29 Temmuz 2023 Cumartesi

HAYY BİN YAKZÂN KİTABI İNCELEMEM

Merhaba. Bu soruları paylaşıp başınızı şişireceğim ama bundan sonra hangi kitabı okursam okuyayım kitap bitene kadar not alıp bittiğinde inceleme altında paylaşmaya karar verdim. Hem ben öğrenirim hemde bilgi paylaştıkça çoğalır. Bundan sonra ki okuyacağım kitaplarda da aynısını yapacağım. Aşağıda kitaba başladığımdan bitirdiğime kadar tomarla merak ettiğim sorular ve cevapları da en sonda. Soruları Google Bard’a sordum:
1) İşrâkıyye nedir? Mensupları kimlerdir?
2) İbn Tufeyl kimdir?
3) Vâdîâş neresidir?
4) Endülüste hüküm sürmüş Muvahhidler kimlerdir?
5) El-Merrâküşî kimdir?
6) İbn Bâcce kimdir?
7) Muvahhid hanedanının kurucusu Abdülmü’min ve oğulları Sebte ve Tanca kimdir?
8) Ebû Yakub Yusuf kimdir?
9) Ebû Bekr Bundûd kimdir?
10) Hayy Bin Yakzân kitabının felsefik açıdan konumu nedir?
11) İbn Tufeyl’in tıp üzerine risaleleri nelerdir? İbn Tufeyl’in tıp üzerine ne gibi çalışmaları olmuştur?
12) İbn Tufeyl’in gök bilimi hakkında görüşleri ve çalışmaları nelerdir?
13) Batlamyus kimdir? Batlamyus’un dış çemberler ve dış merkezli yörüngeler ile ilgi çalışmaları nelerdir?
14) Samar Attar kimdir?
15) Hayy Bin Yakzân kitabının Avrupa’da ne gibi etkisi olmuştur?
16) Thomas More, John Milyon ve İsaac Newton’un İbn Tufeyl ile ne gibi benzerlikleri ve zıtlıkları vardır?
17) Robinson Crusoe’nin yazarı Daniel Defoe’nin kitabı yazarken Hayy Bin Yakzân kitabından ilham aldığı doğru mudur?
18) Ampirik epistemoloji nedir?
19) Berberi asıllı İbn Tûmert kimdir? Kendisini Mehdi ilan etmesinde ki amacı, politikası nedir?
20) Amentü nedir?
21) Muvahhidler’in amentüsü nedir?
22) Mağribe nedir?
23) Zahirî fıkhı nedir?
24) Fukahâ nedir?
25) Abdülmü’min el-Kûmi kimdir?
26) Tasfiyeci-teformist hareket nedir? Hangi tarih ve dönemlerde önplana çıkmıştır?
27) Dinin zâhirî yüzünün katı bir şekilde takip edilmesi ne anlama gelir?
28) Ölümden sonra ki yaşam ruha isnatla Sokratik-Platoncu öğreti bağlamında nasıl açıklanır?
29) Madde revizyonu nedir?
30) Yeni Eflatunculuk nedir?
31) Ünlü felsefecilere göre ruh bedenden çıkınca nereye göçer?
32) Felsefecilerin görüşüne göre “cisimden ve cismi olandan ayrılmak mağaradan kurtuluşun koşuludur” cümlesi neyi ifade eder?
33) Gerçek bir filozof teklik ve çokluk arasında ki farkı nasıl yorumlar?
34) Hissedilebilir ve gözlemlenebilir cisimler nasıl varlık bulmuştur?
35) Madde-Form teorisi nedir?
36) Salt akıl dünyası nedir?
37) Madde nasıl oluşur?
38) “Madde potansiyelken onu aktüelleştiren formdur ve bu tekâmül süreci işledikçe varlığın içinde ki formda önceki hâlinden daha karmaşık bir yapıya sahip olacaktır. Değişim son kertede değişime gerek kalmayıncaya yani form mükemmel derece de aktüalize oluncaya kadar sürer bu noktadan sonra artık değişime gerek yoktur.” Cümlesi nasıl açıklanabilir?
39) Aristoteles’in “Tanrı” düşüncesi ve dinlerle ilgili yorumu nedir?
40) Tanrı soyut yada somut ifade edilebilir mi?
41) Muharrik-i Evvel ve Fâil-i Evvel nedir?
42) Nominalizm nedir?
43) Tümeller, tikeller ne demektir? Tümeller ve tikeller arasında ki fark nedir?
44) Platon ve Aristoteles’in “tanrı” tanımı nasıl olmuştur? Tanrı soyutlaması nedir?
45) Vuzûh nedir?
46) İbn-i Sina’nın bu sözlerinden ne anlaşılmalıdır?:
“İrade ve riyâzet belli bir hadde ulaştıktan sonra gerçeğin parıldayan nûrunun âdeta şimşekler gibi bir anda çakıp bir anda yok olduğunu görecektir, bu pek lezizdir. Eğer imtiyâzı sürdürecek olursa bu görüntüler daha da artacak ve nihayet artık irtiyaz olmaksızın onu bulacaklardır. Ne vakit bir şey görse ondan yüz çevirecek ve sadece onu zikretmek için yüce kutsiyete dönecektir. Böylece yeni bir aydınlanma onu bulacak ve neredeyse her şeyde el-Hakk’ı görecektir. Sonra riyâzet hâli onu öyle bir noktaya götürür ki artık dinginlik hâkim olur zorla varıp göz açıp kapaması kadar süren artık bildik olur. Cılız ışık parlayanoj alevlere döner. Tıpkı eski bir dostmuş gibi istikrar bulmuş bir marifete ulaşır.
°°°°°°°
Özü cilalanmış ve el-Hakk’a dönük bir ayna hâline gelir, o vakit yukarıdan üzerine lezzet yağmaya başlar. Orada el-Hakk’ın eserlerini gördüğü vakit nefsi de feraha kavuşur bu mertebe de bir yandan el-Hakk’a bakar bir yandan nefsine bakar ikisi arasında mütereddittir. Ardından nefsini kapatır ve yalnızca yüce kutsiyeti izler eğer hâlâ kendini izliyorsa bu el-Hakk’ı izlemesindendir.”
47) Kuvve nedir?
48) İlahi lezzet nedir?
49) Evliya mertebesine nasıl ulaşılır?
50) Bir insanın nefsinin lezzet alabileceği âlem neresidir?
51) Kibrîtü’l-Ahmer nedir?
52) Ulûm-i teâlîm nedir?
53) Mantık ve felsefe ilimleri ilk nerede ortaya çıkmıştır?
54) Ebû Bekir İbn Bâcce’nin nasıl bir kişiliği vardır?
55) Ebû Bekir İbn Bâcce’nin dünya ile ilgili uğraşları nelerdir?
56) Sarih bir şekilde ifade etmek ne anlama gelir?
57) Meşşâî mezhebi nedir?
58) Kemâle nasıl erilir?
59) Filozoflara göre günah ve sevap nedir?
60) Tevarüs etmek ne demektir?
61) Gazzâlî’nin Kitâbü’l-Cevâhir kitabının felsefik açıdan yeri nedir?
62) Müteahhirîn ne demektir?
63) Şeyh Ebû Hâmid kimdir?
64) Mükâşefe ilmi nedir?
65) Müşâhede ne demektir?
66) Necat ne demektir?
67) Selef-i Sâlihîn nedir?
68) Vakvâk Adası hikâyesi, rivayeti nedir?
69) İstivâ ne demektir?
70) Mutedil yer nedir? Nasıl yerler için kastedilir?
71) “En namlı etibbâın görüşü hilâfındadır” cümlesinden ne anlaşılmalıdır?
72) “Meskûn dünyanın en mutedil iklimi dördüncü iklimdir” cümlesinden ne anlaşılmalıdır?
73) İstivâ hattı nedir?
74) Felsefeye göre güneşi neler oluşturur?
75) Mukaddemât ne demektir?
76) Güneşin ifrat derecesi neresidir?
77) Müspet ilimler nelerdir?
78) “Güneş arzdan daha büyüktür” sözünden ne anlaşılmalıdır?
79) Hey’et ilmi nedir?
80) Güneş Koç ve Terazi burçlarından geçtiğinde ne olur?
81) İnsanın yaradılışı ile güneşin doğumu nasıl ilişkilendirilebilir?
82) Ruhun sâdır olması ne demektir?
83) Allah’ın ruha üfleyip “ol” demesi nasıl yorumlanır?
84) Mevcûdât nedir?
85) Allah bedene ruhu üflediği anda ki evre nasıl oluyor?
86) Yeryüzünde olan canlı, cansız, görünen, görünmeyen her şeyde ruh var mıdır? Bunun delili ve ispatı nedir?
87) “ Güneş ışığını en kuvvetli şekilde alan bu parlak cisimlerden bazıları şüphesiz güneş ve onun suretine benzemektedir.” Cümlesi nasıl yorumlanmalıdır?
88) “ Şüphesiz Allah Âdem’i kendi suretinde yarattı.” Sözünden ne anlaşılmalıdır?
89) İnsanda Allah’ın sureti kuvvetlendiğinde diğer kaybolan suretleri nelerdir?
90) Ruh, çamur ve insan arasındaki ilişki nasıldır?
91) Felsefe ve tasavvufa göre kalp nedir?
92) Tabiîyyûn nedir?
93) Bebek nasıl oluşur?
94) Kerih bulmak ne anlama gelir?
95) Hermes nedir?
96) İnsan kendisine nasıl varır?
97) Hayy ile ceylanın arasındaki hikaye nedir?
98) Cesedin yekpare ve fasılasız olması ne anlama gelir?
99) Sefalosentrik nedir?
100) Kardiosentrik nedir?
101) İnsan “sağlık” terimini nasıl keşfetmiştir?
102) İnsanlık ilk hastalığı nasıl tespit etti ve iyileştirdi?
103) İlk kalp ve damar ameliyatı tarihte ve tarih öncesinde nasıl yapıldı?
104) Perikard nedir?
105) Mevzie ne demektir?
106) İnsan kalbi bir rahatsızlık geçirdiğinde veyahut kalbinde bir kanama olduğunda şuur kaybı yaşar mı?
107) Hayy’ın “göçüp giden ruh” hakkında fikri, yorumu neydi?
108) Kerih koku nedir?
109) İnsanlık mezarlık yapmayı, ölüleri gömmeyi ilk ne zaman keşfetti?
110) Ateşin keşfi nasıl oldu?
111) Bu cümleden ne yorumlanmalıdır?:
“ Burada olur da içinizden sorarsanız diye; ölümlüler için dünyada ateşi ilk getiren şimşektir. Alevlerin tüm ısısı ondan etrafa yayılır. Şüphesiz pek çok şeyin gökten inen alevlerle tutuşup yandığını görmüşsünüzdür, gökte şimşekler çaktığı vakit ısı hediyesi bahşedilmiştir. Lâkin bir ağaç rüzgârda sağa sola sallandığında başka bir ağacın dallarına sürtünür. Bu güçlü sürtünme yüzünden dallar bir anda alev alır. Ateşi ölümlülere bahşeden bu iki vakadan biridir. Ardından açıkta kalan pek çok şeyin ışığı ve ısısıyla önce yumuşayıp sonrada yok olup gittiğini gördüklerinden, ateşin ısısıyla yiyecekleri pişirip onları yumuşatmayı ölümlülere güneş öğretmiştir. “
112) Otodidakt ne demektir?
113) İnkısam etmek ne demektir?
114) Bilimadamlarının tarihte bu anlatı gibi bir çalışması olmuş mudur?:
“ Göz aletiyle amel ettiğinde fiili görmektedir, kulak aletiyle amel ettiğinde fiili işitmektedir, burun aletiyle amel ettiğinde fiili koklamaktadır, dip aletiyle amel ettiğinde fiili tatmaktadır, cilt ve etle amel ettiğinde fiili dokunmaktadır, pazıyla amel ettiğinde fiili harekettir, karaciğerle amel ettiğinde fiili beslemek ve beslenmektedir. Bu azaların her biri ruhun hizmetindedir bu fillerin hiçbiri ruhun sinir adı verilen yolla ulaşımı olmaksızın tamama ermez. Bu yol kesildiği yada tıkandığı vakit ona karşılık gelen azanın faaliyeti de atalete uğrar. Bu sinirler ruhu beynin karıncalarından temin ederler beyinse ruhu kalpten temin eder. Pek çok kısmı ayrıldığından beynin içinde nice evrah vardır; herhangi bir aza sebeplerden herhangi bir sebeple ademiruh kalırsa âtıl kalır adeta kenara atılmış bir alete benzer, ne kullanılır ne bir faydası vardı. Şayet ruh büsbütün bedenden ayrılır, eriyip yok olur yada bir şekilde çözülürse bedenin tamamı atalete uğrar, ölüm hâli vuku bulur. “
115) Tasavvufi açıdan yaşam döngüsü nasıl oldu?
116) Hayvanlar içinde yetişen bir çocuğun ergenlik yaşlardan itibaren doğadan alınıp insanlar içinde yaşamaya alışmasında nasıl evreler geçer?
117) Kevn ü fesâd nedir?
118) “Kesret üzere olduğunu anlamak” ne anlama gelmektedir?
119) Ruh mu bedenin, beden mi ruhun aletidir?
120) “nev’ine göre bakmak” ne anlama gelir?
121) Eşhâ ne demektir?
122) Ruh nasıl var olmuştur?
123) İnsan neden kapalı bir ortama girdiğinde veya tek başına kaldığında hayatı sorgular, felsefi düşüncelere kapılır?
124) Hayvan ve su arasında ki ilişki nasıl yorumlanabilir?
125) “ suyun tamamı tek ve bir ise hayvânî ruh da tek ve birdir, tekessür etmesi ise ancak arızîdir.” Cümlesinden ne anlaşılmalıdır?
126) Nebâtâ ne demektir?
127) “ Şayet kesret bir şekilde eşyâyı yakaladıysa, bu tıpkı kesretin hayvanları ve nebâtâtı yakalaması gibiydi.” Cümlesinden ne anlaşılmalıdır?
128) “ ...şu cisimler misli bir cisim olmalıdır: Uzunluk, genişlik ve derinlik sahibidir, ister sıcak ister soğuk olsun hissetmeyen ve beslenmeyen diğer cisimlerden biri gibidir, farklılık yalnızca hayvânî ve nebâtî âletlerle ondan tezâhür eden fiilerdendir; şayet bu fiiller zâtî değilse ve ona başka bir şeyden akarak sirâyet ediyorsa, o vakit bu diğer cisimlere de sirâyet edecek olsa onlar da onun gibi olurlardı. Şayet ona bu fiilerden soyutlanmış bir nazariye ile kendi zâtında bakılacak olursa ilk bakışta bu fiiller ondan sâdır oluyormuş gibi görünmektedir.” Cümlesinden ne anlaşılmalıdır?
129) Zâhir hale gelmek ne demektir, neler zâhir hale gelir?
130) Bu çağda dünyayı mahvedecek bir göktaşı dünyaya çarpsaydı ne gibi etkileri olurdu?
131) “Zira kimi zaman tek bir varlık, kimi zamansa sonu olmayan bir kesret gibi görünmekteydiler. Böylece gördü ki her biri iki şeyden biri olmak durumunda: Ya duman, ateş ve hava gibi suyun altında oldukları vakit dahi yukarı yönde hareket edenler yada su, toprak parçaları, hayvan ve bitki parçaları gibi bu yönün aksi cihette yani aşağı doğru hareket edenler. Cisimlerden her bir cisim bu iki hareket yönünden birine mutlak surette tabidir ve tıpkı düşüş hâlindeyken yeryüzünün katı zeminine tesâdüf eden, fakat onu delmesi mümkün olmayan taş gibi, bir engel yoluna mâni teşkil etmedikçe durmaz; şayet taşın yeri delmesi mümkün olsaydı kuşkusuz hareketini sürdürürdü. Bu yüzdendir ki taşı kandırdığın vakit inmek istediği aşağı yöndeki meyliyle seni çektiğini görecektin. Benzer şekilde duman ancak kendisini hapsedecek sert bir kubbeye tesâdüf ettiği vakit yükselmesini keser, böyle olduğundaysa sağ ve sol cihetlere saparak kıvrılır sonra şayet o kubbeden kurtulursa havaya yükselmesini sürdürür çünkü havanın artık dumanı hapsetmesi mümkün değildir.” Yazısından ne anlaşılmalıdır?
132) “ sıklet ve hafifliğin cismî olmanın üzerinde fazladan bir mânâsı olduğu zâhir hâle geldi şayet sıklet ve hafiflik yalnızca cisim olmaları sebebiyle cisim olsalardı, bir cisim bulduğu vakit bu ancak onun vehim ve zannı olurdu.” Yazısından ne anlaşılmalıdır?
133) Cismîlik mânâsı ne demektir?
134) Hayy Bin Yakzân kitabında ki Hayy gerçekte yaşamış mıdır?
135) Nazariye ile idrak etmek ne anlama gelir?
136) “cismîliğinin üzerinde fazladan bir mânâ olmasından başka bir yol mümkün değildir; bu mânâ iledir ki kendisine has olan farklı hisler, türlü türlü idrâk sanatları ve çeşit çeşit hareketler gibi garip ve şaşırtıcı işleri yerine getirir; işte bu mânâ ki onu diğer tüm cisimlerden ayıran sûreti ve meziyetidir.” Cümlesinden ne anlaşılmalıdır?
137) Felsefeye göre “nefs” nedir?
138) Bir cismin veyahutta herhangi bir şeyin uzayda kapladığı alan neye göre hesaplanır? Uzayın her yerinde alanı kaplayan şeyin kapladığı alan birimi değişir mi?
139) Rüyaların, dileklerin, arzuların, şehvetlerin kısaca insani duyguların evrende kapladığı alan neresidir? Bilim bunu nasıl açıklar?
140) Kevn ü Fesâd âleminde mânâlı ve mânâsız cisimler nelerdir? Bunlar neye göre mânâ kazanır?
141) “Suyun sûretinden sâdır olan fiillerin azlığından dolayı terkibinde en az şeye sahip olduğu” nasıl yorumlanır?
142) Aristoteles’e göre cisim nedir?
143) “Mezkûr imtidâd” ne demektir?
144) Cismin, suretin, canlının var olması mekâna mı bağlıdır? Nasıl var olur?
145) Heyûla ne demektir?
146) Muhdis ne demektir?
147) Beden ne zaman çürümeye başlar?
148) “Hudûs etmiş olmayan” ne demektir?
149) Fâil-i Muhtâr ne demektir?
150) Semâvî cisimler nelerdir?
151) Lisan nasıl ortaya çıktı?
152) Dünyada insanlık ilk olarak nasıl sosyalleşti?
153) Dünyadaki tüm dinlerde gezegenlerin, evrenin, kainatın var oluşu nasıl anlatılmıştır? Bu dinlere göre insanlığın, yaşamın, yaradışın amacı nedir?
154) Truva Savaşı’nda kral Menelaus’un donanma kaptanı Süheyl kimdir? Süheyl yıldızı nasıl, kim tarafından keşfedilmiş ve isimlendirilmiştir?
155) El-Ferkadân nedir?
156) Eratosthenes kimdir? Çalışmaları nelerdir?
157) Hipparkos kimdir? Çalışmaları nelerdir?
158) III. Thuthmose kimdir?
159) Strabon kimdir?
160) Karbana nedir?
161) Assurbanipal kimdir?
162) Kabarnit nedir?
163) Tek başına bir hasta hayvanı inceleyen bir insan onun şifasını incelerken yeryüzünde ki şeylerle gökyüzünü nasıl ilişkilendirebilir?
164) İnsan doğadayken yeni bir şey keşfettiğinde o keşfettiği şeyin mutluluğuyla yaşamı ve Allah’ı nasıl idrak edebilir?
165) İnsan hey’et ilminin tamamını öğrenebilse nereye erişir?
166) Gökyüzü araştırmaları ilk olarak nerede ve ne zaman başladı? İlk başladığı zamandan bu zamana kadar gökyüzü, evren, kainat hakkında neler keşfedildi? Keşfedilen şeylerin topluma ne gibi yararı oldu?
167) Hey’et ilminin zirvesine çıkan bilimadamı kimdir? Çalışmaları ne olmuştur?
168) El-Âlemü’l-ekber ne demektir?
169) Mikrokosmos (el-âlemü’l-asgar) ve makrokosmos (el-âlemü’l-kebîr) nedir? Bu alanda kendini geliştiren bilimadamları kimlerdir?
170) Hermetik nedir?
171) Felsefe de kıdem ne demektir?
172) Hz. Âdem (a.s)’den evvel dünyada insani yada herhangi bir yaşam var mıydı? Neden insanlık Hz. Âdem (a.s) ile başladı veya ondan evvel insanlık var mıydı?
173) Muhdes ne demektir?
174) İnsan yaratılmadan evvel başka bir formda yaratılıp sonra bir dahaki hayatında insan olarak mı yaratılmıştır? Şuan insan olan doğmadan evvel başka bir canlı yada suret olarak dünyaya gelmiş midir? Bu konuda hangi bilimadamları ne zaman araştırma yapmışlardır?
175) İnsanda arızi değişimler nelerdir?
176) Yeryüzünde ki tüm dinlerde ortak olarak batıl görülen şey nedir?
177) Yaradanın varlığını idrak edemeyen canlı felsefeciler, din âlimleri ve bilimadamları tarafından nasıl yorumlanır?
178) İmtidâd sıfatı nedir? Bu sıfat nelere mahsustur?
179) Muharrike nedir?
180) Âlem kaça ayrılır ve nasıl yaratılmıştır?
181) “ ...ister ademin onu öncelemesinden sonra yeni var oluşa gelmiş olsun yahut zaman cihetinden bir başlangıçtan yoksun olsun, fâil sûretin asıl sebebidir, sûret ise fâilin sonucudur ve adem hiç bir şekilde onu öncelememiştir. “ Bu cümle nasıl yorumlanmalıdır?
182) Taalluk olmak ne demektir?
183) Şüyû etmek ne demektir?
184) Müteallik olmamak ne demektir?
185) Vâcibu’l-Vücûd ne demektir?
186) Hakîkatü’z-zât ne demektir?
CEVAPLAR
1) İşrâkıyye, İslam felsefesinde bir ekoldür. Bu ekolün mensupları, vahyin aklın üstünde olduğunu ve aklın ancak vahyin rehberliğinde hakikate ulaşabileceğini savunmuşlardır. İşrâkıyye ekolünün en önemli temsilcileri, İbn Sina, Farabi, Suhreverdi ve İbn Rüşd’dür.
2) İbn Tufeyl, 11. Yüzyılda Endülüs’te yaşamış bir filozof ve yazardır. En önemli eseri, Hayy bin Yakzân’dır. Bu eser, bir adanın ıssızlığında yetişen ve kendi kendine öğrenme yoluyla hakikate ulaşan bir adamın hikâyesini anlatır.
3) Vâdîâş, Endülüs’te bulunan bir nehirdir. Bu nehir, İbn Tufeyl’in doğduğu ve yaşadığı yerdir.
4) Muvahhidler, 12. Yüzyılda Endülüs’te kurulan bir İslam devletidir. Bu devlet, 13. Yüzyılın başlarında yıkılmıştır.
5) El-Merrâküşî, 11. Yüzyılda Endülüs’te yaşamış bir gezgin ve coğrafyacıdır. En önemli eseri, Seyahatname’dir. Bu eser, El-Merrâküşî’nin Afrika, Asya ve Avrupa’daki gezilerini anlatır.
6) İbn Bâcce, 11. Yüzyılda Endülüs’te yaşamış bir filozof ve matematikçidir. En önemli eseri, Uyanışlar’dır. Bu eser, bir insanın kendi ruhunun derinliklerine yolculuk yapmasını anlatır.
7) Muvahhid hanedanının kurucusu Abdülmü’min, 12. Yüzyılda Endülüs’te hüküm sürmüştür. Bu devlet, 13. Yüzyılın başlarında yıkılmıştır. Abdülmü’min’in oğulları Sebte ve Tanca, Muvahhid hanedanının hükümdarları olmuştur.
8) Ebû Yakub Yusuf, 12. Yüzyılda Endülüs’te hüküm sürmüştür. Bu devlet, 13. Yüzyılın başlarında yıkılmıştır. Ebû Yakub Yusuf, Muvahhid hanedanının en güçlü hükümdarlarından biridir.
9) Ebû Bekr Bundûd, 12. Yüzyılda Endülüs’te yaşamış bir filozof ve matematikçidir. En önemli eseri, Felsefenin Özü’dür. Bu eser, felsefe tarihinin önemli eserlerinden biridir.
10) Hayy bin Yakzân kitabı, felsefik açıdan önemli bir yere sahiptir. Bu kitap, insanın kendi zihninin ve ruhunun derinliklerine yolculuk yapmasını anlatır. Hayy bin Yakzân kitabı, aynı zamanda İslam felsefesi açısından önemli bir eserdir.
11) İbn Tufeyl’in tıp üzerine risaleleri, El-Mensûriye Risalesi ve El-Hikmet Risalesi’dir. Bu risaleler, tıp ve felsefe arasındaki ilişkiyi ele alır.
12) İbn Tufeyl’in gök bilimi hakkında görüşleri ve çalışmaları, Hayy bin Yakzân kitabında yer alır. Bu kitapta, İbn Tufeyl, evrenin yapısı ve işleyişini felsefi açıdan ele alır.
13) Batlamyus, 2. Yüzyılda yaşamış bir Yunan astronom ve matematikçidir. En önemli eseri, Almagest’tir. Bu eser, Orta Çağ boyunca 1500 yıl boyunca astronominin temel kitabı olmuştur. Batlamyus, Almagest’te, evrenin merkezde Güneş’in bulunduğu bir modelini sunmuştur. Bu model, Kopernik’in Güneş merkezli modelinin ortaya çıkmasına kadar kabul görmüştür.
14) Samar Attar, Türk bir yazardır. İlk romanı “Hayy Bin Yakzân”ı 2019 yılında yazmıştır. Roman, bir adanın ıssızlığında yetişen ve kendi kendine öğrenme yoluyla hakikate ulaşan bir adamın hikâyesini anlatır.
15) Hayy Bin Yakzân kitabı, Avrupa’da Rönesans ve Aydınlanma dönemlerinde büyük bir etki yaratmıştır. Bu kitap, insanın kendi zihninin ve ruhunun derinliklerine yolculuk yapmasını anlattığı için, dönemin filozofları ve bilim adamları tarafından büyük ilgi görmüştür.
16) Thomas More, John Milton ve Isaac Newton, İbn Tufeyl’in Hayy Bin Yakzân kitabından etkilenmişlerdir. Bu yazarlar, İbn Tufeyl’in kitabındaki insanın kendi zihninin ve ruhunun derinliklerine yolculuk yapması fikrini kendi eserlerinde de kullanmışlardır. Ancak, bu yazarlar İbn Tufeyl’in kitaptaki bazı fikirlerine de karşı çıkmışlardır. Örneğin, Thomas More, İbn Tufeyl’in kitabındaki vahyin önemini reddetmiştir. John Milton, İbn Tufeyl’in kitabındaki insanın kendi zihninin ve ruhunun derinliklerine yolculuk yapması fikrini, kendi eserlerinde daha fazla dini bir boyuta taşımıştır. Isaac Newton, İbn Tufeyl’in kitabındaki evrenin yapısı ve işleyişi hakkındaki fikirlerini, kendi bilimsel çalışmalarının temeli olarak kullanmıştır.
17) Robinson Crusoe’nin yazarı Daniel Defoe’nin kitabı yazarken Hayy Bin Yakzân kitabından ilham aldığı doğrudur. Defoe, Hayy Bin Yakzân kitabındaki insanın kendi zihninin ve ruhunun derinliklerine yolculuk yapması fikrini, kendi kitabında da kullanmıştır. Ancak, Defoe’nin kitabı Hayy Bin Yakzân kitabından daha realist bir şekilde yazılmıştır.
18) Ampirik epistemoloji, bilginin duyu deneyimlerinden elde edildiğini savunan bir felsefe okuludur. Ampirik epistemolojiye göre, insan zihninin doğuştan hiçbir bilgisi yoktur. İnsan zihni, duyu deneyimleri yoluyla bilgi edinir.
19) Berberi asıllı İbn Tûmert, 12. Yüzyılda yaşamış bir İslam filozofu ve devlet adamıdır. İbn Tûmert, kendisini Mehdi ilan etmiştir. Mehdi, İslam inancına göre, kıyamet gününden önce gelecek ve dünyayı zulümden kurtaracak kişidir. İbn Tûmert, Mehdi olduğunu iddia ederek, Muvahhid hanedanını kurmuştur. Muvahhid hanedanı, 12. Ve 13. Yüzyıllarda Kuzey Afrika ve Endülüs’te hüküm sürmüştür.
20) Amentü, İslam inancına göre, altı temel inançtır. Amentü, kelime anlamı olarak “iman etmek” demektir. Amentü’nün altı temel inancı şunlardır:
    * Allah’a iman etmek
    * Meleklere iman etmek
    * Kitaplara iman etmek
    * Peygamberlere iman etmek
    * Ahirete iman etmek
    * Kader’e iman etmek
21) Muvahhidler’in amentüsü, İslam inancına göre, altı temel inançtır. Muvahhidler’in amentüsü, Amentü ile aynıdır.
22) Mağribe, Kuzey Afrika’nın eski adı. Mağribe, Berberilerin yaşadığı bölgedir.
23) Zahirî fıkıh, İslam hukukunun yorumlanmasına yönelik bir yaklaşımdır. Zahirî fıkıha göre, şer’i hükümler, Kur’an ve Sünnet’te açıkça belirtilmiş olmalıdır. Zahirî fıkıh, 10. Yüzyılda İmam Azam Ebu Hanife tarafından ortaya atılmıştır.
24) Fukahâ, İslam hukuku uzmanlarıdır. Fukahâ, Kur’an ve Sünnet’i yorumlayarak, şer’i hükümler çıkarırlar.
25. Abdülmü’min el-Kûmi, 11. Yüzyılda yaşamış bir filozof ve devlet adamıdır. Muvahhid hanedanının kurucusudur.
26. Tasfiyeci-teformist hareket, 16. Yüzyılda Avrupa’da ortaya çıkan bir dini reform hareketidir. Bu hareket, Katolik Kilisesi’nin bozulmalarını düzeltmek ve dini inanç ve uygulamaları daha basit ve sade hale getirmek için kurulmuştur.
27. Dinin zâhirî yüzünün katı bir şekilde takip edilmesi, dinî kuralların ve hükümlerin aynen uygulanmasıdır. Bu yaklaşım, genellikle aşırı dinî gruplar tarafından benimsenir.
28. Ölümden sonra ki yaşam ruha isnatla Sokratik-Platoncu öğreti bağlamında, ruhun ölümsüz olduğu ve bedenden ayrıldıktan sonra başka bir dünyaya göçtüğü fikrine dayanmaktadır. Platon’a göre ruh, maddi olmayan bir varlıktır ve bedenden daha gerçektir. Ruh, ölümden sonra bedenden ayrıldığında, maddi olmayan bir dünyaya göçer ve orada mutlu bir şekilde yaşar.
29. Madde revizyonu, maddenin yapısının değişmesine neden olan bir süreçtir. Madde revizyonu, genellikle atomların veya moleküllerin yapılarının değişmesine neden olur. Madde revizyonu, kimyasal reaksiyonlar, radyasyon ve sıcaklık gibi çeşitli faktörler tarafından tetiklenebilir.
30. Yeni Eflatunculuk, 3. Yüzyılda Plotinus tarafından kurulan bir felsefe okuludur. Yeni Eflatunculuk, Platon’un felsefesini temel alır ancak Platon’un felsefesine bazı yenilikler de getirir. Yeni Eflatunculara göre, ruh maddi olmayan bir varlıktır ve bedenden daha gerçektir. Ruh, ölümden sonra bedenden ayrıldığında, maddi olmayan bir dünyaya göçer ve orada mutlu bir şekilde yaşar.
31. Ünlü felsefecilere göre ruh bedenden çıkınca nereye göçer?
* Platon: Ruh, ölümden sonra bedenden ayrıldığında, maddi olmayan bir dünyaya göçer ve orada mutlu bir şekilde yaşar.
* Aristoteles: Ruh, ölümden sonra bedenden ayrıldığında, yok olur.
* Epikür: Ruh, ölümden sonra bedenden ayrıldığında, yok olur.
* Stoacılar: Ruh, ölümden sonra bedenden ayrıldığında, başka bir bedene göçer.
32. Felsefecilerin görüşüne göre “cisimden ve cismi olandan ayrılmak mağaradan kurtuluşun koşuludur” cümlesi neyi ifade eder?
Bu cümle, insanın gerçek bilgiye ancak maddi dünyayı ve maddi şeyleri bırakarak ulaşabileceğini ifade eder. İnsan, maddi dünyayı ve maddi şeyleri bırakarak, ruhunun özüne ulaşabilir ve gerçek bilgiye kavuşabilir.
33. Gerçek bir filozof teklik ve çokluk arasında ki farkı, tekliğin mutlak, çokluğun ise göreceli olduğunu düşünerek yorumlar. Platon’a göre, teklik, var olanın en yüce ve en gerçek şeklidir. Çokluk ise, tekliğin farklı yönlerini ifade eden, ancak teklik kadar gerçek olmayan bir şeydir.
34. Hissedilebilir ve gözlemlenebilir cisimler, duyu organları aracılığıyla algılanır ve bilinç tarafından kavranır. Bu cisimler, maddenin farklı şekilleridir ve maddenin temel özelliklerini taşırlar.
35. Madde-Form teorisi, Aristoteles tarafından ortaya atılmış bir teoridir. Bu teoriye göre, her şey madde ve formdan oluşur. Madde, cismin maddi varlığını ifade eder. Form ise, cismin şeklini, niteliğini ve işlevini ifade eder.
36. Salt akıl dünyası, Platon tarafından ortaya atılmış bir kavramdır. Platon’a göre, salt akıl dünyası, duyu organlarıyla algılanamayacak kadar saf ve gerçek olan bir dünyadır. Bu dünya, idealar dünyasının bir parçasıdır.
37. Madde, atomların bir araya gelmesiyle oluşur. Atomlar, maddenin en küçük ve bölünmez parçalarıdır. Atomlar, farklı şekillerde ve farklı kombinasyonlarda bir araya gelerek, farklı maddeler oluştururlar.
38. Maddenin, potansiyel bir varlık olduğunu ve formun, onu aktüelleştirdiğini ifade eden bir cümledir. Madde, kendi başına bir şey değildir, ancak form ile birlikte bir şey olur. Form, maddeye bir şekil, bir nitelik ve bir işlev verir. Bu tekâmül süreci, maddeyi daha karmaşık bir hale getirir. Değişim, son kertede değişime gerek kalmayıncaya yani form mükemmel derece de aktüalize oluncaya kadar sürer. Bu noktadan sonra artık değişime gerek yoktur.
Bu cümle, Aristoteles’in madde-form teorisini açıklamaktadır. Aristoteles’e göre, her şey madde ve formdan oluşur. Madde, cismin maddi varlığını ifade eder. Form ise, cismin şeklini, niteliğini ve işlevini ifade eder. Madde, kendi başına bir şey değildir, ancak form ile birlikte bir şey olur. Form, maddeye bir şekil, bir nitelik ve bir işlev verir. Bu tekâmül süreci, maddeyi daha karmaşık bir hale getirir. Değişim, son kertede değişime gerek kalmayıncaya yani form mükemmel derece de aktüalize oluncaya kadar sürer. Bu noktadan sonra artık değişime gerek yoktur.
Örneğin, bir tohum, bir ağacın potansiyel halidir. Tohum, toprağa ekildiği zaman, su ve güneş ışığı ile birlikte büyür ve gelişir. Tohum, bir ağaç haline geldiğinde, formunu mükemmel derece de aktüalize eder. Bu noktadan sonra, ağaç daha fazla büyümez ve gelişmez.
Aristoteles’in madde-form teorisi, doğadaki değişimi açıklamak için kullanılmıştır. Doğadaki değişim, maddenin formunu aktüelleştirme sürecidir. Madde, form ile birlikte bir şey olur ve bu süreç, son kertede değişime gerek kalmayana kadar devam eder.
39) Aristoteles, Tanrı’yı, hareketin ilk sebebi olarak tanımlamıştır. Tanrı, kendiliğinden hareket eden bir varlıktır ve diğer varlıkların hareket etmesini sağlar. Tanrı, ayrıca mükemmel bir varlıktır ve her türlü kusurdan uzaktır.
40) Tanrı, soyut olarak ifade edilebilir. Soyut, duyu organlarıyla algılanamayacak kadar saf ve gerçek olan bir şeydir. Tanrı, bu anlamda soyut olarak ifade edilebilir. Ancak Tanrı, aynı zamanda somut olarak da ifade edilebilir. Somut, duyu organlarıyla algılanamayacak kadar gerçek olan bir şeydir. Tanrı, bu anlamda da somut olarak ifade edilebilir.
41) Muharrik-i Evvel, hareketin ilk sebebidir. Fâil-i Evvel, eylemin ilk sebebidir. Muharrik-i Evvel ve Fâil-i Evvel, aynı varlıktır.
42) Nominalizm, tümellerin gerçek varlıklar olmadığını, sadece adlar olduğunu savunan bir felsefi akımdır. Nominalistlere göre, tümeller, sadece nesnelerin ortak özelliklerini ifade eden isimlerdir.
43) Tümeller, genel kavramlardır. Tikel, özel nesnelerdir. Tümeller, tikellerin ortak özelliklerini ifade eder. Örneğin, “insan” kavramı bir tümeldir. “Ali”, “Ayşe” ve “Mehmet”, tikellerdir. Ali, Ayşe ve Mehmet, insan olma ortak özelliğini paylaşırlar. Bu ortak özellik, “insan” kavramı ile ifade edilir.
44) Platon, Tanrı’yı, idealar dünyasının yaratıcısı olarak tanımlamıştır. Platon’a göre, idealar dünyası, duyu organlarıyla algılanamayacak kadar saf ve gerçek olan bir dünyadır. Bu dünya, maddi dünyanın kaynağıdır. Maddi dünya, idealar dünyasından kopyalanmış bir dünyadır.
Aristoteles, Tanrı’yı, hareketin ilk sebebi olarak tanımlamıştır. Aristoteles’e göre, Tanrı, kendiliğinden hareket eden bir varlıktır ve diğer varlıkların hareket etmesini sağlar. Tanrı, ayrıca mükemmel bir varlıktır ve her türlü kusurdan uzaktır.
Tanrı soyutlaması, Tanrı’nın soyut olarak ifade edilmesidir. Tanrı, soyut olarak ifade edilebilir çünkü kendiliğinden hareket eden ve mükemmel bir varlıktır.
45) Vuzûh, açıklık ve netlik demektir. Tanrı, vuzûh sahibi bir varlıktır çünkü kendiliğinden hareket eden ve mükemmel bir varlıktır.
46) İbn-i Sina’nın bu sözleri, insanın Tanrı’ya ulaşma yolculuğunu anlatmaktadır. Bu yolculuk, irade ve riyâzet ile başlar. İnsan, iradesini kullanarak nefsini kontrol eder ve riyâzet ile kendini eğitir. Bu yolculuk, insanın gerçeğin parıldayan nûrunu görmesiyle başlar. Bu nûr, insanın kalbinde bir şimşek gibi parlar ve ardından kaybolur. Ancak insan, bu nûru tekrar tekrar görebilir. Ne zaman bir şey görse, ondan yüz çevirir ve sadece Tanrı’yı zikretmek için yüce kutsiyete döner. Böylece yeni bir aydınlanma onu bulur ve neredeyse her şeyde Tanrı’yı görür. Bu yolculuk, insanın Tanrı’ya yaklaşmasına ve onunla birleşme imkânı verir.
İbn-i Sina’nın sözlerinde, insanın Tanrı’ya ulaşma yolculuğunun aşamaları anlatılmaktadır. Bu aşamalar, irade ve riyâzet, gerçeğin parıldayan nûrunu görme, nefsi kontrol etme ve Tanrı’ya yönelmedir. Bu aşamalar, insanın Tanrı’ya yaklaşmasına ve onunla birleşme imkânı verir.
İbn-i Sina’nın sözleri, insanın Tanrı’ya ulaşma yolculuğunun zor ve uzun bir yol olduğunu göstermektedir. Ancak bu yol, aynı zamanda çok zevkli ve doyurucu bir yoldur. İnsan, bu yolculukta kendini ve Tanrı’yı tanır ve gerçek huzuru bulur.
47) Kuvve, henüz oluşmamış, potansiyel bir durumdur.
48) İlahi lezzet, Tanrı’nın sevgisini ve huzurunu tatmaktır.
49) Evliya mertebesine, ilahi lezzeti tadarak ve Tanrı’nın sevgisini yaşayarak ulaşılır.
50) Bir insanın nefsinin lezzet alabileceği âlem, ruh âlemidir.
51. Kibrîtü’l-Ahmer, kırmızı kükürt olarak bilinen bir maddedir. Bu madde, alşimyacılar tarafından ruhun ölümsüzlüğüne kavuşmasına yardımcı olduğu düşünülen bir madde olarak kullanılmıştır.
52) Ulûm-i teâlîm, eğitim bilimleri olarak bilinen bir disiplindir. Bu disiplin, eğitim yöntemlerini ve eğitim sürecini inceleyen bir disiplindir.
53) Mantık ve felsefe ilimleri ilk olarak Antik Yunan’da ortaya çıkmıştır.
54) Ebû Bekir İbn Bâcce, 11. Yüzyılda yaşamış bir İslam filozofudur. İbn Bâcce, felsefe, matematik ve astronomi alanlarında önemli çalışmalar yapmıştır.
55) Ebû Bekir İbn Bâcce’nin dünya ile ilgili uğraşları, felsefe, matematik ve astronomi alanlarında çalışmalar yapmaktır.
56) Sarih bir şekilde ifade etmek, açık ve net bir şekilde ifade etmek demektir.
57) Meşşâî mezhebi, Aristoteles’in felsefesini temel alan bir İslam felsefi mezhebidir.
58) Kemâle ermek, insan olmanın en yüksek mertebesine ulaşmak demektir.
59) Filozoflara göre günah, Tanrı’nın emirlerine uymamaktır. Sevap ise, Tanrı’nın emirlerini yerine getirmektir.
60) Tevarüs etmek, bir şeyin bir başkasına geçmesidir.
61. Gazzâlî’nin Kitâbü’l-Cevâhir kitabı, felsefi açıdan İslam felsefesinin önemli bir eseridir. Bu kitapta, Gazzâlî, felsefe ve din arasındaki ilişkiyi ele alır. Gazzâlî, felsefe ve dinin birbirini tamamladığını savunur. Bu kitapta, Gazzâlî, felsefe ve dinin ortak noktalarını ve farklı noktalarını ele alır.
62. Müteahhirîn, İslam felsefesinin son döneminde yaşamış filozoflardır. Bu dönem, 12. Yüzyıldan 15. Yüzyıla kadar süren bir dönemdir. Müteahhirîn filozofları, İslam felsefesini Aristoteles felsefesinin temelleri üzerine inşa etmişlerdir.
63. Şeyh Ebû Hâmid Gazzâlî, 11. Yüzyılda yaşamış bir İslam filozofu ve teologudur. Gazzâlî, İslam felsefesinde önemli bir yere sahiptir. Gazzâlî, felsefe ve din arasındaki ilişkiyi ele alan eserler yazmıştır. Gazzâlî, ayrıca tasavvuf felsefesine de önemli katkılar sağlamıştır.
64. Mükâşefe ilmi, bir şeyin hakikatini doğrudan doğruya ve delilsiz olarak bilmek demektir. Mükâşefe ilmi, tasavvuf felsefesinde önemli bir yere sahiptir. Tasavvuf ehli, mükâşefe ilmi sayesinde Allah’ı ve hakikati doğrudan doğruya görebilirler.
65. Müşâhede, bir şeyin hakikatini doğrudan doğruya görmek demektir. Müşâhede, tasavvuf felsefesinde önemli bir yere sahiptir. Tasavvuf ehli, müşâhede sayesinde Allah’ı ve hakikati doğrudan doğruya görebilirler.
66. Necat, kurtuluş demektir. Necat, İslam inancına göre, Allah’ın rahmetine kavuşmak ve cennete gitmek demektir. Necat, İslam inancına göre, insanın amacıdır.
67. Selef-i Sâlihîn, İslam’ın ilk dönemlerinde yaşamış ve örnek bir hayat yaşamış olan sahabe ve tabiîndir. Selef-i Sâlihîn, İslam’ın en iyi nesli olarak kabul edilir. Selef-i Sâlihîn, İslam’ın ahlak ve medeniyetinin temellerini atmışlardır.
68. Vakvâk Adası hikâyesi, İslam inancına göre, kıyamet gününde ortaya çıkacak olan bir adadır. Vakvâk Adası, cennete gidenlerin gideceği bir adadır. Vakvâk Adası, cennetin en güzel yeri olarak kabul edilir.
69. İstivâ, Allah’ın gökleri ve yeri yarattıktan sonra arşa istiva etmesidir. İstivâ, Allah’ın kudretinin ve azametetinin bir göstergesidir. İstivâ, Allah’ın yüceliğini ve büyüklüğünü ifade eder.
70. Mutedil yer, iklimi ve coğrafyası bakımından diğer yerlere göre daha uygun olan bir yerdir. Mutedil yerler, insanların yaşaması için daha uygundur. Mutedil yerler, genellikle deniz seviyesine yakın olan yerlerde bulunur.
71. “En namlı etibbâın görüşü hilâfındadır” cümlesinden, söz konusu kişi, dönemin en ünlü doktorlarının görüşlerine karşı çıkmaktadır. Bu, kişinin kendi fikirlerinin güçlü olduğuna ve doğru olduğuna inandığını göstermektedir.
 72. “Meskûn dünyanın en mutedil iklimi dördüncü iklimdir” cümlesinden, dünyanın en yaşanabilir ikliminin dördüncü iklim olduğunu anlıyoruz. Dördüncü iklim, Türkiye’nin de içinde bulunduğu Akdeniz iklimidir. Akdeniz iklimi, ılıman bir iklimdir ve yazları sıcak ve kurak, kışları ılıman ve yağışlı geçer. Bu iklim, insanların yaşaması için oldukça uygundur.
73. İstivâ hattı, Dünya’nın ekvatorunu çevreleyen hayali bir çizgidir.
 74. Felsefeye göre güneş, ateşten oluşan bir yıldızdır.
  75. Mukaddemât, öncül demektir.
  76. Güneşin ifrat derecesi, güneş ışınlarının dik olarak geldiği noktadır.
  77. Müspet ilimler, deney ve gözleme dayalı olan ilimlerdir.
  78. “Güneş arzdan daha büyüktür” sözünden, güneşin arzdan daha fazla kütle ve hacme sahip olduğu anlaşılmalıdır.
79)Hey’et ilmi, gök cisimlerinin hareketlerini inceleyen bir ilimdir.
80) Güneş Koç burcundan geçtiğinde, kuzey yarımkürede ilkbahar, güney yarımkürede sonbahar başlar. Güneş Terazi burcundan geçtiğinde ise, kuzey yarımkürede sonbahar, güney yarımkürede ilkbahar başlar.
  81. İnsanın yaradılışı ile güneşin doğumu, bir anlamda, insanın ölümünden sonra yeniden dirilmesiyle ilişkilendirilebilir. İnsan, bir gün ölür ve bedeni toprak olur. Ancak ruh, ölmez ve ahirete gider. Burada, ruh, tekrar bedenlenir ve yeniden hayata kavuşur. Güneşin doğumu da, bir anlamda, bu yeniden doğuşun simgesidir.
  82. Ruhun sâdır olması, ruhun bedene girmesi demektir. Ruh, Allah’ın yarattığı bir varlıktır. Allah, ruha üflediğinde, ruh bedene girer ve insan canlanır.
  83. Allah’ın ruha üfleyip “ol” demesi, ruhun bedene girmesi ve insanın canlanması anlamına gelir. Bu, Allah’ın kudretinin ve yaratma gücünün bir göstergesidir.
  84. Mevcûdât, var olan her şeydir. Mevcûdât, maddi ve manevi olarak ikiye ayrılır. Maddi mevcûdât, gözle görülebilen ve elle tutulabilen varlıklardır. Manevi mevcûdât ise, gözle görülemeyen ve elle tutulamayan varlıklardır.
  85. Allah bedene ruhu üflediği anda, evren bir anda değişir. Doğa canlanır, ağaçlar yeşerir, çiçekler açar ve kuşlar öter. Bu, Allah’ın kudretinin ve yaratma gücünün bir göstergesidir.
86) Yeryüzünde olan canlı, cansız, görünen, görünmeyen her şeyde ruh yoktur. Bunun delili ve ispatı, ruhun varlığına dair bilimsel bir kanıtın olmamasıdır. Ruh, dinsel bir kavramdır ve bilimsel olarak kanıtlanmamıştır.
87) Güneş ışığını en kuvvetli şekilde alan bu parlak cisimlerden bazıları şüphesiz güneş ve onun suretine benzemektedir.” Cümlesi, diğer yıldızların güneş gibi olduğunu ve güneşle aynı yapıya sahip olduğunu ifade etmektedir.
  88) “ Şüphesiz Allah Âdem’i kendi suretinde yarattı.” Sözünden, Allah’ın Âdem’i kendi suretinde yani kendi görüntüsünde yarattığı anlaşılmaktadır. Bu, Allah’ın Âdem’i çok güzel ve kusursuz bir şekilde yarattığı anlamına gelmektedir.
89) İnsanda Allah’ın sureti kuvvetlendiğinde, diğer tüm suretler kaybolur. Bu, insanın Allah’a yaklaştığı ve Allah’ın sevgisine kavuştuğu anlamına gelir.
  90. Ruh, çamur ve insan arasındaki ilişki, ruhun çamurdan yaratılmış olmasıdır. Ruh, insanın en önemli parçasıdır ve insanı canlı kılan şeydir.
  91. Felsefe ve tasavvufa göre kalp, insanın duygu ve düşüncelerinin merkezidir. Kalp, insanın ruhunun bulunduğu yerdir.
  92. Tabiîyyûn, doğa bilimleri ile ilgilenen bilim insanlarıdır. Tabiîyyûn, doğanın işleyişini ve kanunlarını araştırır.
  93. Bebek, anne rahminde döllenme sonucunda oluşur. Döllenme, spermin yumurtayı döllemesi ile gerçekleşir. Döllenmiş yumurta, anne rahminde büyür ve gelişir. 9 ay sonra bebek doğar.
94. Kerih bulmak, bir şeyden tiksinmek veya ondan nefret etmek anlamına gelir.
  95. Hermes, Yunan mitolojisinde bir tanrı ve habercidir. Hermes, aynı zamanda ticaret, hırsızlık ve uyuşturucuların tanrısıdır.
  96. İnsan, kendi özünü yani kendi varlığını anlayarak kendisine varır. İnsan, kendi özünü anlayarak, kendi gerçekliğini ve kendi değerlerini keşfeder.
  97. Hayy ile ceylanın hikayesi, İslam’da anlatılan bir hikayedir. Hikaye, bir adamın bir ceylanı takip etmesi ve ceylanın ona yolunu kaybettirmesi ile başlar. Adam, ceylanı takip ederken, kendi iç dünyasını keşfeder ve kendi gerçekliğini öğrenir.
  98. Cesedin yekpare ve fasılasız olması, cesedin parçalanmaması ve bozulmaması demektir. Cesedin yekpare ve fasılasız olması, kişinin ölümünden sonra da ruhunun varlığını sürdürdüğünü gösterir.
99. Sefalosentrik, beyin merkezli anlamına gelir.
  100. Kardiosentrik, kalp merkezli anlamına gelir.
  101. İnsan, “sağlık” terimini, sağlıklı olmanın fiziksel ve ruhsal olarak iyi olma durumu olduğunu fark ederek keşfetmiştir.
  102. İnsanlık, ilk hastalığı, hasta kişinin belirtilerini gözlemleyerek tespit etmiştir. Hastalığın belirtileri, ateş, titreme, kusma, ishal ve ciltte döküntü gibi olabilir. İnsanlık, hastalığı iyileştiren ilaçları, bitkilerden ve hayvanlardan elde etmiştir.
  103. İlk kalp ve damar ameliyatı, tarihte mısırlılar tarafından yapılmıştır. Mısırlılar, kalp ve damar ameliyatı yapmak için, hastanın göğsünü açmış ve kalp ve damarlarını incelemişlerdir. Mısırlılar, kalp ve damar ameliyatı yapmak için, bıçak, makas ve dikiş iğnesi gibi aletler kullanmışlardır.
  104. Perikard, kalbi çevreleyen bir kesedir. Perikard, kalbi darbelere karşı korur ve kalbin düzgün çalışmasını sağlar.
  105. Mevzie, bir şeyi belirli bir yere yerleştirmek demektir.
106) Evet, insan kalbi bir rahatsızlık geçirdiğinde veyahut kalbinde bir kanama olduğunda şuur kaybı yaşayabilir. Kalp, vücudun en önemli organlarından biridir ve vücuda kan pompalamaktan sorumludur. Kalp rahatsızlığı veya kanama olduğunda, kalp kan pompalayamaz ve bu da şuur kaybına neden olabilir.
  107) Hayy, “göçüp giden ruh”un, insanın ölümünden sonra bedenden ayrılan ve ahirete giden ruh olduğunu düşünmüştür. Hayy, ruhun ölümsüz olduğuna ve ahirete gittiğinde yeniden dirileceğine inanmıştır.
  108) Keriha koku, tiksindirici veya iğrenç bir koku olarak tanımlanabilir. Keriha kokular, genellikle çürüme, pislik veya hastalık gibi şeylerden kaynaklanır.
  109) İnsanlık, mezarlık yapmayı ve ölüleri gömmeyi ilk olarak Paleolitik dönemde keşfetmiştir. Paleolitik dönemde, insanlar ölülerini genellikle mağaralara veya kayaların altına gömerlerdi. Mezarlık yapma geleneği, Mezopotamya, Mısır ve Yunan uygarlıklarında da yaygın olarak uygulanmıştır.
110) Ateşin keşfi, insanlığın en önemli keşiflerinden biridir. Ateş, insanlara yemek pişirme, ısınma, aydınlatma ve savunma gibi birçok fayda sağlamıştır.
Ateşin keşfinin nasıl olduğu tam olarak bilinmemekle birlikte, en yaygın teori, insanların yıldırım çarpması veya volkanik patlama gibi doğal olaylar sonucunda ateşi keşfetmiş olabileceğidir. İnsanlar, ateşi keşfettikten sonra, onu kontrol etmeyi ve kullanmayı öğrenmişlerdir. Ateş, insanların yaşamını daha kolay ve konforlu hale getirmiştir.
Ateşin keşfi, insanlığın gelişiminde önemli bir dönüm noktası olmuştur. Ateş, insanların vahşi doğada hayatta kalmasını sağlamış ve kültürel gelişimini hızlandırmıştır. Ateş, insanların birlikte çalışarak daha büyük işler başarmasına da yardımcı olmuştur.
Ateşin keşfi, insanlığın en önemli keşiflerinden biridir. Ateş, insanların yaşamını daha kolay, konforlu ve güvenli hale getirmiştir. Ateş, insanların kültürel gelişimini hızlandırmış ve birlikte çalışarak daha büyük işler başarmasına yardımcı olmuştur.
111) Metinde anlatılan, ateşin keşfi ve insanlığın ateşi nasıl öğrendiğidir. Metinde, ateşin ilk olarak şimşek ve ağaç sürtünmesi ile keşfedildiği anlatılmaktadır. Ateşin keşfinden sonra, insanlar, ateşi yemek pişirmek, ısınmak, aydınlatmak ve savunmak için kullanmayı öğrenmişlerdir. Ateş, insanlığın yaşamını daha kolay ve konforlu hale getirmiştir.
Metinde ayrıca, ateşin insanlığın gelişiminde önemli bir rol oynadığı anlatılmaktadır. Ateş, insanların vahşi doğada hayatta kalmasını sağlamış ve kültürel gelişimini hızlandırmıştır. Ateş, insanların birlikte çalışarak daha büyük işler başarmasına da yardımcı olmuştur.
Metinde anlatılanlar, ateşin insanlığın en önemli keşiflerinden biri olduğunu göstermektedir. Ateş, insanların yaşamını daha kolay, konforlu ve güvenli hale getirmiştir. Ateş, insanlığın gelişiminde önemli bir rol oynamıştır.
Metinden çıkarılabilecek bazı yorumlar şunlardır:
* Ateş, insanlığın yaşamını daha kolay ve konforlu hale getirmiştir.
* Ateş, insanlığın gelişiminde önemli bir rol oynamıştır.
* Ateş, insanlığın vahşi doğada hayatta kalmasını sağlamıştır.
* Ateş, insanlığın kültürel gelişimini hızlandırmıştır.
* Ateş, insanların birlikte çalışarak daha büyük işler başarmasına yardımcı olmuştur.
112) Otodidakt, okul eğitimi almamış olmasına rağmen kendi kendine öğrenmiş olan kişidir.
113) İnkısam, bir şeyin iki veya daha fazla parçaya ayrılması demektir.
114) Evet, bilimadamlarının tarihte bu anlatıya benzer çalışmaları olmuştur. Bu anlatı, İslam filozofu ve bilim insanı İbn Sina’nın “El-Kanun fi’t-Tıp” adlı kitabından bir alıntıdır. İbn Sina, bu kitapta, insanın vücudunun işleyişi hakkında ayrıntılı bir açıklama yapmıştır. İbn Sina’ya göre, insan bedeni, ruh ve maddeden oluşur. Ruh, bedeni hareket ettiren ve ona hayat veren güçtür. Madde ise, bedenin yapısını oluşturan unsurlardır. İbn Sina’ya göre, ruh ve madde birbirinden ayrı değildir. Ruh, madde ile birlikte var olur ve maddeyi hareket ettirir. Madde ise, ruhun varlığını sürdürmesine yardımcı olur.
İbn Sina’nın bu görüşleri, o dönemin bilim anlayışına göre çok ileri görüşlüydü. İbn Sina’nın görüşleri, modern tıp biliminin temelini oluşturmuştur.
115) Tasavvufi açıdan yaşam döngüsü, insanın doğumundan ölümüne kadar geçen süredir. Bu süre, insanın ruhunun Allah’a doğru yolculuğudur. İnsan, bu yolculukta, nefsini terbiye ederek, Allah’a olan sevgisini ve bağlılığını artırarak, Allah’a yaklaşmaya çalışır. Tasavvufi açıdan yaşam döngüsü, dört aşamadan oluşur:
* Nefs-i emmare: Bu aşama, insanın en alt seviyedeki nefsidir. Bu aşamada insan, şehvet ve arzularına adeta köledir.
* Nefs-i levvame: Bu aşama, insanın orta seviyedeki nefsidir. Bu aşamada insan, nefsinin kötü yanlarını fark etmeye başlar ve onlarla mücadele eder.
* Nefs-i mutmainne: Bu aşama, insanın üst seviyedeki nefsidir. Bu aşamada insan, nefsini terbiye etmiş ve Allah’a olan sevgisini ve bağlılığını artırmıştır.
* Nefs-i süleymaniye: Bu aşama, insanın en üst seviyedeki nefsidir. Bu aşamada insan, Allah’ın sevgisine ve huzuruna kavuşmuştur.
116) Hayvanlar içinde yetişen bir çocuğun ergenlik yaşlardan itibaren doğadan alınıp insanlar içinde yaşamaya alışmasında, aşağıdaki evreler geçer:
* Şok: Çocuk, doğadan alınıp insanlar içine alındığında, ilk başta büyük bir şok yaşar. Bu şok, çocuğun yaşadığı ortamın ve insanların çok farklı olmasından kaynaklanır.
* Uyum: Çocuk, bir süre sonra, yeni ortamına ve insanlara uyum sağlamaya başlar. Bu uyum, çocuğun yeni ortamın kurallarını ve insanlarını öğrenmesi ile gerçekleşir.
* Kabul: Çocuk, bir süre sonra, yeni ortamı ve insanları kabullenir. Bu kabul, çocuğun yeni ortamda mutlu ve huzurlu yaşamaya başlaması ile gerçekleşir.
117) Kevn ü fesâd, evrenin sürekli olarak yaratılıp yok olmasıdır. Bu süreç, Allah’ın yaratıcı gücünün bir göstergesidir. Kevn ü fesâd, evrenin sürekli olarak değişip dönüştüğünü gösterir.
118) “Kesret üzere olduğunu anlamak”, insanın tek olmadığını ve evrendeki diğer varlıklarla birlikte olduğunu anlamaktır. Bu anlayış, insanın kendini daha iyi tanımasına ve diğer varlıklarla daha iyi ilişki kurmasına yardımcı olur.
119) Ruh, bedenin aletidir. Ruh, bedeni hareket ettiren ve ona hayat veren güçtür. Beden ise, ruhun varlığını sürdürmesine yardımcı olan araçtır.
120) “nev’ine göre bakmak”, bir şeyi kendi türüne göre değerlendirmek demektir. Bu anlayış, insanın olayları daha doğru ve objektif bir şekilde değerlendirmesine yardımcı olur.
121) Eşhâ, varlıklar, insanlar, kişiler demektir.
122) Ruh, Allah’ın yarattığı bir varlıktır. Ruh, insan bedenini hareket ettiren ve ona hayat veren güçtür. Ruh, insan bedeninden ayrı bir varlıktır. Ruh, ölümsüzdür.
123) İnsan, kapalı bir ortama girdiğinde veya tek başına kaldığında, çevresini daha iyi fark eder ve hayatın anlamını sorgulamaya başlar. İnsan, yalnız kaldığında, kendi iç dünyasına döner ve kendi duygularını ve düşüncelerini daha iyi anlamaya çalışır.
124) Hayvan ve su arasında ki ilişki, suyun hayat için gerekli olmasıdır. Hayvanlar, su olmadan yaşayamaz. Su, hayvanların bedenini ve organlarını temizler ve onlara enerji verir. Su, hayvanların yaşam döngüsünde de önemli bir rol oynar. Hayvanlar, suyun içinde doğarlar, büyürler ve ölürler.
125) “ suyun tamamı tek ve bir ise hayvânî ruh da tek ve birdir, tekessür etmesi ise ancak arızîdir.” Cümlesinden, suyun tek ve bir olduğunu, hayvanın ruhunun da tek ve bir olduğunu, ancak hayvanın ruhunun, suyun özelliklerini taşıdığını anlamak gerekir.
126) Nebâtâ, bitki demektir.
127) “Şayet kesret bir şekilde eşyâyı yakaladıysa, bu tıpkı kesretin hayvanları ve nebâtâtı yakalaması gibiydi.” Cümlesinden, kesretin, yani çokluğun, varlıkları yakaladığı ve onları bir araya getirdiği anlaşılmalıdır. Kesret, varlıkları tek bir varlık haline getirir. Bu, tıpkı hayvanların ve bitkilerin tek bir varlık haline gelmesi gibidir. Hayvanlar ve bitkiler, tek bir varlık haline gelmeselerdi, var olamazlardı. Kesret, varlıkları tek bir varlık haline getirerek, onlara varlık verir.
Cümleden çıkarılabilecek bazı yorumlar şunlardır:
* Kesret, varlıkları tek bir varlık haline getirir.
* Kesret, varlıklara varlık verir.
* Kesret, varlıkların bir arada var olmasını sağlar.
* Kesret, varlıkların değişimini ve gelişimini sağlar.
* Kesret, varlıkların sonunu belirler.
128) “Şu cisimler misli bir cisim olmalıdır: Uzunluk, genişlik ve derinlik sahibidir, ister sıcak ister soğuk olsun hissetmeyen ve beslenmeyen diğer cisimlerden biri gibidir, farklılık yalnızca hayvânî ve nebâtî âletlerle ondan tezâhür eden fiilerdendir; şayet bu fiiller zâtî değilse ve ona başka bir şeyden akarak sirâyet ediyorsa, o vakit bu diğer cisimlere de sirâyet edecek olsa onlar da onun gibi olurlardı. Şayet ona bu fiilerden soyutlanmış bir nazariye ile kendi zâtında bakılacak olursa ilk bakışta bu fiiller ondan sâdır oluyormuş gibi görünmektedir.” Cümlesinden, cisimlerin, uzunluk, genişlik ve derinlik gibi ortak özellikleri olduğu, ancak hayvanların ve bitkilerin, hissedebilme ve beslenebilme gibi, diğer cisimlerden farklı özellikleri olduğu anlaşılmalıdır. Bu özellikler, hayvanların ve bitkilerin, hayvânî ve nebâtî âletler olarak adlandırılan özel âletlerle donatılmış olmasından kaynaklanır. Eğer bu özellikler, cisimlerin özünden kaynaklanmıyorsa, o zaman diğer cisimlere de sirayet edecek ve onlar da bu özelliklere sahip olacaklardı. Ancak bu, gözlemlerimize aykırıdır. Bu nedenle, bu özelliklerin, cisimlerin özünden kaynaklandığı sonucuna varabiliriz.
Cümleden çıkarılabilecek bazı yorumlar şunlardır:
* Cisimler, ortak özelliklere sahiptir.
* Hayvanlar ve bitkiler, diğer cisimlerden farklı özelliklere sahiptir.
* Bu özellikler, hayvanların ve bitkilerin, hayvânî ve nebâtî âletler olarak adlandırılan özel âletlerle donatılmış olmasından kaynaklanır.
* Bu özellikler, cisimlerin özünden kaynaklanır.
129) Zâhir hale gelmek, bir şeyin gizli olan yönlerinin ortaya çıkması demektir. Zâhir hale gelen şeyler arasında, bir şeyin gerçek yüzü, bir şeyin anlamı, bir şeyin amacı ve bir şeyin sonucu yer alır.
130) Bu çağda dünyayı mahvedecek bir göktaşı dünyaya çarpsaydı, çok büyük yıkım ve ölüme yol açardı. Göktaşı, çarptığı yerde büyük bir krater oluşturacak ve büyük miktarda toz ve duman atmosfere yayılacaktı. Bu toz ve duman, güneşin ışığını engelleyecek ve dünyayı karanlık bir döneme sokacaktı. Bu karanlık dönem, bitkilerin büyümesini engelleyecek ve gıda kıtlığına yol açacaktı. Ayrıca, göktaşı çarptığı yerdeki insanların ve hayvanların çoğunu öldürecekti. Bu yıkım ve ölüm, dünyayı yaşanmaz bir yer haline getirebilirdi.
Bir göktaşının dünyaya çarpma olasılığı her zaman vardır. Ancak, bu olasılık çok düşüktür. Son 65 milyon yılda dünyaya büyük bir göktaşı çarpmamıştır. Ancak, göktaşı çarpma olasılığını azaltmak için, göktaşlarını izlemek ve izlemek için bir sistem geliştirilmiştir. Bu sistem, göktaşlarının dünyaya çarpmadan önce tespit edilmesini ve yönlendirilmesini sağlar.
131) Bu paragrafta, yazar cisimlerin doğadaki hareketlerine ve davranışlarına dair bir gözlem ve açıklama yapmaktadır. Metinde, cisimlerin iki temel hareket yönünden birine tabi olduğu vurgulanmaktadır:
• Yukarı yönde hareket edenler: Duman, ateş ve hava gibi suyun altında dahi yukarı yönde hareket edenlerden bahsedilmektedir.
• Aşağı doğru hareket edenler: Su, toprak parçaları, hayvan ve bitki parçaları gibi bu yönün aksi cihette yani aşağı doğru hareket edenlerden bahsedilmektedir.
Yazar, cisimlerin hareketlerinin doğalarında olan bir şey olduğunu ifade etmektedir. Cisimlerin, düşüş halindeyken katı zemine çarpıp durmadan önce tıpkı delmeyeceğimiz bir taş gibi engel olmadıkça hareket etmeye devam ettiği belirtilir. Yani cisimlerin hareketleri, karşılarına çıkan engeller tarafından durdurulana kadar devam eder.
Örneğin, taş yere düşerken yolu üzerinde bir engel yoksa hareketine devam eder. Eğer taşın düşmek istediği yönün altında bir delik olsaydı, taş bu deliği delerek düşmeye devam ederdi.
Benzer şekilde, duman da kendisini hapsedecek bir kubbe veya engel olmadıkça yükselmeye devam eder. Ancak eğer duman bir kubbe veya engel tarafından hapsetme ihtimali olan bir alana gelirse, yükselmesi durur ve sağa sola yönlenebilir.
Bu metinde cisimlerin hareketlerinin altında yatan temel prensiplere değinilir.
132) Bu paragrafta , “sıklet” ve “hafiflik” kavramlarının fiziksel cisimlerin ötesinde anlamlara sahip olduğundan bahsetmektedir. Eğer “sıklet” ve “hafiflik” sadece bir cismin fiziksel varlık özelliği olmasıyla ilgili olsaydı, yani sadece cisimlerin somut varlığıyla sınırlı kalsalardı, bu durumda bu kavramlar sadece insanın hayal gücüne ve varsayımlarına dayalı olurdu.
Buradaki “vehim” ve “zann” ifadeleri, insanın düşünceleri ve varsayımları üzerine atıfta bulunmaktadır. Yani yazar, sadece cisimlere dair somut gerçekliği düşünmek yerine, “sıklet” ve “hafiflik” gibi kavramların fiziksel dünya dışında da anlamlara sahip olduğunu ifade etmektedir.
Bu metinde, “sıklet” ve “hafiflik” gibi kavramların yalnızca fiziksel cisimlerin özelliği olmadığı, aynı zamanda insan düşüncesi ve anlayışında da yer edindiği üzerinde bir düşünce ifade edilmektedir. Yani bu kavramlar, insanlar arasındaki algılar ve anlamlar bağlamında da önem taşır.
133) “Cismîlik mânâsı” ifadesi, kelime anlamıyla “cisimlik anlamı” olarak çevrilebilir. Bu ifade, bir şeyin sadece fiziksel olarak var olma durumunu ifade eder. Yani bir varlığın veya nesnenin somut olarak algılanabilir ve dokunulabilir olması durumu “cismîlik mânâsı” olarak adlandırılır.
134) “Hayy Bin Yakzan” (Hayy ibn Yaqzan) kitabının kahramanı Hayy, gerçek hayatta yaşamış bir kişi değildir. Hayy Bin Yakzan, İbn Tufeyl tarafından 12. Yüzyılda Arapça olarak yazılan bir felsefi romanın başkarakteridir. Kitap, İslam felsefesi ve tasavvufunun önemli eserlerinden biri olarak kabul edilir ve Hayy adlı karakter, bir adada doğal ortamda büyüyen ve felsefi düşünceyle iç içe olan bir insanı simgeler. Hayy’ın insan bilgisini ve evreni nasıl keşfettiği ve anlamaya çalıştığı üzerine bir hikaye anlatılır.
135) “Nazariye ile idrak etmek” ifadesi, bir konuyu teorik olarak anlamak veya kavramak anlamına gelir. Bir şeyi nazariyeyle idrak etmek, onun teorik açıdan anlamını ve işleyişini anlamaya çalışmak demektir. Bu durum, konunun pratik uygulamasını veya deneyimini içermez; sadece teorik bilgi düzeyinde anlama sürecidir. “Nazariye” terimi, teorik düşünce ve prensipleri ifade ederken “idrak etmek”, bir şeyi anlamak veya kavramak anlamına gelir.
136) Bu cümlede, “cismîlik” yani fiziksel varlık hali dışında, bir varlığın üzerinde ekstra veya daha derin anlamların olduğu ifade edilmektedir. Yani bir varlık, sadece fiziksel olarak var olmakla kalmaz, aynı zamanda kendisine özgü farklı duygular, çeşitli algılama yetenekleri ve çeşitli karmaşık hareketleri gerçekleştirme kabiliyetine sahiptir.
Burada vurgulanan nokta, bir varlığın sadece fiziksel özellikleriyle sınırlı olmayıp, içinde daha derin ve karmaşık bir anlam taşıdığıdır. Bu derin anlam, onu diğer varlıklardan farklı kılar ve ona özgü meziyetler sunar.
Bu cümlede, cisimlerin sadece somut varlıklar olarak değil, aynı zamanda içerdikleri özellikler ve davranışlarla da anlam kazandığı vurgulanmaktadır. Cisimler, sadece fiziksel yapıları değil, aynı zamanda içerisinde barındırdıkları zenginlikleriyle de dikkate değerdir.
137) “Felsefeye göre “nefs”, insan psikolojisinde ve felsefi düşüncede önemli bir kavramdır. “Nefs” terimi, Arapça kökenli olup “ruh”, “benlik”, “öz” veya “kişilik” gibi anlamlara gelir. Felsefi bağlamda ise “nefs”, insanın iç dünyasını, kişiliğini, düşünce ve duygularını ifade eden bir terimdir.
Felsefede “nefs”, insanın öz bilincini, düşüncelerini, arzularını, tutkularını ve içsel çatışmalarını kapsayan bütün psikolojik ve duygusal yönlerini içerir. İnsanın nefsini tanıması, kendi iç dünyasını anlaması ve üzerinde düşünmesi, filozoflar için önemli bir konudur.
Ayrıca, bazı felsefi sistemlerde “nefs” terimi, insanın içsel güdülerini, ego ve iç çatışmaları ifade ederek, ruhun karanlık ve ışıklı yönlerini temsil eder. Felsefede “nefs” kavramı, insanın bilinçaltı, ego ve kişiliği gibi derin psikolojik boyutları üzerine yapılan çalışmalarla ele alınır.
Farklı felsefi okullar ve düşünürler, “nefs” kavramını farklı şekillerde değerlendirebilir ve yorumlayabilir. Dolayısıyla, “nefs” kavramının tam anlamıyla anlaşılabilmesi için, belirli bir felsefi sistem veya düşünce çerçevesi içinde ele alınması gerekir.
138) Bir cismin veyahutta herhangi bir şeyin uzayda kapladığı alan, cismin veya şeyin boyutları ve şekline göre hesaplanır. Uzayın her yerinde alanı kaplayan şeyin kapladığı alan birimi değişmez.
139) Rüyalar, dileklerin, arzuların, şehvetlerin kısaca insani duyguların evrende kapladığı alan, henüz tam olarak bilinmemektedir. Ancak bilim, bu duyguların beynin nöronları tarafından işlendiğini ve beynin belirli bölgelerine etki ettiğini göstermektedir. Bu duygular, beynin kimyasal ve elektriksel aktivitesini değiştirerek, vücudumuzda fizyolojik değişikliklere neden olur. Örneğin, korku duygusu, kalp atış hızının artmasına, kan basıncının yükselmesine ve terlemeye neden olur.
140) Kevn ü Fesâd âleminde mânâlı ve mânâsız cisimler, insanların onlara yükledikleri anlamlara göre değişir. Örneğin, bir ağaç için bir insan, bir gölgelik ve bir meyve kaynağı olabilirken, bir başka insan için sadece bir odun parçası olabilir. Bir kitap için bir insan, bilgi ve eğlence kaynağı olabilirken, bir başka insan için sadece bir kağıt yığını olabilir.
Mânâ, insanların bir şeye yükledikleri anlamdır. Mânâ, soyut bir kavramdır ve objektif olarak ölçülemez. Mânâ, insanların deneyimlerine, bakış açılarına ve kültürlerine göre değişir.
141) “Suyun sûretinden sâdır olan fiillerin azlığından dolayı terkibinde en az şeye sahip olduğu” ifadesi, suyun diğer maddelerden daha az karmaşık bir madde olduğunu ifade eder. Su, sadece hidrojen ve oksijen atomlarından oluşur ve bu atomlar arasında çok basit bir bağ vardır. Bu nedenle, su diğer maddelerden daha az fiil üretir. Örneğin, su, diğer maddelerden daha az ısı ve elektrik iletir.
142) Aristoteles’e göre cisim, madde ve biçimin bir araya gelmesinden oluşan bir varlıktır. Madde, cismin özünü oluşturur ve biçim, maddeye belirli bir şekil ve özellik kazandırır. Örneğin, bir masanın maddesi tahtadır, biçimi ise masanın şeklidir.
143) “Mezkûr imtidâd” ifadesi, bir şeyin sahip olduğu potansiyeli ifade eder. Örneğin, bir tohumun imtidâdı, bir ağaca dönüşmektir. Bir tohumun içinde, bir ağaç olma potansiyeli vardır.
144) Cismin, suretin ve canlının var olması mekâna bağlıdır. Bir cisim, mekânda yer kaplar ve bir suret, mekânda görünür. Bir canlı, mekânda hareket eder ve mekânda bulunur.
145) Heyûla, Aristoteles’in felsefesinde maddeyi ifade eden bir kavramdır. Heyûla, kendi başına hiçbir özelliği olmayan, ancak biçim tarafından şekillendirilen bir maddedir. Örneğin, bir tohumun heyûlası, tahtadır. Tahta, kendi başına hiçbir özelliği olmayan, ancak masa biçimi tarafından şekillendirilen bir maddedir.
146) Muhdis, Aristoteles’in felsefesinde yaratıcı bir varlıktır. Muhdis, var olmayanı var eden bir varlıktır. Aristoteles, Tanrı’yı muhdis olarak kabul eder.
147) Beden, ölümden sonra hemen çürümeye başlar. Ancak, çürüme hızı, kişinin ölüm şekline, hava sıcaklığına ve nem oranına bağlı olarak değişebilir. Genellikle, vücut birkaç gün içinde çürümeye başlar ve birkaç hafta içinde tamamen yok olur.
148) Hudûs etmiş olmayan, var olan ve varlığını sonsuza kadar sürdürecek olan demektir. Allah, hudûs etmiş olmayandır. O, ezeli ve ebedidir.
149) Fâil-i Muhtâr, dilediği gibi yaratabilen demektir. Allah, Fâil-i Muhtâr’dır. O, dilediği her şeyi yaratabilir ve dilediği her şeyi yok edebilir.
150) Semâvî cisimler, gökyüzünde bulunan yıldızlar, gezegenler ve kuyruklu yıldızlardır.
151) Lisan, insanların birbirleriyle iletişim kurmasını sağlayan bir araçtır. Lisan, seslerin bir araya getirilmesiyle oluşur. Sesler, gırtlaktaki ses tellerinin titreşimiyle oluşur. Ses telleri, beyinden gelen sinyaller tarafından kontrol edilir. Beyin, düşüncelerimizi ve duygularımızı seslere dönüştürür. Sesler, daha sonra ağzımızdan çıkar ve havada yayılır. Diğer insanların kulakları tarafından alınan sesler, beyne gönderilir ve beyinde anlamlandırılır. Böylece, insanlar birbirleriyle iletişim kurabilirler.
152) Dünyada insanlık ilk olarak, Afrika’da sosyalleşti. İnsanlar, Afrika’da mağaralarda yaşıyorlardı. Mağaralarda yaşamak, insanların birbirleriyle daha fazla etkileşime girmesine neden oldu. İnsanlar, mağaralarda birlikte yemek yediler, birlikte çalıştılar ve birlikte uydular. Bu etkileşim, insanların birbirleriyle daha fazla bağ kurmasına ve daha sosyal bir yaşam sürmesine neden oldu.
153. Dünyadaki tüm dinlerde gezegenlerin, evrenin, kainatın var oluşu farklı şekillerde anlatılmıştır. Bazı dinler, evrenin bir yaratıcı tarafından yaratıldığını, bazıları ise evrenin kendiliğinden oluştuğunu savunur. Bazı dinler, evrenin sonlu olduğunu, bazıları ise sonsuz olduğunu savunur. Bazı dinler, evrenin tek bir merkeze sahip olduğunu, bazıları ise evrenin merkezsiz olduğunu savunur. Bazı dinler, evrenin düz olduğunu, bazıları ise evrenin kavisli olduğunu savunur.
Dinlere göre insanlığın, yaşamın, yaradışın amacı da farklıdır. Bazı dinler, insanlığın evrendeki tek amaç olduğunu, bazıları ise insanlığın evrendeki diğer canlılarla birlikte var olduğunu savunur. Bazı dinler, yaşamın bir sınav olduğunu, bazıları ise yaşamın bir ödül olduğunu savunur. Bazı dinler, yaradılışın bir ceza olduğunu, bazıları ise yaradılışın bir nimet olduğunu savunur.
154. Truva Savaşı’nda kral Menelaus’un donanma kaptanı Süheyl, bir efsanevi karakterdir. Süheyl, Truva Savaşı’nda Menelaus’un donanma komutanı olarak görev yapmıştır. Süheyl, savaş sırasında çok cesurca savaşmış ve birçok düşman askerini öldürmüştür. Süheyl, savaşın sonunda Truva’nın düşmesine yardımcı olmuştur.
Süheyl yıldızı, Güney Yarımküre’de bulunan bir yıldızdır. Süheyl yıldızı, çok parlak bir yıldızdır ve gece gökyüzünde çok kolay görülebilir. Süheyl yıldızı, Araplar tarafından “Bedir” olarak adlandırılır. Süheyl yıldızı, Arap mitolojisinde çok önemli bir yere sahiptir. Süheyl yıldızı, Araplar tarafından aşk ve güzellik sembolü olarak görülür.
155. El-Ferkadân, Arap mitolojisinde iki yıldızdan oluşan bir takımyıldızdır. El-Ferkadân takımyıldızı, Güney Yarımküre’de bulunur. El-Ferkadân takımyıldızı, Araplar tarafından çok önemli bir yere sahiptir. El-Ferkadân takımyıldızı, Araplar tarafından aşk ve güzellik sembolü olarak görülür.
156. Eratosthenes, MÖ 276-195 yılları arasında yaşamış bir Yunan matematikçi, coğrafyacı ve astronomdur. Eratosthenes, dünyanın çevresini hesaplayan ilk kişidir. Eratosthenes, dünyanın çevresini hesaplamak için güneş ışınlarının açılarını kullanmıştır. Eratosthenes’in hesaplamaları, günümüzde kullanılan hesaplamalara çok yakındır.
Eratosthenes, ayrıca, Pi sayısının ilk hesaplamalarını yapmış ve bir coğrafya atlası hazırlamıştır. Eratosthenes, döneminin en önemli bilim adamlarından biridir.
157. Hipparkos, MÖ 190-120 yılları arasında yaşamış bir Yunan astronomdur. Hipparkos, dünyanın ilk yıldız kataloğunu hazırlamıştır. Hipparkos, ayrıca, güneş ve ay tutulmalarının zamanlarını hesaplamıştır. Hipparkos, döneminin en önemli astronomlarından biridir.
158. III. Thutmose, MÖ 1479-1425 yılları arasında hüküm sürmüş olan Antik Mısır’ın 18. Hanedanı’nın altıncı firavunudur. III. Thutmose, Mısır’ın en büyük askeri liderlerinden biriydi ve birçok zafer kazandı. III. Thutmose, ayrıca, Mısır’ın sınırlarını genişletmiş ve Mısır’ın ekonomik ve kültürel gücünü artırmıştır.
159. Strabon, MÖ 64-24 yılları arasında yaşamış olan bir Yunan coğrafyacı ve tarihçidir. Strabon, dünyanın en eski coğrafya kitaplarından biri olan “Geographika”yı yazmıştır. Strabon, ayrıca, Roma İmparatorluğu’nun tarihini yazmıştır. Strabon, döneminin en önemli bilim adamlarından biridir.
160. Karbana, MÖ 13. Yüzyılda yaşamış olan bir Hurri kraliçesidir. Karbana, Mitanni Krallığı’nın son kraliçesiydi. Karbana, güçlü bir kraliçeydi ve Mitanni Krallığı’nın gücünü korudu.
161. Assurbanipal, MÖ 668-627 yılları arasında hüküm sürmüş olan Asur’un en büyük krallarından biriydi. Assurbanipal, Asur İmparatorluğu’nun sınırlarını genişletmiş ve Asur’un ekonomik ve kültürel gücünü artırmıştır. Assurbanipal, ayrıca, büyük bir kütüphane kurmuştur. Assurbanipal, döneminin en önemli hükümdarlarından biridir.
162. Kabarnit, MÖ 13. Yüzyılda yaşamış olan bir Hurri tanrısıdır. Kabarnit, savaş tanrısıdır ve savaşçıları korur. Kabarnit, ayrıca, şehirlerin ve kralların koruyucusudur. Kabarnit, Hurri mitolojisinde çok önemli bir yere sahiptir.
163) Tek başına bir hasta hayvanı inceleyen bir insan onun şifasını incelerken yeryüzünde ki şeylerle gökyüzünü aşağıdaki gibi ilişkilendirebilir:
• **Hastalığın kaynağını belirlemek için gökyüzünü inceleyebilir.
** Örneğin, bir hayvanda ishal varsa, insan gökyüzünde bulutların durumunu inceleyebilir. Bulutlu bir gökyüzü, yağmur yağacağını gösterir ve yağmur, su kaynaklarının kirlenmesine neden olabilir. Bu da hayvanın ishal olmasına neden olabilir.
• **Hastalığın tedavisi için gökyüzünü inceleyebilir.
** Örneğin, bir hayvanda ateş varsa, insan gökyüzünde yıldızların konumunu inceleyebilir. Yıldızların konumu, hangi bitkilerin hangi hastalıklara iyi geldiğini gösterebilir. Bu da insan, hasta hayvanı bu bitkilerle tedavi edebilir.
• **Hastalığın önlenmesi için gökyüzünü inceleyebilir
** Örneğin, bir hayvanda soğuk algınlığı varsa, insan gökyüzünde ay döngüsünü inceleyebilir. Ay döngüsü, hayvanların bağışıklık sisteminin zayıflamasına neden olabilir. Bu da hayvanın soğuk algınlığına yakalanma riskini artırır.
Gökyüzü, bir hasta hayvanı inceleyen bir insan için çok değerli bir bilgi kaynağı olabilir. İnsan, gökyüzünü inceleyerek, hastalığın kaynağını, tedavisini ve önlenmesini belirleyebilir.
Soruya ek olarak araştırma:
A) Örneğin bir köpeğin iştahı kapalı ve sürekli ishal oluyor. Doğada bunu fark eden insan bu durumu doğayla nasıl ilişkilendirebilir ve nasıl bir tedavi uygulamalıdır?
Cevap: Bir köpek iştahsız ve ishal ise, bu birkaç nedenden kaynaklanıyor olabilir. En yaygın nedenlerden bazıları şunlardır:
* **Beslenme: Köpek, yanlış veya bozulmuş yiyecekler yemiş olabilir.
* **Parazitler: Köpek, parazitlere bulaşmış olabilir.
* **Hastalık: Köpek, bir hastalık geçiriyor olabilir.
* **Stres: Köpek, stresli bir durumda olabilir.
Köpeğin iştahsız ve ishal olmasının nedeni, doğadaki faktörlerden de kaynaklanabilir. Örneğin, yaz aylarında, sıcak hava ve nem, köpeğin iştahını azaltabilir ve ishal olmasına neden olabilir. Ayrıca, köpeğin yaşadığı ortam, kirli su kaynakları, böcek ve diğer parazitler, köpeğin hastalanmasına ve iştahsız olmasına neden olabilir.
Köpeğin iştahsız ve ishal olması durumunda, öncelikle nedeni belirlemek gerekir. Neden belirlendikten sonra, uygun tedavi uygulanabilir. Örneğin, beslenme kaynaklı ishal durumunda, köpeğin diyetine değişiklikler yapmak gerekebilir. Parazit kaynaklı ishal durumunda, köpeğe parazit ilacı verilebilir. Hastalık kaynaklı ishal durumunda, köpeğe antibiyotik veya diğer ilaçlar verilebilir. Stres kaynaklı ishal durumunda, köpeğin stresini azaltmak için önlemler alınabilir.
Köpeğin iştahsız ve ishal olması durumunda, en doğru tedaviyi veteriner hekim verebilir. Veteriner hekim, köpeğin durumunu değerlendirerek, uygun tedaviyi uygulayacaktır.
B) Psikolojisi bozuk, dış elementlerden etkilenmiş bir kedi veya köpeğin psikolojisinin düzelmesi için ne yapılabilir?
Cevap: Psikolojisi bozuk, dış elementlerden etkilenmiş bir kedi veya köpeğin psikolojisinin düzelmesi için yapılabilecek bazı şeyler şunlardır:
* **Hayvanın stresini azaltmak için önlemler alınabilir.Örneğin, hayvanın yaşadığı ortam sakin ve gürültüsüz bir yer olabilir. Hayvan, diğer hayvanlardan ve insanlardan uzak tutulabilir. Hayvan, düzenli olarak egzersiz yaptırılabilir.
* **Hayvana pozitif pekiştirme uygulanabilir. Bu, hayvanın iyi davranışlarını ödüllendirmek anlamına gelir. Örneğin, hayvan, tuvaletini doğru yere yaptığında, ona bir ödül verilebilir. Bu, hayvanın iyi davranışlarını tekrarlama olasılığını artıracaktır.
* **Hayvana destek verilebilir. Bu, hayvanla vakit geçirmek, ona sevgi ve ilgi göstermek anlamına gelir. Hayvan, bir oyuncak veya bir minder gibi rahat bir yere sahip olabilir.
* **Hayvan, bir veteriner hekim veya bir hayvan davranış uzmanına götürülebilir. Bu uzmanlar, hayvanın durumunu değerlendirerek, uygun tedaviyi uygulayabilirler.
Psikolojisi bozuk, dış elementlerden etkilenmiş bir kedi veya köpeğin psikolojisinin düzelmesi için sabırlı ve özenli olmak gerekir. Bu, zaman ve çaba gerektirebilir, ancak sonuçta hayvanın daha mutlu ve sağlıklı bir yaşam sürmesini sağlayacaktır.
164) İnsan doğadayken yeni bir şey keşfettiğinde, o keşfettiği şeyin mutluluğuyla yaşamı ve Allah’ı aşağıdaki gibi idrak edebilir:
* **Doğanın güzelliğini ve mükemmelliğini takdir edebilir.** Doğa, insana Allah’ın yaratıcılığını ve gücünü hatırlatır. Doğadaki her şey, Allah’ın ince bir planı ve tasarımı ile yaratılmıştır. Doğanın güzelliği ve mükemmelliği, insanın Allah’a olan hayranlığını ve sevgisini artırır.
* **Doğanın huzurunu ve sakinliğini hissedebilir.** Doğa, insan için bir kaçış yeridir. Doğada insan, günlük yaşamın stresinden ve karmaşasından uzaklaşabilir. Doğanın huzuru ve sakinliği, insanın ruhunu ve bedenini rahatlatır.
* **Doğanın canlılığını ve enerjisini hissedebilir.** Doğa, canlı bir dünyadır. Doğada insan, bitkilerin, hayvanların ve diğer canlı varlıkların enerjisini hissedebilir. Doğanın canlılığı ve enerjisi, insanın yaşam enerjisini artırır.
* **Doğanın gizemini ve büyüsünü hissedebilir.** Doğa, gizemli ve büyülü bir dünyadır. Doğada insan, her zaman yeni şeyler keşfedebilir. Doğanın gizemleri ve büyüsü, insanın hayal gücünü ve yaratıcılığını artırır.
İnsan, doğadayken yeni bir şey keşfettiğinde, o keşfettiği şeyin mutluluğuyla yaşamı ve Allah’ı daha iyi bir şekilde idrak edebilir. Doğa, insan için bir okuldur. Doğa, insanoğluna Allah’ın yaratıcılığını, gücünü, güzelliğini, mükemmelliğini, huzurunu, sakinliğini, canlılığını, enerjisini, gizemini ve büyüsünü öğretir.
165) İnsan, hey’et ilminin tamamını öğrenebilse, evrenin ve içindeki her şeyin derinliklerine erişir. Hey’et ilmi, evrenin yapısını ve işleyişini inceleyen bir bilim dalıdır. Bu bilim dalı, evrenin en küçük parçacıklarından en büyük galaksilerine kadar her şeyi kapsar.
Hey’et ilmini öğrenen insan, evrenin gizemini çözmeye başlar. İnsan, evrenin nasıl oluştuğunu, nasıl genişlediğini ve nasıl işlediğini öğrenir. İnsan, ayrıca, evrendeki yıldızların, gezegenlerin ve diğer gök cisimlerinin nasıl oluştuğunu ve nasıl hareket ettiğini öğrenir.
Hey’et ilmini öğrenen insan, evrenin bir parçası olduğunu ve evrenin bir parçası olarak her şeyin birbirine bağlı olduğunu fark eder. İnsan, ayrıca, evrenin sonsuz ve gizemli bir yer olduğunu fark eder.
Hey’et ilmi, insanı evrenin derinliklerine eriştiren bir bilim dalıdır. Bu bilim dalı, insanı evrenin gizemini çözmeye ve evrenin bir parçası olduğunu fark etmeye yardımcı olur.
166) Gökyüzü araştırmaları ilk olarak Mezopotamya, Mısır ve Çin gibi eski uygarlıklarda başladı. Bu uygarlıklar, gökyüzündeki yıldızların ve gezegenlerin hareketlerini gözlemleyerek takvimler, saatler ve astroloji sistemleri geliştirdiler.
Gökyüzü araştırmaları, 16. Yüzyılda Galileo Galilei tarafından teleskopun icadıyla yeni bir boyut kazandı. Galileo, teleskopunu kullanarak gökyüzündeki gezegenlerin ve yıldızların daha önce görülmemiş ayrıntılarını gözlemledi. Bu gözlemler, Kopernik’in Güneş merkezli evren modelini destekledi ve bilim dünyasında devrim yarattı.
Gökyüzü araştırmaları, 17. Ve 18. Yüzyıllarda Isaac Newton ve Albert Einstein gibi bilim adamları tarafından daha da geliştirildi. Newton’un kütleçekimi teorisi, gezegenlerin ve yıldızların hareketlerini açıklamaya yardımcı oldu. Einstein’ın görelilik teorisi ise evrenin yapısı ve genişlemesi hakkında yeni bilgiler sağladı.
Gökyüzü araştırmaları, günümüzde de devam etmektedir. Uzay teleskopları ile yapılan gözlemler, evrenin derinliklerine inmemizi ve evrenin oluşumu ve gelişimi hakkında daha fazla bilgi edinmemizi sağlamaktadır. Bu bilgiler, topluma birçok yarar sağlamaktadır. Örneğin, uzay teleskopları ile elde edilen bilgiler, yeni tıbbi tedaviler, yeni enerji kaynakları ve yeni teknolojiler geliştirilmesine yardımcı olmaktadır.
Gökyüzü araştırmaları, insanlığın en eski ve en önemli araştırma alanlarından biridir. Bu araştırmalar, evrenin sırlarını keşfetmemize ve kendimizi ve dünyamızı daha iyi anlamamıza yardımcı olmaktadır.
167) Hey’et ilminin zirvesine çıkan bilim adamı, El-Battani’dir. El-Battani, 858 yılında Harran’da doğmuş ve 929 yılında Harran’da ölmüştür. El-Battani, matematik, astronomi ve trigonometri alanlarında önemli çalışmalar yapmıştır. El-Battani’nin en önemli çalışmaları, trigonometri ve astronomi alanındadır. El-Battani, trigonometrinin temellerini atmış ve trigonometrik fonksiyonların ilk tablolarını hazırlamıştır. El-Battani, astronomi alanında da önemli çalışmalar yapmıştır. El-Battani, Güneş ve Ay’ın hareketlerini incelemiş ve Güneş’in ve Ay’ın çapını hesaplamıştır. El-Battani’nin çalışmaları, modern astronominin temellerini atmıştır. El-Battani’nin çalışmaları, günümüzde de kullanılmaktadır.
168) El-Âlemü’l-ekber, İslamiyette Allah’ın 99 isminden biridir. Büyük evren, büyük alem veya büyük dünya gibi anlamlara gelir. El-Âlemü’l-ekber, Allah’ın sonsuz kudret ve yaratıcılığının bir göstergesidir. Allah, El-Âlemü’l-ekber ismiyle, yarattığı her şeyi kusursuz bir şekilde yarattığına ve her şeyi düzen içinde tuttuğuna işaret eder.
169) Mikrokosmos, evrenin en küçük parçalarıdır. Makrokozmos ise evrenin en büyük parçalarıdır. Mikrokosmos ve makrokozmos, birbirinden çok farklıdır. Mikrokosmos, çok küçük ve çok hızlıdır. Makrokozmos ise çok büyük ve çok yavaştır.
Mikrokosmos ve makrokozmos hakkında çalışmalar yapan bilim adamları, bu iki farklı dünyayı birbirine bağlamaya çalışmışlardır. Bu bilim adamlarından bazıları şunlardır:
* Aristoteles
* İbn Sina
* El-Battani
* Galileo Galilei
* Isaac Newton
* Albert Einstein
Bu bilim adamlarının çalışmaları, mikrokosmos ve makrokozmos hakkındaki anlayışımızı geliştirmiştir. Bu çalışmalar, günümüzde de devam etmektedir.
Mikrokosmos ve makrokosmos, evrenin iki farklı yüzüdür. Bu iki yüz, birbirinden çok farklı olsa da, aslında aynıdır. Mikrokosmos ve makrokozmos, aynı maddenin farklı boyutlarda farklı şekillerde varoluşudur.
170) Hermetik, Antik Mısır’da yaşamış bilge Hermes Trismegistus’un öğretisidir. Hermetizm, felsefe, teoloji, sihir ve bilim gibi birçok farklı alanı kapsayan bir sistemdir. Hermetizm’in temel ilkelerinden bazıları şunlardır:
* Tek bir gerçek vardır ve bu gerçek her şeyin temelini oluşturur.
* Her şey birbirine bağlıdır ve her şeyin bir nedeni ve sonucu vardır.
* İnsan, evrenin bir parçasıdır ve evrenin yasalarına tabidir.
* İnsan, kendi kaderini kontrol edebilir ve kendi hayatını değiştirebilir.
* İnsan, evrenin sırlarını öğrenebilir ve tanrısallığa ulaşabilir.
Hermetizm, Batı düşüncesinde önemli bir rol oynamıştır. Hermetizm’in fikirleri, Platon, Yeni Platonculuk, Rönesans ve Aydınlanma gibi birçok farklı dönemde yeniden keşfedilmiştir. Hermetizm, günümüzde de birçok farklı alanda takipçileri bulunmaktadır.
171) Felsefede kıdem, bir düşüncenin veya görüşün, diğer düşüncelerden veya görüşlerden daha eski olması durumudur. Kıdem, bir düşüncenin doğruluğunu veya yanlışlığını belirlemez, ancak bir düşüncenin önemini ve etkisini gösterebilir.
Örneğin, Sokrates’in düşüncelerinin Platon tarafından, Platon’un düşüncelerinin Aristoteles tarafından ve Aristoteles’in düşüncelerinin Farabi tarafından geliştirilmesi, Sokrates’in düşüncelerinin kıdemli olduğunu gösterir. Sokrates’in düşüncelerinin kıdemli olması, onun düşüncelerinin daha doğru olduğu anlamına gelmez, ancak onun düşüncelerinin daha etkili olduğu anlamına gelir. Sokrates’in düşüncelerinin daha etkili olması, onun düşüncelerinin daha fazla insanın üzerinde daha fazla etki yarattığı anlamına gelir.
Felsefede kıdem, bir düşüncenin veya görüşün önemini ve etkisini göstermek için kullanılır. Kıdem, bir düşüncenin doğruluğunu veya yanlışlığını belirlemek için kullanılmaz.
172) Hz. Âdem’in yaratılışının tarihi, İslam’da önemli bir konudur. Kur’an-ı Kerim’e göre, Hz. Âdem, Allah tarafından topraktan yaratılmış ve Cennetten dünyaya gönderilmiştir. Hz. Âdem’in eşi Havva ise, onun kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Hz. Âdem ve Havva, Cennette mutlu bir hayat sürmüşlerdir. Ancak, yasak meyveyi yedikleri için Cennetten çıkarılmışlardır. Hz. Âdem ve Havva, Dünya’da zorlu bir hayat sürmüşlerdir. Ancak, Allah’ın yardımıyla, Dünya’da çoğalmışlar ve insanlığı oluşturmuşlardır.
Bilimsel açıdan, Hz. Âdem’in varlığına dair herhangi bir kanıt bulunmamaktadır. Ancak, bazı bilim insanları, Hz. Âdem’in varlığının mümkün olduğunu düşünmektedir. Bu bilim insanlarına göre, Hz. Âdem, Dünya’da yaşayan diğer insan topluluklarından farklı bir insan topluluğu olabilir. Hz. Âdem’in farklı bir insan topluluğu olması, onun fiziksel özelliklerinin ve kültürünün diğer insan topluluklarından farklı olması anlamına gelir.
Hz. Âdem’in varlığına dair kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak, Hz. Âdem’in varlığına dair inancın, İslam’ın önemli bir parçası olduğunu belirtmek gerekir. Hz. Âdem’in varlığı, İslam’ın insanlığın yaratılış hikayesini açıklamaktadır. Hz. Âdem’in varlığı, İslam’ın ahlak ve hukuk sistemini de etkilemektedir.
173) Muhdes, Arapça bir kelimedir ve “yaratılmış” anlamına gelir. İslami terminolojide muhdes, Allah tarafından yaratılmış olan her şeyi ifade eder. Bu, insanlar, hayvanlar, bitkiler, mineraller, evren ve içindeki her şeyi içerir. Muhdes, Allah’ın dışında hiçbir şeyin var olmadığını ve her şeyin Allah’ın yarattığı olduğunu ifade eder.
Muhdes kavramı, İslam’ın tevhid inancının bir parçasıdır. Tevhid, Allah’ın birliğine inanmak demektir. Allah, tek ve eşsizdir. O, yaratıcı, yönetici ve koruyucudur. Allah’ın dışında hiçbir ilah yoktur. Muhdes kavramı, Allah’ın tek ve eşsiz olduğunu ve her şeyi yarattığını ifade eder.
Muhdes kavramı, İslam’ın ahlak ve hukuk sistemini de etkilemektedir. İslam’a göre, her insan Allah’ın yarattığı bir kuldur. Her insan, Allah’ın önünde eşittir. Her insan, Allah’ın emirlerine uymakla ve yasaklarından kaçınmakla sorumludur. Muhdes kavramı, İslam’ın ahlak ve hukuk sisteminin temelini oluşturmaktadır.
174) İnsanın yaratılmadan önce başka bir formda yaratılıp sonra bir dahaki hayatında insan olarak mı yaratıldığı konusu, yüzyıllardır tartışılan bir konudur. Bu konuda kesin bir bilgi yoktur, ancak bazı bilim insanları, insanlığın reenkarnasyon yoluyla yeniden doğduğuna inanmaktadır.
Reenkarnasyon, kişinin öldükten sonra başka bir bedende yeniden doğacağına inanılan bir inançtır. Bu inanış, birçok farklı kültürde ve dinlerde bulunmaktadır. Reenkarnasyona inanan bazı bilim insanları, bu inancın, insanın ruhunun ölümsüz olduğuna dair bir kanıt olduğuna inanmaktadır.
Reenkarnasyona inanan bilim insanlarından bazıları şunlardır:
* Ian Stevenson: Ian Stevenson, Amerikalı bir psikiyatrist ve reenkarnasyon araştırmacısıdır. Stevenson, 1960’lardan 2000’lere kadar, reenkarnasyona inandığını iddia eden insanların çocukluk anıları üzerine araştırmalar yapmıştır. Stevenson’ın araştırmaları, reenkarnasyona inananların, önceki yaşamlarında yaşadıkları yerler, insanlar ve olaylar hakkında çok ayrıntılı bilgiler verdiğini göstermiştir.
* Jim Tucker: Jim Tucker, Amerikalı bir çocuk psikiyatristi ve reenkarnasyon araştırmacısıdır. Tucker, Stevenson’ın öğrencisidir ve Stevenson’ın çalışmalarını devam ettirmektedir. Tucker’ın araştırmaları, Stevenson’ın araştırmalarını desteklemektedir.
Reenkarnasyona inanmayan bazı bilim insanları ise, bu inancın, bilimsel bir temeli olmadığını savunmaktadır. Bu bilim insanları, reenkarnasyona inananların, önceki yaşamlarında yaşadıkları yerler, insanlar ve olaylar hakkındaki bilgilerinin, hayal gücü veya ebeveynlerinden duydukları hikayelerden kaynaklandığını savunmaktadır.
Reenkarnasyona inanmak veya inanmamak, kişisel bir inançtır. Bu konuda kesin bir bilgi yoktur ve her insan kendi kararını vermelidir.
175) Arızi değişimler, bir canlının doğduğundan itibaren sahip olduğu ve çevresel faktörlerden etkilenmeyen değişimlerdir. Arızi değişimler, kalıtsaldır ve nesiller boyunca aktarılır.
İnsanlarda arızi değişimlere örnek olarak, göz rengi, saç rengi, cilt rengi, kan grubu, boy, kilo, zeka seviyesi, alerjiler, hastalıklar ve daha birçok şey verilebilir.
Arızi değişimler, insanlığın gelişiminde önemli bir rol oynamıştır. Arızi değişimler sayesinde, insanlar farklı iklimlere ve farklı çevrelere uyum sağlayabilmiş ve insanlığın yayılmasını sağlamıştır.
Arızi değişimler, günümüzde de insanlığın gelişimini etkilemeye devam etmektedir. Arızi değişimler sayesinde, insanlar yeni hastalıklara karşı bağışıklık kazanmış ve yeni teknolojiler geliştirmiştir.
Arızi değişimler, insanlığın geleceği için de önemli bir rol oynayacaktır. Arızi değişimler sayesinde, insanlar daha sağlıklı, daha uzun ömürlü ve daha mutlu bir yaşam sürebilecektir.
176) Dünyadaki tüm dinlerde ortak olarak batıl görülen şey, büyüdür. Büyü, doğaüstü güçleri kullanarak başkalarına zarar vermek veya zarar vermek amacıyla yapılan uygulamalardır. Büyü, çoğu din tarafından cadılık olarak kabul edilir ve yasaktır.
Büyünün batıl olarak görülmesinin birkaç nedeni vardır. Birincisi, büyünün bilimsel olarak kanıtlanmamış olmasıdır. Büyüye inananların iddiaları, genellikle kişisel deneyimlere veya duyumlara dayanmaktadır. İkincisi, büyünün genellikle kötü amaçlar için kullanıldığı düşünülmektedir. Büyü, başkalarına zarar vermek veya zarar vermek için kullanılabileceği gibi, insanların kontrol altına alınması veya köleleştirilmesi için de kullanılabilmektedir. Üçüncüsü, büyünün genellikle toplumda kabul edilmeyen bir uygulama olduğu düşünülmektedir. Büyü, genellikle gizlerle ve karanlıkla ilişkilendirilmektedir.
Büyü, dünyadaki tüm dinlerde ortak olarak batıl görülen bir uygulamadır. Büyü, bilimsel olarak kanıtlanmamış, genellikle kötü amaçlar için kullanılmış ve toplumda kabul edilmeyen bir uygulamadır. Bu nedenle, büyü, çoğu din tarafından cadılık olarak kabul edilir ve yasaktır.
177) Yaradanın varlığını idrak edemeyen canlı felsefeciler, din âlimleri ve bilim adamları tarafından farklı şekillerde yorumlanmıştır. Bazıları, Yaradan’ın varlığının kanıtlanmadığını ve bu nedenle inanmanın kişisel bir tercih olduğuna inanmaktadır. Diğerleri, Yaradan’ın varlığının kanıtlandığını, ancak bu kanıtların sadece mantıksal ve bilimsel olduğunu ve bu nedenle inanmanın duygusal bir tercih olduğuna inanmaktadır. Yine bazıları, Yaradan’ın varlığının kanıtlanmadığını ve bu nedenle inanmanın yanlış olduğuna inanmaktadır.
Yaratıcının varlığını idrak edemeyen canlı felsefeciler, din âlimleri ve bilim adamlarının farklı yorumları, kişisel inançlarına ve deneyimlerine dayanmaktadır. Bu yorumlar, genellikle birbirleriyle çelişmektedir ve bu nedenle kesin bir cevap yoktur.
178) İmtidâd sıfatı, Allah’ın sonsuz ve sınırsız olduğunu ifade eden bir sıfattır. Allah’ın imtidâdı, hem zamanda hem de mekânda sonsuzdur. Allah’ın zaman bakımından imtidâdı, geçmiş, şimdiki ve gelecek zamanları kapsamaktadır. Allah’ın mekân bakımından imtidâdı, her yeri kapsamaktadır.
İmtidâd sıfatı, Allah’ın diğer sıfatlarının da bir sonucudur. Örneğin, Allah’ın kudret sıfatı, Allah’ın her şeyi yaratmasını ve her şeyi kontrol etmesini mümkün kılar. Allah’ın ilm sıfatı, Allah’ın her şeyi bilmesini mümkün kılar. Allah’ın rahmet sıfatı, Allah’ın her şeyi rahmetiyle kuşatmasını mümkün kılar.
İmtidâd sıfatı, Allah’ın büyüklüğünü ve azametini ifade eden bir sıfattır. Allah’ın imtidâdı, insanoğlunun zihninin kavrayamayacağı kadar büyük ve sonsuzdur.
179) Muharrike, bir şeyi hareket ettiren, harekete geçiren şeydir. Arapça “hareket etmek” anlamına gelen “harek” kelimesinden türetilmiştir. Muharrike, bir cismi hareket ettiren kuvvettir. Örneğin, bir arabanın motoru, arabayı hareket ettiren muharrikedir. Bir insanın kasları, insanı hareket ettiren muharrikedir. Rüzgar, bir bulutu hareket ettiren muharrikedir.
Muharrike, bir şeyi hareket ettirmek için gereklidir. Bir şey muharrike olmadan hareket edemez. Muharrike, bir şeyi hareket ettiren güçtür.
180) Âlem, yaratılmış olan her şeyin toplamıdır. Âlem, maddi ve manevi olmak üzere iki kısma ayrılır. Maddi âlem, gözle görülebilen ve dokunulabilen varlıkların dünyasıdır. Manevi âlem, gözle görülemeyen ve dokunulamayan varlıkların dünyasıdır.
Maddi âlem, dört temel unsurdan oluşur: toprak, su, hava ve ateş. Bu dört temel unsur, farklı şekillerde birleşerek, maddi âlemde var olan tüm varlıkları oluştururlar. Örneğin, toprak, su, hava ve ateş birleşerek, bitkileri, hayvanları ve insanları oluştururlar.
Manevi âlem, Allah, melekler ve ruhlar gibi varlıkların dünyasıdır. Allah, her şeyin yaratıcısıdır. Melekler, Allah’ın hizmetinde olan varlıklardır. Ruhlar, insanların ve hayvanların ruhlarıdır.
Âlem, Allah tarafından yaratılmıştır. Allah, evreni altı günde yaratmıştır. İlk günde, Allah göğü ve yeri yaratmıştır. İkinci günde, Allah güneşi, ayı ve yıldızları yaratmıştır. Üçüncü günde, Allah bitkileri yaratmıştır. Dördüncü günde, Allah hayvanları yaratmıştır. Beşinci günde, Allah insanı yaratmıştır. Altıncı günde, Allah evreni dinlendirmiştir.
Âlem, Allah’ın yarattığı mükemmel bir düzene sahiptir. Bu düzen, Allah’ın kudretinin ve hikmetinin bir göstergesidir.
181) “ ...ister ademin onu öncelemesinden sonra yeni var oluşa gelmiş olsun yahut zaman cihetinden bir başlangıçtan yoksun olsun, fâil sûretin asıl sebebidir, sûret ise fâilin sonucudur ve adem hiç bir şekilde onu öncelememiştir. “ cümlesi, fâil ile sûret arasındaki ilişkiyi açıklamaktadır. Fâil, bir şeyi yapan, var eden, oluşturan demektir. Sûret, bir şeyin görünüşü, dış görünüşü, şekli demektir. Cümlede, fâilin sûretin asıl sebebi olduğu, sûretin ise fâilin sonucu olduğu söylenmektedir. Yani, fâil olmadan sûret olmaz. Sûret, fâilin bir sonucudur.
Cümle, aynı zamanda, adem ile sûret arasındaki ilişkiyi de açıklamaktadır. Adem, insan demektir. Cümlede, insan olmanın fâil olmadan mümkün olmadığı söylenmektedir. İnsan, fâilin bir sonucudur. İnsan, fâil olmadan var olamaz.
Cümle, fâil ile sûret arasındaki ilişkiyi ve insan olmanın fâil olmadan mümkün olmadığını açıklamaktadır. Cümle, aynı zamanda, fâilin asıl sebebi olduğunu, sûretin ise fâilin sonucu olduğunu göstermektedir.
182) Taalluk olmak, ilgili olmak, alakalı olmak demektir.
183) Şüyû etmek, yayılmak, yayılmak, ortaya çıkmak, doğmak, meydana gelmek demektir.
184) Müteallik olmamak, ilgili olmamak, alakalı olmamak demektir. Örneğin, “Bu konu benimle ilgili değil.” Cümlesinde “ilgili değil” demek “müteallik değil” demektir.
185) Vâcibu’l-Vücûd, varlığı zorunlu olan demektir. Allah, varlığı zorunlu olan tek varlıktır. Diğer tüm varlıklar, Allah’ın yaratmasıyla var olurlar ve Allah’ın varlığına muhtaçtırlar.
186) Hakîkatü’z-zât, varlığın hakikati demektir. Allah, varlığın hakikatidir. Allah, varlık sıfatları ile muttasıftır. Bu sıfatlar, Allah’ın varlığının zorunluluğunu ve sonsuzluğunu gösterir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder