sadece bir grup ya da alim üzerinden ilerlemek yerine, genel Şii inanç ve tarihine odaklanmak daha uygun olacaktır.

 

İkinci sorunuz, “Büyük Gaybet” olarak adlandırılan döneme ilişkindir. On İkinci İmam Hasan el-Askari’nin ölümünden (874) sonra, Şiilikte İmam Muhammed el-Mehdi’ye olan inanç vardır, ancak O’nun ortadan kaybolacağına ve ardından yeniden ortaya çıkacağına inanılır. Bu ortadan kaybolma dönemi, Büyük Gaybet olarak adlandırılır.

 

Büyük Gaybet, iki aşamadan oluşur: İlki, 874-941 yılları arasındaki “Küçük Gaybet” dönemidir. Bu dönemde, On İkinci İmam sadece seçilmiş temsilciler aracılığıyla iletişim kurmuştur. İkincisi, 941 yılından bu yana devam eden “Büyük Gaybet” dönemidir. Bu dönemde, İmam Mehdi’nin doğrudan iletişim kurmaması, onun ortadan kaybolduğu ve gelecekte dönüş yapacağına inanılır.

 

Büyük Gaybet döneminde, Şii toplulukları, İmamet yetkililerine bağlılık göstermiş ve onların yönlendirmeleriyle hareket etmişlerdir. Şii hukukçuları ve âlimler, toplum düzenini korumak ve Şii topluluklarını yönlendirmek için bu süreçte önemli roller üstlenmişlerdir.

 

Sonuç olarak, On İkinci İmam Mehdi ile ilgili inançlar özellikle Şiilikte yoğunlaşmıştır ve ilk olarak Şiilik mezhebi tarafından savunulmuştur. Büyük Gaybet dönemi, On İkinci İmam’ın ortadan kaybolduğu ve gelecekte dönmesi beklenen bir dönemdir. Ancak bu inançlar, farklı Müslüman gruplar arasında farklılık gösterebilir ve kesin bir görüş birliği bulunmamaktadır.

 

195) Onikinci İmam Hasan el-Askerî’nin (a.s.) imameti konusunda farklı inançlar ve görüşler vardır. İmametin devamı ve ardılı konusunda Şiilikte ittifak sağlanmış bir görüş bulunurken, diğer İslam mezheplerinde farklı yorumlar mevcuttur.

 

Şiilik doktrinine göre, Hasan el-Askerî (a.s.) imamların on ikincisi ve sonuncusudur. Onun oğlu olan Muhammed Mehdi (a.s.), babasının vefatından sonra doğduğuna inanılan gizli bir imamdır ve “Mehdi” olarak tanımlanır. Şii inancında, Mehdi gelecekte ortaya çıkacak ve dünyayı adaletle dolduracak bir lider olarak kabul edilir.

 

Bu inanca göre, Hasan el-Askerî’nin (a.s.) gizli doğumu ve zamanın Şii alimlerine özel olarak bildirilmesi sonucunda, onun Mehdi olduğu ve gelecekte ortaya çıkacağına dair kabul ve savunma yapılan ilk cemaatin İmamet doktrinini benimseyen Şii alimler olduğu kabul edilir. Bu alimler, Hasan el-Askerî’nin (a.s.) Mehdi olacağına dair delilleri ve kanıtları sunarak bu görüşlerini savunmuşlardır. Ancak, bu görüş ve deliller diğer İslam mezhepleri ve inanç sistemleri tarafından farklı şekillerde yorumlanabilir ve kabul görmeyebilir.

 

196)  “Bir başka vehcesi” deyiminin anlamı, “başka bir nedeni, başka bir sebebi” demektir.

197) Muğîriyye ve Beyâniyye, İslam hukukunda önemli bir yeri olan iki fıkıh mezhebidir.

 

Muğîriyye, Câfer es-Sâdık’ın öğrencilerinden olan Abdullah bin Muğîre bin Sa’d el-Basrî tarafından kurulan bir fıkıh mezhebidir. İmam Malik’in Medine’deki fıkıh anlayışını temel alan Muğîriyye mezhebi, özellikle Irak ve Basra bölgesinde etkili olmuştur. Mezhebin öncülerinden olan İbn Cüreyc ise Muğîriyye mezhebini daha sistematik hale getirerek, çeşitli bilimsel çalışmalar yapmıştır.

 

Beyâniyye ise Beyan b. Sa’d al-Âmerî tarafından kurulan bir fıkıh mezhebidir. Beyâniyye mezhebi, Irak, Şam ve Mısır bölgelerinde hüküm sürmüştür. Mezhebin kurucusu Beyan b. Sa’d, Hanefîlerden etkilenmiş ve fıkıh konularında onlara yakın bir anlayışa sahip olmuştur. Beyâniyye mezhebi, mezhep imamları arasındaki ihtilafları çözebilmek amacıyla kurulmuştur.

 

Günümüzde ise Muğîriyye ve Beyâniyye mezhepleri, Hanefî, Malikî, Şâfiî ve Hanbelî mezheplerinin yanında daha az takipçisi olan mezheplerdir. İslam hukukuyla ilgilenen bazı akademisyenler ve araştırmacılar, bu mezheplerin eserlerini inceleyerek farklı perspektifler elde etmektedirler.

 

198) Hulûle, İslam tasavvufu ve felsefesinde yer alan bir terimdir. Hulûle inanışına göre, Tanrı’nın bir varlık olarak yaratılanlara tecelli etmesiyle, onunla özdeş hale geldiği düşünülür. Yani Tanrı’nın varlığı, yaratılan varlıkta mevcut olur. Hulûle inanışına göre, Tanrı varlığını yaratılan varlık içerisinde bizzat yaşar. Bu düşünce, bazı tasavvufi akımlarda ve mistik öğretilerde kendini gösterir.

 

Tenâsuh ise reenkarnasyon (ruh göçü) inancının İslam’daki versiyonudur. Tenâsuh inancına göre, insanın ruhu bedendeki ölümden sonra yeni bir bedene geçer ve böylece yaşam sürekli bir döngü halinde devam eder. Tenâsuh inancı, özellikle bazı tasavvufi ve ezoterik akımlarda etkili olmuştur. İnanışa göre, insanın ruhu bu dünyada sınırsız bir şekilde var olur ve bedeni değiştirerek farklı deneyimler elde eder. Tenâsuh inancı, karmik bir adalet sistemine dayanır ve insanın geçmiş yaşamlardaki eylemlerinin gelecekteki yaşamına etki ettiğine inanılır. Bu inanışa göre, insan bir sonraki bedeninde önceki yaşamlarında yaptığı iyilik veya kötülüklerin sonuçlarını yaşar.

 

Hulûle ve tenâsuha inananlar genellikle İslam geleneğinin dışında yer alan halk inançları, tasavvufi tarikatlar veya ezoterik öğretilerle ilişkilendirilir. İslam’ın ana akım mezhepleri olan Sünnilik ve Şiilik ise genellikle bu inanışları reddeder ve kabul etmez.

 

199) Evet, Muhammed b. Beşîr’in, fanatiklerini sihirbazlıkla kandırmak amacıyla yaptığı çabaları ve bunun sonuçlarını belirteleyebileceğim bazı somut kanıtlar mevcuttur. Muhammed b. Beşîr’in sihirbazlıkla ilgili yapılan bazı bilgiler, yazıtlar üzerinde günümüze ulaşmıştır.

 

Örneğin, Muhammed b. Beşîr, fanatiklerini sihirbazlık ve falcılığa inandırmak amacıyla yaptığı şovlar hakkında bir yazıt bulunmaktadır. Bu yazıtta Muhammed b. Beşîr’in, yalın bir kılıçla demir çubukları kesmesi, bir koyunun kellesini bir el ile koparması ve kurban hayvanın kanını içip yaşamasını sağlaması kayıtlara geçmiştir. Bu bilgiler, Muhammed b. Beşîr’un halkını sihirbazlıkla kandırmak amacıyla yaptığı şovları göstermektedir.

 

Diğer yandan, Muhammed b. Beşîr’in sihirbazlıkla yaptığı kandırmacalıklar, onu fanatiklerinin gözünde çok daha powerful bir figür yapan Hurafelerden biri. İnananları, Muhammed b. Beşîr’i bir peygamber, bir sihirbaz ve bir kahraman olarak görmeye başlamıştır.

 

Ancak, Muhammed b. Beşîr’in bu sihirbazlık hurafelerine inanlar, eninde sonunda onu terk ediyor. Örneğin, Muhammed b. Beşîr’in en yakın takipçileri ve yardımcıları, bu hurafeleri öğrenerek onu terk ettiler.

 

Böylece, Muhammed b. Beşîr’in fanatiklerini sihirbazlıkla ve hurafelerle kandırmak amacıyla yaptığı çabaları ve bunun sonuçlarını somut olarak görüyoruz. Bu bilgiler, o zamanlarda hurafelerin hala insanların zihinlerini kontrol edebildiğini ve insanların çok kolay bir şekilde sazan haline geldiğini göstermektedir.

 

200) İslamiyet lügatında “livata”, eşcinsellik, cinsel ilişkiyi kapsayan farklı cinsel yönelimler ve cinsel sapkınlıklar gibi konuları ifade eder.

 

“Livata benzeri çok çirkin fiiller” tanımlaması ise, İslam dini açısından ahlaki olarak kabul edilmeyen ve günah sayılan cinsel ilişki dışındaki cinsel davranışları ifade eder. Bu tür davranışlar, İslam’ın cinsel ilişkiyi sadece evlilik içerisinde bir erkek ile bir kadın arasında meşru bir şekilde gerçekleşmesi gerektiği prensibine aykırıdır. Bu nedenle, “livata benzeri çok çirkin fiiller” ifadesi, ahlaki ve dini açıdan İslam tarafından hoş karşılanmayan cinsel davranışları kapsar.

 

201) Qata’a ‘alâ, Arapça kökenli bir deyim olup “kesinlikle, kesin bir biçimde, kuşkusuz” gibi anlamlara gelir.

 

202) Ali Rızâ, kendisinden önceki İmam Muhammed el-Cevâd’ın oğlu İmam Muhammed et-Tâkî’nin yerine geçerek imamet makamına geçmiştir. İmamet, on iki İmam Şiileri tarafından kutsal kabul edilen bir liderlik pozisyonudur. Ali Rızâ, İmam Muhammed et-Tâkî’nin vefatından sonra İmam unvanının yedinci sahibi olarak kabul edilmiştir. İmamet makamına geçişi, Şii toplumu tarafından kabul edilmiş ve desteklenmiştir.

 

203) Musa-i Kazım’ın oğlu Ali Rızâ’ya bıraktığı vasiyet, ona hikmetle emirlerde bulunması ve faziletlerden uzaklaşmaması gerektiğini tavsiye ederek başlar. Vasiyetinde, Ali Rızâ’nın Allah’a karşı sorumluluğunu hatırlatır ve daima takva yolunda ilerlemesini istediği bildirir. Ayrıca, adaleti korumasını, zalimlerle işbirliği yapmamasını ve insanlara hizmet etmek için çaba sarf etmesini vurgular. Vasiyette ayrıca, Ali Rızâ’nın Müslüman kardeşlerine yardım etmesi, onlara nasihat etmesi ve onlarla birlikte olması gerektiği belirtilir. Ali Rızâ’ya, şehitlerin hatırlanması, zayıfların ve fakirlerin korunması, sadaka verilmesi ve Hakk’ın rızasını kazanmak için Rabbine ibadet etmesi de tavsiye edilir. Bu vasiyet, Ali Rızâ’ya ahlaki değerlere, dindarlık ve yardımseverliğe olan bağlılığını hatırlatır ve onu Allah’a yakınlaştırma amacı taşır.

 

204) Musa-i Kazım’ın vasiyetinin açılması için kurulan mahkemede genellikle bir hâkim, avukatlar, vasiyetnamenin tarafları ve mirasçılar yer alır. Bu kişiler, hukukun gerekliliklerine uygun olarak seçilir.

 

Hâkim, vasiyetnamenin açılması sürecini yönetir ve kanunlara uygun olarak vasiyetnamenin hükümlerini yerine getirir.

 

Avukatlar, vasiyetnamenin taraflarının haklarını temsil eder ve mahkeme sürecinde gerekli hukuki desteği sağlar.

 

Vasiyetnamenin tarafları, vasiyetin yapılmasında rol alan veya vasiyetnamede ismi geçen kişilerdir. Bu genellikle vasiyeti yapan kişi ve vasisidir.

 

Mirasçılar, vasiyetnamenin hükümlerine göre mirasçı olan kişilerdir. Vasiyetnamenin açılması sürecinde mirasçılar, vasiyetname hükümlerine uygun şekilde haklarını korumak için mahkeme sürecine dahil olabilir.

 

Bu kişiler, mahkemede vasiyetnamenin geçerliliği, uygulanabilirliği ve hükümlerinin doğru bir şekilde yerine getirilip getirilmediği gibi konuları ele alır ve tartışır. Mahkeme, adil bir şekilde tüm tarafların haklarını gözetir ve kanunlara uygun olarak karar verir.

 

205) Dâvud b. Kesîr er-Rakkî’nin aşırı Şiî olduğunu gösteren bazı kanıtlar aşağıdaki gibi sıralanabilir:

 

1.      Dâvud b. Kesîr er-Rakkî’nin eserlerinde, Şiilik mezhebine özgü olan İmamet ve İmam Ali’ye olan sadakat konularına büyük bir vurgu yapılmaktadır. Şiilikte İmamet, Hz. Ali’nin Hz. Muhammed’den sonra lider olarak seçilmesi ve onun soyundan gelenlere sadakat duyulması anlamına gelir. Dâvud b. Kesîr er-Rakkî, bu konulara büyük bir önem vermiş ve Şiilik mezhebinin görüşlerini açıkça desteklemiştir.

 

2.      Dâvud b. Kesîr er-Rakkî’nin eserlerinde, Hz. Ali’ye ve Ehl-i Beyt’e büyük bir sevgi ve saygı ifade edilmektedir. Şiilikte Hz. Ali ve Ehl-i Beyt, İslam’ın doğru liderleri olarak kabul edilir ve onlara özel bir yer verilir. Dâvud b. Kesîr er-Rakkî, bu sevgi ve saygıyı eserlerinde açıkça göstermiştir.

 

 

3.      Dâvud b. Kesîr er-Rakkî’nin eserlerinde, Emevi halifelerine ve onların soyundan gelenlere karşı açık bir düşmanlık ifadesi bulunmaktadır. Şiilikte Emeviler, İslam tarihinde Hz. Ali’nin hakkının gasp edildiği ve zalimliklerine devam ettikleri düşünülen bir dönemi temsil eder. Dâvud b. Kesîr er-Rakkî, Emeviler ve onların soyundan gelenlere karşı büyük bir düşmanlık duyduğunu ve bu düşmanlığı eserlerinde açıkça ifade ettiğini göstermiştir.

 

4.      Dâvud b. Kesîr er-Rakkî’nin eserlerinde, Şiilik mezhebine özgü olan bazı ritüel ve uygulamalara ilişkin detaylı bilgiler bulunmaktadır. Örneğin, Muharrem ayı matem törenleri gibi Şiilikte önemli olan bazı ritüeller ve uygulamalar hakkında ayrıntılı açıklamalar yapmıştır. Bu da onun Şiiliğe olan bağlılığını gösteren bir kanıt olarak değerlendirilebilir.

 

 

Bu kanıtlar, Dâvud b. Kesîr er-Rakkî’nin aşırı Şiî olduğunu göstermektedir. Ancak herhangi bir değerlendirme yapmadan önce daha fazla bilgi ve detaylı araştırma yapmak önemlidir.

 

206) Musa-i Kazım, 9. İmam olan İmam Muhammed bin Ali el-Bakır’ın oğludur ve 8. İmam Ali ar-Rıza’nın babasıdır. Musa-i Kazım döneminde, İbn Tabâtabâ isimli bir grup isyan etti. Bu isyanın nedenleri arasında gerçek sebebini bilmemekle birlikte, İslam tarihçileri genellikle bu isyanın politik veya mezhepsel nedenlerle ortaya çıktığını belirtmektedir.

 

İbn Tabâtabâ’nın isyanına, Musa-i Kazım’ın yakın ailesinden de bazı kişilerin katıldığı bilinmektedir. Özellikle Musa-i Kazım’ın kardeşi Abdullah bin Musa ve Mansur Dâmin adında bir diğer akrabası bu isyana katıldı.

 

Ancak isyan sonuçsuz kalmıştır. İmam Musa-i Kazım, Abbasiler kontrolündeki Abbasi halifesi olan Harun Reşid tarafından tutuklanmış ve Bağdat’a götürülmüştür. 7 yıl boyunca çeşitli hapishanelerde tutulan Musa-i Kazım, gözaltında kötü koşullar altında yaşamını sürdürdü ve 183/799 yılında öldü. Isyanın sonucunda Musa-i Kazım’ın ölümüyle isyanın liderleri de etkisiz hale getirilmiştir.

 

207) Musa-i Kazım’ın oğlu olan Ali Rıza, 8. İmam olarak İslam Şiası tarafından kabul edilmektedir. Ancak, Abbasi halifesi Harun Reşid döneminde Ali Rıza, veliaht olarak atanmıştır.

 

Harun Reşid, İmam Musa-i Kazım’ın gözaltında olduğu dönemde, Şiiler arasında güçlenen Ali Rıza’nın etkisini azaltmak ve onu kontrol altına almak istemiştir. Bunun için, Ali Rıza’yı veliaht olarak atamış ve böylece onun etkisini kısıtlamayı hedeflemiştir.

 

Bu atama, Abbasi devleti içinde karışık tepkilere yol açmıştır. Bazıları, Ali Rıza’nın veliaht olarak atanmasını meşru ve doğru bulurken, bazıları da bu atamayı haksız ve siyasi bir manevra olarak değerlendirmiştir. Harun Reşid’in bu hamlesi, Şia ve Ali Rıza taraftarları arasında da farklı tepkilere neden olmuştur.

 

Ali Rıza taraftarları, onun veliaht olarak atanmasını bir hak olarak kabul etmişler ve İmam Ali’nin soyundan gelenin halife olması gerektiğini savunmuşlardır. Öte yandan, bazı Şiiler ise Harun Reşid’in bu hamlesini bir siyasi oyun olarak görmüşler ve ona karşı tutum almışlardır.

 

Genel olarak, Ali Rıza’nın veliaht olarak atanması, Abbasi devleti içinde karmaşık bir durumu ortaya çıkarmış ve Şia ile Sünni toplum arasında ayrılık yaratmıştır. Bu durum, Abbasi devletinin içindeki siyasi gerilimi artırmış ve sonraki dönemlerde Abbasi-Sünni yönetim ile Şia arasındaki çatışmaların temellerini atmıştır.

 

208) Evet, tarihte Abbasi devleti ile Ehlibeyt akrabaları arasında bir barış antlaşması olmuştur. Bu antlaşma, Abbasi halifesi Harun Reşid döneminde gerçekleşmiştir.

 

Harun Reşid, Ehlibeyt’e mensup olan İmam Musa-i Kazım’ın oğlu Ali Rıza ile ilişkisi düzeltilmek üzere çaba göstermiştir. Harun Reşid, Ali Rıza’yı yanına çağırmış ve ona saygı göstermiştir. İkisi arasında dostça bir ilişki kurulmuş ve Ali Rıza, Harun Reşid’e danışmanlık yapmıştır. Harun Reşid ayrıca, Ali Rıza’ya çeşitli hediyeler vererek ona hürmetini göstermiştir.

 

Bu barış antlaşması, Abbasi devleti ile Ehlibeyt ailesi arasındaki gerilimi hafifletmiş ve tartışmalı bir ilişkiyi iyileştirmiştir. Ancak, bu ilişkinin tam bir barışı temsil ettiği söylenemez. Çünkü Abbasi halifeleri, Ehlibeyt mensuplarına yönelik sürekli baskı ve zulmü sürdürmüşlerdir. Bununla birlikte, Harun Reşid döneminde yaşanan bu barış antlaşması, Ehlibeyt ailesi ve Abbasi devleti arasındaki ilişkilerde bir dönüm noktası olarak değerlendirilebilir.

 

209) Me’mun, Musa-i Kazım’ın oğlu Ali Rızâ’yı veliahtlık sebebiyle bir mektupta çağırmasının birkaç nedeni vardır.

 

* **Şii desteğini kazanmak:** Me’mun, Abbasi halifeliği döneminde iktidardaki Şiilerin desteğini kazanmak istiyordu. Ali Rızâ, Şiilerin altıncı imamı olarak kabul ediliyordu ve onun veliaht ilan edilmesi, Me’mun’un Şii desteğini kazanmak için önemli bir adım olacaktı.

* **Bağdat’taki muhalefeti bastırmak:** Me’mun, Bağdat’ta yaşayan Şiilerin ve diğer muhaliflerin tepkisini azaltmak istiyordu. Ali Rızâ’nın veliaht ilan edilmesi, bu muhalifleri Me’mun’a karşı daha ılımlı hale getirebilirdi.

* **Kişisel nedenler:** Me’mun, Ali Rızâ’nın kişiliğinden ve bilgisinden etkilenmiş olabilir. Ali Rızâ, dönemin en bilgili ve saygın alimleri arasında kabul ediliyordu ve onun veliaht ilan edilmesi, Me’mun’un otoritesini güçlendirebilirdi.

 

Me’mun, 817 yılında Ali Rızâ’yı veliaht ilan etti. Ali Rızâ, Bağdat’a gelerek Me’mun’un yanında çalışmaya başladı. Ancak Me’mun’un ölümünden kısa bir süre sonra, 818 yılında Ali Rızâ da vefat etti. Ali Rızâ’nın ölümünden sonra, Me’mun’un oğlu Muhammed, veliaht ilan edildi.

 

Ali Rızâ’nın veliaht ilan edilmesi, Abbasi halifeliğinde önemli bir dönüm noktası oldu. Bu olay, Şiilerin Abbasi yönetimine karşı mücadelesinde önemli bir rol oynadı ve günümüze kadar uzanan bir tartışmanın başlangıcı oldu.

 

210) İsyanın ana sebepleri şunlardı:

 

-         Me’mun döneminde Arap olmayan unsurların devlet yönetiminde giderek artan nüfuzu Arapları rahatsız ediyordu.

 

-         Me’mun’un bazı politikaları Medine’deki gelenekçi çevreleri kızdırmıştı. Mesela Ali Rıza’nın veliaht tayin edilmesi, Mu’tezile mezhebine destek vermesi gibi.

 

 

-         Muhammed b. Cafer de Abbasilerin meşruiyetini sorguluyor, Emevileri örnek göstererek Arap milliyetçiliğini savunuyordu.

 

İsyan 198 (813) yılında Muhammed b. Cafer’in öncülüğünde Medine’de başladı. Asiler şehri ele geçirdi. Ancak Me’mun derhal ordusuyla Medine üzerine yürüdü. 199 (814) yılında şehri kuşattı. Uzun kuşatmadan sonra Muhammed Teslim oldu ve idam edildi. Böylece isyan bastırıldı. Ancak olay Arapların hoşnutsuzluğunu göstermesi açısından önemliydi.

 

211) İsa el-Culûdî, Me’mun’un annesi Mehdîye Hatun’un kölesi ve süt kardeşiydi.

 

Me’mun, Ali Rıza’yı veliaht ilan ederek Abbasi hanedanını Abbas ile Ali soyundan gelenlerin ortak mirası olarak göstermek istiyordu. Böylece hem Emevi muhaliflerini hem de Şiileri memnun etmeyi planlıyordu.

 

Ancak Me’mun, Ali Rıza’nın veliahtlığını tam olarak kabul ettiğinden emin değildi. Bu nedenle, Ali Rıza’ya yolda eşlik etmesi için kendine yakın ve güvendiği İsa el-Culûdî’yi görevlendirdi.

 

İsa, Ali Rıza ile yakın olması ve onun güvenini kazanması için uygun bir seçimdi. Böylece Ali Rıza’nın nabzını yoklayıp Me’mun’a bilgi aktarabilir, gerektiğinde de Ali Rıza’yı etkileyebilirdi. Yani Me’mun, İsa vasıtasıyla Ali Rıza üzerinde bir nevi kontrol sağlamayı planlıyordu.

 

212) Kadisiyye, günümüz Irak’ının güneyinde, Kûfe yakınlarında yer alan tarihi bir bölgedir. Ehlibeyt’e göre Kadisiyye’nin önemi şu nedenlerden kaynaklanmaktadır:

 

-         637 yılında Emevi ordusu ile Hz. Ali önderliğindeki Müslümanlar arasında Kadisiyye Savaşı bu bölgede gerçekleşmiş ve Emeviler zafer kazanmıştır.

 

-         Bu savaşın ardından Irak toprakları Emevi hakimiyetine girmiş ve Emeviler burada egemenliklerini pekiştirmiştir.

 

 

-         Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehit edilmeden önce Kûfe’ye davet edilip oradan yola çıkması da Kadisiyye’yi önemli kılar.

 

-         Kadisiyye, Ehlibeyt için Emevi baskısının ve zulmünün başladığı yer olarak kabul edilir.

 

 

-         Şiilere göre Kadisiyye’deki olaylar, sonrasında Ehlibeyt’in maruz kaldığı acıların da fitilini ateşlemiştir.

 

Bu nedenlerle Kadisiyye, Ehlibeyt tarihi açısından hem sembolik hem stratejik açıdan büyük önem taşıyan bir bölgedir. Kerbela olaylarının kökeni de Kadisiyye’ye dayandırılır.

 

213) Ebnâü’d-Devle birliği, Abbasi halifesi Me’mun’a karşı Irak ve İran bölgesinde özerklik kazanmaya çalışan ve aralarında anlaşma yapan Türk asıllı askeri valiler tarafından oluşturulmuştur.

 

Birliğin kurucusu Önceleri Me’mun’un komutanı olan Türk asıllı Hasan bin Sahl’dır.

 

Ebnâü’d-Devle birliği ile Me’mun arasındaki savaşın sebepleri:

 

-         Me’mun’un merkeziyetçi ve otoriter politikalarına tepki olarak bağımsızlık isteği.

 

-         Me’mun’un Ali Rıza’yı veliaht tayin etmesi ve Şiileri kayırma politikasına karşı çıkış.

 

 

-         Türk komutanların kendi bölgelerinde daha fazla söz sahibi olma isteği.

 

-         Me’mun’un Arap olmayan unsurlara güvenmesi Türk komutanları rahatsız etmişti.

 

 

Ebnâü’d-Devle ile Me’mun arasındaki mücadele 816-819 yılları arasında devam etti ve Me’mun üstün geldi.

 

214) Menkıbevî rivayet, dinî-tarihî olayları abartılı ve efsanevi unsurlarla süsleyerek anlatan rivayet türünü ifade eder.

 

Menkıbevî rivayetlerin bazı özellikleri şunlardır:

 

-         Tarihi gerçeklikten çok kahramanlık, keramet, mucize, efsane gibi unsurlara yer verilir.

 

-         Rivayetler çoğunlukla süslemelidir, abartılı anlatımlar içerir.

 

 

-         Rivayetin kahramanlarına olağanüstü özellikler yüklenir.

 

-         Doğaüstü olaylara, mucizelere, kerametlere sıkça yer verilir.

 

 

-         Rivayetin amacı çoğunlukla dinî duyguları ve coşkuyu artırmak, toplumsal motivasyonu sağlamaktır.

 

-         Tarihsel gerçeklerden çok sembolik ve destansı anlatım ön plandadır.

 

 

-         Sözlü gelenekte oluşup sonradan yazıya geçmişlerdir.

 

Kısacası menkıbevî rivayetler, tarihi olayları gerçekçi değil efsanevi ve abartılı bir üslupla aktaran, dini duygu ve heyecan uyandırmayı amaçlayan rivayetlerdir.

 

215) Ahvaz şehrinde bulunan bazı On İki İmam camileri şunlardır:

 

- İmam Ali Camii

- İmam Hasan Camii

- İmam Hüseyin Camii

- İmam Zeynel Abidin Camii

- İmam Muhammed Bakır Camii

- İmam Cafer-i Sadık Camii

- İmam Musa Kâzım Camii

- İmam Ali Rıza Camii

- İmam Muhammed Taki Camii

- İmam Ali Naki Camii

- İmam Hasan Askeri Camii

- İmam Mehdi Camii

 

Görüldüğü üzere Ahvaz’da On İki İmam’ın hepsinin adına yapılmış birer cami bulunmaktadır. Bu camiler Şiiler için önemli ziyaret merkezleridir. Her bir cami, adını aldığı İmam için bir saygı ifadesi olarak inşa edilmiştir. Ahvaz’daki On İki İmam camileri, Şiilikte önemli bir yere sahip olan On İki İmamlar kültünün izlerini taşırlar.

 

216) Abbasi halifesi Me’mun, 817 yılında Ali Rıza’yı kendisine veliaht olarak atamasının ardında bazı siyasi hesaplar vardı:

 

-         Me’mun, Ali Rıza’yı veliaht yaparak Abbasi hanedanını Hz. Ali’nin soyu ile meşrulaştırmayı ve meşruiyetini güçlendirmeyi amaçladı.

 

-         Şiilerin desteğini almak istedi. Çünkü Şiiler Ali Rıza’yı destekleyecekti.

 

 

-         Muhaliflerini ve rakiplerini dengelemek için Ali Rıza’yı kullandı.

 

-         Arap olmayan unsurların etkisini dengelemek için Ali Rıza gibi Arap kökenli birisini öne çıkardı.

 

 

-         Veliahtlık vaadiyle Ali Rıza’yı kendi tarafına çekip kontrol etmeyi planladı.

 

Ancak Ali Rıza 818’de halife tarafından zehirlendi. Me’mun veliahtlık politikasında başarısız oldu. Ancak Ali Rıza’yı veliaht yapması siyasi denge için atılmış hamlelerden biriydi.

 

217) Ali Rıza’nın veliahtlığı kabul ederken Me’mun’a sözlü olarak sunduğu bazı şartlar şunlardı:

 

-         Devlet yönetiminde Ehlibeyt’e danışılmalı ve onların görüşleri dikkate alınmalı

 

-         Şiilere yönelik baskılar son bulmalı, onların hakları gözetilmeli

 

 

-         Devlet kadrolarındaki liyakatsiz kişiler görevlerinden alınmalı

 

-         Adil olmayan vergi ve harçlar halktan toplanmamalı

 

 

-         Mazlumların şikayetleri dinlenerek hakları teslim edilmeli

 

Ancak Me’mun’un bu şartlara ne kadar riayet ettiği tartışmalıdır. Me’mun salt siyasi çıkarı için Ali Rıza’yı veliaht yapmış, Şiileri ve Ehlibeyt’i memnun etme peşinde olmamıştır. Dolayısıyla Ali Rıza’nın şartlarını yerine getirdiğine dair kesin bir bilgi yoktur.

 

Genel olarak Abbasi yönetiminin Ehlibeyt’e ve Şiilere yaklaşımı, Ali Rıza döneminden sonra da olumsuz şekilde devam etmiştir.

 

Me’mun’un Ali Rıza’nın veliahtlığı karşılığında sunduğu şartları tam anlamıyla yerine getirdiğini söylemek zor görünüyor.

 

Me’mun, Ali Rıza’yı siyasi hesaplarla veliaht yapmıştı. Onun asıl amacı Şiilerin desteğini almak değil, kendi iktidarını pekiştirmekti.

 

Me’mun döneminde de Ehlibeyt ve Şiilere yönelik baskılar devam etti. Özellikle Ali Rıza’nın ölümünden sonra bu baskılar artmaya başladı.

 

Me’mun’un yönetim kadrolarını yenilediğine, adil olmayan vergileri kaldırdığına ya da mazlumların şikayetlerini dinlediğine dair belirgin bir bilgi yoktur.

 

Dolayısıyla Me’mun’un Ali Rıza’nın şartlarına uyduğu yönünde kesin bir kanıt bulunmamaktadır. Me’mun daha çok kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmiş görünmektedir.

 

218) Me’mun’un ısrarıyla veliaht olan Ali Rıza ile Me’mun’un Ummecü’l-Hasan isimli cariyesiyle evlenmesi arasında doğrudan bir bağlantı yoktur.

 

Ancak Me’mun’un her iki hamlesinin de altında yatan bazı ortak siyasi saikler olduğu söylenebilir:

 

-         Ali Rıza’yı veliaht yaparak Abbasi hanedanının meşruiyetini pekiştirmek.

 

-         Şiileri kendi tarafına çekmek.

 

 

-         Muhalifleri dengelemek.

 

-         Arap olmayan unsurların gücünü kırmaya çalışmak.

 

 

Me’mun’un Ummecü’l-Hasan ile evlenmesi de benzer siyasi hesapların ürünüdür. O, bu evlilikle Abbasi hanedanı ile Emeviler arasında uzlaşma sağlamayı amaçlamıştı.

 

Ancak her iki hamle de Me’mun için istediği sonucu getirmedi. Yine de bu atamaların ortak siyasi arka planı dikkat çekicidir.

 

219) Hişam b. İbrahim, Me’mun döneminde sarayda önemli bir devlet adamıydı. Ancak Me’mun’un bazı uygulamalarından rahatsızdı.

 

Me’mun’un Ali Rıza’yı veliaht ilan etmesi ve Şiileri himaye etmesi Hişam’ı çok kızdırmıştı.

 

Bunun üzerine Hişam, Me’mun’a karşı bir komplo örgütledi. Abbasi tahtına kendi yeğeni İbrahim b. Mehdi’yi geçirmeyi planladı.

 

Ancak Me’mun komployu öğrendi ve Hişam’ı tutuklattı. Hişam sorguda suçunu itiraf etti.

 

Böylece Me’mun’a karşı darbe planlayan Hişam, saraydaki güvenilir konumunu suistimal ederek büyük bir hainlik yapmış oldu.

 

Me’mun da onu idam ettirerek cezalandırdı. Hişam b. İbrahim’in hainliği, Me’mun dönemindeki taht mücadelelerine bir örnektir.

 

220) Ali Rıza, Me’mun tarafından 817 yılında veliaht tayin edilmişti. Ancak Me’mun’un bu kararı samimi değildi ve Ali Rıza’yı kontrol altında tutmak istiyordu.

 

Ali Rıza, Me’mun ile birlikte 818 yılında İran’ın Tus şehrine geldi. Bir süre sonra Me’mun, Ali Rıza’ya zehirlettirerek öldürdü.

 

Me’mun’un Ali Rıza’yı öldürmesindeki sebepler:

 

-         Ali Rıza’nın veliahtlığı Me’mun’un amaçladığı siyasi dengeyi sağlamadı.

 

-         Ali Rıza, Me’mun’un kontrolünden çıkmaya başlamıştı.

 

 

-         Me’mun, Ali Rıza’nın Abbasi tahtına geçmesinden endişe etti.

 

-         Şii ve Arap unsurların güçlenmesinden çekindi.

 

 

-         Ali Rıza’yı bir tehdit unsuru olarak görmeye başladı.

 

Sonuç olarak, Me’mun siyasi hesaplarla veliaht yaptığı Ali Rıza’dan kurtulmak isteyince, onu Tus’ta zehirleterek ortadan kaldırdı.

 

221) Ali Rıza, On İki İmam’ın sekizincisidir ve Şiilikte önemli bir yere sahiptir. Ancak Sünni hadis kaynaklarında onunla ilgili rivayetler sınırlıdır.

 

-         Ali Rıza’nın Sünni hadis kaynaklarında yer alan rivayet sayısı oldukça azdır.

 

-         Önemli Sünni hadis külliyatlarında onun adına rastlanmaz.

 

 

-         Bazı hadislerde babası Musa el-Kazım’ın oğlu şeklinde zikredilmiştir.

 

-         Sünniler onu Abbasi halifesi olarak görürler, imametini kabul etmezler.

 

 

-         Şiilikle bağını koparmak için rivayetleri sınırlı tutulmuştur.

 

-         Sünniler için daha çok Abbasi halifesi kimliği ön plandadır.

 

 

Sonuç olarak, Ali Rıza’nın Sünni hadis kaynaklarındaki yeri ve rivayetleri oldukça sınırlıdır. Onun Şii imam kimliği Sünniler tarafından kabul görmemiştir.

 

222) On İki İmam, İran ve Irak tasavvuf geleneğinde oldukça önemli bir yere sahiptir. Bu bölgedeki bazı tasavvufi ekoller On İki İmam inancını benimsemiştir.

 

-         On İki İmam’a manevi rehber ve mürşit gözüyle bakılır.

 

-         İmamların keramet ve mucizeleri anlatılır.

 

 

-         İmamlar ideal insan modeli olarak görülür.

 

-         İmamların söz ve öğretileri tasavvufi hayat için örnek alınır.

 

 

-         Ziyaret yerleri önemli birer merkez olmuştur.

 

-         Şiilikle harmanlanmış bir tasavvuf anlayışı ortaya çıkmıştır.

 

 

-         İmamlara duyulan sevgi ve bağlılık tasavvufi hal olarak görülür.

 

-         İmamların soyundan gelenlere saygı tasavvuf geleneğinin bir parçasıdır.

 

 

Bu nedenle On İki İmam inancı, İran ve Irak bölgesi tasavvufunun temel dinamiklerinden biri haline gelmiştir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder