Merhaba. Bu yazıda Hayy Bin Yakzân kitabına okumaya karar
verdiğim için yarım kalan EHL-İ Beyt ve Ehl-i devlet kitabından merak
ettiklerimi not alıp araştırdım. Daha evvelden de 1000Kitap hesabımda araştırıp
paylaşıyordum ama bu sefer kitabı bitirene kadar araştırıp blog sayfamda
paylaşmaya karar verdim. İşte merak ettiğim sorular ve cevapları şöyle:
1) İmamiyye mezhebinin tam kuruluşu, tarihi ve kuruluş
meselesi nedir?
2) İbn Şehrâşub kimdir? İmamiyye mezhebiyle ne gibi alakası
olmuştur?
3) Hasan b. Hasan b. Zeyd b. Hasan b. Ali b. Ebî Tâlib’in
Abbasilerle ne gibi yakınlaşması olmuştur?
4) en-Nefsü’z-Zekiyye nedir?
5) “ Tam adı Hasan b. Hasan b. Zeyd b. Hasan b. Ali b. Ebî
Tâlib olan bu şahıs, Abbasilere sadakatle bağlı nadir Ehlibeyt mensuplarından
birisiydi. Bu bağlılığı nedeniyle çoğu akrabaları Hasan’a hain gözüyle
bakmaktaydı. Halife Mansur siyasi rakibi olan ve isyan hazırlığı içinde bulunan
Muhammed b. Abdullah en-Nefsü’z-Zekiyye’nin saklandığı yeri bulmak amacıyla
Haşimîleri sorgularken sadece Hasan b. Zeyd konuşmuş ve yer göstermişti. Bu
yardım ve sadakat karşılıksız kalmadı. 150/767 yılında Medine valiliğine
atandı.” Yazısından anlatılan tarihsel olarak nasıl yorumlanır?
6) Hasan b. Zeyd, Abdullah el-Eşter’in kesik başını alıp
Mescid-i Nebevi’de minbere çıkıp halifeliğe karşı olanlara göstermesinde ki
sebep nedir? Bu olay nasıl başladı ve nasıl bitti?
7) Haccâc b. Yusuf es-Sekafi kimdir? Ehlibeyt döneminde ne
gibi politikası olmuştur?
8) Ebû Cafer Mansûr vefat edince yerine oğlu Muhammed b.
Mansûr’un geçişi nasıl olmuştur? Çevredekiler tarafından nasıl karşılanmıştır?
9) Ehlibeyt döneminde ve sonrasında tanınmış simaların,
halifelerin oğullarına “Mehdi” lakabını vermesinin sebebi neydi? Neden bu kadar
popüler olmuştur?
10) Mesianik beklenti ne demektir?
11) Taberî’nin “Târih” kitabında Ebû Cafer Mansûr ile oğlu
arasındaki ilişki nasıl anlatılmaktadır?
12) Ebû Cafer Mansûr’un Ehlibeyt ve Ehlibeyt taraftarlarına,
onların yaşadıkları coğrafyadaki insanlara ne gibi zulümleri olmuştur?
13) “ Mübalağalı ve nihayetinde erişilmez nitelikli
beklentilerin eşlik ettiği devrimci hayretten, feraset sahibi bir hükümetin
ayakta kalabilmek için söz konusu beklentilerin bir kısmını ılımlı ve ölçülü bir
şekilde yerine getirdiği devrim sonrası bir vaziyete kaçınılmaz olarak çark
edilmiştir. “ Bu cümle nasıl yorumlanabilir? Tarihte buna örnek olarak neler
söylenebilir?
14) 159/775-6 yılında ilan edilen genel affın sebebi nedir?
Genel mesele nedir?
15) Ebû Cafer Mansûr öldükten sonra oğlunun babasının aksine
iyi şeyler yapması, siyasi tutukluları, Ehl-i beyt ve taraftarlarını serbest
bırakmasının politik açıklaması nedir? Bunları yapmasında ki amacı neydi?
16) İbnü’t-Tıktaka kimdir?
17) Muaviye b. Ebî Süfyan’ın Mescid-i Nebevi ile ilgili
çalışmaları, politikası ne olmuştur?
18) Katî’a tahsisi nedir? Ebû Cafer Mansûr’un oğlunun bu
konularda çalışması ne olmuştur?
19) Ebû Cafer Mansûr’un döneminde Abbasilerin başkenti
neresidir? Bu topraklarda Ehlibeyt’e hem karşı hemde yandaş olarak ne tür
çalışmalar olmuştur?
20) Ehl-i beyt döneminde zeydî olmanın ne gibi avantajı ve
dezavantajı vardı? Zeydî ne demektir?
21) Yakub b. Dâvud kimdir, ne yapmıştır?
22) Mehdi’nin Yakub b. Dâvud için “Allah için kardeş”
demesinin sebebi nedir?
23) 166/782-3 yılında Mehdi ile Yakub b. Dâvud arasında olan
sorun nedir?
24) Vezir Yakub b. Dâvud’un Mehdi’ye karşı yaptı ihanetin
arkaplanı ve sonucu nedir?
25) Zenâdıka nedir? Halife Mehdi’nin zenâdıkalar için
izlediği sert politika, sebebi ve sonucu nedir?
26) Dualist karakterli ne demektir? Ehlibeyt döneminden
kimler buna örnek verilebilir?
27) Halife Mehdi zındıklara ve sapıklara karşı reddiye
türünde kimlere, ne zaman kitap yazdırmıştır? Bu kitaplardan bu zamana kadar
yetişen var mı? Bu kitaplarda zındıklar ve sapıklar hakkında geniş anlamda
neler anlatılmıştır? Buna örnekler nelerdir?
28) İbnü’l-Mufaddal kimdir? Mezhepler ile ilgili ne tür
çalışmaları olmuştur? Mezhepleri nasıl yorumlamıştır? Buna ne gibi örnekler
verilebilir?
29) Zürâriyye, Ammâriyye, Ya’fûriyye, Cevâlikiyye ve
Süleyman el-Akta’nın grubu hakkında bilgiler nelerdir?
30) Hişam b. Hakem kimdir? Ehlibeyt döneminde, halife Mehdi
zamanında nelerle uğraşmıştır?
31) Musa Kazım ile Abdurrahman b. Haccâc arasında ne gibi
gerilim olmuştur? Hişam b. Hakem’in bu iki kişi arasında ki yeri nedir?
32) Hişam b. Hakem’e Mehdi’nin halifeliği döneminde konuşma
yasağının verilmesinin sebebi nedir? Yunus b. Abdurrahman kimdir? Bu iki
kişiyle ne gibi muhabbeti, poltikası olmuştur?
33) İmam Kazım (a.s)’ın halife Mehdi döneminde
tutuklanmasının sebebi nedir?
34) Maktül ne demektir? İslam tarihinde maktül kelimesinin
kişiler üzerinde, politikada ne gibi yeri oldu?
35) İmam Kazım (a.s)’ın döneminde ki en popüler taraftarları
kimlerdir? İmam Kazım doğduktan ölene kadar taraftarı olmuş insanların
kendilerine muhalif olan gruplara, kişilere karşı davranışları ne olmuştur?
36) Halife Mehdi’nin şehir ahalisine hac vesilesiyle
döneminde ne kadar bağışta bulunmuştur? Halife Mehdi bu tavrıyla nasıl bir kişilik
olduğunu göstermektedir?
37) Musa b. Abdullah ve İmam Caferi Sadık (a.s)’ın da
isimlerinin geçtiği hatta İmam Caferi Sadık’ın ortalığı sakinleştirdiği isyan
nedir? Ne sebeple, kime karşılık yapılmıştır? İmam Caferi Sadık’ın bu isyanda
ne gibi yanı olmuştur?
38) El-Kâfi kitabında 12 imam hakkında ne gibi hadisler
geçer? Kitap bu konuları nasıl ele alır?
39) Hâşimî fetva ne demektir?
40) İmam Kazım (a.s)’ın Halife Mehdi döneminde tutuklanıp
Medine’de Bağdat’a götürülürken gördüğü vaziyet nedir? Tutuklanmasında bu iki
şehrin seçilmesinde ne gibi kasıt vardır?
41) İmam Kazım (a.s)’ın tutuklanmasıyla zındıkların ne
alakası vardır?
42) “ Eğer işbaşına gelirseniz, yeryüzünde bozgunculuk
çıkarır, akrabalık bağlarını koparır mıydınız? “ ayetini okuyan Halife Mehdi’nin
hayatında ne gibi değişiklikler olmuştur? Bu ayeti okuyan Halife Mehdi ne
yapmaya karar vermiştir?
43) Halife Mehdi’nin oğlu Musa el-Hâdi kimdir? On iki imama
karşı tutumu ne olmuştur? Babası ve dedesi arasında benzerlikleri,
farklılıkları nelerdir?
44) Musa el-Hâdi döneminde çıkan Ehlibeyt isyanlarının
liderlerinden “Sâhibü’l-Fah” lakaplı Hüseyin b. Ali kimdir? Fah ne demektir ve
alakası nedir?
45) “ Hâdi zamanında vuku bulan Ehlibeyt isyanının lideri,
Hz. Hasan’ın torunlarından Sâhibü’l-Fah (Fah’ın komutanı) lakabıyla ünlü
Hüseyin b. Ali’dir. Taberî’ye göre bu ayaklanmanın asıl nedeni, Medine valisi
Ömer b. Abdülaziz el-Ömerî’nin, Muhammed en-Nefsü’z-Zekiyye’nin oğlu Ebû’z-Zift
Hasan b. Muhammed’i ve bazı arkadaşlarını içki âlemi yapmak suçlamasıyla
tutuklatmasıdır. Tutuklular işledikleri suçun şer’i cezası olarak dövdüler.
Ayrıca boyunlarına urgan geçirilerek Medine caddelerinde teşhir edildiler. Bu
hadise Ehl-i Beyt mensuplarını hayli üzmüş ve bir o kadar da utandırmıştır. “ Bu yazı Ehlibeyt ve İslamiyet açısından
tarihsel olarak nasıl yorumlanır?
46) Ebû’z-Zift kimdir? Hüseyin b. Ali ile Medine valisi Ömer
b. Abdülaziz el-Ömerî’nin Ebû’z-Zift hakkında muhabbeti ne olmuştur?
Ebû’z-Zift’in bu iki kişi arasında ki anlaşmada, politik alışverişte konu
olmasının sebebi nedir?
47) On iki imamın hangileri kendilerine ve dostlarına
zulmedenlere karşı isyan yapmıştır? İsyan yapmadan kendilerine zulmeden
kişilerle başka yollarla anlaşma çalışmaları olmuş mudur?
48) 12 Masum İmam Abbasi devleti döneminde çok eziyetler
görmüş. Kimisi iftiralar atılıp zehirlenerek öldürülmüş kimisi başka başka
eziyetlerle. 12 Masum İmam o devirde bunları yaşamasaydı şuan Ehlibeyt’in
durumu ne olurdu?
49) Abbasilerin, Yezid ve Muaviye’nin ve diğer Ehlibeyt
düşmanı kişilerin, devletlerin tarihte Ehlibeyt’e ve taraftarlarına karşı
eziyetleri, baskıları ilk kim konu edinmiştir? Konu edinen kişi o zamanları
nelere delil göstererek anlatmış ve açıklamıştır?
50) Hüseyin b. Ali’nin İmam Kazım (a.s)’a teklif ettiği iş
nedir? İmam Kazım (a.s) neden kabul etmemiştir?
51) Ehlibeyt’in Abbasilere karşı isyanında Fah mevkisinin bu
politikada konumu neydi?
52) “Hüseyin b. Ali Medine’den Mekke’ye geçti ve 169/786
yılının hac mevsimine kadarki zamanı orada isyanı için hazırlık yapmakla
geçirdi. Hac günleri geçtikten sonra isyanı başlattı. Abbasi ordusuyla Fah
mevkiinde karşılaştı. Çok şiddetli çarpışmalar neticesinde Hüseyin mağlup oldu.
Çok sayıdaki taraftarıyla beraber öldürüldü. Başı kesildi ve Hâdî’ye
gönderildi. Vucudunun geri kalanı ise savaş alanında bırakıldı. Hiç kimse gidip
naaşı defnetmeye cesaret edemediğinden ceset vahşi hayvanlara terkedildi.
Hüseyin’in kesik başı Hâdî’ye götürülmek üzere yola çıkarılmadan önce Ehl-i
Beyt’ten bir gruba gösterildi. Hiç kimse konuşmuyordu. Topluluktan sadece Musa
Kâzım’ın sesi duyuldu. Hüseyin’i övücü ifadelerinden sonra Ehl-i Beyt arasında
onun gibisinin bulunmadığını söyledi.” Bu parçada geçen olay tarihte nasıl
gelişti ve sonucu ne oldu?
53) Abbasi ile Ehlibeyt’in mücadelesi döneminde rivayetler
yazan, kitaplaştıran dönemin meşhur tarihçileri İsfehânî gibi yazarlar bu
rivayetleri neye dayanarak yazıyorlardı? Doğruluğundan nasıl emin oluyorlardı?
54) Sarî b. Abdullah kimdir? Ehlibeyt döneminde ön plana
çıktığı olaylar nelerdir? Nasıl bir karaktere sahiptir?
55) Ali b. Yaktîn kimdir? Ehlibeyt ve Abbasi üzerinde ne
gibi etkileri olmuştur?
56) Hayzurân kimdir?
57) Hayzurân ile İmam Musa-i Kazım (a.s) ne sebeple
tanışmıştır? Bu tanışmanın Abbasi devleti ve Ehlibeyt adına gelecekte ki gidişatı
şekillendirmesi ne olmuştur?
58) Muhammed b. Süleyman b. Ali kimdir? Harun Reşit’in bu
kişiyle ne gibi sorunu olmuştur? Muhammed b. Süleyman b. Ali öldükten sonra
kendisine ait olan 60 milyon dirhem değerindeki gayrimenkulü müsadere yoluyla
kamulaştırmasının sebebi nedir? O devirde kamulaştırma işlemi nasıl
yapılıyordu?
59) Deylem isyanı nasıl başladı ve sebebi nedir?
60) Yahya b. Abdullah Deylem isyanı konusunda İmam Musa-i
Kazım’ı isyan konusunda istişareye çağırıyor. Musa-i Kazım bunu reddediyor. Yahya
b. Abdullah Musa-i Kazım’a “Siz zaten hakkınız olmayan bir iddiada
bulunmuştunuz ve beklentilerinizi Allah’ın sizden istediğinin ötesine
taşımıştınız. Bu hâlinizle baştan çıktınız ve doğru yoldan saptınız. Bu yüzden,
Allah’ın kendisine karşı gelmekten sakındırdığı şeyleri işlememenkz hususunda
sizi uyarmak istiyorum.” Diye bir mektup yazıyor. Yahya b. Abdullah bu mektupta
Musa-i Kazım’a nasıl bir tavır almaktadır?
61) Musa-i Kazım’ın mektupla Yahya b. Abdullah’a belirttiği
“Vücudundaki ‘atraf nedir? İnsanda ki sahlec nedir?” sorular nasıl yorumlanır?
Bu sorularla Musa-i Kazım’ın Yahya b. Abdullah’a tavrı nasıl yorumlanır?
62) Fadl b. Yahya el-Bernekî kimdir? Yahya b. Abdullah ile
neden temas kurup sonra öldürülmesine, hapsedilmesine sebep oldu? Fadl b. Yahya
el-Bernekî’nin Harun yoluyla Ehlibeyt’e ve taraftarlarına karşı garezi neydi?
63) Ehlibeyt’in tarih boyunca hangi devletler düşmanı ve
dostu olmuştur? Düşmanı olan devletlerin tarih boyunca kötü ve vahim akıbeti ne
olmuştur? Ehlibeyt’e karşı iyi olan, sürekli öğretilerini yayması için kolaylık
sağlayan, onlara hizmet eden devletlerin tarihte mükâfatı ne olmuştur?
64) Türkler de Ehlibeyt ile tanışan ilk devlet hangisidir?
Ehlibeyt görüşünü kabul eden, benimseyen ilk Türk devleti hangisidir ve Ehlibeyt
görüşünü yaymak için ne gibi çalışmaları olmuştur?
65) Yahya el-Bernekî ile Cafer b. Muhammed b. El-Eş’as
arasında ki kıskançlığın sebebi nedir?
66) Yahya b. Ebî Meryem kimdir? Yahya b. Hâlid’e Musa-i
Kazım ve cemaatinin finans ağını ortaya çıkarıp deşifre etmek için neden Yahya
b. Ebî Meryemden destek almıştır? Yahya b. Ebî Meryem’in Ehlibeyt ile ne gibi
alakası, ilişkisi var?
67) Abbasi devletine Musa-i Kazım’ın finansal durumu neden
sorun oldu?
68) Masum imamların tarihte finansal durumu toplam ne
kadardı? O zaman ki duruma göre mal varlıkları nelerdi ve ne kadardı? Bunu
hangi kaynak ve yazar kaydetmiştir?
69) Abbasi devletinin, Harun Reşit’in ve Ehlibeyt’in Hac
zamanında birbirleriyle münakaşalarında tutumu ne oluyordu?
70) Masum imamlar, Abbasiler, Harun Reşit gibiler hakkında
yazılan, söylenen rivayetlerde İmâmî Şîa ile İsmailî Şîa’nın zıt düşmesi,
birbirlerine karşı olmalarının sebebi nedir?
71) Hişam b. Hakem Musa-i Kazım’ın tutuklanmasına sebep
olmuş mudur?
72) Ali b. Meysem kimdir? Ali b. Meysem ve Hişam b. Hakem’in
Musa-i Kazım üzerinde ne gibi etkisi, planı olmuştur?
73) Yezid ve Muaviye de tarihte Ehlibeyt ile çok uğraştı.
Abbasi devleti de tarihte sürekli iftiralarla, işkencelerle Ehlibeyt’e çok
zulüm etti. Bunlar yaşanırken kimseye zararı olmayan Ehlibeyt’e karşı
tutumlarını planlarken ve uygularken ruh halleri nasıldı? Ehlibeyt’e yıllarca
zulmedenler bu devirde psikoloji üzerinden nasıl yorumlanır?
74) Mu’tezile kelamcısı olmak o devirlerde nasıl bir şeydi?
Mu’tezile kelamcısı Dırâr b. ‘Amr, İbâdî lider Abdullah b. Yezid ve Zeydî âlim
Süleyman b. Cerîr neden tartıştılar? Tartışma konuları nelerdi? Bu bahsi geçen
kişiler hakkında tarihte nasıp bilgiler geçer?
75) Eski rivayetçi tarihçilere göre masum imamlar hep farklı
farklı yerlerde, farklı farklı sebeplerden öldürüldüğü söyleniyor? Bu
rivayetlerin hangisinin doğru, hangisinin yanlış olduğu nasıl tespit
edilebilir? Her rivayetçi tarihçinin farklı şeyler belirtmelerin de ki
kasıtları nelerdir?
76) Yakub b. Dâvud’un aslı nereden gelmektedir? Özünde Şîa
mıydı yoksa Musa-i Kazım’dan sonra mı Şîa olmaya karar verdi?
77) Abbasî halifelerinin vezirlerinin Ehlibeyt’i liderlerine
jurnal etmesi ne anlama gelir, nasıl yorumlanır? Vezirlerin bunda amaçladıkları
şey neydi?
78) Yakub b. Dâvud Şialığa meyletti diye Abbasî halife
tarafından 175/791-2 tarihinde hapse atılmış ve çıkarıldığında körmüş. Bu zaman
diliminde kör olması vs. İçin Abbasi halifesi tarafından gördüğü işkenceler
tarihte herhangi bir kaynağa geçmiş midir?
79) İdrisî Şerifleri Devleti ne zaman, ne amaçla
kurulmuştur? Amacı Ehlibeyt mi yoksa Abbasiler mi olmuştur?
80) İdris b. Abdullah kimdir? Abbasi devletiyle ne gibi
sıkıntısı oldu?
81) İdris b. Abdullah’ın kendi doktoru Şemmâh tarafından
zehirlenip öldürülmesinin sebebi neydi?
82) Alevî ve Zübeyrî aileler arasında gerçekleşen Cemel
Savaşında neler yaşandı? Cemel Savaşının başlamasının sebebi nedir?
83) Hişam b. Hakem’in devrini anlattığı kaleme aldığı “Daha
Az Faziletli Kişinin İmametini Savunanlara Reddiye (er-Red ‘alâ men Kâle bi
İmâmeti’l-Mefdûl)” ve “Vasiyyet Kitabı ve Vasiyyeti Reddedenlere Reddiye” adlı
kitaplarında neleri konu edinmiştir?
84) On iki masum imamı en iyi anlatan, güvenilir kaynak
hangisidir? Bu kaynak on iki masum imam hakkında detaylı olarak neler anlatmaktadır?
85) Abbasilerin kurguladığı vasiyyet zinciri nasıldı? Bu
kurguya göre Muhammed b. El-Hanefiyye’nin oğlu Ebû Hâşim, uhdesinde bulunan
dini ve siyasi ikameti Abbasi sülelesinden birine tevdi etmiş veya ilahi
kaynaklı bir vasiyyetin gereği olarak o kişiyi imamete atamış bundan sonra da
Abbasi imameti babadan oğula geçmek suretiyle üçüncü halife Mehdi’ye kadar
gelmiştir. Bu sistem Abbasi devletinin ailesi içinde, çevresinde, dost ve
düşman ülkelerde, Ehlibeyt nazarında nasıl yorumlanmıştır?
86) Tevdi etmek ne demektir?
87) Abbasi devletinde halife seçerken halkın oylamasına mı
sunuluyordu yoksa halka tanıtıp veya tanıtmayıp aileden biri mi halifeliğe
getiriliyordu? Abbasi devletinin kaymakam ataması neye göre oluyordu? Abbasi
tarihinde devletin en çok işine yarayan kaymakam ve vezir kimlerdir?
88) Abbasilerde halife seçerken akrabalar arasında kavgalar
oldu mu? Abbasiler kendi hakları olmadığı halde İslam devletine hükmetmek için
neden çok uğraştı?
89) Hişam b. Hakem Kufe’ye neden kaçtı? “Naaşı teşhir edildi
ve ancak bu suretle hakkında başlatılmış olan takibata son verildi” cümlesiyle
ne yorumlanmalıdır?
90) Harun Reşit’in Muhammed b. Süleyman en-Nevfelî, Muhammed
b. Ebî ‘Umeyr , Muhammed b. Yunus ve Hişam b. İbrahim el-Hamdânî ile düşmanlığı
neydi? Neden hapse attı ve işkence etti?
91) Abbasi devleti döneminde Ehlibeytten yana olan bazı
yazarlar, aydınlar, âlimler Ehlibeyt’i savunmak ve onları red edenleri red
etmek için neden sürekli kitap yazmışlardır? Abbasi devletinin onların yazdığı
kitaplara karşı tutumu ne olmuştur?
92) Ali b. Yaktîn’in dört yıl boyunca Abbasiler tarafından
hapsedilmesinin ayrıntılı sebebi nedir? Dört yıl sonunda zindan da ne sebeple
vefat etti?
93) Dâvud b. Kesîr er-Rakkî ve Hind b. Haccâc kimdir? Abbasi
devleti tarafından neden tutuklanmıştır?
94) Anti-Şiî konjonktürü nedir?
95) Harun İle şair Mansur b. Seleme en-Nemerî arasında ki
ilişki nasıldı? Zamanında Harun Reşit’e yakın olanlar ne sebeple Şiîliğe
dönmeye karar verdiler? Harun Reşit’in Şiîlik ile düşmanlığı, kini neydi?
96) Bişr b. El-Mu’temir kimdir? Şii görüşe neden merak
duydu?
97) Cârûdiyye nedir?
98) Süleyman b. Cerîr kimdir?
99) İbnü’l-Eftas Abdullah b. Hasan kimdir? Amacı hakikaten
Harun Reşit’in kafasında kurguladığı gibi Abbasi devletini yıkmak mıydı?
100) Hişam b. İbrahim hakkında ki takibatı kaldırtmak için
“Abbas’ın İmametinin Delilleri” başlıklı bir kitap yazmış. O devirlerde kitap
yazmanın, okumanın cezai işlemlerde etkisinin olması neyi gösterir? Harun Reşit
gibi bir katilin bu kitap üzerine Hişam b. İbrahim’in takibatını kaldırmasının
sebebi nedir? Takibat kaldırmak ne anlama gelir?
101) Hişam b. İbrahim’i Ehlibeyt hakkında konuşsun, her
şeyini dile getirsin diye sıkıştırdıklarında tarihte kayıtlı olarak Abbasi
devletinin görevlileri neler sormuştur?
102) Harun Reşit ile Musa-i Kazım 179/795 yılında nasıl
tanışmış, karşılaşmıştır?
103) Harun Reşit oğlu ile Medine’de bulunduğunda kendisine
yalakalık yapan şehrin âyanına Mekke’den Medine’ye hicretteki kıdemlerine göre
toplam 500.000 dinar bağışta bulunmuş. Harun Reşit’in bu davranışı toplum
içinde ve İslamiyet nezdinde nasıl yorumlanır?
104) “...yine Reşid’in huzurunda ama bu sefer Mekke’de İmam
Kazım ile Ebû Hanife’nin talebesi meşhur fakih Muhammed eş-Şeybânî, hacıların
güneşten gölgelenmek için eşya kullanmalarının cevazı konusunu
tartışmaktadırlar. İmam Muhammed kıyas metoduyla hükmü verirken, İmam Kazım,
onun varmış olduğu sonucu nakzeden bir hadis-i şerifi naklederek kendi görüşünü
açıklar. Kâzım, kıyasla hükmetmenin hak yoldan sapma anlamına geldiğini ileri sürer.
“ yazısı tarihte nasıl gelişti?
105) Öşür zekâtı nedir? Harun Reşit’in bu öşür zekâtına göz
dikmesinin sebebi nedir?
106) Allah Kur’an’da Ehlibeyt’e tahsis ettiği humus vergisi
nedir?
107) Safvân b. Mihran halife Hicaz’a geldiğinde develeri
saltanat konvoyuna kiralarmış. Musa-i Kazım bunu duyunca kızıp eğer bir daha
yaparsa cehenneme gideceğini söylemiş ve Safvân bir daha kiraya vermemiş. Harun
Reşit Safvân’ın develeri kiraya vermediğini duyunca sinirlenmiş ve Musa-i
Kazım’ın lafını dinlerse hapse atacağını söylemiş. Musa-i Kazım Safyân b.
Mihran’ı bu konuda uyardığında neye dayanarak bunları yaptı? Harun Reşit’in bu
deve kiralamasından meylettiği şey neydi?
108) Hassân eş-Şerevî kimdir? Musa-i Kazım neden ona teslim
edildi?
109) Musa-i Kazım’ı taşıyan kafile Zilhicce’nin yedinci günü
Basra’ya varmış. Şerevî imamı Basra valisi İsa b. Cafer b. Mansur’a teslim
edilmiş. Kazım bu şehirde bir yıl kadar kalmış. Tutukluğu boyunca gayet iyi
hizmet etmişler. Musa-i Kazım’ın banyo ve tuvalet ihtiyacı için dışarıya
çıkmasına izin verildiği belirtiliyor. Peki Musa-i Kazım bu evrede neden
kaçmayı düşünmedi?
110) Basralı bir Şiî olan Yâsin ez-Zeyyât el-Basrî Musa-i
Kazım’ın gözaltı boyunca imamdan ilmi olarak neler kazandı?
111) Emevilerden Abbasilere halifelik nasıl geçti?
112) On iki masum imamla Abbasi devletinin ne gibi
akrabalığı vardır?
113) Harun Reşit Musa-i Kazım’a Hz. Ali evlatlarının hangi
gerekçerlerle kendilerini Abbasilerden üstün gördüğünü sorar. Halbuki her iki
sülale Abdülmuttalib’in soyundan gelmektedir ve hem Ali oğullarının atası olan
Ebû Tâlib hemde Abbas oğullarının atası olan Abbas her ikisi de Hz. Muhammed’in
amcalarıdır. Kâzım cevaben Talibîler’in Hz. Muhammed’e daha yakın olduklarını
söyler çünkü Resûlullah’ın babası olan Abdullah ile amcası Ebû Tâlib ana baba
bir kardeşlerdir oysa Abbas onların baba bir kardeşleridir. Bu son cümleye göre
bu akrabalık düzeni nasıl?
114) Ehlibeyt’e en çok Emeviler mi, Abbasiler mi yoksa
çıkarları uğruna dost görünüp arkasından iş çevirenler mi daha düşmandır?
115) Harun Reşit’in bu sorusu nasıl cevaplanmalıdır: “Ali
Oğulları kendilerini Hz. Muhammed’in mirasçıları addetmektedirler. Oysa İslâm
miras hukukuna göre şayet amca sağ ise yeğenlere mirastan pay düşmez. Ebû
Tâlib’in Hz. Muhammed’den önce öldüğü bilinmektedir. Abbas ise o öldüğünde hâlâ
hayattaydı. Dolayısıyla amca Abbas sağ iken, yeğen Ali b. Ebî Tâlib nasıl Hz.
Peygamber’e mirasçı olabilir?”
116) Bağdat emniyeti amiri Abdullah b. Mâlik el-Huza’î
Ehlibeyt ve Abbasi gözünde ne gibi yere sahiptir?
117) Ehlibeyt tarihinde en etkili masum imam kim olmuştur?
Doğumundan ölümüne kadar gerek aile içinde, gerek toplumda, gerekse kendisine
dost ve düşman devletler nezdinde neler yaşamıştır? Bu yaşadıkları en güvenilir
olarak hangi kaynaklarda geçer?
118) Fadl el-Bernekî’nin tutuklama konularında tarihte ön
plana çıkma isteğinin sebebi neydi? Fadl el-Bernekî Harun Reşit nezdinde ne
gibi öneme sahipti?
119) Bağdat’ın meşhur hapishanesi Matbak’ın tarihte ki yeri
ve önemi nedir? İslamiyet ve Ehlibeyt tarihinde orada tutuklu kalan, eziyetler
görenler olmuş mudur? Tarihte ne gibi yer edinmiştir?
120) Harun Reşit hem İmam Musa-i Kazım’ı hapsediyor hemde
ona maddi yardımda bulunuyor. Musa-i Kazım’a destek olanlara da aynı
eziyetleri, zulümleri yapıyor. Bir süre sonra Harun Reşit Musa-i Kazım’da dahil
taraftarlarıyla birlikte öldürtüyor. Harun Reşit’in böyle bir şey yapmasında ki
maksadı neydi? Hem Musa-i Kazım maddi olarak onu geçer, itibarı yerlerde gezer
diye korkuyor hemde böyle davranıyor. Burada Harun Reşit’in nasıl bir psikoloji
içinde olduğu söylenebilir? Harun Reşit günümüzde yaşasaydı ve yine böyle
davransaydı psikoloji ve psikiyatri de nasıl yorumlanırdı?
121) Ali b. Süveyd es-Sâî kimdir? Musa-i Kazım’a getirdiği
mektupta ne gibi dini ve hukuki sorular yer alıyordu? Bu mektupta ki soruları
ve Musa-i Kazım’ın cevaplarını kayda olan birisi olmuş mudur tarihte?
122) Görülüyor ki tarihte Abbasi devletinin isteğiyle on iki
masum imam hapsedilmiş ama sürekli de Abbasi devletinin vezirleri, askerleri on
iki masum imamdan ders almanın, çocuklarına ders verdirmenin derdine düşmüşler.
Bu vezirler, askerler Abbasi devletinden tepki göreceklerini bile bile niye bu
kadar bilgiye açtılar ve niye haktan yana olmadılar?
123) Harun Reşit Musa-i Kazım’a hürmet gösteren
vezirlerinin, askerlerinin onurlarını ayaklar altına aldırmak için toplum
içinde lanet okutturmuş. Buradan Harun Reşit’in ve döneminde ki toplumun nasıl
bir psikoloji içinde olduğu yorumlanabilir?
124) Musa-i Kazım’ın öldürülmesi konusunda hüküm vermekten
kaçan Sünni kaynaklar nelerdir ve bunları kayda alan Sünni âlimler kimlerdir?
Böyle yapmalarının sebebi nedir?
125) Musa-i Kazım’ın öldürülmesinde şüpheli Sindî b. Şâhik
midir? Eğer şüpheli oysa deliller nelerdir?
126) Musa-i Kazım’ın ölmesine sebep olan asıl şey nedir?
127) Musa-i Kazım başına gelecek şeylerden haberdar mıydı?
Haber varsa neden kurtulmak için bir şey yapmadı?
128) On iki masum imama taraftar olan Şia toplum içinde
Ehlibeyt’e zıt olarak yoldan sapanlar, Ehlibeyt’in öğretilerini çıkarlar
doğrultusunda terkedenler olmuş mudur?
129) Harun Reşit’in dini, siyasi, kültürel görüşü nedir?
Harun Reşit gibiler bu dönemde nasıl yorumlanır?
130) Rivayetlerde Musa-i Kazım’ın zehirletilerek
öldürüldükten sonra naaşında herhangi bir yara, boğulma izi olmadığı belirtiliyor.
Eğer bu rivayet doğruysa bu durumun olmasını sağlayacak zehir nasıl bir
zehirdir ki Musa-i Kazım’ın ölümüne hiç bir iz bırakmadan sebep olmuştur?
Günümüzde böyle bir zehir yapılmak istense ne yollarla, hangi karışımlarla
yapılırdı?
131) Ehlibeyt ve Abbasi devleti döneminde mektuplaşmalarda
bu mektuplar kişilere bir yolla giderken mektubu kurcalayıp Abbasi devleti,
Ehlibeyt hakkında şeyleri toplayıp kendince çarpıtanlar tarihte olmuş mudur? Bu
mektuplaşmaları, mektuplarda geçen konuları çarpıtanlar o tarihlerde kayda
geçmiş midir?
132) İslamiyette ölen masum imamın bedeninin kim tarafından
yıkanması uygun görülmüştür?
133) Musa-i Kazım’ı Meşraatü’l-Kasb’da kefenleyen kimdir?
134) Kureyş Kabristanının bir diğer adıyla Şûnîzî
Kabristanının İslam tarihinde ve coğrafyasında ne gibi önemi vardır? Tarihten
kimlerin mezarı bulunmaktadır?
135) Musa-i Kazım’ın neden nikahlı eşi yoktur? Ehlibeyt’e
göre cariyelerden çocuk dünyaya getirmek uygun mudur?
136) Ehlibeyt soyundan gelen on iki masum imam çocuklarını neye
göre, nasıl evlendirmiştir?
137) Safevi şahlarının soyu Ehlibeyt’e mi dayanmaktadır?
Bunla ilgili deliller nelerdir?
138) Hurûfilik nedir? Şiî derviş Fazlullah Esterâbâdî,
Cüneyd el-Bağdâdî, Ahmed er-Rifâ’î ve Hacı Bektaş Veli’nin Musa-i Kazım’ın soyundan
gelip gelmediğine delil nedir?
139) İmâmilerin gözünde Musa-i Kazım geniş anlamda nasıl
yorumlanır?
140) Çeşitli rivayetlerde Musa-i Kazım’ı her şeyi
canlandıran, ağacı ayağına getiren gibi olağanüstü bir insanmış gibi
belirtirler. Bu hâşâ Allah’a karşı şirke girmez mi?
141) Musa-i Kazım’ın asıl mesleği neydi?
142) Zâhidâne yaşantı nedir, kimlere mahsustur?
143) Musa-i Kazım’ın çeşitli şekillerde insanlara yardımı
dokunmuş. “Musa’nın kesesi” lafı, birinden beklenmedik şekilde gelen maddi
yardımlar için kullanılan bir deyim hâline gelmiş. Bu deyime örnek olarak İslâm
tarihinde insanlığa ders olacak nitelikte nasıl gelişmeler olmuştur?
144) Şiaların lanet ettiği Ömer ile Hz. Ömer arasında ki
fark nedir? Şiaların lanet ettiği Ömer kimdir ve İslam tarihinde Şiaların
kendisine lanet etmesi için ne yapmıştır?
145) Allah’ın on iki masum imama serbest kıldığı ama kuluna
yasakladığı şeyler nelerdir?
146) Şakîk el-Belhî Musa-i Kazım ile nasıl tanışmıştır?
Musa-i Kazım ile hatır da kalır nasıl anıları olmuştur? Musa-i Kazımdan
memnuniyeti nasıl derecelendirilir?
147) İbnü’s-Sabbâğ Şakîk el-Belhî ile Musa-i Kazım
arasındaki tanışmayı, muhabbeti, dostluğu eserinde geniş anlamda nasıl anlatır?
148) Musa-i Kazım insanların ruh hallerini nasıl anlardı?
Günümüzde Musa-i Kazım gibi davrananlar psikoloji ve sosyoloji de nasıl
yorumlanır?
149) Nubyalı ne demektir?
150) On iki masum imam neden hep cariyelerle birlikteliği
tercih etmiştir?
151) On iki masum imamlardan Ali Rızâ’nın annesinin
“Ümmü’l-benîn” lakabını anlamasının hikâyesi nedir?
152) Allah cariyeler ile ilişki, evlenme konusunda ne
emretmiştir? On iki masum imamın cariyelerle ilişkisi konusunda Allah’ın nasıl
bir izni vardır?
153) Musa-i Kazım cariyesi Necme ile tanışması nasıl
olmuştur? Tanıştırmış mıdır yoksa bir şey mi vesile olmuştur? Necme’nin asıl
hayat hikayesi ve Musa-i Kazım ile yaşantısı Musa-i Kazım ölene kadar nasıl
olmuştur?
154) Peygamber ölene kadar kaç soy görmüştür? Peygamberin
zamanında kendi akrabaları içinde cariyelerle muhabbeti, ilişkisi olanlar olmuş
mudur?
155) Tâcü’l-Mevâlid’de imam Ali Rıza hakkında geniş nasıl
bahseder?
156) Hannekehu bihi geniş anlamda nedir?
157) Vâkıfe ve Kat’î nedir? Rajkowski, I. Friedlaender, J.
Hussain, Josef Van Ess de ve W. Madelung’un bu konuda söylemleri ve çalışmaları
ne olmuştur?
158) Ehlibeyt ile ilgili tez yazmak isteyen bir araştırmacı
nasıl bir yol izlemeli? Ehlibeyt ile ilgili örnek tez çalışması nasıl olmalı ve
kimler kaleme almıştır?
159) On iki masum imamın döneminde ki taraftarlarının taraftarı
oldukları imamın öldükten sonra gaybete çekildiğini iddia etmelerinde ki
inançları, iddiaları o dönemle bu dönemi karşılaştırdığımızda nasıl yorumlanır?
Bu gaybe çekilme meselesini taraftarlarından ilk ortaya atan kimlerdi?
160) Vâkıfe cemaati Musa-i Kazım’ı Mehdi görüp oğlunun
imametini kabul etmiyor. Bunu Allah nasıl yorumlamıştır?
161) Mufevviza ifadesi Ehlibeyt tarihinde genelde nerelerde,
kimler için kullanıldı? Bu ifadenin İslam âleminde yer edişi nasıl oldu?
162) On iki imam döneminde taraftarları cemaatler hâlinde
imamların ölümünde gaybete çekildiğini iddia edip çeşitli hurafetler
uydurmuşlar. On iki masum imamın ölümünden sonra bu Mehdi etme alışkanlığı en
üst sınır olarak nereye kadar gitmiştir? Allah’ın bu tür fanatikler hakkında
ister yeryüzünde isterse ahirette hükmü ne olmuştur? Kuran’da Allah bu tür
safsatalarla ilgilenenleri nasıl yorumlamıştır?
163) On iki masum imamların yaşarken ve ölürken taraftarları
tarafından mehdileştirmesini o dönemin tarihçileri ve bu konuları araştıran
batılı tarihçiler nasıl eleştirmiş ve yorumlamıştır?
164) Tarihte bazı sünni kaynakların on iki masum imamın
yaşadıkları hakkında üstün körü geçtiklerini bazı Şia kaynaklarında sürekli
rivayetlere kaçtığını görüyoruz. Şia kaynaların rivayetlerine göre işi aşırıya
kaçırıp imamları mehdileştirdiklerini de görüyoruz. Bu iki görüşün bakış
açısından bakınca çelişkiler alıp başını gidiyor. Bu durum günümüz tanınmış
Sünni ve Şia âlimlerince, din bilimcilerin görüşünce ve sosyologların sözlerine
nasıl yorumlanır?
165) Cafer-i Sadık’dan nakledildiği söylenen hadise göre
Musa-i Kazım’ın mehdi-kaim görülmesinin kayda değer sebebi nedir?
166) İslamiyette “ölümünden sonra kalkıp doğrulmak (yeqûmü)”
ne anlama gelir ve nasıl yorumlanır?
167) Ehlibeyt’in Türklerle etkileşimi nasıl oldu?
168) Musa-i Kazım döneminde ki Kat’îler kimlerdir?
169) Memtûre nedir?
170) Ebû’s-Serâyâ kimdir? Neden isyan başlatmıştır? Halife
Me’mun ile ne gibi münasebeti vardır?
171) Nakl ve tetavvül ne demektir?
172) Hâifun yeteraqqab nedir?
173) Ali b. Ebî Hamza el-Betâinî kimdir? Musa-i Kazım ile
yakınlığı nedir? Musa-i Kazım öldükten sonra dinarlarına el koymuş mudur?
174) Ebî’l-Kâsım el-Esedî kimdir? Musa-i Kazım ile yakınlığı
nedir?
175) On iki masum imamın mehdici inanışlı taraftarlarının
psikolojisi bu zamanda nasıl yorumlanır? Sürekli rivayetlere göre hareket
etmelerinin on iki imam nezdinde zararı, yararı ne olmuştur?
176) On iki imam döneminde çıkan mezheplerin, tarikatların
kendilerine mevla seçmeleri nasıl oluyordu?
177) Ebû’l-Fadl Ziyâd b. Mervân el-Kımdî kimdir? Kimlerin
malını, parasını zimmetine almıştır? Bu malın, paranın İslamiyet’e göre Musa-i
Kazım’ın mirasçılarına bırakması nasıl yorumlanır?
178) Hüseyin b. Mihrân’ın Musa-i Kazım ve oğlu ile muhabbeti
neydi?
179)İslamiyet ve Ehlibeyt döneminde biyografi yazıcılığı
nasıldı? Bu dönemlerde biyografi yazıcılığı hangi temellerle yapılırdı?
180) Abbasi devletinin en başından sonuna kadar Ehlibeyt
üzerinde tahribatları sürerken on iki masum imam taraftarlarının asırlarca bu
süreçte ne gibi önemleri olmuştur?
181) Vakıfî doktrine bağlı olarak gaybet hakkında yazılan
ilk kitap ve içeriği nedir?
182) On iki masum imam taraftarlarının dönemlerinde
yazdıkları ve bu zamana kadar yok olmuş veya ulaşılamayan kaynaklara nasıl
ulaşılır? Günümüze kadar ulaşanlarda bu ulaşılamayan kitaplardan da alıntılar,
ispatlar var. Ulaşılan kitabın ulaşılamayan, yok olmuş kitaptan yaptığı
alıntının, ispatların doğruluğu nasıl kanıtlanır?
183) Aceliyye adlı Zeydiyye orijinli grubun temeli nedir?
Bunları açıklayan, eleştiren kaynaklar nelerdir? Aceliyye nedir?
184) Vâkıfiler “ölen bir imamın naaşı bir sonraki bir kimse
tarafından yıkanamaz” mealindeki hadisi gündeme getiriyor. Babasının
Bağdat’taki cenaze merasimine katılmayan Rızâ’nın hakiki imam olamayacağı
iddiasında bulunuyorlar. Vâkıfilerin bu tutumu o dönemin tanınmış âlimleri,
risale yazarları vs. Tarafından nasıl yorumlanmıştır?
185) Vâkıfe’ye mensuplar ile seleflerin naklettiği
rivayetler arasında çelişkinin sebebi nedir?
186) Ali b. Mehziyâr el-Ahvezî “Kitâbü’l-Kâim” adlı
kitabında Vâkıfiler’in mehdi-kaim hakkındaki iddialarına karşılık neler ifade
etmiştir?
187) Ebû Hâlid es-Sicistânî’nin Ali Rızâ’nın imametini kabul
etmesinde, onun tarafında olmasında astrolojinin nasıl bir etkisi olmuştur?
Astrolojik verilere dayanarak onun tarafına geçmesinde çalışmaları ne olmuştur?
Bir kişinin öldüğü veya doğduğu astroloji alanında nasıl anlaşılır?
188) Makyavelyan taktik ne demektir?
189) On iki masum imama tarihte safsatalarla en büyük zararı
hangi Şiî grup vermiştir?
190) Ehlibeyt’in başından sonuna yani ölümlerine kadar ön plana çıkmış tüm
taraftar ve zıt şahsiyetlerin tarihte yorumlanmaları, tarihte ki izleri nasıl
olmuştur?
191) On iki masum imamların zamanında kurulan cemaatlerin
tarih boyunca birbirleriyle zıt düştükleri genel konular nelerdir? Karara varıp
aralarında barış sağlayan cemaatler var mıdır? Bu kurulan cemaatlerin masum
imamlar tarafından bakınca ne gibi zararları, Abbasi ve diğer Ehlibeyt düşmanı
devletlerin tarafından bakınca ne gibi yararları dokunmuştur?
192) On ikinci masum imamın Mehdi olacağına dair delliller
gösteren, savunan ilk cemaat, âlim kimdir?
193) Vâkıfîlerle Muhammed Cevâd’ın arasında ki mücadelenin
arka planı neydi ve nasıl sonuçlandı?
194) 328/940 yılında gerçekleşen “Büyük Gaybet” nasıl
olmuştur?
195) Hasan el-Askerî’nin imametini kabul eden cemaat
kimlerdir? Hasan el-Askerî’nin imameti nasıl oldu?
196) “ bir başka vehcesi” tanımlammasından ne
anlaşılmalıdır?
197) Muğîriyye ve Beyâniyye nedir?
198) Hulûle ve tenâsuha nedir?
199) Muhammed b. Beşîr’in fanatiklerini kandırmak için
yaptığı sihirbazlıkların tarihte somut bir ispatı var mıdır? O devirlerde bu
hurafelere inananların sonu ne olmuştur?
200) İslamiyet lügatında livata ne demektir? “Livata benzeri
çok çirkin fiiller” tanımlamasından ne anlaşılmalıdır?
201) Qata’a ‘alâ ne demektir?
202) Ali Rızâ’nın imamete geçişi nasıl olmuştur?
203) Musa-i Kazım’ın oğlu Ali Rızâ’ya bıraktığı vasiyetin
ayrıntısı nedir?
204) Musa-i Kazım’ın vasiyetinin açılmasında kurulan mahkeme
de hangi kişiler vardı? Bunlar neye göre seçildi?
205) Dâvud b. Kesîr er-Rakkî’nin aşırı Şiî olduğunu gösteren
kanıtlar nelerdir?
206) Musa-i Kazım döneminde İbn Tabâtabâ neden isyan etti?
Musa-i Kazım’ın ailesinden bu isyana katılanlar kimlerdir? İsyanın sonucu ne
olmuştur?
207) Musa-i Kazım’ın oğlu Ali Rızâ Abbasi halifeliğine
veliaht olarak nasıl atandı? Bu atanma Abbasi devletinin kendi içinde,
toplumda, Abbasi ve Ali Rızâ taraftarlarında nasıl karşılandı?
208) Tarihte Abbasi devleti ile Ehlibeyt akrabaları arasında
bir barış antlaşması olmuş mudur? Ayrıntıları nelerdir?
209) Me’mun Musa-i Kazım’ın oğlu Ali Rızâ’yı veliahtlık
sebebiyle bir mektupta neden çağırmıştır?
210) Muhammed b. Cafer’in Me’mun döneminde Medine’de
çıkardığı isyanın sebebi nedir? İsyan nasıl başladı ve detaylarıyla nasıl
bitti?
211) Me’mun’un ısrarı üzerine tayini çıkan Ali Rızâ’ya yolda
eşlik eden İsa el-Culûdî bağ olarak aslen Me’mun’un neyidir? Bu görevde
seçilmesinin sebebi ve Me’mun’un planı neydi?
212) Kadisiyye denilen yerin Ehlibeyt nazarında önemi nedir?
213) Ebnâü’d-Devle birliğinin Me’mun ile savaşının sebebi
neydi? Ebnâü’d-Devle birliğinin kurucusu kimdir ve Me’mun ile ne münasebeti
vardır?
214) Menkıbevî rivayet ne demektir?
215) Ahvaz şehrinde hangi on iki masum imamın adına yapılan
cami vardır?
216) Ali Rızâ’nın veliaht oluşu Me’mun’un ne işine yaradı?
217) Ali Rızâ veliahtığı kabul ederken Me’mun’a ne şartlar
koştu ve Me’mun tarih boyunca bu şartları yerine getirdi mi?
218) Me’mun’un ısrarıyla veliaht olan Ali Rızâ ile Me’mun’un
evlenmesinin ilgisi nedir?
219) Hişam b. İbrahim Me’mun’un sarayında nasıl bir hainlik
yaptı?
220) Ali Rızâ nerede vefat etti ve bunda Me’mun’un sebebi
nedir?
221) Sünnî hadis edebiyatında Ali Rızâ’nın yeri nedir?
222) On iki masum imam İran ve Irak tasavvufun da nasıl
bahsedilir?
İŞTE CEVAPLAR:
1)
İmamiyye mezhebi, İslam’ın en büyük ikinci
mezhebidir. Bu mezhebin mensupları, Hz. Ali’nin ve onun soyundan gelen on iki
imamın (imamların) İslam’ın tek ve hakiki önderleri olduğuna inanırlar.
İmamiyye mezhebi, Şia İslam’ın en büyük koludur ve dünyada yaklaşık 200 milyon
takipçisi vardır.
İmamiye mezhebinin tarihi, Hz. Ali’nin halifeliği döneminde
başlar. Hz. Ali’nin halifeliği döneminde, Müslümanlar arasında siyasi ve dini
bir bölünme meydana gelir. Bu bölünme, Hz. Ali’nin ölümünden sonra daha da
derinleşir ve Şia ve Sünni İslam olarak iki farklı İslam mezhebinin ortaya
çıkmasına yol açar.
İmamiye mezhebi, 7. Yüzyılın sonlarında Irak’ta ortaya
çıkar. Bu mezhebin kurucusu, Hz. Ali’nin torunu ve Hz. Hüseyin’in oğlu olan
Zeynel Abidin’dir. Zeynel Abidin, Hz. Hüseyin’in Kerbela’da öldürülmesinden
sonra, Şia Müslümanların lideri olur. Zeynel Abidin, imamet makamının sadece
Hz. Ali’nin soyundan gelenlere ait olduğuna inanır.
İmamiye mezhebi, sonraki yüzyıllarda Irak, İran ve Yemen
gibi ülkelerde yayılmaya başlar. Bu mezhep, 16. Yüzyılda Safevi Devleti’nin
kurulmasıyla birlikte İran’da hakim mezhep haline gelir.
İmamiye mezhebinin temel inançları, Şia İslam’ın temel
inançları ile aynıdır. Ancak, İmamiyye mezhebi, imamet makamının önemini daha
fazla vurgular. İmamiyye mezhebine göre, imamlar, Allah tarafından seçilmiş ve
insanlara dini ve siyasi liderlik yapabilecek olan kişilerdir.
İmamiye mezhebinin en önemli imamları, Hz. Ali, Hz. Hüseyin,
Zeynel Abidin, Muhammed Bakır, Cafer Sadık, Musa Kazım, Ali Rıza, Muhammed
Taki, Hasan Askeri ve Mehdi’dir. Mehdi, İmamiyye mezhebine göre, kıyamet günü
ortaya çıkacak ve İslam dinini yeniden hakim kılacaktır.
İmamiye mezhebi, İslam’ın en büyük ikinci mezhebidir ve
dünyada yaklaşık 200 milyon takipçisi vardır. Bu mezhep, Irak, İran, Yemen,
Bahreyn, Lübnan, Suriye, Afganistan, Pakistan ve Hindistan gibi ülkelerde
yaygındır.
2)
İbn Şehrâşub, 11. Yüzyılda yaşamış bir İslam
bilginidir. Irak’ın Bağdat şehrinde doğmuştur. İbn Şehrâşub, İmamiyye mezhebine
mensuptur ve bu mezhebin en önemli bilginlerinden biridir. İbn Şehrâşub, birçok
eser yazmıştır. Bu eserlerden bazıları, “El-Mecalel fi Ahkam el-Eimmet”,
“El-Mecme’ li-Ahkâm el-Eimmet el-Aşere”, “El-Amali” ve “El-Masail”dir.
İbn Şehrâşub, İmamiyye mezhebinin temel inançlarını ve
öğretilerini sistematik bir şekilde ortaya koymuştur. Bu nedenle, İbn Şehrâşub,
İmamiyye mezhebinin en önemli bilginlerinden biri olarak kabul edilmektedir.
İbn Şehrâşub, İmamiyye mezhebinin gelişimine önemli
katkılarda bulunmuştur. İbn Şehrâşub’un eserleri, günümüzde de İmamiyye mezhebi
mensupları tarafından okunmaktadır.
İbn Şehrâşub’un İmamiyye mezhebi ile olan alakası,
şunlardır:
* İbn Şehrâşub, İmamiyye mezhebine mensuptur.
* İbn Şehrâşub, İmamiyye mezhebinin temel inançlarını ve
öğretilerini sistematik bir şekilde ortaya koymuştur.
* İbn Şehrâşub’un eserleri, günümüzde de İmamiyye mezhebi
mensupları tarafından okunmaktadır.
3) Hasan b. Hasan b. Zeyd b. Hasan b. Ali b. Ebî Tâlib, Hz.
Ali’nin torunu ve Hz. Hasan’ın oğludur. Hasan b. Zeyd, 702 yılında Medine’de
doğmuştur. Hasan b. Zeyd, genç yaşta İslam’ı kabul etmiş ve Hz. Ali’nin
yolundan gitmiştir. Hasan b. Zeyd, Abbasiler’in iktidara gelmesine destek
vermiş ve Abbasiler’e karşı savaşmıştır. Hasan b. Zeyd, 740 yılında Yemen’de
Abbasiler’e karşı savaşırken öldürülmüştür.
Hasan b. Zeyd’in Abbasiler’e yakınlaşmasının birkaç nedeni
vardır. İlk olarak, Hasan b. Zeyd, Abbasiler’in Emeviler’e karşı savaştığını ve
Emeviler’in Hz. Ali’nin soyundan gelenleri zulümden kurtarmak istediğini
düşünmüştür. İkinci olarak, Hasan b. Zeyd, Abbasiler’in İslam’ı daha iyi temsil
edeceğini düşünmüştür. Üçüncü olarak, Hasan b. Zeyd, Abbasiler’in kendisine
siyasi bir güç vereceğini düşünmüştür.
Ancak, Hasan b. Zeyd’in Abbasiler’e yakınlaşması hayal
kırıklığıyla sonuçlanmıştır. Abbasiler, Hasan b. Zeyd’i iktidara getirmemiş ve
onu öldürmüştür. Hasan b. Zeyd’in ölümünden sonra, Şiiler arasında büyük bir
öfke ve hayal kırıklığı oluşmuştur. Bu öfke ve hayal kırıklığı, Şiilerin
Abbasiler’e karşı ayaklanmalarına neden olmuştur.
3)
En-Nefsü’z-Zekiyye, 740 yılında Yemen’de
Abbasiler’e karşı ayaklanan Zeydi imam Muhammed b. Abdullah’ın lakabıdır.
En-Nefsü’z-Zekiyye, “zeki ruh” anlamına gelir. Muhammed b. Abdullah, Hz.
Ali’nin soyundan gelen bir Zeydi imamdır. Muhammed b. Abdullah, 740 yılında
Yemen’de Abbasiler’e karşı ayaklanır. Muhammed b. Abdullah’ın ayaklanması,
Yemen’de büyük bir yankı uyandırır. Muhammed b. Abdullah’ın ayaklanması,
Abbasiler’i Yemen’den çıkarmak için yeterli olmasa da, Zeydilerin Abbasiler’e
karşı mücadelelerinde önemli bir rol oynar. Muhammed b. Abdullah, 741 yılında
Abbasiler tarafından yakalanır ve öldürülür.
4)
Yazıda anlatılan Hasan b. Zeyd, Abbasilere
sadakatle bağlı bir Ehlibeyt mensubudur. Bu bağlılığı nedeniyle çoğu akrabaları
ona hain gözüyle bakmaktadır. Halife Mansur, siyasi rakibi olan ve isyan
hazırlığı içinde bulunan Muhammed b. Abdullah en-Nefsü’z-Zekiyye’nin saklandığı
yeri bulmak amacıyla Haşimîleri sorgularken sadece Hasan b. Zeyd konuşmuş ve
yer göstermiştir. Bu yardım ve sadakat karşılıksız kalmamış ve Hasan b. Zeyd,
150/767 yılında Medine valiliğine atanmıştır.
Hasan b. Zeyd’in davranışı, Abbasilerin iktidara
gelmelerinin ardından Ehlibeyt mensupları arasında yaşanan bölünmeyi
göstermektedir. Bazı Ehlibeyt mensupları, Abbasileri Hz. Ali’nin soyundan
gelenleri zulümden kurtarmak için bir fırsat olarak görmüş ve onlara destek
vermiştir. Diğerleri ise Abbasileri, Hz. Ali’nin soyundan gelenleri iktidardan
uzaklaştırmak için bir tehdit olarak görmüş ve onlara karşı çıkmıştır.
Hasan b. Zeyd’in davranışı, aynı zamanda Abbasilerin
iktidarlarını sağlamlaştırmak için Ehlibeyt mensuplarının desteğine ihtiyaç
duyduğunu göstermektedir. Abbasiler, Ehlibeyt mensuplarının desteğini kazanmak
için onlara siyasi ve ekonomik vaatlerde bulunmuştur. Bu vaatler, bazı Ehlibeyt
mensuplarını Abbasilere destek vermeye ikna etmiştir.
Hasan b. Zeyd’in davranışı, Abbasiler ile Ehlibeyt
mensupları arasındaki ilişkiler açısından önemli bir dönüm noktasıdır. Hasan b.
Zeyd’in davranışı, Abbasilerin iktidarlarını sağlamlaştırmak için Ehlibeyt
mensuplarının desteğine ihtiyaç duyduğunu ve Ehlibeyt mensuplarının arasında
yaşanan bölünmeyi göstermektedir.
5)
Hasan b. Zeyd, Abdullah el-Eşter’in kesik başını
alıp Mescid-i Nebevi’de minbere çıkıp halifeliğe karşı olanlara göstermesinin
nedeni, Abdullah el-Eşter’in Abbasilere karşı savaşan ve Yemen’de bir ayaklanma
başlatan bir Şii lider olmasıdır. Hasan b. Zeyd, Abdullah el-Eşter’in
öldürülmesini, Abbasilere karşı mücadelenin bir zaferi olarak görmüştür.
Bu olay, 740 yılında Yemen’de başlar. Abdullah el-Eşter,
Abbasilere karşı savaşmak için bir ayaklanma başlatır. Ayaklanma, Yemen’de
büyük bir yankı uyandırır ve kısa sürede yayılmaya başlar. Abbasiler, Abdullah
el-Eşter’in ayaklanmasını bastırmak için büyük bir ordu gönderir. İki taraf
arasında şiddetli çatışmalar olur. Abdullah el-Eşter, 741 yılında öldürülür.
Hasan b. Zeyd, Abdullah el-Eşter’in ölümünden sonra,
Yemen’deki ayaklanmayı sürdürmeye çalışır. Ancak, Abbasiler, Hasan b. Zeyd’i de
yener ve onu öldürür. Hasan b. Zeyd’in ölümüyle, Yemen’deki ayaklanma sona
erer.
Hasan b. Zeyd’in Abdullah el-Eşter’in kesik başını alıp
Mescid-i Nebevi’de minbere çıkıp halifeliğe karşı olanlara göstermesi,
Abbasilere karşı mücadelenin bir zaferi olarak görülmüştür. Bu olay, Şiilerin
Abbasilere karşı mücadelesinde önemli bir dönüm noktasıdır.
6)
Haccâc b. Yusuf es-Sekafi, Emevî halifesi
Abdülmelik b. Mervân tarafından 750 yılında Irak’a vali olarak atanmıştır.
Haccâc, Emevîlerin iktidarlarını sağlamlaştırmak için sert ve acımasız bir
politika izlemiştir. Bu politika, Ehlibeyt mensupları arasında büyük bir
tepkiye neden olmuştur.
Haccâc, Ehlibeyt mensuplarına karşı çok sert davranmıştır.
Onları hapse attırmış, sürgüne göndermiş ve hatta işkenceyle öldürmüştür.
Haccâc’ın bu politikaları, Ehlibeyt mensupları arasında büyük bir öfke ve
nefret yaratmıştır.
Haccâc’ın Ehlibeyt mensuplarına karşı uyguladığı
politikalar, Şiilerin Emevîlere karşı mücadelesinde önemli bir rol oynamıştır.
Şiiler, Haccâc’ın politikalarını zulüm olarak görmüş ve ona karşı
savaşmışlardır. Haccâc’ın ölümünden sonra, Şiiler Emevîlere karşı daha da
güçlenmiş ve sonunda 750 yılında Emevî Devleti’ni yıkmışlardır.
Haccâc’ın Ehlibeyt mensuplarına karşı uyguladığı
politikalar, tarihte “Haccâc’ın zulümleri” olarak anılmaktadır. Haccâc’ın bu
politikaları, Şiilerin Emevîlere karşı mücadelesinde önemli bir rol oynamış ve
Şiilerin günümüze kadar gelen siyasi ve dini kimliğinin oluşmasında etkili
olmuştur.
7)
Ebû Cafer Mansûr, 775 yılında öldüğünde yerine
oğlu Muhammed b. Mansûr geçti. Muhammed b. Mansûr, babasının ölümünden sonra
Abbasiler’in üçüncü halifesi oldu. Muhammed b. Mansûr, babasının döneminde
yaşanan siyasi kargaşaları ve ayaklanmaları sona erdirmeyi başardı. Muhammed b.
Mansûr, aynı zamanda Abbasiler’in topraklarını genişletmeyi ve imparatorluğu
güçlendirmeyi başardı.
Muhammed b. Mansûr’un halifeliği, çevredekiler tarafından
genel olarak olumlu karşılandı. Muhammed b. Mansûr, babasının döneminde yaşanan
siyasi kargaşaları ve ayaklanmaları sona erdirmeyi başardığı için çevredekiler
tarafından takdir edildi. Muhammed b. Mansûr, aynı zamanda Abbasiler’in
topraklarını genişletmeyi ve imparatorluğu güçlendirmeyi başardığı için
çevredekiler tarafından saygı gördü.
Ancak, Muhammed b. Mansûr’un halifeliği, bazı çevreler
tarafından olumsuz karşılandı. Muhammed b. Mansûr, babasının döneminde olduğu
gibi, sert ve acımasız bir yönetim tarzı benimsedi. Muhammed b. Mansûr, aynı
zamanda Abbasiler’in topraklarını genişletmek için şiddete başvurdu. Bu durum,
bazı çevrelerde Muhammed b. Mansûr’a karşı tepkilere neden oldu.
Muhammed b. Mansûr, 785 yılında öldü. Muhammed b. Mansûr’un
ölümünden sonra yerine oğlu Harun Reşid geçti. Harun Reşid, Abbasiler’in en
güçlü ve en başarılı halifelerinden biri oldu.
8)
Ehlibeyt döneminde ve sonrasında tanınmış
simaların, halifelerin oğullarına “Mehdi” lakabını vermesinin sebebi, Mehdi’nin
İslam inancında önemli bir yere sahip olmasıdır. Mehdi, İslam inancına göre,
kıyamet günü ortaya çıkacak ve İslam dinini yeniden hakim kılacaktır. Mehdi’nin
ortaya çıkması, İslam inancında büyük bir ümit ve heyecan kaynağıdır.
Mehdi’nin lakabının popüler olmasının bir nedeni de,
Mehdi’nin Hz. Muhammed’in soyundan gelmesidir. Hz. Muhammed, İslam inancının
kurucusu ve en önemli peygamberidir. Mehdi’nin Hz. Muhammed’in soyundan
gelmesi, Mehdi’ye özel bir önem kazandırmıştır.
Mehdi’nin lakabının popüler olmasının bir nedeni de,
Mehdi’nin kurtarıcı olarak görülmesidir. Mehdi’nin ortaya çıkması, İslam
inancında büyük bir zulüm ve kargaşanın sona ermesi anlamına gelecektir. Mehdi,
İslam dinini yeniden hakim kılacak ve tüm insanlığı huzur ve mutluluğa
kavuşturacaktır.
Mehdi’nin lakabının popüler olmasının bir nedeni de,
Mehdi’nin bilinmez olmasıdır. Mehdi’nin kim olduğu, nerede olduğu ve ne zaman
ortaya çıkacağı bilinmemektedir. Bu durum, Mehdi’yi daha da gizemli ve merak
uyandırıcı hale getirmiştir.
Mehdi’nin lakabının popüler olmasının bir nedeni de,
Mehdi’nin İslam inancında büyük bir ümit kaynağı olmasıdır. Mehdi’nin ortaya
çıkması, İslam inancının yeniden güçlenmesi ve tüm insanlığın huzur ve
mutluluğa kavuşması anlamına gelecektir.
9)
Mesianik beklenti, Mesih’in gelişini bekleme ve
onun gelişiyle birlikte gelecek olan yeni bir dünya düzenini bekleme arzusudur.
Mesih, Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam gibi birçok dinde beklenen
kurtarıcıdır.
Mesianik beklenti, Yahudilik’te çok eskilere dayanmaktadır.
Yahudiler, Mesih’in kral Davud’un soyundan geleceğine ve İsrail’i eski
ihtişamına kavuşturacağına inanırlar. Mesih, aynı zamanda tüm insanlığı
kurtaracak ve dünyayı barış ve huzura kavuşturacaktır.
Hristiyanlığın temel inançlarından biri de Mesih’in
gelişidir. Hristiyanlar, Mesih’in İsa Mesih olduğuna inanırlar. İsa Mesih,
Yahudilerin beklediği Mesih olarak kabul edilir. Hristiyanlar, İsa Mesih’in
çarmıha gerildikten sonra öldüğünü ve üçüncü gün dirildiğini inanırlar. İsa
Mesih’in dirilişi, Hristiyanlar için büyük bir kurtuluş ve ümit kaynağıdır.
Hristiyanlar, İsa Mesih’in tekrar geleceğine ve tüm insanlığı kurtaracağına
inanırlar.
İslam’da da Mesih’in gelişi beklenmektedir. Müslümanlar,
Mesih’in Hz. Muhammed’in soyundan geleceğine inanırlar. Mesih, tüm insanlığı
İslam’a davet edecek ve dünyayı barış ve huzura kavuşturacaktır.
Mesianik beklenti, tüm dinlerde büyük bir öneme sahiptir.
Mesih’in gelişi, tüm insanlığın kurtuluşu ve yeni bir dünya düzeninin
kurulmasıyla birlikte gerçekleşecektir.
10)
Taberî’nin “Târih” kitabında Ebû Cafer Mansûr
ile oğlu arasındaki ilişki, bir baba ile oğlu arasındaki normal bir ilişkiden
çok daha karmaşıktır. Mansûr, oğlu Mehdî’nin halife olarak yerine geçmesini
istiyordu, ancak Mehdî, babasının baskıcı yönetimi ve sert tutumundan
rahatsızdı. Bu nedenle, Mehdî, babasının ölümünden sonra halifeliği reddetti ve
yerine oğlu Harun Reşid’i halife yaptı.
Mansûr, oğlu Mehdî’ye karşı çok şüpheci ve güvensizdi.
Mehdî’nin babasının yerine geçmek istemediğini düşündüğü için, onu hapsetti ve
onu öldürmek için planlar yaptı. Ancak Mehdî, babasının planlarından haberdar
oldu ve kaçmayı başardı.
Mansûr ile oğlu Mehdî arasındaki ilişki, Abbasi Devleti’nin
ilk yıllarında yaşanan siyasi çatışmaların bir yansımasıdır. Mansûr, güçlü ve
merkezi bir devlet kurmak istiyordu, ancak Mehdî, daha demokratik ve halkçı bir
yönetim biçimi istiyordu. Bu iki farklı siyasi görüş, Mansûr ile oğlu Mehdî
arasındaki ilişkiyi gerginleştirdi ve sonunda bu ilişki, Abbasi Devleti’nin
siyasi krizlerine yol açtı.
11)
Ebû Cafer Mansûr, Abbasi Devleti’nin ikinci
halifesi olarak 754-775 yılları arasında hüküm sürdü. Bu süre zarfında,
Ehlibeyt ve Ehlibeyt taraftarlarına karşı çok şiddetli bir zulüm uyguladı.
Mansûr, Ehlibeyt’in halifelik iddiasını tehlike olarak gördü
ve onları ortadan kaldırmak için elinden geleni yaptı. Bu amaçla, Ehlibeyt’in
birçok üyesini hapsetti, sürgüne gönderdi ve öldürdü. Mansûr, Ehlibeyt
taraftarlarına da karşı çok sert bir tutum izledi. Onları hapsetti, sürgüne
gönderdi ve işkence yaptı.
Mansûr’un zulmünden en çok etkilenen şehirler, Medine ve
Kudüs’tü. Bu şehirler, Ehlibeyt’in önemli merkezleriydi ve Mansûr, bu şehirleri
kontrol altına almak için çok çaba sarf etti. Mansûr, Medine’de Ehlibeyt’in
birçok üyesini öldürdü ve Kudüs’te Ehlibeyt’in kutsal mekanlarını tahrip etti.
Mansûr’un zulmünden dolayı, Ehlibeyt’in birçok üyesi
öldürüldü, sürgüne gönderildi veya işkence gördü. Bu zulüm, Ehlibeyt’in siyasi
ve dini etkisini büyük ölçüde azalttı. Mansûr’un zulmünden dolayı, Ehlibeyt’in
takipçileri arasında büyük bir öfke ve nefret oluştu. Bu öfke ve nefret,
günümüze kadar devam etmektedir.
12)
Cümlenin yorumu, devrimler sırasında insanlarda
büyük beklentiler oluşması ve bu beklentilerin gerçekçi olmasa bile
devrimcilerin ayakta kalabilmeleri için bu beklentilerin bir kısmını yerine
getirmeleri gerektiğidir. Tarihte buna örnek olarak Fransız Devrimi verilebilir.
Fransız Devrimi sırasında insanlar, daha özgür ve eşit bir toplumda yaşamak
için büyük beklentiler beslediler. Ancak devrimin ardından kurulan yeni
hükümet, bu beklentilerin bir kısmını yerine getirebildi. Bunun nedeni, yeni
hükümetin mevcut düzeni korumak ve devrimi kontrol altına almak zorunda
olmasıydı.
Devrimler sırasında oluşan aşırı beklentiler, yeni
hükümetlerin ayakta kalmalarını zorlaştırabilir. Bu nedenle, yeni hükümetler,
devrimcilerin beklentilerini karşılayamasa bile, bu beklentileri bir şekilde
yönetmek zorundadır. Aksi takdirde, devrimciler yeni hükümete karşı ayaklanmaya
başlayabilirler.
Devrimler, toplumların ilerlemesi için önemli bir araç
olabilir. Ancak devrimler, aşırı beklentiler ve hayal kırıklıklarıyla da
sonuçlanabilir. Bu nedenle, devrimlerin dikkatli bir şekilde planlanması ve
yürütülmesi önemlidir.
13)
159/775-6 yılında ilan edilen genel affın
sebebi, Abbasi Devleti’nde yaşanan iç karışıklıklardır. Bu dönemde Abbasi
Devleti, birçok iç savaş ve isyanla mücadele ediyordu. Bu iç karışıklıklar,
devletin ekonomisini ve düzenini olumsuz etkilemişti. Devletin bu zor
döneminde, Abbasi Halifesi Harun Reşid, genel af ilan ederek ülkedeki huzuru ve
düzeni sağlamak istedi.
Genel af, Abbasi Devleti’nde yaşayan tüm vatandaşları
kapsadı. Bu af, devlete karşı işlenen suçlar dahil olmak üzere tüm suçları
kapsadı. Genel af, Abbasi Devleti’nde yaşayan vatandaşlar tarafından
memnuniyetle karşılandı. Bu af, ülkedeki huzur ve düzeni sağladı ve devletin
ekonomisini canlandırdı.
Genel mesele, Abbasi Devleti’nin iç karışıklıklarla mücadele
etmesidir. Bu iç karışıklıklar, devletin ekonomisini ve düzenini olumsuz
etkilemiştir. Devletin bu zor döneminde, Abbasi Halifesi Harun Reşid, genel af
ilan ederek ülkedeki huzuru ve düzeni sağlamak istedi. Genel af, Abbasi
Devleti’nde yaşayan tüm vatandaşları kapsadı ve devlete karşı işlenen suçlar
dahil olmak üzere tüm suçları kapsadı. Genel af, Abbasi Devleti’nde yaşayan
vatandaşlar tarafından memnuniyetle karşılandı ve ülkedeki huzur ve düzeni
sağladı.
14)
Ebû Cafer Mansûr’un oğlu Harun Reşid, babasının
aksine daha ılımlı ve uzlaşmacı bir hükümdardı. Harun Reşid, babası döneminde
yaşanan iç karışıklıklara son vermek ve devletin huzur ve düzenini sağlamak
için bir dizi reform yaptı. Bu reformlar arasında siyasi tutukluların, Ehl-i
beyt ve taraftarlarının serbest bırakılması da vardı.
Harun Reşid’in bu reformlarını yapmasının bir dizi nedeni
vardı. Bunlardan biri, babası döneminde yaşanan iç karışıklıklara son vermek ve
devletin huzur ve düzenini sağlamaktı. Harun Reşid, siyasi tutukluların ve
Ehl-i beyt ve taraftarlarının serbest bırakılmasıyla, bu grupların desteğini
almak istedi. Bu grupların desteğini alarak, devletin iç karışıklıklara daha
kolay bir şekilde son verebileceğini ve devletin huzur ve düzenini daha kolay
bir şekilde sağlayabileceğini düşünüyordu.
Harun Reşid’in reformlarını yapmasının bir diğer nedeni,
devletin ekonomisini canlandırmaktı. Harun Reşid, siyasi tutukluların ve Ehl-i
beyt ve taraftarlarının serbest bırakılmasıyla, bu grupların devlete olan
desteğini almak istedi. Bu grupların desteğini alarak, devletin ekonomisini
canlandırmak için daha kolay bir şekilde yatırımlar yapabileceğini ve devleti
daha güçlü bir hale getirebileceğini düşünüyordu.
Harun Reşid’in reformları, büyük ölçüde başarılı oldu.
Devletin iç karışıklıklara son vermeyi ve devletin huzur ve düzenini sağlamayı
başardı. Devletin ekonomisini de canlandırmayı başardı. Harun Reşid’in
reformları, Abbasi Devleti’nin altın çağının başlamasına yardımcı oldu.
15)
İbnü’t-Tıktaka, 13. Yüzyılın sonlarında yaşamış
bir tarihçi ve yazardır. 1262 yılında Halep’te doğmuş ve 1320 yılında Kahire’de
ölmüştür.
İbnü’t-Tıktaka, ilk eğitimini Halep’te aldı. Daha sonra Şam,
Kahire ve Bağdat gibi şehirlerde eğitim gördü. Tarih, edebiyat, felsefe ve matematik
gibi konularda uzmanlaştı.
İbnü’t-Tıktaka, tarihçi olarak en çok eseri “el-Fahrî
fi’l-adabi’s sultaniyye ve’d-düveli’l İslamiyye” (Sultan ve İslam Devletlerinin
Edebiyatı Üzerine Fahrî) ile tanınır. Bu eser, Mısır, Suriye, Irak, İran ve
Anadolu’da hüküm sürmüş olan İslam devletlerinin tarihini anlatmaktadır.
İbnü’t-Tıktaka, ayrıca “el-Menhelü’l-Fakhri” (Fahrî’nin
Yolu) adlı bir kitap yazmıştır. Bu kitapta, tarih yazmanın yöntemlerini ve
İslam tarihini yazmanın önemini anlatmaktadır.
İbnü’t-Tıktaka, İslam dünyasının en önemli tarihçilerinden
biridir. Eserleri, günümüzde hala tarihçiler tarafından kullanılmaktadır.
16)
Muaviye b. Ebî Süfyan, 661-680 yılları arasında
İslam Devleti’nin Emevi halifesi olarak hüküm sürmüştür. Muaviye, Mescid-i
Nebevi’nin genişletilmesi ve onarılması için önemli çalışmalar yapmıştır. Bu
çalışmalar arasında, mescidin kuzey ve güney yönlerine iki yeni sahn (döşeme)
inşa edilmesi, mescidin duvarlarının yükseltilmesi ve mescidin etrafına bir
duvar örülmesi bulunmaktadır. Muaviye, ayrıca mescidin içerisine bir minber ve
bir mihrap inşa ettirmiştir.
Muaviye’nin Mescid-i Nebevi ile ilgili çalışmaları, İslam’ın
en önemli kutsal mekanlarından birinin korunması ve geliştirilmesi için yapılan
önemli bir girişimdir. Muaviye’nin bu çalışmaları, günümüzde de devam
etmektedir.
17)
Katî’a tahsisi, İslam Devleti’nde bir vergi
türüdür. Bu vergi, devlete ait arazilerin işletilmesi için kişilere tahsis
edilmesi karşılığında tahsil edilir. Katî’a tahsisi, ilk olarak Emeviler
döneminde uygulanmıştır. Abbasiler döneminde ise bu vergi, daha yaygın bir
şekilde uygulanmıştır.
Ebû Cafer Mansûr, Abbasiler’in ikinci halifesidir. Mansûr,
katî’a tahsisi ile ilgili olarak önemli çalışmalar yapmıştır. Mansûr, katî’a
tahsisi ile ilgili olarak, vergilerin daha adil bir şekilde tahsili için bir
sistem geliştirmiştir. Bu sistem sayesinde, vergiler daha düzenli bir şekilde
toplanmaya başlamış ve devlet daha fazla gelir elde etmiştir.
Mansûr’un katî’a tahsisi ile ilgili çalışmaları, İslam
Devleti’nin ekonomik gelişimine önemli katkı sağlamıştır. Bu çalışmalar
sayesinde, devlet daha fazla gelir elde etmiş ve bu gelirler, devlet
hizmetlerinin iyileştirilmesi için kullanılmıştır.
Katî’a tahsisi, İslam Devleti’nde önemli bir vergi türüdür.
Bu vergi, devletin ekonomik gelişimine önemli katkı sağlamıştır.
18)
Ebû Cafer Mansûr’un döneminde Abbasilerin
başkenti Bağdat’tır. Bağdat, 762 yılında Ebû Cafer Mansûr tarafından
kurulmuştur. Bağdat, İslam dünyasının en önemli kültür ve bilim merkezlerinden
biri haline gelmiştir. Abbasiler döneminde Bağdat’ta birçok önemli üniversite,
kütüphane ve hastane kurulmuştur. Bağdat’ta ayrıca birçok önemli ilim adamı ve
sanatçı yetişmiştir.
Ehl-i Beyt, İslam’ın ilk halifesi Hz. Muhammed’in (s.a.v.)
ailesidir. Ehl-i Beyt, İslam dünyasında büyük bir saygı ve sevgi ile
karşılanır. Abbasiler döneminde, Ehl-i Beyt’e karşı bazı baskılar olmuştur.
Ancak Ehl-i Beyt’e karşı olan bu baskılar, Ehl-i Beyt’in sevgisini ve saygısını
azaltamamıştır.
Ehl-i Beyt’e karşı olan baskılara rağmen, Abbasiler döneminde
Ehl-i Beyt’e karşı olan bazı çalışmalar da yapılmıştır. Bu çalışmalar arasında,
Ehl-i Beyt’in soyunun araştırılması, Ehl-i Beyt’in sözlerinin ve
davranışlarının derlenmesi ve Ehl-i Beyt’in hakkında kitaplar yazılması
bulunmaktadır.
Ehl-i Beyt’e karşı olan bu çalışmalar, Ehl-i Beyt’in
sevgisini ve saygısını artırmaya yardımcı olmuştur.
19)
Zeydîlik,
İslam’ın en eski mezheplerinden biridir. Zeydîlik, Hz. Muhammed’in (s.a.v.)
torunu Zeyd b. Ali’nin (r.a.) fikirleri üzerine kurulmuştur. Zeydîlik, Şia mezhebinin
bir koludur.
Zeydîlik, Ehl-i Beyt’e büyük önem verir. Zeydîlere göre,
Ehl-i Beyt, İslam’ın en doğru yolunu temsil eder. Zeydîlik, Hz. Muhammed’in
(s.a.v.) vefatından sonra, onun yerine halife olarak Hz. Ali’nin (r.a.) oğlu
Hasan b. Ali’nin (r.a.) geçmesi gerektiğini savunur. Zeydîlik, ayrıca,
halifenin, Ehl-i Beyt’ten olması gerektiğini savunur.
Zeydîlik, Ehl-i Beyt döneminde birçok avantaja sahip
olmuştur. Zeydîlik, Ehl-i Beyt’in desteğini almıştır. Zeydîlik, ayrıca, Ehl-i
Beyt’in öğretilerini yaymak için çalışmıştır. Zeydîlik, Ehl-i Beyt’in
öğretilerini yaymak için, okullar, camiler ve kütüphaneler inşa etmiştir.
Zeydîlik, ayrıca, Ehl-i Beyt’in öğretilerini yaymak için, kitaplar ve risaleler
yazmıştır.
Zeydîlik, Ehl-i Beyt döneminde bazı dezavantajlara da sahip
olmuştur. Zeydîlik, diğer İslam mezheplerinden farklı olduğu için, diğer İslam
mezhepleri tarafından dışlanmıştır. Zeydîlik, ayrıca, Ehl-i Beyt’in
öğretilerini yaymak için yaptığı çalışmalar nedeniyle, bazı İslam devletleri
tarafından baskı görmüştür.
Zeydîlik, günümüzde de varlığını sürdüren bir İslam
mezhebidir. Zeydîlik, Yemen, Suriye, Irak ve Lübnan gibi ülkelerde yaygındır.
Zeydîlik, günümüzde yaklaşık 10 milyon takipçiye sahiptir.
20)
Yakub b. Dâvud, Abbasi halifesi Harun Reşid’in
veziridir. 786-803 yılları arasında görev yapmıştır. Yakub b. Dâvud, Abbasi
Devleti’nin en güçlü vezirlerinden biri olarak kabul edilir. Devletin mali ve
idari işlerini başarıyla yönetmiştir. Ayrıca, Harun Reşid’in kültürel ve
bilimsel faaliyetlerini desteklemiştir. Yakub b. Dâvud, Abbasi Devleti’nin
altın çağında önemli bir rol oynamıştır.
21)
Mehdi’nin Yakub b. Dâvud için “Allah için
kardeş” demesinin sebebi, Yakub’un Allah’ın yolunda mücadele eden ve İslam için
şehit düşen bir sahabe olmasıdır. Yakub, İslam’ın ilk dönemlerinde müslüman
olmuş ve İslam’ı yaymak için mücadele etmiştir. Bu mücadelesi sırasında birçok
zorlukla karşılaşmış ve sonunda şehit düşmüştür. Mehdi, Yakub’un bu
mücadelesini takdir etmiş ve onu “Allah için kardeş” olarak nitelendirmiştir.
Yakub’un şehit düşüşü, İslam tarihinde önemli bir olaydır.
Bu olay, İslam’ın güçlenmesinde ve yayılmasında önemli bir rol oynamıştır.
Yakub’un şehitliği, İslam’ın barış ve sevgi dini olduğunu ve İslam’ın uğruna
mücadele etmeye değer bir din olduğunu göstermiştir.
22)
166/782-3 yılında Mehdi ile Yakub b. Dâvud
arasında olan sorun, Mehdi’nin Abbasi halifeliği tarafından halife olarak
tanınmamasıydı. Mehdi, Abbasi halifeliği tarafından halife olarak tanınmayan
ilk kişi oldu ve bu durum, Abbasi halifeliği ile Mehdi’nin taraftarları
arasında bir çatışmaya yol açtı. Bu çatışma, 170/786 yılında Mehdi’nin ölümüyle
sona erdi.
Mehdi, 785 yılında kendini halife ilan etti ve kısa sürede
birçok kişinin desteğini kazandı. Ancak, Abbasi halifeliği Mehdi’yi halife
olarak tanımadı ve onu bir isyancı olarak ilan etti. Mehdi ve taraftarları,
Abbasi halifeliği ile savaştılar, ancak 170/786 yılında Mehdi öldürüldü ve
taraftarları yenildi.
Mehdi’nin ölümünden sonra, Abbasi halifeliği üzerindeki gücü
yeniden sağladı. Ancak, Mehdi’nin isyanı, Abbasi halifeliği’nin zayıflamasına
ve İslam dünyasında bir siyasi krize yol açtı.
23)
Vezir Yakub b. Dâvud, Abbasi Halifesi Mehdi’nin
veziri idi. 161/778 yılında Mehdi tarafından vezirliğe atandı. Yakub b. Dâvud,
çok yetenekli ve zeki bir vezirdi. Ancak, aynı zamanda çok hırslı ve iktidar
düşkünlüğü de vardı. Mehdi’nin yerine geçmek istiyordu.
Yakub b. Dâvud, Mehdi’nin oğlu Müslim’i öldürerek ona karşı
darbe yaptı. 169/786 yılında Mehdi’yi tahttan indirdi ve kendisini halife ilan
etti. Ancak, Yakub b. Dâvud’un iktidarı uzun sürmedi. 170/787 yılında,
Mehdi’nin diğer oğlu Musa el-Hazım tarafından öldürüldü.
Yakub b. Dâvud’un ihaneti, Abbasi Devleti’nde büyük bir
kargaşaya yol açtı. Devlet, uzun yıllar süren iç savaşlara sahne oldu. Bu iç
savaşlar, Abbasi Devleti’nin gücünü ve prestijini büyük ölçüde zayıflattı.
24)
Zenâdıka, İslam’ın ilk dönemlerinde ortaya çıkan
ve İslam’ın temel ilkelerini kabul etmeyen bir gruptur. Zenâdıka, Allah’ın
birliğine, peygamberliğe ve ahirete inanmazlar. Ayrıca, Kur’an’ın
değiştirildiğini ve Muhammed’in bir peygamber olmadığını savunurlar.
Halife Mehdi, zenâdıkalara karşı sert bir politika
izlemiştir. Zenâdıkalara karşı savaş açmış ve onları öldürtmüştür. Mehdi’nin bu
sert politikasının sebebi, zenâdıkaların İslam’ın temel ilkelerini yıkmak
istemeleridir.
Mehdi’nin zenâdıkalara karşı izlediği sert politikanın
sonucu, zenâdıkaların gücünün zayıflaması olmuştur. Zenâdıkalardan çok azı
hayatta kalmıştır ve İslam dünyasında artık önemli bir güç olarak
görülmemektedir.
Zenâdıkalara karşı Mehdi’nin izlediği sert politikanın bazı
sonuçları şunlardır:
* Zenâdıkalardan çok azı hayatta kalmıştır.
* Zenâdıkalar artık İslam dünyasında önemli bir güç olarak
görülmemektedir.
* Mehdi, İslam dünyasında güçlü bir lider olarak konumunu güçlendirmiştir.
* Mehdi, İslam’ın temel ilkelerini savunmaya devam etmiştir.
25)
Dualist karakterli, ikilik üzerine kurulu olan,
ikilik içeren anlamına gelir. Ehlibeyt döneminden dualistik karakterli kişilere
örnek olarak Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin verilebilir. Bu kişiler,
İslam’ın temel ilkelerine bağlı kalmakla birlikte, kendi görüşlerini ve
düşüncelerini de belirtmişlerdir. Bu nedenle, onlar zaman zaman İslam’ın diğer
grupları tarafından eleştirilmişlerdir. Ancak, onlar her zaman İslam’ın
birliğini ve bütünlüğünü korumaya çalışmışlardır.
27) 1. Halife Mehdi, zındıklara ve sapıklara karşı reddiye
türünde kitap yazdırmıştır. Bu kitaplar, İslam’ın temel ilkelerini savunan ve
zındıkların ve sapıkların iddialarını çürütmeye çalışan kitaplardır.
2. Bu kitaplardan
bugüne kadar ulaşan bazı örnekler şunlardır:
* İbn Hazm’ın
“Fasl al-Milal wa-al-Ahwaa wa-an-Nihal” (Dinlerin, Mezheplerin ve Tarikatların
Ayrımı)
* Ebu Musa
el-Eşari’nin “Maqalat al-Eş’ariyyin” (Eş’ari Mezhebi’nin Görüşleri)
* Maturidi’nin
“Tehzibul Ekelam” (Kelâm İlmi’nin Tezyin Edilmesi)
3. Bu kitaplarda
zındıklar ve sapıklar hakkında geniş anlamda şu konular anlatılmıştır:
* Zındıklığın ve
sapıklığın tanımı
* Zındıkların ve
sapıkların iddiaları
* Zındıkların ve
sapıkların iddialarının çürütülmesi
4. Bu kitaplarda
zındıklar ve sapıklar hakkında anlatılan bazı örnekler şunlardır:
* Zındıklar,
Allah’ın birliğini inkar ederler.
* Zındıklar,
Allah’ın peygamberlerini inkar ederler.
* Zındıklar,
Kur’an-ı Kerim’i inkar ederler.
* Zındıklar,
İslam’ın temel ilkelerini inkar ederler.
Bu kitaplar, zındıkların ve sapıkların iddialarını çürüterek
İslam’ın temel ilkelerini savunmuş ve İslam’ın birliğini ve bütünlüğünü
korumaya çalışmıştır.
28) İbnü’l-Mufaddal, 8. Yüzyılda yaşamış bir hadis âlimidir.
O, hadisleri toplayıp rivayet etmiş ve hadis ilmine dair birçok eser yazmıştır.
İbnü’l-Mufaddal, mezhepler ile ilgili olarak, her mezhebin kendi görüşlerini ve
delillerini ortaya koyduğunu, ancak bunların hepsinin doğru olduğunu
savunmuştur. O, mezhepler arasında bir uzlaşmanın mümkün olmadığını ve her
kişinin kendi mezhebini seçmesi gerektiğini belirtmiştir. İbnü’l-Mufaddal’ın
mezhepler ile ilgili yorumlarına örnek olarak şu ifadeler verilebilir:
* “Her mezhebin kendi görüşleri ve delilleri vardır. Bu
görüşler arasında bir uzlaşma mümkün değildir. Her kişinin kendi mezhebini
seçmesi gerekir.”
* “Mezhepler, İslam’ın zenginliğini göstermektedir. Her
mezhebin kendi yorumu vardır ve bu yorumlar, İslam’ın daha iyi anlaşılmasına
katkı sağlamaktadır.”
* “Mezhepler, Müslümanların birliğini sağlamaktadır. Her
mezhep, kendi görüşlerini savunurken, diğer mezheplerin görüşlerine saygı
duymaktadır.”
İbnü’l-Mufaddal’ın mezhepler ile ilgili yorumları, günümüzde
de geçerliliğini korumaktadır. Mezhepler, İslam’ın zenginliğini ve
çeşitliliğini göstermektedir. Her mezhebin kendi yorumu vardır ve bu yorumlar,
İslam’ın daha iyi anlaşılmasına katkı sağlamaktadır. Mezhepler, Müslümanların
birliğini sağlamaktadır. Her mezhep, kendi görüşlerini savunurken, diğer
mezheplerin görüşlerine saygı duymaktadır.
29) Zürâriyye, Ammâriyye, Ya’fûriyye, Cevâlikiyye ve
Süleyman el-Akta’nın grubu, İslam’ın erken dönemlerinde ortaya çıkmış ve kısa
sürede ortadan kaybolmuş küçük gruplardır. Bu gruplar, İslam’ın temel
ilkelerine farklı yorumlar getirmişlerdir ve bu nedenle diğer Müslümanlar
tarafından sapık olarak kabul edilmişlerdir.
* Zürâriyye, Hz. Ali’nin oğlu Muhammed ibn Hanefiyye’nin
takipçileridir. Onlar, Muhammed ibn Hanefiyye’nin imam olduğunu ve onun
ölümünden sonra imamlığın oğlu Hasan ibn Ali’ye geçtiğini savunmuşlardır.
* Ammâriyye, Hz. Ali’nin kölesi Ammar ibn Yasir’in
takipçileridir. Onlar, Ammar ibn Yasir’in imam olduğunu ve onun ölümünden sonra
imamlığın oğlu Abdullah ibn Ammar’a geçtiğini savunmuşlardır.
* Ya’fûriyye, Hz. Ali’nin dayısı Ya’fur ibn Abdülmenaf’ın
takipçileridir. Onlar, Ya’fur ibn Abdülmenaf’ın imam olduğunu ve onun ölümünden
sonra imamlığın oğlu Muhammed ibn Ya’fur’a geçtiğini savunmuşlardır.
* Cevâlikiyye, Hz. Ali’nin veziri Ka’b el-Ahbar’ın
takipçileridir. Onlar, Ka’b el-Ahbar’ın peygamber olduğunu ve onun ölümünden
sonra peygamberliğin oğlu Muhammed ibn Ka’b el-Ahbar’a geçtiğini
savunmuşlardır.
* Süleyman el-Akta’nın grubu, Süleyman el-Akta’nın
takipçileridir. Süleyman el-Akta, Hz. Ali’nin ordusunda bir komutan idi. O, Hz.
Ali’nin ölümünden sonra imamlığın kendinde olduğunu iddia etmiş ve bir grup
takipçi edinmiştir. Ancak, bu grup kısa sürede ortadan kaybolmuştur.
Bu grupların hepsi, İslam’ın temel ilkelerine farklı
yorumlar getirmişlerdir ve bu nedenle diğer Müslümanlar tarafından sapık olarak
kabul edilmişlerdir.
30) Hişam b. Hakem, 748-750 yılları arasında halifelik
yapmış olan Mehdi’nin veziridir. O, Ehlibeyt’in (Hz. Muhammed’in soyundan gelenler)
destekçisi ve Şiiliğin bir savunucusuydu. Hişam, Mehdi’nin halifeliğini ilan
etmesinde önemli bir rol oynadı ve ona siyasi ve askeri konularda danışmanlık
yaptı. Ayrıca, Mehdi’nin hilafeti döneminde İslam dünyasında Şiiliğin
yayılmasında önemli bir rol oynadı.
Hişam, 750 yılında Abbasiler tarafından devrilen Mehdi ile
birlikte öldürüldü. Ancak, onun çalışmaları Şiiliğin gelişmesinde önemli bir
rol oynadı ve bugün de Şii dünyasında saygı duyulan bir şahsiyettir.
Hişam, Ehlibeyt’in destekçisi olarak, onların haklarını
savunmak için mücadele etti. Ayrıca, onların öğretilerini yaymak için çalıştı
ve Şiiliğin temellerini attı. Hişam’ın çalışmaları, bugün de Şii dünyasında
önemli bir yere sahiptir.
Hişam, halife Mehdi’nin veziri olarak, onun hilafetini ilan
etmesinde önemli bir rol oynadı. Ayrıca, Mehdi’nin siyasi ve askeri konularda
danışmanlığını yaptı. Hişam’ın çalışmaları, Mehdi’nin hilafeti döneminde İslam
dünyasında Şiiliğin yayılmasında önemli bir rol oynadı.
Hişam, 750 yılında Abbasiler tarafından devrilen Mehdi ile
birlikte öldürüldü. Ancak, onun çalışmaları Şiiliğin gelişmesinde önemli bir
rol oynadı ve bugün de Şii dünyasında saygı duyulan bir şahsiyettir.
31) Musa Kazım ve Abdurrahman b. Haccâc arasında gerilimin
temel nedeni, Musa Kazım’ın Abbasi halifeleri tarafından tehdit olarak
görülmesiydi. Musa Kazım, altıncı imam olarak kabul edilen İmam Cafer
es-Sadik’in oğluydu. Abbasiler, Şiilerin Musa Kazım’ı halife olarak
görmelerinden korkuyordu. Bu nedenle, Musa Kazım’ı hapsetmek ve onu öldürmek
için çeşitli girişimlerde bulundular.
Hişam b. Hakem, Abbasi halifeleri tarafından Musa Kazım’ın
gözetimini yapmak için görevlendirilmişti. Hişam, Musa Kazım’a karşı ılımlı bir
tutum sergiledi ve onu korumaya çalıştı. Ancak, Hişam’ın çabaları yetersiz
kaldı ve Musa Kazım, 833 yılında hapsedildiği Bağdat’ta öldürüldü.
Hişam b. Hakem’in Musa Kazım’ın öldürülmesinde bir rolü olup
olmadığı kesin olarak bilinmemektedir. Ancak, Hişam’ın Musa Kazım’ın
öldürülmesini önlemek için yeterince çaba göstermediği iddia edilmiştir.
Musa Kazım’ın öldürülmesi, Şii dünyasında büyük bir infial
yarattı. Şiiler, Musa Kazım’ın öldürülmesini Abbasilerin bir suikast olarak
gördüler ve onu şehit olarak kabul ettiler. Musa Kazım’ın ölümünden sonra,
Şiiler Abbasi halifelerine karşı daha da öfkeli hale geldiler ve Şii-Abbasi
çatışması daha da şiddetlendi.
32) Hişam b. Hakem’e Mehdi’nin halifeliği döneminde konuşma
yasağının verilmesinin sebebi, onun Mehdi’nin otoritesini sorgulaması ve ona
karşı muhalefet etmesidir. Hişam, Mehdi’nin halifeliğinin meşruiyetini kabul
etmiyordu ve onu kendi yerine geçebilecek bir kişi olarak görüyordu. Ayrıca,
Mehdi’nin politikalarını eleştiriyordu ve onu İslam’ın temel ilkelerinden
uzaklaşmakla suçluyordu.
Yunus b. Abdurrahman, Mehdi’nin halifeliği döneminde
vezirlik yapmış bir kişidir. O, Hişam b. Hakem’in en büyük düşmanlarından
biriydi ve onu Mehdi’ye karşı komplo kurmakla suçluyordu. Yunus, Mehdi’ye
Hişam’ın konuşma yasağını vermesi için baskı yaptı ve Mehdi de bu baskılara
dayanamadı ve Hişam’a konuşma yasağı verdi.
Hişam b. Hakem ve Yunus b. Abdurrahman arasında uzun süredir
devam eden bir düşmanlık vardı. Bu düşmanlık, Mehdi’nin halifeliği döneminde
daha da şiddetlendi ve Hişam’ın konuşma yasağına kadar geldi. Hişam, konuşma
yasağı ile büyük bir darbe aldı ve etkisini önemli ölçüde kaybetti. Ancak,
Hişam’ın konuşma yasağı, onun Şii liderliği üzerindeki etkisini azaltamadı ve
o, Şii dünyasında önemli bir figür olarak kalmaya devam etti.
33) İmam Kazım (a.s)’ın halife Mehdi döneminde tutuklanmasının
birkaç nedeni vardır. Birincisi, Mehdi, İmam Kazım’ın (a.s) bir tehdit olarak
görmesinden korkuyordu. İmam Kazım (a.s), Mehdi’nin halifeliğinin meşruiyetini
sorguluyordu ve ona karşı muhalefet ediyordu. Ayrıca, İmam Kazım (a.s),
Mehdi’nin politikalarını eleştiriyordu ve onu İslam’ın temel ilkelerinden
uzaklaşmakla suçluyordu.
İkincisi, Mehdi, İmam Kazım’ın (a.s) Şiilerin lideri olarak
konumunu kaybetmesinden korkuyordu. İmam Kazım (a.s), Şiilerin büyük bir saygı
duyduğu ve ona bağlı olan bir liderdi. Mehdi, İmam Kazım’ın (a.s) öldürülmesi
durumunda Şiilerin onun yerine geçecek bir lider arayacağından korkuyordu.
Üçüncüsü, Mehdi, İmam Kazım’ın (a.s) halifeliği ele
geçirmesinden korkuyordu. İmam Kazım (a.s), Şiilerin onu halife olarak gördüğünü
biliyordu ve Mehdi, İmam Kazım’ın (a.s) halifeliği ele geçirmesini engellemek
için onu tutuklamayı seçti.
İmam Kazım (a.s), halife Mehdi döneminde yaklaşık 10 yıl
hapis yattı. 833 yılında hapishanede öldürüldü. Onun ölümünün sebebi kesin
olarak bilinmemektedir, ancak bazı kaynaklara göre zehirlenerek öldürüldüğü
iddia edilmiştir.
34) Maktül, Arapça kökenli bir kelime olup “öldürülen”
anlamına gelir. İslam tarihinde maktül kelimesi, özellikle halifeler ve diğer
önemli şahsiyetler için kullanılmıştır. Maktül kelimesi, bu şahsiyetlerin
öldürülmesi sonucunda ortaya çıkan siyasi ve dini krizlere de işaret eder.
Örneğin, Hz. Osman’ın öldürülmesi, İslam tarihinde önemli bir dönüm noktası
olmuştur ve bu olay sonucunda Müslümanlar arasında büyük bir ayrılık yaşanmıştır.
35) İmam Kazım’ın (a.s) dönemindeki en popüler taraftarları,
genellikle ilim ve hikmet sahibi kişilerdi. Bunlar, İmam Kazım’dan (a.s) dini
ve fıkhi konularda ders alırlar ve onun rehberliğinde İslami ilimleri
öğrenirlerdi. İmam Kazım’ın (a.s) taraftarları, genellikle dürüst, ahlaklı ve
yardımsever kişilerdi. Onlar, İmam Kazım’ın (a.s) öğretilerine göre yaşar ve
başkalarına da yardım ederlerdi.
İmam Kazım’ın (a.s) taraftarları, kendilerine muhalif olan
gruplara ve kişilere karşı genellikle hoşgörülü ve anlayışlı davranırlardı.
Onlar, muhaliflerini İslami ilimler konusunda eğitmeye ve onları doğru yola
sevk etmeye çalışırlardı. İmam Kazım’ın (a.s) taraftarları, genellikle şiddete
başvurmazlardı ve muhalifleriyle tartışma yoluyla sorunları çözmeye çalışırlardı.
İmam Kazım’ın (a.s) taraftarları, İslami ilimlerin korunması
ve yayılması için büyük çaba sarf ettiler. Onlar, İmam Kazım’dan (a.s)
öğrendikleri dini ve fıkhi bilgileri diğer insanlara öğrettiler ve İslami
ilimlerin gelişmesine katkıda bulundular. İmam Kazım’ın (a.s) taraftarları,
İslami ilimler konusundaki çalışmalarıyla İslam dünyasına önemli bir hizmet
sunmuşlardır.
İmam Kazım’ın (a.s) taraftarları arasında birçok ünlü kişi
vardı. Bunlardan bazıları şunlardır:
* Abdullah ibn Mübarek
* Hammad ibn Zeyd
* Abdurrahman ibn Abi Laila
* Yahya ibn Said el-Qattan
* Sa’d ibn abi Waqqas
* Abdul Rahman bin Abi Laila
Bu kişilerin hepsi, İmam Kazım’dan (a.s) dini ve fıkhi
konularda ders almış ve onun rehberliğinde İslami ilimleri öğrenmişlerdir.
Onlar, İmam Kazım’ın (a.s) öğretilerine göre yaşamış ve başkalarına da yardım
etmişlerdir. Kendilerine muhalif olan gruplara ve kişilere karşı genellikle
hoşgörülü ve anlayışlı davranmışlardır. Onlar, muhaliflerini İslami ilimler
konusunda eğitmeye ve onları doğru yola sevk etmeye çalışmışlardır. İmam
Kazım’ın (a.s) taraftarları, İslami ilimlerin korunması ve yayılması için büyük
çaba sarf etmişlerdir. Onlar, İmam Kazım’dan (a.s) öğrendikleri dini ve fıkhi
bilgileri diğer insanlara öğrettiler ve İslami ilimlerin gelişmesine katkıda
bulundular. İmam Kazım’ın (a.s) taraftarları, İslami ilimler konusundaki
çalışmalarıyla İslam dünyasına önemli bir hizmet sunmuşlardır.
36) Halife Mehdi’nin şehir ahalisine hac vesilesiyle
döneminde yaptığı bağışlar, kaynaklarda farklı miktarlarda gösterilmektedir.
Ancak, bu bağışların çok büyük miktarlarda olduğu ve hacılara büyük bir
kolaylık sağladığı bilinmektedir. Halife Mehdi’nin bu tavrı, onun cömert,
yardımsever ve halka karşı duyarlı bir kişilik olduğunu göstermektedir.
Halife Mehdi’nin hac bağışları, sadece maddi açıdan değil,
manevi açıdan da büyük bir öneme sahiptir. Hacılar, bu bağışlar sayesinde
ibadetlerini daha rahat bir şekilde yerine getirebilmektedir. Halife Mehdi’nin
bu bağışları, İslam’ın bir yardımlaşma ve paylaşma dini olduğunu
göstermektedir. Halife Mehdi, bu bağışlarla, İslam’ın bu temel mesajını tüm
dünyaya yaymayı amaçlamıştır.
Halife Mehdi’nin hac bağışları, onun İslam dünyasına yaptığı
büyük bir hizmettir. Bu bağışlar, hacıların ibadetlerini daha rahat bir şekilde
yerine getirmelerine yardımcı olmuştur. Halife Mehdi’nin bu bağışları, İslam’ın
bir yardımlaşma ve paylaşma dini olduğunu tüm dünyaya göstermiştir.
37) Musa b. Abdullah ve İmam Caferi Sadık (a.s)’ın da
isimlerinin geçtiği isyan, 145/762 yılında Abbasi halifesi Mansur’a karşı
başlatılan isyandır. İsyan, Musa b. Abdullah’ın Mehdi olduğunu iddia etmesi
üzerine başlatılmıştır. İsyan kısa sürede bastırılmakla birlikte, İmam Caferi
Sadık (a.s)’ın da bu isyana karıştığı iddia edilmiştir. İmam Caferi Sadık (a.s)
bu iddiaları reddetmiş ve isyana karışmadığını açıklamıştır. Ancak, İmam Caferi
Sadık (a.s)’ın bu isyanla bağlantısı olduğu iddiaları, onun Abbasi halifeliği
tarafından sık sık göz hapsinde tutulmasına neden olmuştur.
İsyan, Abbasi halifeliği için önemli bir tehdit
oluşturmuştur. Halife Mansur, isyanı bastırmak için büyük çaba sarf etmiştir.
İsyan, halifeliğin askeri ve siyasi gücünü zayıflatmış ve halifeliğin
prestijini düşürmüştür. İsyan, ayrıca halifeliğin Şii Müslümanlarla olan
ilişkilerini de gerginleştirmiştir.
38) El-Kâfi, Şii Müslümanların en önemli hadis
kaynaklarından biridir. Kitap, Muhammed B. Ya’qub el-Küleyni tarafından
yazılmıştır. El-Kâfi, iki ciltten oluşmaktadır. Birinci cilt, inançla ilgili
hadisleri içerir. İkinci cilt, ibadet, ahlak ve diğer konulardaki hadisleri
içerir.
El-Kâfi’de 12 imam hakkında çok sayıda hadis bulunmaktadır.
Bu hadisler, imamların kimlikleri, görevleri, nitelikleri ve imamet hakkında
bilgi vermektedir. El-Kâfi’de yer alan hadislere göre, imamlar, Allah
tarafından seçilmiş ve insanlara doğru yolu göstermek için gönderilmiş
kişilerdir. İmamlar, Kur’an’ın yorumcusu, İslam hukukunun uygulayıcısı ve
Müslümanların lideridir. İmamlar, her zaman doğruyu söyler ve Allah’ın
emirlerini yerine getirir.
El-Kâfi, 12 imam hakkındaki hadisleri, sistematik bir
şekilde ele almaktadır. Kitap, imamların kimlikleri, görevleri, nitelikleri ve
imamet hakkında ayrı ayrı bölümler oluşturmaktadır. El-Kâfi’de yer alan
hadislerin çoğu, güvenilir kaynaklardan alınmıştır. Kitap, Şii Müslümanların
imamet inancını desteklemek için önemli bir kaynaktır.
39) Hâşimî fetva, İslam hukukunda “Hâşimî” soyundan gelen
bir mufti veya alimin verdiği fetvaya verilen isimdir. Hâşimî soyu, Hz.
Muhammed’in amcası Hâşim’in soyundan gelen kişileri ifade eder. Bu nedenle, bu
fetvalar genellikle aile soyu ile ilişkilendirilir. Ancak, pratikte farklı
bölgelerde ve kültürlerde farklı anlamlar da taşıyabilir.
40) İmam Kazım (a.s)’ın Halife Mehdi döneminde tutuklanıp
Medine’de Bağdat’a götürülürken gördüğü vaziyet şu şekildedir:
İmam Kazım (a.s) Medine’de iken, Halife Mehdi tarafından
tutuklandı ve Bağdat’a götürüldü. İmam Kazım (a.s)’ın tutuklanması, Halife
Mehdi’nin onu, Müslümanlar arasında artan popülerliği nedeniyle engelleme
çabasıydı. İmam Kazım (a.s)’ın tutuklanması, Müslümanlar arasında büyük bir
üzüntüye neden oldu ve birçok kişi onu kurtarmak için harekete geçti.
İmam Kazım (a.s)’ın tutuklanmasında Medine ve Bağdat
şehirlerinin seçilmesinde şu gibi kasıtlar vardır:
* Medine, İslam’ın ilk başkentiydi ve Müslümanlar için
önemli bir şehirdi. İmam Kazım (a.s)’ın Medine’de tutuklanması, Müslümanların
ona olan sevgisini ve bağlılığını göstermek için bir fırsattı.
* Bağdat, Halife Mehdi’nin başkenti ve İslam dünyasının en
büyük şehriydi. İmam Kazım (a.s)’ın Bağdat’a götürülmesi, Halife Mehdi’nin onu,
Müslümanların en büyük şehrinde kontrol altında tutmak için bir çabasıydı.
İmam Kazım (a.s)’ın tutuklanması, ona karşı yapılan
zulümlerin sadece bir parçasıydı. İmam Kazım (a.s), 18 yıl boyunca hapsedildi ve
sonunda Abbasi halifesi Harun Reşid tarafından zehirlenerek öldürüldü.
İmam Kazım (a.s), 18 yıl boyunca hapsedildi ve bu süre
boyunca birçok zulüm gördü. Hapishanede, fiziksel ve psikolojik olarak işkence
gördü. Ayrıca, ona çok az yiyecek ve su verildi ve onu ziyaret etmelerine izin
verilmeyen birçok arkadaşı ve akrabası vardı.
Buna rağmen, İmam Kazım (a.s), hapishanede bile İslam’ı
yaymaya devam etti. O, birçok öğrenci yetiştirdi ve onlara İslam hakkında
öğretti. Ayrıca, Halife Mehdi ve Abbasi halifelerine karşı birçok protesto
düzenledi.
İmam Kazım (a.s), 18 yıl boyunca hapishanede yaşadı ve
sonunda Abbasi halifesi Harun Reşid tarafından zehirlenerek öldürüldü. Ölümü,
Müslümanlar arasında büyük bir üzüntüye neden oldu ve birçok kişi onu kurtarmak
için harekete geçti.
İmam Kazım (a.s), İslam’ın altıncı imamıdır ve Şii
Müslümanlar tarafından çok saygı duyulur. O, bir alim, bir mütefekkir ve bir
mücahitti. O, İslam’ı yaymak ve Müslümanların haklarını savunmak için hayatını
adadı.
41) İmam Kazım (a.s)’ın tutuklanmasıyla zındıkların alakası,
Abbasi halifelerinin onu, zındıkların lideri olarak görmeleridir. Abbasi
halifeleri, İmam Kazım (a.s)’ın, Müslümanlar arasında çok popüler olduğunu ve
onu, kendi iktidarlarını tehdit olarak gördüklerini düşünüyorlardı. Bu nedenle,
İmam Kazım (a.s)’ı, zındıkların lideri olarak suçladılar ve onu tutukladılar.
İmam Kazım (a.s) ise, her zaman zındıklıkla mücadele
etmiştir. O, zındıkların, İslam’ın gerçek öğretilerini saptırdıklarını ve
Müslümanların aklını çelmeye çalıştıklarını savunmuştur. İmam Kazım (a.s)’ın bu
mücadelesi, Abbasi halifelerinin ondan daha da korkmasına neden olmuştur. Bu
nedenle, İmam Kazım (a.s)’ı, zındıkların lideri olarak suçladılar ve onu
tutukladılar.
İmam Kazım (a.s)’ın tutuklanması, Müslümanlar arasında büyük
bir üzüntüye neden oldu. Birçok insan, İmam Kazım (a.s)’ın tutuklanmasına karşı
protestolar düzenledi. Ancak, Abbasi halifeleri, protestolara rağmen İmam Kazım
(a.s)’ı serbest bırakmadı. İmam Kazım (a.s), 18 yıl boyunca hapsedildi ve sonunda
Abbasi halifesi Harun Reşid tarafından zehirlenerek öldürüldü.
42) Halife Mehdi, “Eğer işbaşına gelirseniz, yeryüzünde
bozgunculuk çıkarır, akrabalık bağlarını koparır mıydınız?” ayetini okuyunca,
büyük bir şaşkınlık ve üzüntüye kapıldı. Bu ayet, onun için çok önemliydi çünkü
İslam’ın temel ilkelerinden birini temsil ediyordu. Bu ayet, Müslümanların,
yeryüzünde barış ve huzuru sağlamak için çabalamaları gerektiğini ve akrabalık
bağlarını koparmamaları gerektiğini söylüyordu.
Halife Mehdi, bu ayeti okuyunca, kendi hayatını ve
davranışlarını yeniden gözden geçirdi. Kendisinin, İslam’ın temel ilkelerine
uygun bir şekilde davranıp davranmadığını sorguladı. Kendisinin, yeryüzünde
barış ve huzuru sağlamak için çabalayıp çabalamadığını sorguladı. Kendisinin,
akrabalık bağlarını koparıp koparmadığını sorguladı.
Halife Mehdi, bu ayeti okuyunca, kendi hayatında önemli
değişiklikler yaptı. Kendisinin, yeryüzünde barış ve huzuru sağlamak için daha
fazla çabalamaya karar verdi. Kendisinin, akrabalık bağlarını koparmamak için
daha fazla çabalamaya karar verdi. Kendisinin, İslam’ın temel ilkelerine uygun
bir şekilde yaşamaya karar verdi.
Halife Mehdi’nin bu kararları, Müslümanlar arasında büyük
bir etki yarattı. Müslümanlar, Halife Mehdi’nin bu kararlarını takdir ettiler
ve ona destek verdiler. Halife Mehdi’nin bu kararları, İslam’ın yeryüzünde
yayılmasına ve İslam’ın temel ilkelerinin daha iyi anlaşılmasına yardımcı oldu.
43) Musa al-Hadi, Halife Mehdi’nin oğludur ve onun yerine
Abbasi Halifesi olarak geçmiştir. Musa al-Hadi, on iki İmam inancına karşı
olmuş ve Şiilik tarafından kabul edilmemiştir. Babası Halife Mehdi ise on iki
İmam inancına sahip olan İsmailiyye Şiiliğini yaymak için çaba göstermiştir.
Babası Halife Mehdi ve dedesi Halife Harun Reşid arasındaki
benzerlikler, ikisinin de Abbasi Halifesi olmaları ve İslam İmparatorluğu’nu
yönetmeye çalışmalarıdır. Ancak, farklılıklar da vardır; örneğin, Halife Mehdi
Şii İslam’ının temsilcisi olarak kabul edilirken, Harun Reşid daha çok Abbasi
gücünün zirvesini temsil eder.
44) Hüseyin b. Ali, Musa el-Hâdi döneminde çıkardığı isyanı
bastırıldıktan sonra Sâhibü’l-Fah lakabıyla anılmaya başlandı. Fah, “yüksek
dağ” anlamına gelir ve Hüseyin b. Ali’nin isyanının yüksek bir dağ gibi zorlu
ve çetin olmasından dolayı bu lakabı almıştır.
Hüseyin b. Ali, 810 yılında doğdu ve 838 yılında isyanı
bastırıldıktan sonra öldürüldü. İsyanı sırasında, Abbasi halifesine karşı
savaştı ve birçok şehir ve kaleyi ele geçirdi. Ancak, Abbasi ordusu tarafından
yenildi ve öldürüldü.
Hüseyin b. Ali’nin isyanı, Ehlibeyt isyanlarının en önemli
isyanı olarak kabul edilir. Bu isyan, Abbasi halifeliğine karşı önemli bir
meydan okumaydı ve isyanı bastırmak için Abbasi ordusu büyük bir güç kullanmak
zorunda kaldı.
45) Yazı, Ehlibeyt ve İslamiyet açısından tarihsel olarak
önemli bir olay olan “Hüseyin b. Ali’nin isyanı” hakkındadır. Bu isyan, Hz.
Hasan’ın torunlarından Sâhibü’l-Fah (Fah’ın komutanı) lakabıyla ünlü Hüseyin b.
Ali tarafından 838 yılında başlatılmıştır. İsyan, Abbasi halifeliği tarafından
bastırılmış ve Hüseyin b. Ali öldürülmüştür.
Yazıda, Hüseyin b. Ali’nin isyanının nedeni olarak, Medine
valisi Ömer b. Abdülaziz el-Ömerî’nin, Muhammed en-Nefsü’z-Zekiyye’nin oğlu
Ebû’z-Zift Hasan b. Muhammed’i ve bazı arkadaşlarını içki âlemi yapmak
suçlamasıyla tutuklatmasıdır. Tutuklular işledikleri suçun şer’i cezası olarak
dövdüler. Ayrıca boyunlarına urgan geçirilerek Medine caddelerinde teşhir
edildiler. Bu hadise Ehl-i Beyt mensuplarını hayli üzmüş ve bir o kadar da
utandırmıştır.
Yazıda ayrıca, Hüseyin b. Ali’nin isyanının Ehlibeyt’in
halifeliği hak iddia ettiği bir döneme denk geldiği belirtilmektedir. Bu isyan,
Abbasi halifeliğinin Ehlibeyt’in halifelik iddiasını kabul etmediğini ve
Ehlibeyt’i baskı altına almak istediğini göstermektedir.
Hüseyin b. Ali’nin isyanı, Ehlibeyt ve İslamiyet açısından
tarihsel olarak önemli bir olaydır. Bu isyan, Abbasi halifeliği ile Ehlibeyt
arasındaki mücadelenin bir göstergesidir. Bu isyan, ayrıca Ehlibeyt’in
halifelik iddiasını da göstermektedir.
Hüseyin b. Ali’nin isyanı, Abbasi halifeliği ile Ehlibeyt
arasındaki mücadelenin bir göstergesidir. Bu isyan, ayrıca Ehlibeyt’in
halifelik iddiasını da göstermektedir.
Abbasi halifeliği, 750 yılında Emeviler’i yıkarak iktidara
gelmiştir. Abbasiler, İslam’ın ilk halifeleri olan Ebu Bekir, Ömer, Osman ve
Ali’nin soyundan geldiklerini iddia ediyorlardı. Ehlibeyt ise, Hz. Muhammed’in
kızı Fatma ve Hz. Ali’nin soyundan gelenlerdi. Ehlibeyt, Hz. Muhammed’in gerçek
halifelerinin kendileri olduğunu iddia ediyorlardı.
Hüseyin b. Ali, Hz. Ali’nin torunuydu. Hüseyin b. Ali,
Abbasi halifeliği tarafından halife olarak kabul edilmedi. Hüseyin b. Ali, 838
yılında isyan başlattı ve Abbasi halifeliğini yıkmaya çalıştı. Ancak, Hüseyin
b. Ali’nin isyanı başarısız oldu ve Hüseyin b. Ali öldürüldü.
Hüseyin b. Ali’nin isyanı, Ehlibeyt ve Abbasi halifeliği
arasındaki mücadelenin bir göstergesidir. Bu isyan, ayrıca Ehlibeyt’in
halifelik iddiasını da göstermektedir. Hüseyin b. Ali’nin isyanı, günümüzde de
Şii Müslümanlar tarafından hatırlanmaktadır. Şii Müslümanlar, Hüseyin b. Ali’yi
bir şehit olarak görmektedir.
46) Ebû’z-Zift, Muhammed en-Nefsü’z-Zekiyye’nin oğludur.
Muhammed en-Nefsü’z-Zekiyye, 740 yılında Abbasi halifeliği tarafından halife
olarak ilan edilmiş, ancak kısa süre sonra Abbasiler tarafından yenilgiye
uğratılmış ve öldürülmüştür. Ebû’z-Zift, babasının ölümünden sonra Ehlibeyt’in
halifelik iddiasını sürdürmüştür.
Hüseyin b. Ali, Ebû’z-Zift’in akrabasıdır. Hüseyin b. Ali,
838 yılında isyan başlatmış ve Abbasi halifeliğini yıkmaya çalışmıştır. Hüseyin
b. Ali’nin isyanında, Ebû’z-Zift de yer almıştır.
Medine valisi Ömer b. Abdülaziz el-Ömerî, Abbasi halifeliği
tarafından Hüseyin b. Ali’ye karşı savaşmak için görevlendirilmiştir. Ömer b.
Abdülaziz el-Ömerî, Hüseyin b. Ali ile görüşmek için Medine’ye gelmiştir. Bu
görüşme sırasında, Ömer b. Abdülaziz el-Ömerî, Hüseyin b. Ali’den Ebû’z-Zift’i
teslim etmesini istemiştir. Hüseyin b. Ali, Ebû’z-Zift’i teslim etmeyi
reddetmiştir.
Ömer b. Abdülaziz el-Ömerî, Hüseyin b. Ali’nin isyanını
bastırmak için Medine’ye bir ordu göndermiştir. Bu ordu, Hüseyin b. Ali’nin
ordusunu yenilgiye uğratmış ve Hüseyin b. Ali öldürülmüştür. Ebû’z-Zift de bu
savaşta öldürülmüştür.
Ebû’z-Zift’in, Hüseyin b. Ali ile Ömer b. Abdülaziz el-Ömerî
arasında bir anlaşmazlık konusu olması, onun Ehlibeyt’in halifelik iddiasını
sürdüren bir kişi olmasından kaynaklanmaktadır. Ömer b. Abdülaziz el-Ömerî,
Abbasi halifeliğini korumak için Ebû’z-Zift’in yakalanmasını istemiştir.
Hüseyin b. Ali ise, Ebû’z-Zift’i teslim etmeyi reddetmiştir. Bu anlaşmazlık,
Hüseyin b. Ali’nin isyanının başlamasına neden olmuştur.
47) On iki imamdan sadece dördü kendilerine ve dostlarına
zulmedenlere karşı isyan etmiştir. Bunlar:
* Ali b. Ebu Talib
* Hasan b. Ali
* Hüseyin b. Ali
* Zeynelabidin b. Ali
Diğer imamlar, isyan yerine zulmeden kişilerle anlaşma
yolunu seçmişlerdir. Bu anlaşmalar genellikle, imamların zulümden uzak bir
hayat sürmelerine ve dini yaymalarına izin vermiştir.
İmamların isyan etmemelerinin bazı nedenleri şunlardır:
* Zulmeden kişilerin çok güçlü olması
* İsyanın halkın zarar görmesine neden olması
* İsyanın imamların dinî görevlerini yerine getirmelerine
engel olması
İmamların anlaşma yolunu seçmelerinin bazı nedenleri ise
şunlardır:
* Zulmeden kişilerin daha fazla zulüm etmesini engellemek
* Halkın zarar görmesini önlemek
* Dini yayma imkânını elde etmek
48) 12 Masum İmam, İslam tarihinde önemli bir yere sahiptir.
Onlar, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) soyundan gelen ve İslam’ın en önemli
alimlerindendir. Abbasiler, İmamları siyasi bir tehdit olarak gördükleri için
onlara zulüm ettiler. İmamlar, iftiralar atıldı, zehirlendi, öldürüldü ve
sürgün edildi. Bu zulümler, Ehlibeyt’in durumunu olumsuz etkiledi. Ehlibeyt,
Abbasiler tarafından baskı altına alındı ve onların siyasi gücünü kaybetti.
Ancak, İmamların öğretileri ve mesajları, günümüze kadar ulaşmıştır. Aleviler,
İmamları Hz. Muhammed’in (s.a.v.) gerçek halefleri olarak görmektedir. Onlar,
İmamların öğretilerini takip ederek, İslam’ın doğru yolunu bulmaya çalışmaktadır.
Eğer 12 Masum İmam, Abbasiler tarafından zulüm görmeseydi,
Ehlibeyt’in durumu çok daha farklı olurdu. İmamlar, İslam dünyasında önemli bir
siyasi ve dini güç olurdu. Onlar, İslam’ın doğru yolunu göstermek için çalışır
ve Müslümanların birliğini sağlardı.
49) Abbasilerin, Yezid ve Muaviye’nin ve diğer Ehlibeyt
düşmanı kişilerin, devletlerin tarihte Ehlibeyt’e ve taraftarlarına karşı
eziyetleri, baskıları ilk olarak Şii tarihçi Şeyh Saduk konu edinmiştir. Şeyh
Saduk, 848 yılında doğmuş ve 941 yılında ölmüştür. O, Ehlibeyt’in soyundan
gelmektedir ve birçok önemli eser yazmıştır. Şeyh Saduk’un en önemli
eserlerinden biri olan “Tarihu Ehlibeyt” adlı eser, Abbasilerin, Yezid ve
Muaviye’nin ve diğer Ehlibeyt düşmanı kişilerin, devletlerin tarihte Ehlibeyt’e
ve taraftarlarına karşı eziyetleri, baskıları hakkında ayrıntılı bilgiler
vermektedir.
Şeyh Saduk, o zamanları delil göstererek anlatmış ve
açıklamıştır. Bu deliller arasında şunlar yer almaktadır:
* Kur’an-ı Kerim’den ayetler
* Hadis-i şerifler
* Ehlibeyt’in sözlerinden alıntılar
* Tarihi belgeler
Şeyh Saduk’un bu eseri, Ehlibeyt’e ve taraftarlarına karşı
yapılan zulüm ve baskıların gerçek yüzünü ortaya koymaktadır. Bu eser, aynı
zamanda Ehlibeyt’in hak ve hukukunu savunmaktadır.
50) Hüseyin b. Ali, İmam Kazım (a.s)’a Abbasi halifesi Harun
Reşid’in adına valilik teklif etti. İmam Kazım (a.s) bu teklifi kabul etmedi
çünkü Abbasi halifelerinin zalim ve adaletsiz olduğunu biliyordu. Ayrıca,
valilik makamının İslami ilimlere ve Müslümanlara hizmet etmek için değil,
kişisel çıkarlar için kullanıldığını biliyordu.
51) Fah mevkii, Ehlibeyt’in Abbasilere karşı isyanında
önemli bir yere sahipti. Fah, Irak’ın kuzeyinde bulunan bir şehirdi ve
Abbasiler tarafından kuşatıldığında, Ehlibeyt’in destekçileri burada
toplandılar. Ehlibeyt’in komutanı Muhammed b. Abdullah el-Mehdi, Fah’dan
Abbasilere karşı savaştı, ancak yenildi ve öldürüldü. Fah’ın yenilgisi,
Ehlibeyt’in Abbasilere karşı isyanının sonu oldu.
Fah’ın yenilgisi, Ehlibeyt’in Abbasilere karşı isyanının sonu
olsa da, Ehlibeyt’in mücadelesi devam etti. Ehlibeyt, Abbasilerin zulmüne karşı
halkı eğitmeye ve direnmeye devam etti. Ehlibeyt’in mücadelesi, İslam tarihinde
önemli bir yere sahiptir ve bugün de devam etmektedir.
52) Hüseyin b. Ali, Hz. Muhammed’in torunu ve Hz. Ali ile
Hz. Fatıma’nın oğludur. Hz. Hasan’ın ölümünden sonra, kendisinin İslam
halifesinin meşru varisi olduğuna inanmıştır. 169/786 yılında, Abbasi halifesi
Hâdî-İlelhak’a karşı isyan etmiştir. Hüseyin’in isyanı, Fah mevkiinde Abbasi
ordusu tarafından bastırılmıştır. Hüseyin ve isyancıları, Abbasi ordusu
tarafından yenilmiş ve öldürülmüştür. Hüseyin’in kesik başı, Hâdî-İlelhak’a
gönderilmiştir.
Hüseyin’in isyanı, Şia Müslümanlar tarafından büyük bir
trajedi olarak kabul edilmektedir. Şia Müslümanlar, Hüseyin’i İslam şehidi
olarak kabul etmektedir. Hüseyin’in isyanı, Şia Müslümanların Abbasiler
karşıtlığının temelini oluşturmuştur.
Hüseyin’in isyanının sonuçları, İslam tarihinde önemli bir
yere sahiptir. Hüseyin’in isyanı, Şia Müslümanların Abbasiler karşıtlığının
temelini oluşturmuştur. Ayrıca, Hüseyin’in isyanı, İslam dünyasında siyasi ve
dini bölünmeye yol açmıştır.
Hüseyin b. Ali’nin isyanı, İslam tarihinde önemli bir dönüm
noktasıydı. Hüseyin, Hz. Muhammed’in torunu ve Hz. Ali ile Hz. Fatıma’nın
oğluydu. Hz. Hasan’ın ölümünden sonra, kendisinin İslam halifesinin meşru
varisi olduğuna inanmıştır. 169/786 yılında, Abbasi halifesi Hâdî-İlelhak’a
karşı isyan etmiştir. Hüseyin’in isyanı, Fah mevkiinde Abbasi ordusu tarafından
bastırılmıştır. Hüseyin ve isyancıları, Abbasi ordusu tarafından yenilmiş ve
öldürülmüştür. Hüseyin’in kesik başı, Hâdî-İlelhak’a gönderilmiştir.
Hüseyin’in isyanı, Şia Müslümanlar tarafından büyük bir
trajedi olarak kabul edilmektedir. Şia Müslümanlar, Hüseyin’i İslam şehidi
olarak kabul etmektedir. Hüseyin’in isyanı, Şia Müslümanların Abbasiler
karşıtlığının temelini oluşturmuştur.
Hüseyin’in isyanının sonuçları, İslam tarihinde önemli bir
yere sahiptir. Hüseyin’in isyanı, Şia Müslümanların Abbasiler karşıtlığının
temelini oluşturmuştur. Ayrıca, Hüseyin’in isyanı, İslam dünyasında siyasi ve
dini bölünmeye yol açmıştır.
Hüseyin’in isyanı, İslam tarihinde önemli bir dönüm
noktasıdır. Hüseyin’in isyanı, Şia Müslümanların Abbasiler karşıtlığının
temelini oluşturmuştur. Ayrıca, Hüseyin’in isyanı, İslam dünyasında siyasi ve
dini bölünmeye yol açmıştır.
Hüseyin’in isyanının geniş plandan bakıldığındaki gelişimi,
aşağıdaki gibidir:
* Hz. Muhammed’in ölümünden sonra, İslam dünyasında siyasi
bir kriz ortaya çıkmıştır. Hz. Muhammed’in yerine kim geçeceği konusunda bir
anlaşmazlık vardır.
* Hz. Muhammed’in amcası Ebu Bekir, ilk halife olarak
seçilir. Ebu Bekir’in ölümünden sonra, yerine Hz. Ömer seçilir. Hz. Ömer’in
ölümünden sonra, yerine Hz. Osman seçilir.
* Hz. Osman’ın yönetimine karşı bir muhalefet ortaya çıkar.
Hz. Osman, 656 yılında bir grup muhalif tarafından öldürülür.
* Hz. Osman’ın ölümünden sonra, Hz. Ali halife seçilir. Hz.
Ali’nin yönetimine karşı da bir muhalefet ortaya çıkar. Hz. Ali ile muhalifler
arasında 656-661 yılları arasında iç savaş yaşanır.
* 661 yılında, Hz. Ali, Muaviye tarafından öldürülür.
Muaviye, Emevi halifeliğinin kurucusu olur.
53) Abbasi ile Ehlibeyt’in mücadelesi döneminde rivayetler
yazan, kitaplaştıran dönemin meşhur tarihçileri İsfehânî gibi yazarlar, bu
rivayetleri çeşitli kaynaklara dayanarak yazıyorlardı. Bu kaynaklar arasında:
* Kur’an
* Hadis
* Sahih-i Buhari
* Sahih-i Müslim
* Sunen-i Ebu Davud
* Sunen-i Tirmizi
* Sunen-i Nesai
* Mustadrak al-Hakim
* Musnad Ahmed bin Hanbel
* Tarih al-Tabari
* Tarih al-Ya’qubi
* Tarikh al-Dhahabi
* Tarikh al-Fakhri
Bu yazarlar, rivayetlerin doğruluğunun tespitinde çeşitli
yöntemler kullanıyorlardı. Bu yöntemler arasında:
* Rivayetin râvilerinin güvenilirliği
* Rivayetin metni
* Rivayetin sened (nakil zinciri)
* Rivayetin diğer kaynaklarla karşılaştırılması
Bu yazarlar, rivayetlerin doğruluğunun tespitinde oldukça
titiz davranıyorlardı. Ancak, her zaman doğruluğu kesin olarak tespit
edilemeyen rivayetler de mevcuttur.
Sahih-i Buhari,
İslamiyet’in en güvenilir hadis kaynaklarından biridir. Bu kitap, 7. Yüzyılda
yaşamış olan Muhammed bin İsmail Buhari tarafından yazılmıştır. Buhari, bu
kitapta, Peygamber Muhammed’in hadislerini toplamış ve bunları konularına göre
sınıflandırmıştır. Sahih-i Buhari, 97 bab ve 7562 hadisten oluşmaktadır.
Sahih-i Buhari, İslam hukuku ve fıkhının temel
kaynaklarından biridir. Bu kitapta yer alan hadisler, İslam hukukunun birçok
alanında kaynak olarak kullanılmaktadır. Sahih-i Buhari, aynı zamanda İslam
ahlakının ve İslam kültürünün önemli bir kaynağıdır. Bu kitapta yer alan
hadisler, İslam ahlakının temel prensiplerini ve İslam kültürünün zenginliğini
yansıtmaktadır.
Sahih-i Buhari, İslam dünyasında çok büyük bir öneme
sahiptir. Bu kitap, İslam hukuku, fıkıh, ahlak ve kültür alanındaki çalışmalar
için temel kaynak olarak kullanılmaktadır. Sahih-i Buhari, aynı zamanda İslam
dünyasının en çok okunan kitaplarından biridir.
Sahih-i Müslim, İslamiyet’in en güvenilir hadis
kaynaklarından biridir. Bu kitap, 8. Yüzyılda yaşamış olan Muhammed bin Muslim
el-Neysaburi tarafından yazılmıştır. Müslim, bu kitapta, Peygamber Muhammed’in
hadislerini toplamış ve bunları konularına göre sınıflandırmıştır. Sahih-i
Müslim, 74 bab ve 3033 hadisden oluşmaktadır.
Sahih-i Müslim, İslam hukuku ve fıkhının temel
kaynaklarından biridir. Bu kitapta yer alan hadisler, İslam hukukunun birçok
alanında kaynak olarak kullanılmaktadır. Sahih-i Müslim, aynı zamanda İslam
ahlakının ve İslam kültürünün önemli bir kaynağıdır. Bu kitapta yer alan
hadisler, İslam ahlakının temel prensiplerini ve İslam kültürünün zenginliğini
yansıtmaktadır.
Sahih-i Müslim, İslam dünyasında çok büyük bir öneme
sahiptir. Bu kitap, İslam hukuku, fıkıh, ahlak ve kültür alanındaki çalışmalar
için temel kaynak olarak kullanılmaktadır. Sahih-i Müslim, aynı zamanda İslam
dünyasının en çok okunan kitaplarından biridir.
Sahih-i Müslim ve Sahih-i Buhari, İslam dünyasında en
güvenilir hadis kaynaklarından ikisidir. Bu iki kitapta yer alan hadisler,
İslam hukuku, fıkıh, ahlak ve kültür alanındaki çalışmalar için temel kaynak
olarak kullanılmaktadır.
Sunen-i Ebu Davud
İslam’ın en önemli kaynaklarından biridir. Peygamber Muhammed’in (sav)
söz, fiil ve takrirlerinden oluşan hadisleri, İslam hukukunun, ahlakının ve
kültürünün temelini oluşturur. Hadisler, Kur’an’ın açık olmayan hükümlerini
açıklamak, İslam’ın temel prensiplerini ortaya koymak ve Müslümanların günlük
hayatlarında karşılaştıkları problemlere çözüm bulmak için kullanılmaktadır.
Hadisler, İslam dünyasında çok büyük bir öneme sahiptir.
Hadisler, İslam hukuku, fıkıh, ahlak ve kültür alanındaki çalışmalar için temel
kaynak olarak kullanılmaktadır. Hadisler, aynı zamanda Müslümanların günlük
hayatlarında rehberlik ve yol gösterici olarak kullanılmaktadır.
Hadisler, İslam’ın en önemli kaynaklarından biri olmakla
birlikte, aynı zamanda en tartışmalı konularından biridir. Hadislerin
güvenilirliği, rivayet zincirleri, muhtevası ve yorumlanması gibi konularda
farklı görüşler vardır. Bu nedenle, hadislerin doğru bir şekilde anlaşılması ve
yorumlanması için İslam ilimlerinin temellerini bilmek gerekir.
Hadisler, İslam’ın en önemli kaynaklarından biri olmakla
birlikte, aynı zamanda en zengin kaynaklarından biridir. Hadisler, İslam’ın
temel prensiplerini, ahlakını ve kültürünü yansıtmaktadır. Hadisler, aynı
zamanda Müslümanların günlük hayatlarında karşılaştıkları problemlere çözüm
bulmak için kullanılmaktadır. Hadisler, İslam dünyasında çok büyük bir öneme
sahiptir.
Sunan-ı Tirmizi, İslamiyet’in en önemli hadis kaynaklarından
biridir. Bu kitap, 9. Yüzyılda yaşamış olan Ebu Îsâ Muhammed bin Îsâ et-Tirmîzî
tarafından yazılmıştır. Tirmîzî, bu kitapta, Peygamber Muhammed’in hadislerini
toplamış ve bunları konularına göre sınıflandırmıştır. Sunan-ı Tirmizi, 39 bab
ve 5371 hadisden oluşmaktadır.
Sunan-ı Tirmizi, İslam hukuku ve fıkhının temel
kaynaklarından biridir. Bu kitapta yer alan hadisler, İslam hukukunun birçok
alanında kaynak olarak kullanılmaktadır. Sunan-ı Tirmizi, aynı zamanda İslam
ahlakının ve İslam kültürünün önemli bir kaynağıdır. Bu kitapta yer alan
hadisler, İslam ahlakının temel prensiplerini ve İslam kültürünün zenginliğini
yansıtmaktadır.
Sunan-ı Tirmizi, İslam dünyasında çok büyük bir öneme
sahiptir. Bu kitap, İslam hukuku, fıkıh, ahlak ve kültür alanındaki çalışmalar
için temel kaynak olarak kullanılmaktadır. Sunan-ı Tirmizi, aynı zamanda İslam
dünyasının en çok okunan kitaplarından biridir.
Sunan-ı Tirmizi, İslam dünyasında en önemli hadis
kaynaklarından dördüncüsüdür. Bu kitap, Sahih-i Buhari, Sahih-i Müslim ve
Sunan-ı Ebu Davud ile birlikte Kütüb-i Sitte’nin bir parçasıdır. Kütüb-i Sitte,
İslam dünyasında en güvenilir hadis kaynaklarından biridir.
54) Sarî b. Abdullah, 7. Yüzyılda yaşamış olan bir
sahabedir. Mekke’de doğmuş ve İslam’ın ilk dönemlerinde Müslüman olmuştur. Sarî
b. Abdullah, Hz. Ali’nin yakın dostlarından biri olup, onunla birlikte birçok
savaşa katılmıştır. Ayrıca, Hz. Ali’nin halifeliği döneminde onun yanında
önemli görevler üstlenmiştir.
Sarî b. Abdullah, cesur, zeki ve kararlı bir kişiliğe
sahipti. Hz. Ali’ye olan bağlılığı çok büyüktü ve onun için her türlü
fedakarlığı yapmaya hazırdı. Sarî b. Abdullah, Hz. Ali’nin halifeliği döneminde
birçok zorlukla karşılaşmış olsa da, her zaman onun yanında olmuştur.
Sarî b. Abdullah, Hz. Ali’nin şehit edilmesinden sonra da
mücadelesine devam etmiş ve onun yolundan gitmiştir. Sarî b. Abdullah, 710
yılında Kufe’de vefat etmiştir.
Sarî b. Abdullah, Ehlibeyt döneminde öne çıktığı olaylar
şunlardır:
* Hz. Ali’nin yanında Kûfe’ye gidip, onunla birlikte Cemel
ve Sıffin savaşlarına katılması.
* Hz. Ali’nin halifeliği döneminde Kufe’nin valisi olması.
* Hz. Ali’nin şehit edilmesinden sonra onun oğlu Hz.
Hasan’ın yanında mücadele etmesi.
Sarî b. Abdullah, Ehlibeyt döneminde önemli bir rol oynamış
ve Hz. Ali’nin yanında her türlü fedakarlığı yapmaya hazır bir sahabe olmuştur.
55) Ali b. Yaktîn, 8. Yüzyılda yaşamış olan bir generaldir.
Berber asıllı olan Ali b. Yaktîn, 750 yılında Abbasilerin iktidara gelmesine
yardımcı olmuştur. Abbasiler iktidara geldikten sonra, Ali b. Yaktîn, onların
en önemli generallerinden biri olmuştur.
Ali b. Yaktîn, 751 yılında Talas Savaşı’nda Çinlilere karşı
kazandığı zafer ile dikkat çekmiştir. Bu zafer ile Abbasiler, Orta Asya’da
önemli bir güç haline gelmiştir. Ali b. Yaktîn, 758 yılında Bizanslılara karşı
kazandığı zafer ile de dikkat çekmiştir. Bu zafer ile Abbasiler, Bizans’ın
Suriye ve Mısır’daki topraklarını ele geçirmiştir.
Ali b. Yaktîn, Abbasiler üzerinde önemli bir etkiye sahip
olmuştur. O, Abbasilerin iktidara gelmesine yardımcı olmuş ve onların en önemli
generallerinden biri olmuştur. Ali b. Yaktîn, Abbasilerin Orta Asya ve Bizans’a
karşı kazandığı zaferlerde önemli bir rol oynamıştır.
Ali b. Yaktîn, Ehlibeyt üzerinde de önemli bir etkiye sahip
olmuştur. O, Ehlibeyt’in Abbasiler tarafından zulüm görmesini engellemeye
çalışmıştır. Ali b. Yaktîn, Ehlibeyt’in birçok üyesini korumuş ve onlara yardım
etmiştir.
Ali b. Yaktîn, 776 yılında vefat etmiştir. O, Abbasiler ve
Ehlibeyt için önemli bir şahsiyet olmuştur.
56) Hayzurân, Abbasi halifesi Harun Reşid’in (786-809)
cariyesi ve daha sonra eşiydi. O, İranlı bir esir olarak doğdu ve Harun Reşid
tarafından satın alındı. Hayzurân, Harun Reşid’in en sevdiği cariyesi oldu ve
ondan birkaç çocuğu oldu. Hayzurân, Harun Reşid’in ölümünden sonra da siyasi
olarak aktif kaldı ve oğlu Memun’un (813-833) halifeliği döneminde önemli bir
rol oynadı.
57) Hayzurân, Abbasi halifesi Harun Reşid’in eşi ve
Abbasilerin en güçlü kadınlarından biriydi. İmam Musa-i Kazım (a.s), Hayzurân’ın
oğlu Muhammed Emin’in öğretmeniydi. Hayzurân, İmam Musa-i Kazım (a.s)’ın
ilminden ve hikmetinden çok etkilendi ve ona büyük saygı duymaya başladı.
Hayzurân’ın İmam Musa-i Kazım (a.s) ile tanışması, Abbasi
devleti ve Ehlibeyt adına gelecekte ki gidişatı önemli ölçüde etkiledi.
Hayzurân, İmam Musa-i Kazım (a.s)’ın öğretilerini oğlu Muhammed Emin’e aktardı
ve Muhammed Emin, babasının ölümünden sonra Abbasi halifeliğine geçti. Muhammed
Emin’in halifeliği döneminde, İmam Musa-i Kazım (a.s)’ın öğretileri Abbasi
devleti içinde yaygınlaştı ve Ehlibeyt’in nüfuzunun artmasına katkıda bulundu.
Hayzurân’ın İmam Musa-i Kazım (a.s) ile tanışmasının Abbasi
devleti ve Ehlibeyt adına gelecekte ki gidişatı şekillendirmesi, şu şekilde
olmuştur:
* Hayzurân, İmam Musa-i Kazım (a.s)’ın öğretilerini oğlu
Muhammed Emin’e aktardı ve Muhammed Emin, babasının ölümünden sonra Abbasi
halifeliğine geçti. Muhammed Emin’in halifeliği döneminde, İmam Musa-i Kazım
(a.s)’ın öğretileri Abbasi devleti içinde yaygınlaştı ve Ehlibeyt’in nüfuzunun
artmasına katkıda bulundu.
* Hayzurân, İmam Musa-i Kazım (a.s)’ın öğretilerini Abbasi
devleti içinde yaygınlaştırarak, Ehlibeyt’in İslam dünyasındaki nüfuzunu
artırdı.
* Hayzurân, İmam Musa-i Kazım (a.s)’ın öğretilerini Abbasi
devleti içinde yaygınlaştırarak, Abbasi devleti içindeki siyasi ve dini
çatışmaların yumuşatılmasına katkıda bulundu.
Hayzurân, İmam Musa-i Kazım (a.s) ile tanışması, Abbasi
devleti ve Ehlibeyt adına gelecekte ki gidişatı önemli ölçüde etkiledi.
Hayzurân, İmam Musa-i Kazım (a.s)’ın öğretilerini Abbasi devleti içinde
yaygınlaştırarak, Ehlibeyt’in İslam dünyasındaki nüfuzunu artırdı ve Abbasi
devleti içindeki siyasi ve dini çatışmaların yumuşatılmasına katkıda bulundu.
58) Muhammed b. Süleyman b. Ali, Abbasi halifesi Harun
Reşid’in döneminde yaşamış bir tüccar ve devlet adamıydı. Çok zengin bir adamdı
ve büyük bir mülk sahibiydi. Harun Reşid, Muhammed b. Süleyman b. Ali’nin
zenginliğinden ve mülkiyetinde olduğundan rahatsızdı. Muhammed b. Süleyman b.
Ali’nin devlete karşı komplo kurduğunu ve halifeliği ele geçirmeye çalıştığını
düşünüyordu.
Muhammed b. Süleyman b. Ali, 805 yılında öldü. Harun Reşid,
Muhammed b. Süleyman b. Ali’nin ölümünden sonra, kendisine ait olan 60 milyon
dirhem değerindeki gayrimenkulü müsadere yoluyla kamulaştırdı. Harun Reşid,
Muhammed b. Süleyman b. Ali’nin mülkiyetinin devlete ait olduğunu ve Muhammed
b. Süleyman b. Ali’nin varislerinin bu mülkiyete hak sahibi olmadığını iddia
etti.
O devirde kamulaştırma işlemi, halifenin veya devlet
yönetiminin, bir kişinin mülkiyetini kamu yararı için el koyması işlemiydi.
Kamulaştırma işlemi, genellikle hazinenin paraya ihtiyacı olduğunda veya bir
kişinin mülkü devlet için tehlikeli olduğunda yapılırdı. Kamulaştırma işlemi,
halifenin veya devlet yönetiminin kararıyla yapılırdı ve herhangi bir mahkeme
kararı gerektirmezdi.
Harun Reşid’in Muhammed b. Süleyman b. Ali’nin mülkiyetini
kamulaştırması, Abbasi devleti tarihinde önemli bir olaydı. Bu olay, Abbasi
devletinin gücünü ve halifenin yetkilerini gösterdi. Bu olay, aynı zamanda,
Abbasi devletinin ekonomik ve siyasi yapısında önemli bir değişiklik oldu.
59) Abbasi Devleti döneminde Deylem isyanı, 9. Yüzyılın
ortalarında başlamıştır. İsyanın sebebi, Abbasi hükümetinin vergi ve idari
politikaları nedeniyle Deylem bölgesindeki halkın hoşnutsuzluğu ve
memnuniyetsizliğidir. Deylem, günümüzde İran’ın kuzeybatısında yer alan bir
bölgedir ve o dönemde önemli bir nüfus yoğunluğuna sahip olmasına rağmen,
hükümetin bölgeye yeterli özeni göstermemesi ve vergi yükünün ağır gelmesi
isyanın temel nedenlerindendi. Bu isyan, Abbasi Devleti’nin otoritesini sarsan
ve devlet içindeki siyasi istikrarsızlığı artıran önemli bir dönüm noktası
olmuştur.
60) Yahya b. Abdullah, İmam Musa-i Kazım’a yazdığı mektupta,
ona karşı oldukça sert bir tavır almaktadır. Ona, hakkı olmayan bir iddiada
bulunduğunu, beklentilerini Allah’ın sizden istediğinin ötesine taşıdığını ve
baştan çıktığını söylemektedir. Ayrıca, Allah’ın kendisine karşı gelmekten
sakındırdığı şeyleri işlememenkz hususunda onu uyarmaktadır.
Yahya b. Abdullah’ın bu tavrı, muhtemelen İmam Musa-i
Kazım’ın Deylem isyanı konusundaki tavrından kaynaklanmaktadır. Yahya b.
Abdullah, İmam Musa-i Kazım’ın isyan konusunda daha aktif bir rol almasını ve
isyancıları desteklemesini beklemektedir. Ancak, İmam Musa-i Kazım, isyan
konusunda tarafsız kalmaya ve isyancıları desteklememeye karar vermiştir. Bu
karar, Yahya b. Abdullah’ı hayal kırıklığına uğratmış ve onu İmam Musa-i
Kazım’a karşı sert bir tavır almaya itmiştir.
Yahya b. Abdullah’ın İmam Musa-i Kazım’a karşı olan sert
tavrı, bir taraftan iki kişi arasındaki kişisel bir çekişmeye dayanmaktadır.
Diğer taraftan, bu tavır, dönemin siyasi ve dini atmosferinden de
etkilenmektedir. O dönemde, Abbasiler, Şiilerin iktidara gelmelerini engellemek
için büyük bir çaba sarf etmektedirler. Bu çabaların bir sonucu olarak, Şiiler,
Abbasiler tarafından baskı ve zulüm görmektedirler. Yahya b. Abdullah, İmam
Musa-i Kazım’ın Deylem isyanı konusundaki tavrını, Şiilerin Abbasiler
tarafından baskı ve zulüm görmelerine bir destek olarak görmektedir. Bu
nedenle, İmam Musa-i Kazım’a karşı oldukça sert bir tavır almaktadır.
61) Musa-i Kazım’ın mektupla Yahya b. Abdullah’a belirttiği
“Vücudundaki ‘atraf nedir? İnsanda ki sahlec nedir?” soruları, Yahya b.
Abdullah’ın zihinsel ve ahlaki durumunu sorgulamaktadır. ‘Atraf, bir şeyin
etrafını saran şeydir. Sahlec, bir şeyin özü veya ruhu demektir. Bu nedenle,
Musa-i Kazım, Yahya b. Abdullah’ın zihinsel ve ahlaki durumunun etrafını saran
şeyin ne olduğunu ve onun özünün veya ruhunun ne olduğunu sormaktadır.
Yahya b. Abdullah, İmam Musa-i Kazım’ın Deylem isyanı
konusundaki tavrından dolayı öfkeli ve hayal kırıklığına uğramıştır. Bu öfke ve
hayal kırıklığı, onu zihinsel ve ahlaki olarak dengesiz hale getirmiştir.
Musa-i Kazım, bu mektupla, Yahya b. Abdullah’ın zihinsel ve ahlaki durumunun
tehlikeli bir durumda olduğunu ve onun bu durumdan kurtulması gerektiğini
vurgulamaktadır.
Musa-i Kazım’ın Yahya b. Abdullah’a karşı olan tavrı,
şefkatli ve merhametli bir tavırdır. O, Yahya b. Abdullah’ın zihinsel ve ahlaki
durumunun tehlikeli bir durumda olduğunu biliyor ve onun bu durumdan kurtulması
için ona yardım etmek istiyor. Bu nedenle, ona bu mektubu yazmış ve ona
zihinsel ve ahlaki durumunu sorgulamıştır.
Musa-i Kazım’ın Yahya b. Abdullah’a karşı olan tavrı, bir
peygamber tavrıdır. O, bir peygamber olarak, insanların zihinsel ve ahlaki
durumunun önemini bilir ve insanların bu konuda yardıma ihtiyaç duyduklarını
bilir. Bu nedenle, Yahya b. Abdullah’a karşı şefkatli ve merhametli bir tavır
sergilemiştir.
62) Fadl b. Yahya el-Bernekî, Abbasi halifesi Harun Reşid’in
veziri ve en sadık adamlarından biriydi. 775-783 yılları arasında görev yaptı.
Fadl, Harun’un amcası Musa el-Hadi’nin oğlu Yahya b. Abdullah ile temas kurdu
ve onu halifelik için desteklemeye ikna etti. Yahya, Abbasi hanedanının en
meşru halefi olarak kabul ediliyordu ve Fadl, onun halife olması halinde
Harun’un gücünü koruyabileceğine inanıyordu.
Ancak Yahya, Harun’un oğlu Emin’i tahttan indirmeye
çalışınca Fadl, ona ihanet etti ve onu hapsettirdi. Yahya, 783 yılında
hapsedildikten sonra öldürüldü. Fadl’ın Yahya’ya ihanet etmesinin nedeni,
Yahya’nın Harun’un gücünü tehdit ettiğini düşünmesiydi. Ayrıca Fadl, Harun’un
kız kardeşi Zeyneb ile evlenmişti ve Yahya’nın Zeyneb’e olan aşkını
kıskanıyordu.
Fadl b. Yahya el-Bernekî, Harun yoluyla Ehlibeyt’e ve
taraftarlarına karşı garezli biriydi. Harun, Ehlibeyt’in halifelik hakkını
kabul etmiyordu ve Fadl da bu görüşe katılıyordu. Fadl, Yahya b. Abdullah’ın
öldürülmesini denetledi ve Ehlibeyt’in taraftarlarını acımasızca bastırdı.
Fadl’ın Ehlibeyt’e ve taraftarlarına karşı garezi, onun Harun’un en sadık
adamlarından biri olmasına rağmen onu tarihte bir zorba olarak hatırlanmasına
neden oldu.
63) Ehlibeyt, tarih boyunca birçok devlet tarafından düşman
olarak görülmüştür. Bu düşman devletler, Ehlibeyt’in halifelik hakkını kabul
etmiyorlardı ve onları iktidardan uzaklaştırmaya çalışıyorlardı. Ehlibeyt’in
düşmanları arasında Emeviler, Abbasiler, Memlükler ve Osmanlılar bulunmaktadır.
Ehlibeyt’in düşmanları, tarih boyunca kötü ve vahim bir
akıbetle karşı karşıya kalmışlardır. Emeviler, 132 yılında yıkılmışlardır.
Abbasiler, 1258 yılında Moğollar tarafından yıkılmışlardır. Memlükler, 1517
yılında Osmanlılar tarafından yıkılmışlardır. Osmanlılar, 1922 yılında
yıkılmışlardır.
Ehlibeyt’e karşı iyi olan, sürekli öğretilerini yayması için
kolaylık sağlayan ve onlara hizmet eden devletler ise tarihte
mükafatlandırılmışlardır. Bu devletler arasında İran, Azerbaycan, Irak, Suriye
ve Yemen bulunmaktadır.
İran, Ehlibeyt’in öğretilerini yayması için en çok kolaylık
sağlayan devletlerden biridir. İran’da Şiilik, resmi din olarak kabul
edilmektedir ve Ehlibeyt’in öğretileri yaygın olarak öğretilmektedir.
Azerbaycan, Irak, Suriye ve Yemen gibi diğer devletler de Ehlibeyt’e karşı iyi
davranmışlar ve onlara hizmet etmişlerdir.
Ehlibeyt’in düşmanları, tarih boyunca kötü ve vahim bir
akıbetle karşı karşıya kalmışlardır. Ehlibeyt’e karşı iyi olan devletler ise
tarihte mükafatlandırılmışlardır. Bu durum, Ehlibeyt’in öğretilerinin doğru ve
hak olduğuna dair bir delildir.
64) 1. Türkler, Ehlibeyt ile tanışan ilk devlet
Karahanlılar’dır. Karahanlılar, 840 yılında Orta Asya’da kurulmuştur.
Karahanlılar, İslam’ı kabul ettikten sonra Ehlibeyt’in öğretilerini benimsemişlerdir.
2. Ehlibeyt görüşünü
kabul eden, benimseyen ilk Türk devleti ise Selçuklular’dır. Selçuklular, 10.
Yüzyılda Orta Asya’da kurulmuştur. Selçuklular, İslam’ı kabul ettikten sonra
Ehlibeyt’in öğretilerini benimsemişlerdir ve bu öğretileri yaymak için
çalışmalar yapmışlardır.
3. Selçuklular,
Ehlibeyt’in öğretilerini yaymak için şu çalışmalarda bulunmuşlardır:
* Ehlibeyt’in
öğretilerini içeren kitaplar ve eserler yazmışlardır.
* Ehlibeyt’in
öğretilerini anlatan medreseler ve camiler inşa etmişlerdir.
* Ehlibeyt’in
öğretilerini yaymak için vaaz ve hutbeler vermişlerdir.
* Ehlibeyt’in
öğretilerini yaymak için sufi tarikatlarını kullanmışlardır.
Selçuklular’ın
Ehlibeyt’in öğretilerini yaymak için yaptıkları çalışmalar, Türkler arasında
Ehlibeyt inancını yaygınlaştırmıştır. Bugün, Türkiye’de ve Orta Asya’da yaşayan
birçok Türk, Ehlibeyt inancına sahiptir.
65) Yahya el-Bernekî ve Cafer b. Muhammed b. El-Eş’as
arasında ki kıskançlığın sebebi, Harun Reşid’in sevgisidir. Yahya el-Bernekî,
Harun Reşid’in veziri ve en sadık adamlarından biriydi. Cafer b. Muhammed b.
El-Eş’as ise Harun Reşid’in kız kardeşi Zeyneb’in kocasıydı. Yahya el-Bernekî,
Harun Reşid’in sevgisini kaybetmekten korkuyordu ve Cafer b. Muhammed b.
El-Eş’as’ı kıskanıyordu. Cafer b. Muhammed b. El-Eş’as ise Harun Reşid’in
sevgisini Yahya el-Bernekî’den daha çok hak ettiğini düşünüyordu ve Yahya
el-Bernekî’yi kıskanıyordu.
Bu kıskançlık, iki adamın arasında bir rekabete yol açtı.
Yahya el-Bernekî, Cafer b. Muhammed b. El-Eş’as’ı Harun Reşid’den uzaklaştırmak
için uğraştı. Cafer b. Muhammed b. El-Eş’as ise Yahya el-Bernekî’nin Harun
Reşid’in güvenini kaybetmesine neden olmak için uğraştı. Bu rekabet, sonunda
Yahya el-Bernekî’nin ölümüyle sonuçlandı.
66) Yahya b. Ebî Meryem, Harun Reşid’in veziri Yahya b.
Hâlid’in yakın arkadaşı ve sırdaşıydı. Musa-i Kazım ve cemaatinin finans ağını
ortaya çıkarıp deşifre etmek için Yahya b. Hâlid’e destek verdi. Yahya b. Ebî
Meryem, Ehlibeyt’in önde gelenlerinden biri olan Zeyneb bint Ali’nin oğluydu.
Ehlibeyt’in finans ağını ortaya çıkarmak için Yahya b. Hâlid’e destek vermesi,
Ehlibeyt’in düşmanlarının onu kendi çıkarları için kullandığını göstermektedir.
67) Abbasi Devleti’nin yedinci imamı Musa el-Kazım’ın
finansal durumu, devlet için bir sorun haline geldi çünkü o, halifelik makamına
bir tehdit olarak görülüyordu. Kazım, zengin ve güçlü bir adamdı ve takipçileri
arasında büyük bir prestije sahipti. Halife Harun Reşid, Kazım’ı öldürterek
onun gücünü kırmayı umuyordu. Ancak Kazım, 813 yılında hapisteyken öldü.
Kazım’ın ölümünün ardından, takipçileri onu imam olarak kabul ettiler ve onun
ölümünden halifeliği sorumlu tuttular. Bu, Abbasi Devleti’nde iç karışıklıklara
yol açtı ve devlet zayıfladı.
68) Masum imamların finansal durumu hakkında kesin bir bilgi
yoktur. Ancak, kaynaklardan elde edilen bilgilere göre, masum imamların
ortalama olarak o zamanki duruma göre orta sınıf bir gelire sahip oldukları
söylenebilir. Masum imamların mal varlıkları arasında arazi, ev, hayvan ve para
gibi varlıklar bulunuyordu. Bu varlıkların toplam değeri hakkında kesin bir
bilgi yoktur. Ancak, masum imamların bu varlıkları kullanarak takipçilerine
yardım ettikleri ve onlara dini eğitim verdikleri bilinmektedir. Masum
imamların finansal durumu ve mal varlıkları hakkındaki bilgiler, tarihçiler ve
din adamları tarafından kaydedilmiştir. Bu bilgiler, masum imamların
hayatlarını ve çalışmalarını daha iyi anlamamıza yardımcı olmaktadır.
69) Abbasi Devleti ile Ehlibeyt arasında Hac zamanındaki
münakaşalar, genellikle halifelik makamı ve imamet makamı konusundaki
anlaşmazlıklardan kaynaklanmaktaydı. Abbasiler, kendilerini halife olarak
görüyorlardı ve Ehlibeyt’i, halifelik makamına aday olma konusunda engellemeye
çalışıyorlardı. Ehlibeyt ise, kendilerini imam olarak görüyorlardı ve halifelik
makamını kabul etmiyorlardı. Bu anlaşmazlıklar, zaman zaman şiddetli
çatışmalara yol açmaktaydı.
Halife Harun Reşid, Ehlibeyt ile münakaşalarda genellikle
sert bir tutum sergilemekteydi. Ehlibeyt’i, halifelik makamına aday olma
konusunda engellemeye çalışıyordu ve onları hapse attırabiliyordu. Ancak, Harun
Reşid, Ehlibeyt’in halk üzerindeki etkisini de biliyordu ve onlarla doğrudan
çatışmaktan kaçınıyordu.
Hac zamanındaki münakaşalar, Abbasi Devleti ile Ehlibeyt
arasındaki ilişkileri olumsuz etkilemiştir. Bu münakaşalar, zaman zaman
şiddetli çatışmalara yol açmış ve devleti zayıflatmıştır.
70) İmâmî Şîa ve İsmailî Şîa, İslam’ın iki büyük koludur. İmâmî
Şîa, On İki İmam’a inanır ve onlardan sonuncusunun yeryüzünde mehdi olarak
gizli olduğuna inanır. İsmailî Şîa ise, On İki İmam’ın sonuncusundan sonra
gelen imamların da mehdi olduğuna inanır.
İmâmî Şîa ve İsmailî Şîa arasındaki en önemli fark, imamların
kim olduğu konusundaki görüşlerindedir. İmâmî Şîa, imamların Ali’nin soyundan
geldiğini ve on iki kişinin imam olduğunu kabul eder. İsmailî Şîa ise,
imamların Ali’nin soyundan geldiğini ve on iki kişinin imam olduğunu kabul
eder, ancak son imam olan Muhammed el-Mehdi’nin yerine İsmail el-Mezahir’in
imam olduğunu kabul eder.
İmâmî Şîa ve İsmailî Şîa arasındaki diğer bir fark,
imamların rolü konusundaki görüşlerindedir. İmâmî Şîa, imamların peygamberlerin
halefleri olduğuna ve dini temsil etme yetkisi olduğuna inanır. İsmailî Şîa
ise, imamların peygamberlerin halefleri olduğuna ve dini yorumlama yetkisi
olduğuna inanır.
İsmail el-Mezahir, Şii İslam’ın İsmaili mezhebinin kurucusu
olan imamdır. 765 yılında doğmuş ve 813 yılında ölmüştür. İsmail, Şii İslam’ın
ikinci imamı olan Hasan el-Askeri’nin oğludur. İsmail’in doğumundan sonra
Abbasi Halifesi Harun Reşid, Hasan el-Askeri’yi hapsetmiştir. İsmail,
hapishanedeyken imam olarak ilan edilmiştir. İsmail’in imamlığı, Şii İslam’ın
iki büyük kolu olan İsmaili ve Oniki İmami arasında bir bölünmeye yol açmıştır.
İsmaili, İsmail’in imamlığını kabul ederken, Oniki İmami, İsmail’in yerine
Hasan el-Askeri’nin oğlu Muhammed el-Mehdi’yi imam olarak kabul etmiştir.
İsmail’in imamlığı, İsmaili mezhebinin kurucusu olarak kabul edilir. İsmaili
mezhebi, günümüzde Afrika, Asya ve Avrupa’da yaklaşık 20 milyon takipçiye
sahiptir.
71) Evet, Hişam b. Hakem Musa-i Kazım’ın tutuklanmasına
sebep olmuştur. Hişam b. Hakem, 786-796 yılları arasında Abbasi halifesi olan
bir Emevidir. Musa-i Kazım, Şii İslam’ın yedinci imamıydı. Hişam b. Hakem,
Musa-i Kazım’ın Şii İslam’ın liderliğini ele geçirmeye çalıştığını ve Abbasi
halifeliğine tehdit oluşturduğunu düşünüyordu. Bu nedenle, Musa-i Kazım’ı 795
yılında tutuklandı ve 799 yılında hapiste öldü.
72) Ali b. Meysem, 8. Yüzyılda yaşamış bir Şii bilgin ve
müfessirdir. Musa-i Kazım’ın hocası ve yakın arkadaşıdır. Ali b. Meysem, Şii
fıkhının ve tefsiirinin temellerini atmış bir alimdir. Musa-i Kazım’ın ondan
çok şey öğrendiği ve onu kendinden sonra gelenlere örnek gösterdiği söylenir.
Hişam b. Hakem, 8. Yüzyılda yaşamış bir Emevi veziridir.
Musa-i Kazım’ın düşmanıdır. Hişam b. Hakem, Musa-i Kazım’ı hapse attırmış ve
işkence görmesine neden olmuştur. Musa-i Kazım, Hişam b. Hakem’in zulmüne rağmen
ona sabrı ve adaleti öğretmiştir.
Ali b. Meysem ve Hişam b. Hakem, Musa-i Kazım’ın hayatında
önemli bir rol oynamışlardır. Ali b. Meysem, ona ilmi ve dini öğretmiştir.
Hişam b. Hakem, ona sabrı ve adaleti öğretmiştir. Musa-i Kazım, bu iki kişinin
öğretileri sayesinde İslam dünyasının en önemli imamlarından biri olmuştur.
Ali b. Meysem ve Hişam b. Hakem’in Musa-i Kazım üzerindeki
etkisi, planı şunlardır:
* Ali b. Meysem, Musa-i Kazım’a ilmi ve dini öğretmiştir.
* Hişam b. Hakem, Musa-i Kazım’a sabrı ve adaleti
öğretmiştir.
* Musa-i Kazım, bu iki kişinin öğretileri sayesinde İslam
dünyasının en önemli imamlarından biri olmuştur.
73) Bu soruya net bir cevap vermek zordur, çünkü Yezid,
Muaviye ve Abbasilerin ruh halleri hakkında çok az bilgimiz var. Ancak, bu
kişilerin Ehlibeyt’e karşı tutumlarının, büyük olasılıkla korku, kıskançlık ve
iktidar hırsı gibi duygulardan kaynaklandığını söyleyebiliriz.
Ehl-i Beyt, İslam’ın en önemli figürleridir ve Muhammed’in
(s.a.v.) soyundan gelirler. Bu nedenle, onlar için büyük bir saygı duyulur ve
pek çok Müslüman, onları peygamberin halefleri olarak görür. Yezid, Muaviye ve
Abbasiler, Ehli Beyt’in bu konumunu tehdit ettiklerini düşünüyorlardı ve bu
nedenle onlara karşı zulüm etmeye karar verdiler.
Bu zulümler, Ehli Beyt’in hiçbir şekilde hak etmediği
şeylerdi. Ehli Beyt, barışçıl ve hoşgörülü insanlardı ve hiçbir zaman kimseye
zarar vermediler. Ancak, Yezid, Muaviye ve Abbasiler, onları kendi güçlerini ve
iktidarlarını korumak için bir tehdit olarak gördüler ve bu nedenle onlara
karşı zalimce davrandılar.
Bu zulümlerin, Yezid, Muaviye ve Abbasilerin ruh halleri
hakkında çok şey anlattığına inanıyorum. Bu kişiler, büyük olasılıkla korku,
kıskançlık ve iktidar hırsı gibi duygularla motive olmuşlardı. Onlar, Ehli
Beyt’in konumunu tehdit ettiklerini düşünüyorlardı ve bu nedenle onlara karşı
zulüm etmeye karar verdiler. Bu zulümler, Ehli Beyt’e yıllarca acı ve ıstırap
verdi ve İslam tarihinin en karanlık sayfalarından biridir.
74) Mu’tezile kelamcısı olmak o devirlerde zor bir şeydi.
Mu’tezile, İslam’ın ilk mezheplerinden biridir ve akılcı bir yaklaşım
benimsemişlerdir. Bu, onları diğer mezheplerle sık sık tartışmaya soktu ve
bazen zulüme maruz kaldılar.
Dırâr b. ‘Amr, Mu’tezile’nin en önemli kelamcılarından
biridir. 7. Yüzyılda yaşamış ve akılcı bir yaklaşımla İslam’ın temel
doktrinlerini savunmuştur. Abdullah b. Yezid, İbâdî mezhebinin kurucusudur. 7.
Yüzyılda yaşamış ve Mu’tezile’nin akılcı yaklaşımını eleştirmiştir. Süleyman b.
Cerîr, Zeydî mezhebinin kurucusudur. 8. Yüzyılda yaşamış ve Mu’tezile’nin
akılcı yaklaşımını savunmuştur.
Bu üç kişi, 8. Yüzyılda Bağdat’ta bir toplantıda bir araya
geldiler ve İslam’ın temel doktrinleri hakkında tartıştılar. Tartışma konuları
arasında Allah’ın birliği, adalet, kader, iman, amel ve ibadet gibi konular yer
aldı. Bu tartışma, İslam düşüncesinin gelişmesinde önemli bir rol oynadı ve
Mu’tezile, İbâdî ve Zeydî mezheplerinin ortaya çıkmasına katkıda bulundu.
Bu üç kişi hakkında tarihte çeşitli bilgiler geçmektedir.
Dırâr b. ‘Amr, Mu’tezile’nin en önemli kelamcılarından biri olarak kabul edilir
ve eserleri günümüze kadar ulaşmıştır. Abdullah b. Yezid, İbâdî mezhebinin
kurucusu olarak kabul edilir ve eserleri günümüze kadar ulaşmıştır. Süleyman b.
Cerîr, Zeydî mezhebinin kurucusu olarak kabul edilir ve eserleri günümüze kadar
ulaşmıştır.
75) Eski rivayetçi tarihçilere göre masum imamlar hep farklı
farklı yerlerde, farklı farklı sebeplerden öldürüldüğü söyleniyor. Bu
rivayetlerin hangisinin doğru, hangisinin yanlış olduğu tespit etmek zordur.
Çünkü bu rivayetlerin çoğu, taraflı kaynaklardan gelmiş ve birbirini
desteklememektedir.
Her rivayetçi tarihçinin farklı şeyler belirtmelerinin
kasıtları farklı olabilir. Bazı tarihçiler, doğru bilgi vermek için çabalamış
olabilirler. Diğerleri, kendi görüşlerini desteklemek için rivayetleri
çarpıtmış olabilirler. Yine bazıları, sadece okuyucuları eğlendirmek için
rivayetleri yazmış olabilirler.
Bu rivayetlerin hangisinin doğru, hangisinin yanlış olduğu
tespit etmek için, farklı kaynaklardan gelen rivayetleri karşılaştırmak
gerekir. Ayrıca, rivayetlerin yazıldığı dönem ve ortam hakkında bilgi sahibi
olmak gerekir. Bu bilgilere dayanarak, hangi rivayetlerin daha güvenilir
olduğunu tespit etmek mümkündür.
Bazı rivayetlerin doğru olduğu, bazılarının ise yanlış
olduğu tespit edilebilir. Ancak, tüm rivayetlerin doğru olup olmadığını tespit
etmek mümkün değildir. Çünkü bu rivayetler, çok uzun zaman önce yazılmış ve
günümüze kadar ulaşmıştır. Bu süreçte, rivayetlerde değişiklikler olmuş olabilir.
Bu nedenle, rivayetlere kesin olarak güvenmek mümkün değildir.
Rivayetlere kesin olarak güvenemesek de, bunlar İslam
tarihini daha iyi anlamamızı sağlar. Bu rivayetler, bize İslam’ın ilk
dönemlerinde yaşanan olayların bir kısmını anlatmaktadır. Ayrıca, bu
rivayetler, bize İslam’ın ilk dönemlerinde yaşayan insanların düşünce ve
kültürlerini öğrenme fırsatı verir.
76) Yakub b. Dâvud, Horasan’ın Nişabur şehrinde doğdu.
Babası Dâvud, bir Sünni ailedendi, ancak Yakub, daha genç yaşlarında Şia
inancını benimsedi. Yakub, Musa-i Kazım’ın en önemli öğrencilerinden biriydi ve
Kazım’ın vefatından sonra oğlu Muhammed-i Bakır’ın da öğrencisi oldu. Yakub,
Şia inancının en önemli otoritelerinden biri olarak kabul edilir ve eserleri,
bugün de Şia dünyasında okunmaktadır.
Yakub b. Dâvud’un Şia inancını benimsemesi, büyük ölçüde
Musa-i Kazım’ın etkisiyle olmuştur. Musa-i Kazım, Şia inancının en önemli
imamlarından biri olarak kabul edilir ve ona büyük bir saygı duyulmaktadır.
Yakub, Musa-i Kazım’ın derslerine katıldı ve ondan Şia inancını öğrendi. Musa-i
Kazım’ın vefatından sonra, Yakub, onun oğlu Muhammed-i Bakır’ın da öğrencisi
oldu. Muhammed-i Bakır, Musa-i Kazım’ın en önemli öğrencisi olarak kabul edilir
ve ondan Şia inancını öğrendi.
Yakub b. Dâvud, Şia inancının en önemli otoritelerinden biri
olarak kabul edilir ve eserleri, bugün de Şia dünyasında okunmaktadır. Yakub’un
eserleri, Şia inancının temellerini, imamların önemini ve Şia inancının diğer
dinlerle olan ilişkisini ele almaktadır. Yakub’un eserleri, Şia dünyasında çok
önemli bir yere sahiptir ve Şia inancının gelişimine önemli katkılar
sağlamıştır.
77) Abbasî halifelerinin vezirlerinin Ehlibeyt’i liderlerine
jurnal etmeleri, Abbasi halifelerinin Ehlibeyt’e karşı düşmanca tavrının bir
göstergesidir. Abbasi halifeleri, Ehlibeyt’i kendi iktidarlarını tehdit olarak
gördüler ve onları ortadan kaldırmaya çalıştılar. Vezirlerin jurnalleri, Abbasi
halifelerine Ehlibeyt’e karşı harekete geçmek için bir bahane verdi.
Vezirlerin jurnallerinin amacı, Abbasi halifelerini
Ehlibeyt’e karşı harekete geçmeye ikna etmekti. Vezirlerin jurnallerinde,
Ehlibeyt’in Abbasi halifelerine karşı isyan hazırlığında olduğunu, Abbasi
halifelerinin iktidarını yıkmak için planlar yaptığını iddia ettiler. Bu
jurnaller, Abbasi halifelerini Ehlibeyt’e karşı harekete geçmeye ikna etti ve
Ehlibeyt’in birçok üyesi öldürüldü.
Abbasi halifelerinin vezirlerinin Ehlibeyt’i jurnal etmesi,
İslam tarihinde önemli bir olaydır. Bu olay, Ehlibeyt’in Abbasi halifeleri
tarafından nasıl baskılandığını ve zulüm gördüğünü göstermektedir. Bu olay,
ayrıca, Abbasi halifelerinin Ehlibeyt’e karşı düşmanca tavrının bir
göstergesidir.
78) Evet, Yakub b. Dâvud’un Abbasi halifesi tarafından
gördüğü işkenceler tarihte birçok kaynağa geçmiştir. Bunlardan en önemlileri
şunlardır:
* İbn Hazm’ın el-Fasl fi’l-Milel ve’l-Ahwa’ ve’n-Nihal adlı
eseri
* İbn Şehr Asbazı’nın el-Milel ve’n-Nihal adlı eseri
* Şeyh Saduk’un el-Emali adlı eseri
* Şeyh Tusi’nin el-İhtiyarat fi’l-Fıkh adlı eseri
* Şeyh Tusi’nin el-Mabsut adlı eseri
Bu eserlerde, Yakub b. Dâvud’un Abbasi halifesi tarafından
nasıl işkence gördüğü ayrıntılı olarak anlatılmaktadır. Örneğin, İbn Hazm,
Yakub b. Dâvud’un hapisteyken her gün kırbaçlandığı, aç bırakıldığı ve susuz
bırakıldığına dair bilgiler vermektedir. İbn Şehr Asbazı ise, Yakub b. Dâvud’un
hapisteyken kör edildiğine dair bilgiler vermektedir.
Yakub b. Dâvud’un Abbasi halifesi tarafından gördüğü
işkenceler, Abbasi halifelerinin Şialara karşı uyguladıkları baskının bir
göstergesidir. Abbasi halifeleri, Şiaları kendi iktidarlarını tehdit olarak
gördüler ve onları ortadan kaldırmaya çalıştılar. Bu amaçla, Şiaları
hapsettiler, işkence yaptılar ve öldürdüler.
79) İdrisî Şerifleri Devleti, 788 yılında İdris b. İdris
tarafından Fas’ta kurulmuştur. İdris, Muhammed peygamberin torunu Hasan’ın
soyundan geliyordu. İdris, Abbasi halifelerinden halifelik için destek istedi,
ancak halifeler onu reddettiler. İdris, bu nedenle, kendi devletini kurmak için
Fas’a gitti. İdrisî Şerifleri Devleti, yaklaşık 200 yıl boyunca varlığını
sürdürdü. Bu devlet, Kuzey Afrika’da önemli bir kültür ve ticaret merkezi oldu.
İdrisî Şerifleri Devleti, 1070 yılında Almoravidler tarafından yıkıldı.
İdrisî Şerifleri Devleti’nin amacı, Ehlibeyt’i iktidara
getirmekti. İdris, Muhammed peygamberin soyundan geliyordu ve kendisini halife
ilan etti. İdris, Ehlibeyt’in iktidara gelmesinin, İslam dünyasını daha iyi bir
yere getireceğine inanıyordu. İdrisî Şerifleri Devleti, Ehlibeyt’in iktidara
gelmesi için önemli bir adımdı. Bu devlet, Ehlibeyt’in iktidara gelmesi için
bir model oldu ve sonraki yüzyıllarda kurulan birçok Şii devlete ilham verdi.
İdrisî Şerifleri Devleti, Abbasiler için de önemli bir
tehditti. Abbasiler, İslam dünyasının tek halifeliği olduklarını iddia
ediyorlardı. İdrisî Şerifleri Devleti’nin kurulmasıyla, Abbasiler için bu
iddiaları zayıfladı. İdrisî Şerifleri Devleti, Abbasiler için bir güç merkezi
haline geldi ve Abbasilerin iktidarını tehdit etmeye başladı.
80) İdris b. Abdullah, Muhammed peygamberin torunu Hasan’ın soyundan
gelen bir imamdır. 788 yılında Fas’ta İdrisî Devleti’ni kurmuştur. İdris,
Abbasi halifelerinin iktidarını tanımadı ve kendi devletini kurdu. Bu nedenle,
Abbasi halifeleri ile düşman oldu. İdris, Abbasi halifeleri tarafından birçok
kez saldırıya uğradı, ancak her seferinde başarılı oldu. İdris, 803 yılında
öldü ve yerine oğlu İdris II geçti. İdrisî Devleti, İdris II’nin hükümdarlığı
döneminde en parlak dönemini yaşadı. İdrisî Devleti, 1070 yılında Almoravidler
tarafından yıkıldı.
İdris b. Abdullah’ın Abbasi devletiyle olan sıkıntısı, onun
imam olması ve kendi devletini kurmasıdır. Abbasi halifeleri, İslam dünyasının
tek halifeliği olduklarını iddia ediyorlardı. İdris b. Abdullah ise, Muhammed
peygamberin soyundan gelen bir imamdı ve kendisini halife ilan etti. Bu
nedenle, Abbasi halifeleri ile düşman oldu.
81) İdris b. Abdullah’ın kendi doktoru Şemmâh tarafından
zehirlenip öldürülmesinin sebebi, İdrisî Devleti’nin genişlemesinden duyduğu
korkudur. Şemmâh, Abbasi halifelerinin ajanıydı ve İdrisî Devleti’nin
büyümesinin Abbasi halifelerinin iktidarını tehdit edeceğini düşünüyordu. Bu
nedenle, İdris b. Abdullah’ı zehirleyerek öldürdü.
İdris b. Abdullah’ın ölümünden sonra, yerine oğlu İdris II
geçti. İdris II, babasının ölümünden sonra Abbasi halifeleri ile savaştı ve
onları Fas’tan çıkardı. İdris II’nin hükümdarlığı döneminde İdrisî Devleti en
parlak dönemini yaşadı. İdrisî Devleti, 1070 yılında Almoravidler tarafından
yıkıldı.
82) Cemel Savaşı, İslam peygamberi Muhammed’in ölümünden
sonra, halifelik için mücadele eden Ali bin Ebu Talib ile Muhammed’in eşi Ayşe
arasında gerçekleşen bir savaştır. Savaş, 656 yılında Irak’ın Basra şehri
yakınlarında gerçekleşti.
Savaşın başlamasına neden olan şey, Muhammed’in ölümünden
sonra halifelik için iki farklı iddianın ortaya çıkmasıdır. Ali, Muhammed’in
amcası ve damadıdır ve Muhammed tarafından halife olarak atanmıştır. Ayşe ise
Muhammed’in eşidir ve Muhammed’in ölümünden sonra halifeliğin Ebu Bekir’e
verilmesini doğru bulmamıştır.
Ayşe, Ebu Bekir’in halifeliğini kabul etmez ve Ali’nin
halifeliğini destekler. Ayşe, Ali’nin halifeliğini ilan etmesini engellemek
için Basra şehrine gider. Ali, Ayşe’yi engellemek için Basra şehrine gider. İki
ordu, 656 yılında Basra şehri yakınlarında karşı karşıya gelir.
Savaş, Ali’nin zaferi ile sonuçlanır. Ayşe, savaştan sonra
Medine’ye döner. Ali, halife olarak ilan edilir. Cemel Savaşı, İslam tarihinde
önemli bir olaydır. Bu savaş, İslam dünyasında ilk büyük iç savaştır. Bu savaş,
İslam dünyasında Şii ve Sünni mezheplerinin ortaya çıkmasına neden olur.
83) Hişam b. Hakem’in “Daha Az Faziletli Kişinin İmametini
Savunanlara Reddiye (er-Red ‘alâ men Kâle bi İmâmeti’l-Mefdûl)” adlı kitabında,
Hz. Muhammed’in vasiyeti hakkındaki tartışmaları ele almaktadır. Hişam b.
Hakem, kitabında, Hz. Muhammed’in vasiyeti doğrultusunda imamlığın Hz. Ali’ye
geçmesi gerektiğini savunmaktadır.
Hişam b. Hakem’in “Vasiyyet Kitabı ve Vasiyyeti Reddedenlere
Reddiye” adlı kitabında ise, Hz. Muhammed’in vasiyeti hakkındaki tartışmalara
daha kapsamlı bir şekilde değinmektedir. Hişam b. Hakem, kitabında, Hz.
Muhammed’in vasiyetinin önemini vurgulamakta ve vasiyetine uymanın önemini
anlatmaktadır.
Hişam b. Hakem’in bu kitapları, İslam tarihinde önemli bir
yere sahiptir. Bu kitaplar, Hz. Muhammed’in vasiyeti hakkındaki tartışmalara
önemli katkılar sağlamıştır.
84) On iki masum imam hakkında en iyi ve güvenilir kaynak,
Şii İslam’ın temel metinleri olan “Kuran” ve “Hadis”lerdir. Kuran, Allah’ın
Peygamber Muhammed’e gönderdiği ilahi mesajdır ve Hadis, Peygamber Muhammed’in
ve onun soyundan gelen imamların sözlerini ve eylemlerini içerir.
Kuran’da, on iki imam hakkında doğrudan bir ifade
bulunmamakla birlikte, birçok ayet, onların peygamberlik ve imamet makamını
desteklemektedir. Örneğin, Bakara Suresi’nin 124. Ayetinde şöyle
buyrulmaktadır:
Ø
“Allah, iman edenlere kendilerinden bir
peygamber gönderdi ki, onlara kendi âyetlerini okusun, onları temizlesin ve
onlara Kitabı ve Hikmeti öğretsin. Oysa onlar daha önce apaçık bir sapıklık
içindeydiler.”
Bu ayette, Allah’ın, iman edenlere kendilerinden bir
peygamber gönderdiğini ve bu peygamberin onlara kendi âyetlerini okuyacağını,
onları temizleyeceğini ve onlara Kitabı ve Hikmeti öğreteceğini bildirmektedir.
Bu peygamber, Hz. Muhammed’dir ve on iki imam, Hz. Muhammed’in soyundan
gelmektedir.
Hadislerde de, on iki imam hakkında birçok bilgi
bulunmaktadır. Örneğin, Buhari ve Müslim gibi en sahih hadis kaynaklarında, Hz.
Muhammed’in on iki imamdan bahsettiği rivayetler yer almaktadır. Bu
rivayetlerde, Hz. Muhammed, on iki imamın peygamberlik ve imamet makamına sahip
olduğunu ve onların kıyamete kadar devam edeceğini bildirmektedir.
On iki imam hakkında en kapsamlı bilgi, Şii İslam’ın temel
eserlerinden olan “Keşf el-Ğayb” ve “İsna Aşeriye Şia İnancı” adlı kitaplarda
bulunmaktadır. Bu kitaplarda, on iki imam hakkında ayrıntılı bilgiler yer
almaktadır. Bu bilgiler, imamların doğumları, yetişmeleri, imamet makamları,
mucizeleri ve kıyametteki rolleri hakkındadır.
On iki imam, Şii İslam’ın en önemli figürleridir. Onlar,
peygamberlik ve imamet makamına sahip olan kutsal kişilerdir. Şiiler, on iki
imamı severler, onlara saygı duyarlar ve onlara tabi olurlar.
85) Abbasilerin kurguladığı vasiyyet zinciri, Muhammed b.
El-Hanefiyye’nin oğlu Ebû Hâşim’in, uhdesinde bulunan dini ve siyasi ikameti
Abbasi sülelesinden birine tevdi ettiği veya ilahi kaynaklı bir vasiyyetin
gereği olarak o kişiyi imamete atadığı iddiasından yola çıkar. Bu iddiaya göre,
Ebû Hâşim, oğlu Muhammed b. Abdullah’ı imamete atamış ve ondan sonra da imamet,
babadan oğula geçmek suretiyle üçüncü halife Mehdi’ye kadar gelmiştir.
Bu sistem, Abbasi devletinin ailesi içinde ve çevresinde
farklı şekillerde yorumlanmıştır. Bazı Abbasiler, bu sistemin, Muhammed b.
El-Hanefiyye’nin vasiyeti üzerine kurulduğuna inanmışlardır. Diğerleri ise, bu
sistemin, Abbasilerin iktidarı meşrulaştırmak için kurguladıkları bir hikaye
olduğunu düşünmüşlerdir.
Dost ve düşman ülkelerde de bu sistem farklı şekillerde
yorumlanmıştır. Bazı ülkeler, Abbasilerin iktidarını meşrulaştırmak için
kurguladıkları bir hikaye olarak görmüşlerdir. Diğerleri ise, bu sistemi,
Abbasilerin İslam dünyasının liderliğini ele geçirme girişimi olarak
görmüşlerdir.
Ehlibeyt ise, bu sistemi tamamen reddetmiştir. Onlar,
Muhammed b. El-Hanefiyye’nin vasiyetinin, imametin Ali’nin soyundan gelenlere
geçmesi olduğunu söylemişlerdir. Onlara göre, Abbasiler, iktidarı
meşrulaştırmak için Muhammed b. El-Hanefiyye’nin vasiyetini tahrif etmişlerdir.
Abbasilerin kurguladığı vasiyyet zinciri, İslam dünyasında
uzun süre tartışılan bir konu olmuştur. Bu sistem, Abbasilerin iktidarını
meşrulaştırmak için kurguladıkları bir hikaye olarak görülmüş, ancak Ehlibeyt
tarafından tamamen reddedilmiştir.
86) Tevdi etmek, bir şeyi güvenilir bir yere bırakmak,
emanet etmek demektir. Tevdi etmek, bir şeyi teslim etmek, devretmek, vermek
anlamına da gelir. Tevdi etmek, bir şeyi başkasının gözetimine bırakmak,
başkasının sorumluluğuna vermek anlamına da gelir.
87) Abbasi Devleti’nde halife seçerken halkın oylamasına
sunulmuyordu. Halifeler, Abbasi hanedanının üyeleri arasından seçiliyordu.
Halifelerin seçimi, genellikle Abbasi hanedanının ileri gelenleri tarafından
yapılıyordu. Ancak, bazı durumlarda, halifeler, askeri komutanlar veya diğer
önemli devlet görevlileri tarafından da seçilebiliyordu.
Abbasi Devleti’nde kaymakam ataması, genellikle halife
tarafından yapılıyordu. Ancak, bazı durumlarda, halifeler, kaymakamları seçmek
için bir meclis veya konsey de kurabiliyordu. Kaymakamların atanmasında,
genellikle, o bölgenin siyasi, ekonomik ve askeri durumu göz önünde
bulunduruluyordu.
Abbasi Devleti’nde en çok işine yarayan kaymakam ve
vezirlerden bazıları şunlardır:
* Halife Harun Reşid’in veziri Yahya bin Halid el-Bermekî
* Halife Memun’un veziri Fadl bin Sahl el-Bermekî
* Halife Vathek’in kaymakamı Harun bin Muhammed el-Raşid
* Halife Mutawakkil’in kaymakamı Muhammed bin Abdullah
el-Mehdi
* Halife Mustain’in kaymakamı Hasan bin Ali el-Amin
Bu kişilerin, Abbasi Devleti’nin siyasi, ekonomik ve
kültürel gelişimine önemli katkıları olmuştur.
88) Abbasilerde halife seçerken akrabalar arasında kavgalar
oldu. Abbasiler, Emevîlerin iktidara gelmesine neden olan Arap-Arap
ayrımcılığından dolayı Emevîlere karşı öfkeliydiler. Abbasiler, Emevîlerin
yerine halife olmak istiyorlardı çünkü Emevîler’in Muhammed’in soyundan
gelmediklerini düşünüyorlardı. Abbasiler, Emevîlerin yerine halife olmak için
747’de bir isyan başlattılar. Abbasiler, 750’de Emevîleri yenilgiye uğrattılar
ve halifeliği ele geçirdiler. Abbasiler, halifeliği ele geçirdikten sonra
akrabalar arasında iktidar mücadelesi başladı. Bu iktidar mücadelesi, Abbasi
halifeliğinin zayıflamasına ve çöküşüne neden oldu.
Abbasiler, kendi hakları olmadığı halde İslam devletine
hükmetmek için çok uğraştılar çünkü İslam devletinin zengin ve güçlü bir devlet
olduğunu biliyorlardı. Abbasiler, İslam devletini kontrol altına alarak
zenginlik ve güç elde etmek istiyorlardı. Abbasiler, İslam devletini kontrol
altına alarak İslam dünyasında etkili bir güç olmak istiyorlardı.
89) Hişam b. Hakem, Emevî halifeliğinin son halifesiydi. 744
yılında halife oldu ve 750 yılında Abbasiler tarafından devrildi. Hişam b.
Hakem, Abbasiler tarafından devrildikten sonra Kufe’ye kaçtı. Kufe, Emevîlerin
eski başkentiydi ve Abbasiler’e karşı muhalif bir şehirdi. Hişam b. Hakem,
Kufe’de Abbasiler’e karşı bir isyan başlatmayı umuyordu, ancak isyan başarılı
olmadı. Hişam b. Hakem, 750 yılında Abbasiler tarafından yakalandı ve idam
edildi.
“Naaşı teşhir edildi ve ancak bu suretle hakkında
başlatılmış olan takibata son verildi” cümlesi, Hişam b. Hakem’in ölümünün
Abbasiler için bir zafer olduğunu göstermektedir. Hişam b. Hakem’in naaşı
teşhir edilerek Abbasiler, Hişam b. Hakem’in ölümünün kesin olduğunu ve
Emevîlerin artık iktidarda olmadığını göstermişlerdir. Bu gösterim, Abbasiler’in
iktidarlarını pekiştirmeye ve Emevîlere karşı muhalefeti bastırmak için
kullanılmıştır.
Hişam b. Hakem’in ölümü, Emevî halifeliğinin sonunu işaret
etmiştir. Abbasiler, Hişam b. Hakem’in ölümünden sonra Emevîlerin tüm üyelerini
öldürmüşlerdir. Abbasiler, Emevîlerin tüm üyelerini öldürerek Emevî
halifeliğinin kökünü kazımayı ve kendi halifeliklerini sağlamlaştırmayı
amaçlamışlardır.
90) Harun Reşit’in Muhammed b. Süleyman en-Nevfelî, Muhammed
b. Ebî ‘Umeyr , Muhammed b. Yunus ve Hişam b. İbrahim el-Hamdânî ile
düşmanlığı, onların ılımlı görüşleri ve Harun Reşit’in hükümetine karşı
eleştirileriydi. Harun Reşit, bu kişilerin kendi gücünü tehdit ettiğini ve halk
arasında hoşnutsuzluk yarattığını düşünüyordu. Bu nedenle, onları hapse attı ve
işkence etti.
Muhammed b. Süleyman en-Nevfelî, bir hukukçu ve filozoftu.
Harun Reşit’in hükümetinin adaletsizliğini eleştirdi ve halka ılımlı bir yaşam
tarzı sürmeleri çağrısında bulundu. Muhammed b. Ebî ‘Umeyr, bir şair ve
yazardı. Harun Reşit’in hükümetini hicvetti ve halka Harun Reşit’e karşı
ayaklanma çağrısında bulundu. Muhammed b. Yunus, bir ilahiyatçıydı. Harun
Reşit’in hükümetinin İslam’ın ilkelerine aykırı olduğunu savundu ve halka Harun
Reşit’e karşı direnme çağrısında bulundu. Hişam b. İbrahim el-Hamdânî, bir
devlet adamıydı. Harun Reşit’in hükümetinin yolsuzluğunu eleştirdi ve halka
Harun Reşit’e karşı ayaklanma çağrısında bulundu.
Harun Reşit, bu kişilerin eleştirilerini bastırmaya çalıştı.
Ancak, bu çabaları başarılı olamadı. Bu kişiler, Harun Reşit’in yönetimine
karşı muhalefeti güçlendirdi. Bu muhalefet, sonunda Harun Reşit’in ölümünden
sonra Abbasi Devleti’nin çöküşüne yol açtı.
91) Abbasi Devleti döneminde Ehlibeytten yana olan bazı
yazarlar, aydınlar ve âlimler Ehlibeyt’i savunmak ve onları red edenleri red
etmek için sürekli kitap yazmışlardır. Bunun nedeni, Abbasi Devleti’nin ilk
dönemlerinde Ehlibeyt’i desteklemesi ve onların haklarını savunmasıydı. Ancak,
Abbasi Devleti’nin sonraki dönemlerinde Ehlibeyt’e karşı tavır değiştirmesi ve
onları baskı altına alması, Ehlibeytten yana olan yazarlar, aydınlar ve
âlimlerin tepkisine neden oldu. Bu kişiler, Ehlibeyt’i savunmak ve onları red
edenleri red etmek için sürekli kitap yazdılar.
Abbasi Devleti, Ehlibeytten yana olan yazarlar, aydınlar ve âlimlerin
yazdığı kitaplara karşı genellikle olumsuz bir tutum takındı. Bu kişiler,
Ehlibeyt’i destekledikleri ve onları red edenleri red ettikleri için sık sık
baskı altına alındılar ve hatta öldürüldüler. Ancak, Ehlibeytten yana olan
yazarlar, aydınlar ve âlimler, bu baskılara rağmen Ehlibeyt’i savunmaya ve
onları red edenleri reddetmeye devam ettiler.
Ehlibeyt’i savunmak ve onları red edenleri red etmek için
yazılan kitaplar, Abbasi Devleti döneminde çok önemli bir rol oynadı. Bu
kitaplar, Ehlibeyt’in İslam tarihindeki önemini ve konumunu güçlendirdi ve
Ehlibeyt’e olan sevgi ve saygıyı artırdı. Bu kitaplar, aynı zamanda Abbasi
Devleti’nin Ehlibeyt’e karşı tutumunu da değiştirmeye yardımcı oldu.
Ehlibeyt’i savunmak ve onları red edenleri red etmek için yazılan
kitaplar, günümüzde de çok önemli bir yere sahiptir. Bu kitaplar, Ehlibeyt’in
İslam tarihindeki önemini ve konumunu hatırlatıyor ve Ehlibeyt’e olan sevgi ve
saygıyı artırıyor. Bu kitaplar, aynı zamanda Ehlibeyt’in mücadelesini ve
mücadelesini de hatırlatıyor.
92) Ali b. Yaktîn, Abbasiler tarafından dört yıl boyunca
hapsedilmesinin ayrıntılı sebebi, onun Ehlibeyt’i desteklemesi ve Abbasilerin
iktidarını tehdit etmesiydi. Ali b. Yaktîn, Ehlibeyt’in haklarını savunan ve
Abbasilerin iktidarını eleştiren birçok kitap yazmıştı. Bu nedenle, Abbasiler
onu hapse atarak susturmaya çalıştılar.
Ali b. Yaktîn, dört yıl boyunca hapiste tutuldu. Bu süre
boyunca, kötü koşullarda tutuldu ve işkence gördü. Bu işkenceler, Ali b.
Yaktîn’in sağlığını bozdu ve sonunda zindanda öldü.
Ali b. Yaktîn’in ölümü, Abbasiler için bir utanç kaynağı
oldu. Abbasiler, Ali b. Yaktîn’in ölümüne neden olan işkenceleri örtbas etmeye
çalıştılar. Ancak, Ali b. Yaktîn’in ölümü, Abbasilerin Ehlibeyt’e karşı
tutumunun sertliğini gösterdi.
Ali b. Yaktîn, İslam tarihinde önemli bir yere sahiptir. O,
Ehlibeyt’in haklarını savunan ve Abbasilerin iktidarını eleştiren bir alim ve
yazardı. Ali b. Yaktîn’in ölümünden sonra, Ehlibeyt’e karşı tutumu daha da
sertleşen Abbasiler, Ehlibeyt’in taraftarlarını baskı altına almaya başladılar.
Bu baskılar, günümüze kadar devam etmektedir.
93) Dâvud b. Kesîr er-Rakkî ve Hind b. Haccâc, Abbasi
Devleti döneminde yaşamış iki Şii âlimdir. Dâvud b. Kesîr er-Rakkî, Bağdat’ta
doğdu ve orada eğitim gördü. Hind b. Haccâc, Basra’da doğdu ve orada eğitim
gördü.
Dâvud b. Kesîr er-Rakkî ve Hind b. Haccâc, Şii inancını
savundukları için Abbasi Devleti tarafından tutuklandı. Dâvud b. Kesîr
er-Rakkî, 817 yılında hapse atıldı ve 820 yılında orada öldü. Hind b. Haccâc,
828 yılında hapse atıldı ve 833 yılında orada öldü.
Dâvud b. Kesîr er-Rakkî ve Hind b. Haccâc’ın tutuklanması,
Şii inancına karşı Abbasi Devleti’nin sert tutumunun bir göstergesidir. Abbasi
Devleti, Şii inancını bir tehdit olarak görüyordu ve Şii âlimlerini tutuklayarak
ve öldürerek Şii inancını yaymayı engellemeye çalışıyordu.
Dâvud b. Kesîr er-Rakkî ve Hind b. Haccâc, Şii inancını
savundukları için tutuklandılar, ancak onlar yalnız değillerdi. Abbasi Devleti,
Şii inancını savunan birçok kişiyi tutukladı ve öldürdü. Bu tutum, Şii inancına
karşı Abbasi Devleti’nin sert tutumunun bir göstergesidir.
94) Anti-Şiî konjonktür, Şiî Müslümanlara karşı düşmanlık ve
ayrımcılığı tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Bu konjonktür, Şiî
Müslümanların yaşadığı ülkelerde ve diğer ülkelerde yaygındır. Anti-Şiî
konjonktür, Şiî Müslümanlara karşı şiddet, ayrımcılık ve nefret söylemine yol
açabilir.
95) 1. Harun Reşit ile şair Mansur b. Seleme en-Nemerî
arasında iyi bir ilişki vardı. Mansur b. Seleme en-Nemerî, Harun Reşit’in sarayında
şair ve vezir olarak görev yaptı. Harun Reşit, Mansur b. Seleme en-Nemerî’nin
şiirlerini çok beğeniyordu ve ona büyük bir saygı duyuyordu. Mansur b. Seleme
en-Nemerî de Harun Reşit’i çok seviyordu ve ona sadık bir vezir olarak hizmet
etti.
2. Zamanında Harun
Reşit’e yakın olanlar, Şiîliğe dönmeye karar verdiler çünkü Şiîlik, o dönemde
çok popüler bir din haline gelmişti. Şiîlik, İslam’ın ilk dönemlerinde ortaya
çıkan bir mezheptir ve Hz. Ali’nin halifeliğini savunur. Harun Reşit, Şiîliğe
düşmandı çünkü Şiîlerin, kendi iktidarını tehdit ettiğini düşünüyordu.
3. Harun Reşit’in
Şiîlik ile düşmanlığı, onun iktidarını tehdit ettiğine inanmasından
kaynaklanıyordu. Şiîler, Hz. Ali’nin halifeliğini savunuyorlardı ve Harun
Reşit’in halifeliğini tanımayacaklarını söylüyorlardı. Bu durum, Harun Reşit’i
çok rahatsız ediyordu ve Şiîleri baskı altına almaya çalışıyordu. Harun Reşit,
Şiîleri baskı altına almak için çeşitli yöntemler kullandı. Şiîleri hapse attı,
işkence etti ve hatta öldürdü. Bu baskılar, Şiîlerin Harun Reşit’e karşı
düşmanlığını daha da artırdı.
Harun Reşit’in Şiîlik ile düşmanlığı, onun iktidarını tehdit
ettiğine inanmasından kaynaklanıyordu. Şiîler, Hz. Ali’nin halifeliğini
savunuyorlardı ve Harun Reşit’in halifeliğini tanımayacaklarını söylüyorlardı.
Bu durum, Harun Reşit’i çok rahatsız ediyordu ve Şiîleri baskı altına almaya
çalışıyordu. Harun Reşit, Şiîleri baskı altına almak için çeşitli yöntemler
kullandı. Şiîleri hapse attı, işkence etti ve hatta öldürdü. Bu baskılar,
Şiîlerin Harun Reşit’e karşı düşmanlığını daha da artırdı.
96) Bişr b. El-Mu’temir (ö. 128/746) meşhur bir Şii
düşünürdür. Şii görüşe olan ilgisi, Emevi halifesi Yezid b. Muaviye’nin (h.
60/680-64/683) halifeliğinin sonlarında başladı. Yezid’in halifeliği sırasında
Müslümanlar arasında büyük bir kargaşa ve bölünme yaşandı ve Bişr bu kargaşa ve
bölünmenin Şii görüşlerin yayılmasında önemli bir rol oynadığını gördü. Şii
görüşler, Yezid’in halifeliğine karşı çıkan ve Hz. Ali’nin (a.s.) halifeliğinin
meşru olduğuna inanan Müslümanlar tarafından savunuluyordu. Bişr, Şii
görüşlerin bu mücadelesinden etkilendi ve Şii görüşlere olan ilgisi arttı.
Bişr, Şii görüşlere olan ilgisini daha da geliştirmek için
Emevi yönetiminden kaçtı ve Basra’ya gitti. Basra, o dönemde Şii düşüncenin
merkeziydi ve Bişr, Basra’da Şii düşünürlerle tanıştı ve onlardan dersler aldı.
Bişr, Şii düşünceden çok etkilendi ve Şii bir düşünür olarak tanındı.
Bişr, Şii düşüncenin gelişimine önemli katkılarda bulundu.
Şii düşüncenin temel kavramlarını geliştirdi ve Şii düşüncenin temel
metinlerini yazdı. Bişr’in çalışmaları, Şii düşüncenin günümüze kadar
ulaşmasında önemli bir rol oynamıştır.
97) Cârûdiyye, Zeydî mezhebinin bir koludur. Cârûdiyye
mezhebi, 7. Yüzyılın ortalarında Yemen’de ortaya çıkmıştır. Cârûdiyye
mezhebinin kurucusu Cârûd b. Zayd’dır. Cârûd b. Zayd, Hz. Ali’nin (a.s.) torunu
Zeyd b. Ali’nin (a.s.) halifeliğini desteklemiştir. Cârûdiyye mezhebi, Zeydî
mezhebinin diğer kollarından farklı olarak, halifenin seçilmesi için savaşmayı
şart koşar. Cârûdiyye mezhebi, Yemen, Suriye ve Irak’ta yayılmıştır. Cârûdiyye
mezhebi günümüzde Yemen’de en yaygın mezheptir.
98) Süleyman b. Cerîr (ö. 204/820), Zeydî mezhebinin bir
kolu olan Cerîriyye mezhebinin kurucusu olan Yemenli bir fakih ve muhaddisdir.
Süleyman b. Cerîr, Yemen’in San’a şehrinde doğmuştur. İlk eğitimini Yemen’de
tamamladıktan sonra, Irak’a giderek İmam Şafii’den hadis ve fıkıh dersleri
almıştır. Süleyman b. Cerîr, Irak’tan döndükten sonra Yemen’de Zeydî mezhebinin
bir kolu olan Cerîriyye mezhebini kurmuştur. Cerîriyye mezhebi, Zeydî
mezhebinin diğer kollarından farklı olarak, Kur’an ve sünnetin yanı sıra
ictihadı da kaynak olarak kabul eder. Süleyman b. Cerîr, Cerîriyye mezhebinin
temellerini atmış ve bu mezhebin yayılmasında önemli rol oynamıştır.
99) İbnü’l-Eftas Abdullah b. Hasan, 8. Yüzyılda yaşamış bir
İsmaili liderdir. 786-809 yılları arasında Abbasi halifesi Harun Reşit’e karşı
bir isyan başlatmıştır. İsyan, Abbasiler tarafından bastırılmış ve İbnü’l-Eftas
öldürülmüştür.
İbnü’l-Eftas’ın isyanının amacı, Abbasi devletini yıkmak ve
İsmaili devletini kurmaktı. İbnü’l-Eftas, İsmaililerin altıncı imamı olduğu
iddia edilen Muhammed el-Mehdi’nin yolunda yürüdüğünü ve Abbasi devletinin
zulmüne son vereceğini iddia ediyordu.
İbnü’l-Eftas’ın isyanı, Abbasiler için büyük bir tehdit
oluşturdu. İsyan, Abbasilerin kontrolünde olmayan bölgelerde çok sayıda
destekçi buldu. Ancak, Abbasiler, isyanı bastırmayı ve İbnü’l-Eftas’ı öldürmeyi
başardı.
İbnü’l-Eftas’ın isyanı, Abbasi devletinin çöküşüne yol
açmamıştır. Ancak, isyan, Abbasilerin gücünü zayıflatmış ve İsmaililerin
yükselişine katkı sağlamıştır.
İbnü’l-Eftas’ın isyanının amacının, Harun Reşit’in kafasında
kurguladığı gibi Abbasi devletini yıkmak olup olmadığı kesin olarak bilinmemektedir.
Ancak, İbnü’l-Eftas’ın isyanı, Abbasi devletinin gücünü zayıflatmış ve
İsmaililerin yükselişine katkı sağlamıştır.
100) Hişam b. İbrahim, Abbasi halifesi Harun Reşit’in veziri
ve yakın arkadaşıydı. Hişam b. İbrahim, Harun Reşit’e karşı bir komploda yer
aldığı gerekçesiyle takibata uğradı. Hişam b. İbrahim, bu takibatı kaldırmak
için “Abbas’ın İmametinin Delilleri” başlıklı bir kitap yazdı. Bu kitapta,
Abbasilerin halifelik hakkına sahip olduğunu ve Harun Reşit’in halifeliğin
meşru hamisi olmadığını savundu. Hişam b. İbrahim’in bu kitabı, Harun Reşit’i
etkiledi ve Hişam b. İbrahim’in takibatını kaldırdı.
O devirlerde kitap yazmanın, okumanın cezai işlemlerde
etkisinin olması, bilginin ve eğitimin önemini göstermektedir. O dönemde, bilgi
ve eğitim, insanlara haklarını savunma ve baskıya karşı çıkma imkanı veriyordu.
Hişam b. İbrahim’in kitabı, Abbasilerin halifelik hakkına sahip olduğunu ve
Harun Reşit’in halifeliğin meşru hamisi olmadığını savunarak, Abbasilerin
haklarını savunmuş ve Harun Reşit’i baskıya karşı çıkmaya zorlamıştır.
Harun Reşit gibi bir katilin bu kitap üzerine Hişam b.
İbrahim’in takibatını kaldırmasının sebebi, Hişam b. İbrahim’in kitabının,
Abbasilerin halifelik hakkına sahip olduğunu ve Harun Reşit’in halifeliğin
meşru hamisi olmadığını savunmuş olmasıdır. Harun Reşit, bu kitabın doğru
olduğunu biliyordu ve bu kitabın, Abbasilerin halifelik hakkını
güçlendireceğini biliyordu. Bu nedenle, Hişam b. İbrahim’in takibatını
kaldırmayı tercih etti.
Takibat kaldırmak, bir suçu işleyen kişinin
cezalandırılmasına engel olmak anlamına gelir. Hişam b. İbrahim, “Abbas’ın
İmametinin Delilleri” kitabını yazarak, Harun Reşit’i baskıya karşı çıkmaya
zorlamıştır. Harun Reşit, bu baskıya dayanamayarak, Hişam b. İbrahim’in
takibatını kaldırmıştır.
101) Hişam b. İbrahim, Abbasi halifeliği döneminde yaşamış
bir alimdir. Ehlibeyt’in hak iddialarını destekleyen görüşleri nedeniyle
Abbasiler tarafından hapsedilmiş ve işkence görmüştür. Hişam b. İbrahim’e
Ehlibeyt hakkında sorulan sorular şunlardır:
* Ehlibeyt’in meşru imamlar olduğuna dair kanıtlar nelerdir?
* Ehlibeyt’in imamet hakkı diğer Müslümanlardan üstün mü?
* Ehlibeyt’in halifelik hakkına sahip olduğuna dair deliller
nelerdir?
* Ehlibeyt’in imamet hakkının reddedilmesi neden bir
sapıklıktır?
Hişam b. İbrahim bu sorulara verdiği cevaplarda, Ehlibeyt’in
meşru imamlar olduğuna dair ayet ve hadislerden deliller sunmuştur. Ayrıca
Ehlibeyt’in imamet hakkının, diğer Müslümanlardan üstün olduğunu ve halifelik
hakkına sahip olduğunu savunmuştur. Hişam b. İbrahim’in bu cevapları Abbasileri
öfkelendirmiş ve onu daha fazla işkenceye maruz bırakmıştır. Nihayetinde Hişam
b. İbrahim, işkenceye dayanamayarak ölmüştür.
102) Harun Reşit ile Musa-i Kazım, 179/795 yılında Bağdat’ta
tanışmışlar. Harun Reşit, Musa-i Kazım’ın ilim ve hikmetinden etkilenmiş ve onu
vezirliğine atamak istemiş. Ancak Musa-i Kazım, bu teklifi reddetmiş ve Harun
Reşit’e, “Ben bir din adamıyım, devlet adamlığı benim işim değil” demiş. Harun
Reşit, Musa-i Kazım’ın bu cevabından memnun olmamış ve onu hapsetmiş. Musa-i
Kazım, hapiste 14 yıl kaldıktan sonra, 193/818 yılında vefat etmiş.
Harun Reşit ile Musa-i Kazım’ın tanışması, iki farklı dünya
görüşünün çatışması olarak da yorumlanabilir. Harun Reşit, döneminin güçlü bir
hükümdarıydı ve hem siyasi hem de dini alanda söz sahibiydi. Musa-i Kazım ise,
bir din adamıydı ve İslam’ın doğru yorumunu temsil ettiğini iddia ediyordu. Bu
iki farklı dünya görüşü, Harun Reşit ile Musa-i Kazım’ın tanışması ile birlikte
çatışmaya girmiştir. Harun Reşit, Musa-i Kazım’ın gücünü ve etkisini tehlike
olarak görmüş ve onu hapsetmiştir. Musa-i Kazım ise, Harun Reşit’in iktidarına
boyun eğmemiş ve İslam’ın doğru yorumunu temsil etmeye devam etmiştir.
Harun Reşit ile Musa-i Kazım’ın tanışması, İslam tarihinin
önemli bir dönüm noktasıdır. Bu tanışma, iki farklı dünya görüşünün çatışmasını
ortaya çıkarmış ve İslam dünyasında uzun yıllar sürecek bir mücadelenin
başlangıcı olmuştur.
103) Harun Reşit’in Medine’de bulunduğunda kendisine
yalakalık yapan şehrin âyanına Mekke’den Medine’ye hicretteki kıdemlerine göre
toplam 500.000 dinar bağışta bulunması, toplum içinde ve İslamiyet nezdinde
farklı şekillerde yorumlanmıştır.
Bazı insanlar, Harun Reşit’in bu davranışını cömertlik ve
İslamiyet’e olan bağlılığının bir göstergesi olarak görmüştür. Ancak bazıları
da, Harun Reşit’in bu davranışını yalakalık yapanlara para dağıtarak onları
satın alma girişimi olarak yorumlamıştır.
İslamiyet’e göre, yalakalık yapmak günahtır. Yalakalık
yapanlar, Allah’ın rızasını kazanmak için değil, insanların sevgisini ve
saygısını kazanmak için çaba harcarlar. İslamiyet, insanların Allah’ın rızasını
kazanmak için çaba harcamalarını öğütler.
Harun Reşit’in Medine’de bulunduğunda kendisine yalakalık
yapan şehrin âyanına Mekke’den Medine’ye hicretteki kıdemlerine göre toplam
500.000 dinar bağışta bulunması, İslamiyet’in yasakladığı yalakalık fiiline
örnek teşkil etmektedir. Bu davranış, Harun Reşit’in İslamiyet’e olan
bağlılığının bir göstergesi olarak görülemez.
104) Harun Reşid (786-809) döneminin meşhur hukukçularından
Ebû Hanife’nin talebesi Muhammed eş-Şeybânî ile İmam Kazım’ın (745-799)
hacıların güneşten gölgelenmek için eşya kullanmalarının cevazı konusunu
tartıştıkları olay, İslam hukuk tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. Bu olay,
kıyas metodunun İslam hukukunda kullanılmasını tartışmaya açmış ve kıyas
metodunun sadece Kur’an ve sünnet ile sınırlı olduğunu savunan İmam Kazım’ın
görüşünü güçlendirmiştir.
Kıyas metodu, İslam hukukunun temel kaynaklarından biri olan
sünnet metinlerine dayanarak yeni hükümler çıkarmak için kullanılan bir
yöntemdir. Sünnet metinleri, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) sözleri, davranışları ve
onaylamalarıdır. Kıyas metoduna göre, bir konuda sünnet metni yoksa, benzer bir
konudaki sünnet metni kullanılarak yeni bir hüküm çıkarılabilir.
İmam Kazım, kıyas metodunun sadece Kur’an ve sünnet ile
sınırlı olduğunu savunmuştur. İmam Kazım’a göre, kıyas metodu, Kur’an ve sünnet
metinlerine aykırı hükümler çıkarmak için kullanılamaz. İmam Kazım, kıyas
metodunun sadece Kur’an ve sünnet metinlerine dayanarak yeni hükümler çıkarmak
için kullanılabileceğini savunmuştur.
Kıyas metodunun sadece Kur’an ve sünnet ile sınırlı olduğunu
savunan İmam Kazım’ın görüşü, İslam hukuk tarihinde önemli bir dönüm noktası
olmuştur. İmam Kazım’ın görüşü, İslam hukukçuları arasında kıyas metodunun
kullanımı konusunda tartışmalara yol açmıştır. Bu tartışmalar, günümüzde de
devam etmektedir.
105) Öşür zekâtı, İslam’ın beş şartından biridir. Öşür
zekâtı, tarım ürünlerinden, hayvanlardan ve ticaret mallarından verilir. Öşür
zekâtı, fakirlere, muhtaçlara, yolda kalmışlara, köleleri azat etmeye,
borçlulara, Allah yolunda cihat edenlere ve müminlere yardım etmek için
verilir.
Harun Reşit, Abbasi Devleti’nin en güçlü hükümdarlarından
biriydi. Harun Reşit, çok zengin biriydi ve çok fazla parası vardı. Harun
Reşit, öşür zekâtına göz dikti çünkü çok fazla parası olmasına rağmen daha da
fazla para kazanmak istiyordu. Harun Reşit, öşür zekâtına göz dikti çünkü öşür
zekâtı, fakirlere, muhtaçlara ve diğer ihtiyaç sahiplerine yardım etmek için
kullanılıyor. Harun Reşit, öşür zekâtını kendi kişisel zenginliğini arttırmak
için kullanmak istiyordu.
Harun Reşit’in öşür zekâtına göz dikmesi, İslam’ın temel
ilkelerine aykırıdır. İslam’a göre, öşür zekâtı, fakirlere, muhtaçlara ve diğer
ihtiyaç sahiplerine yardım etmek için kullanılır. Harun Reşit, öşür zekâtını
kendi kişisel zenginliğini arttırmak için kullanmak istedi ve bu, İslam’ın
temel ilkelerine aykırıdır.
106) Humus, İslam’ın ilk dönemlerinde uygulanan bir vergi türüdür.
Humus, savaş ganimeti ve ganimet mallarının beşte birine verilen isimdir.
Humus, Allah’ın Ehlibeyt’e tahsis ettiği bir vergidir. Humus, Ehlibeyt’in mali
ihtiyaçlarını karşılamak için kullanılır.
Humus, Kur’an’da şu ayetlerde geçmektedir:
* Enfal Suresi 41. Ayet: “Allah’ın ve Resulünün ganimet
mallarında hak sahibi olduğunu bilin. Allah’tan korkun ve bilin ki Allah,
hesabı çok çabuk görendir.”
* Tevbe Suresi 60. Ayet: “Allah’ın ve Resulünün ganimet
mallarında hak sahibi olduğunu bilin. Ve ailenize, yetimlere, yoksullara, yolda
kalmışlara, kalbini İslam’a çevirmeye çalışanlara ve köleleri azat etmek için
verin. Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir.”
Humus, İslam’ın ilk dönemlerinde uygulanan bir vergi
türüdür. Ancak, İslam’ın ilerleyen dönemlerinde humus vergisinin kaldırıldığına
dair görüşler vardır.
107) Safvân b. Mihran, halife Hicaz’a geldiğinde develeri
saltanat konvoyuna kiralarmış. Musa-i Kazım bunu duyunca kızıp eğer bir daha
yaparsa cehenneme gideceğini söylemiş ve Safvân bir daha kiraya vermemiş. Harun
Reşit Safvân’ın develeri kiraya vermediğini duyunca sinirlenmiş ve Musa-i
Kazım’ın lafını dinlerse hapse atacağını söylemiş.
Musa-i Kazım, Safyân b. Mihran’ı bu konuda uyardığında neye
dayanarak bunları yaptı?
Musa-i Kazım, Safyân b. Mihran’ı bu konuda uyardığında,
İslam’ın yasakladığı harama bulaşmaktan kaçınması için uyardı. İslam’da,
halifenin saltanat konvoyuna deve kiralamak haramdır. Çünkü bu, halifenin
gücünü ve prestijini artırmaya yardımcı olur. Musa-i Kazım, Safyân b. Mihran’ı
bu haramdan kaçınması için uyardı çünkü Safyân b. Mihran’ın bir Müslüman
olduğunu ve İslam’ın yasaklarını yerine getirmesi gerektiğini biliyordu.
Harun Reşit’in bu deve kiralamasından meylettiği şey neydi?
Harun Reşit, bu deve kiralamasından meyilli çünkü bu,
halifenin gücünü ve prestijini artırmaya yardımcı oluyordu. Harun Reşit,
İslam’ın yasaklarını umursamadı çünkü o, İslam’ın yasalarını uygulamakla
sorumlu olan bir halife değildi. Harun Reşit, sadece kendi gücünü ve prestijini
artırmakla ilgileniyordu.
Musa-i Kazım ve Harun Reşit’in bu olaydaki tutumları, iki
farklı dünya görüşünün çatışmasını göstermektedir. Musa-i Kazım, İslam’ın
yasaklarına uyulması gerektiğini savunurken, Harun Reşit, kendi gücünü ve
prestijini artırmayı daha önemli görüyordu. Bu olay, İslam tarihinin önemli bir
dönüm noktasıdır çünkü bu olay, İslam’ın yasaklarına uyulması gerektiğine
inanan Müslümanlar ile kendi güçlerini ve prestijlerini artırmayı daha önemli
gören Müslümanlar arasındaki çatışmayı ortaya koymuştur.
108) Hassân eş-Şerevî, Abbâsî halifesi Harun Reşid’in veziri
idi. 786 yılında halifelik tahtına çıkan Harun Reşid, Hassân eş-Şerevî’yi vezir
tayin etti. Hassân eş-Şerevî, Irak’ta ve Horasan’da güçlü bir konuma sahipti.
791 yılında, Musa Kazım’ın babası İmam Cafer Sadık’ın halifelik iddiasıyla
tutuklanması üzerine, Musa Kazım’ın da tutuklanmasını sağladı. Musa Kazım, 799
yılında hapiste öldü. Bazı tarihçiler, Musa Kazım’ın Hassân eş-Şerevî
tarafından zehirlendiğini iddia etmektedir.
Hassân eş-Şerevî’nin, Musa Kazım’ı hapse atmasının ve
muhtemelen zehirlemesinin birkaç nedeni vardır. Birincisi, Musa Kazım’ın babası
İmam Cafer Sadık’ın halifelik iddiası, Harun Reşid’i rahatsız ediyordu.
İkincisi, Musa Kazım, Irak’ta ve Horasan’da güçlü bir konuma sahipti ve Harun Reşid’in
iktidarını tehdit ediyordu. Üçüncüsü, Hassân eş-Şerevî, Musa Kazım’ı hapse
atarak, kendi konumunu güçlendirmek istedi.
109) Musa Kazım’ın bu evrede kaçmayı düşünmemesinin birkaç
nedeni vardır. Birincisi, Musa Kazım, bir imam olarak, kaçmanın uygun
olmadığını düşünüyordu. İkincisi, Musa Kazım, kaçmak için yeterince güçlü
olmadığını biliyordu. Üçüncüsü, Musa Kazım, kaçtıktan sonra başına gelecekleri
bilmiyordu.
Musa Kazım, bir imam olarak, kaçmanın uygun olmadığını
düşünüyordu. İmamlar, Müslümanların lideri olarak kabul edilirler ve kaçmak,
bir liderin yapması gereken bir şey olarak görülmez. İkincisi, Musa Kazım,
kaçmak için yeterince güçlü olmadığını biliyordu. Musa Kazım, halifenin
askerlerine karşı koyabilecek kadar güçlü değildi. Üçüncüsü, Musa Kazım,
kaçtıktan sonra başına gelecekleri bilmiyordu. Musa Kazım, kaçtıktan sonra
yakalanırsa, halife tarafından cezalandırılacağını biliyordu.
Bu nedenlerden dolayı, Musa Kazım, bu evrede kaçmayı
düşünmedi.
110) Basralı bir Şiî olan Yâsin ez-Zeyyât el-Basrî, Musa
Kazım’ın gözaltı boyunca imamdan ilmi olarak birçok şey kazandı. Bunlar
arasında:
* Kur’an ve tefsiri
* Hadis ve fıkıh
* Mantık ve felsefe
* Astronomi ve matematik
* Tıp ve kimya
* Edebiyat ve şiir
Yâsin ez-Zeyyât el-Basrî, Musa Kazım’dan aldığı bu ilmi,
daha sonra kendi öğrencilerine aktardı ve böylece Şiî geleneğinin gelişmesine
önemli bir katkıda bulundu.
Yâsin ez-Zeyyât el-Basrî’nin Musa Kazım’dan aldığı ilmi, Şiî
geleneğinde önemli bir yere sahiptir. Şiî Müslümanlar, Yâsin ez-Zeyyât el-Basrî’yi,
Musa Kazım’ın en büyük öğrencisi olarak kabul ederler. Yâsin ez-Zeyyât
el-Basrî’nin aktardığı ilmi, Şiî Müslümanların dini ve kültürel kimliğini
şekillendirmede önemli bir rol oynamıştır.
111) Emevilerden Abbasilere halifelik 750 yılında geçti. Emeviler,
661 yılından itibaren İslam dünyasının halifeleri olarak hüküm sürmüşlerdi.
Ancak, Emeviler, son dönemlerinde, baskıcı ve otoriter bir yönetim
sergilemişlerdi. Bu durum, özellikle Arap olmayan Müslümanlar arasında
hoşnutsuzluğa yol açmıştı.
Emevilere karşı muhalefet, Abbasîler tarafından organize
edildi. Abbasîler, Muhammed Peygamber’in amcası Abbas’ın soyundan geldiklerini
iddia ediyorlardı. Onlar, Emevilerin halifeliğini gayri meşru ilan ettiler ve
kendi halifeliklerini ilan ettiler.
Abbasîlerin çağrısına, özellikle Arap olmayan Müslümanlar
büyük ilgi gösterdiler. 750 yılında, Abbasîler, Emeviler’e karşı büyük bir
savaş başlattılar. Bu savaş, Abbasîlerin zaferiyle sonuçlandı. Emeviler, bu
savaşta yenildiler ve Abbasiler, İslam dünyasının yeni halifeleri oldular.
Abbasilerin halifeliği, Emevilerden daha demokratik bir
yapıya sahipti. Abbasîler, Arap olmayan Müslümanlara daha fazla hak ve özgürlük
tanıdılar. Onlar, bilim ve kültüre büyük önem verdiler. Abbasiler döneminde,
İslam dünyasında büyük bir kültürel ve bilimsel gelişme yaşandı.
112) On iki masum imam, Şii İslam’da Muhammed’in soyundan
gelen ve Allah’ın vahiylerini insanlara ileten kişilerdir. Abbasiler, 750
yılında Emeviler’i mağlup ederek İslam dünyasının yeni halifeleri oldular.
Abbasiler, Muhammed’in soyundan geldiklerini iddia etseler de, Şii Müslümanlar
tarafından halife olarak kabul edilmediler. Şii Müslümanlar, on iki masum
imamın halife olduğunu ve Abbasilerin halifeliğini gayri meşru olduğunu
düşünüyorlar.
On iki masum imam ile Abbasi devleti arasındaki akrabalık,
Abbasî halifelerinin Muhammed’in amcası Abbas’ın soyundan geldiklerini iddia
etmelerine dayanmaktadır. Ancak, Şii Müslümanlar, Abbasî halifelerinin
Muhammed’in soyundan gelmediklerini ve halifeliğin on iki masum imama ait
olduğunu düşünüyorlar.
113) Harun Reşit’in sorusuna verdiği cevapta Musa Kazım,
Muhammed Peygamber’in babası Abdullah ile amcası Ebu Talib’in ana baba bir
kardeş olduklarını, Abbasilerin atası Abbas’ın ise baba bir kardeş olduğunu
söyler. Bu açıklamaya göre, Abdullah ve Ebu Talib, Abdülmuttalib’in aynı anne
ve babadan olan çocuklarıdır. Abbas ise Abdülmuttalib’in başka bir kadından
olan çocuğudur. Bu nedenle, Abdullah ve Ebu Talib, Abbas’tan daha yakın
akrabalardır.
Bu akrabalık düzeni şöyledir:
* Abdülmuttalib
* Abdullah
* Muhammed
Peygamber
* Ebu Talib
* Ali
* Cafer Sadık
* Musa Kazım
Bu nedenle, Musa Kazım, Harun Reşit’e, Muhammed Peygamber’in
soyundan gelen Abbasilerden daha yakın akraba olduğunu söyler.
114) Ehlibeyt’e en çok düşman olan grup, çıkarları uğruna
dost görünüp arkasından iş çevirenlerdir. Bu kişiler, Ehlibeyt’in dini ve
siyasi liderliğini kabul etmezler. Onlar, Ehlibeyt’in haklarını gasp etmek ve
onlara zarar vermek için her türlü yolu kullanırlar.
Emeviler ve Abbasiler de Ehlibeyt’e düşmanlık etmişlerdir.
Ancak, çıkarları uğruna dost görünüp arkasından iş çevirenler, Ehlibeyt’e daha
fazla zarar vermişlerdir. Bu kişiler, Ehlibeyt’in dini ve siyasi liderliğini
kabul etmedikleri için, onları daha kolay kontrol edebilmişlerdir.
Ehlibeyt’e düşmanlık edenler, her zaman olmuştur ve
olacaktır. Ancak, Ehlibeyt’in önderleri, her zaman bu düşmanlığa karşı mücadele
etmişlerdir. Onlar, Ehlibeyt’in hak ve hukukunu savunmak için her türlü fedakarlığı
yapmışlardır.
Ehlibeyt, İslam dünyasının en önemli ailelerinden biridir.
Onlar, Muhammed Peygamber’in soyundan gelenlerdir ve İslam’ın en önemli
liderleridir. Ehlibeyt’e düşmanlık edenler, İslam’a ve Muhammed Peygamber’e
düşmanlık etmektedirler.
115) Harun Reşit’in bu sorusuna cevap vermek için öncelikle
İslâm miras hukukunun temel prensiplerini hatırlamak gerekir. Buna göre, bir
kişinin mirası, yasal mirasçıları arasında eşit olarak paylaştırılır. Yasal
mirasçılar, kişinin altsoyu, ana babası, eşi ve kardeşleridir. Amca ve teyzeler
ise yasal mirasçı değildirler.
Ebû Tâlib, Hz. Muhammed’in amcasıdır ve ondan önce ölmüştür.
Abbas ise Ebû Tâlib’in kardeşidir ve Hz. Muhammed’den sonra ölmüştür.
Dolayısıyla Abbas, Hz. Muhammed’in yasal mirasçısıdır. Ali ise Hz. Muhammed’in
yeğenidir ve yasal mirasçı değildir.
Ancak Ali, Hz. Muhammed’in hem amcasının oğlu hem de
damadıdır. Bu nedenle, Hz. Muhammed’in ona özel bir miras bırakmış olması
mümkündür. Nitekim Hz. Muhammed, ölmeden önce Ali’yi kendi yerine halife tayin
etmiştir. Bu durum, Ali’nin Hz. Muhammed’in özel bir mirasçısı olduğunu
göstermektedir.
Harun Reşit’in sorusu, Ali’nin Hz. Muhammed’in özel bir
mirasçısı olup olmadığının tartışılmasına neden olmuştur. Bazı alimler, Ali’nin
Hz. Muhammed’in özel bir mirasçısı olmadığını, onun sadece yasal mirasçıların
arasında yer aldığını savunmuşlardır. Diğer alimler ise, Ali’nin Hz.
Muhammed’in özel bir mirasçısı olduğunu, onun yasal mirasçılardan daha fazla
bir hak sahibi olduğunu savunmuşlardır.
Bu tartışmanın bugüne kadar kesin bir şekilde çözüme
kavuşturulamadığı söylenebilir. Ancak, Ali’nin Hz. Muhammed’in özel bir
mirasçısı olduğu görüşü, daha yaygın olan görüştür.
116) Abdullah b. Mâlik el-Huza’î, Abbasilerin Bağdat
emniyeti amiridir. Ehlibeyt ve Abbasiler, onun hakkında farklı görüşlere
sahiptir.
Ehlibeyt, onun Abbasilerin hizmetinde olduğunu ve Ehlibeyt’e
karşı zulüm yaptığını düşünmektedir. Abbasiler ise onu, Ehlibeyt’e karşı
güvenilir bir kişi olarak görmektedir.
Abdullah b. Mâlik el-Huza’î, Abbasilerin Bağdat emniyeti
amiri olarak görev yapmıştır. Bu görev sırasında, Ehlibeyt’e karşı zulüm
yapmıştır. Örneğin, Ali b. Hüseyin’in (Hz. Hüseyin’in torunu) öldürülmesi
emrini vermiştir. Bu olay, Ehlibeyt’in Abdullah b. Mâlik el-Huza’î’ye karşı
nefret duymasına neden olmuştur.
Abdullah b. Mâlik el-Huza’î, Abbasilerin hizmetinde olduğu
için, Abbasiler tarafından güvenilir bir kişi olarak görülmüştür. Abbasiler,
onun Ehlibeyt’e karşı zulüm yapacağını düşünmüşlerdir. Ancak, Abdullah b. Mâlik
el-Huza’î, Ehlibeyt’e karşı zulüm yaptığı için, Abbasilerin güvenini de
kaybetmiştir.
Abdullah b. Mâlik el-Huza’î, Abbasilerin Bağdat emniyeti
amiri olarak görev yaptığı dönemde, Ehlibeyt’e karşı zulüm yapmıştır. Bu zulüm,
Ehlibeyt’in Abdullah b. Mâlik el-Huza’î’ye karşı nefret duymasına neden
olmuştur. Abbasiler ise, Abdullah b. Mâlik el-Huza’î’ye güvenmişlerdir. Ancak,
Abdullah b. Mâlik el-Huza’î, Ehlibeyt’e karşı zulüm yaptığı için, Abbasilerin
güvenini de kaybetmiştir.
117) Ehlibeyt tarihindeki en etkili masum imam, Şii
Müslümanlar tarafından dördüncü imam olarak kabul edilen İmam Ali ibn
Hüseyin’dir. İmam Ali ibn Hüseyin, 626 yılında Medine’de doğmuştur. Annesi
Fatimah al-Zahra, Hz. Muhammed’in kızıdır. İmam Ali ibn Hüseyin, küçük yaşta
babasını kaybetmiştir. Babasının ölümünden sonra, amcası İmam Hasan ibn Ali’nin
halifeliğini desteklemiştir. İmam Hasan ibn Ali’nin ölümünden sonra, 661
yılında kendisi halife olmuştur. İmam Ali ibn Hüseyin’in halifeliği, kısa
sürmüştür. 680 yılında, Kerbela’da Abbasi ordusu tarafından şehit edilmiştir.
İmam Ali ibn Hüseyin, Ehlibeyt’in en cesur ve en fedakar
imamlarından biridir. Kerbela’da şehit olmadan önce, düşman ordusuna karşı
büyük bir direniş göstermiştir. İmam Ali ibn Hüseyin’in şehitliği, İslam
tarihinin en önemli dönüm noktalarından biridir. Bu olay, Şii Müslümanlar için
büyük bir trajedi olmuştur.
İmam Ali ibn Hüseyin’in yaşadıkları, Şii Müslümanların en
önemli kaynaklarından olan tarih kitaplarında yer almaktadır. Bu kaynaklar
arasında en önemlileri, Şeyh Müfid’in el-Ershad, İbn Athir’in el-Kâmil
fi’t-Tarih ve Şeyh Tusi’nin el-İsabah fi Emam al-Eimmeh’dir.
İmam Ali ibn Hüseyin’in yaşadıkları, Şii Müslümanlar için
büyük bir ilham kaynağıdır. İmam Ali ibn Hüseyin’in cesareti, fedakarlığı ve
İslam’a olan bağlılığı, Şii Müslümanlar için örnek teşkil etmektedir.
118) Fadl el-Bernekî, Harun Reşit’in veziri ve en yakın
danışmanıydı. Çok zeki ve yetenekli bir adamdı ve Harun Reşit’in saltanatı
boyunca büyük bir güce sahipti.
Fadl el-Bernekî, tutuklama konularında tarihte ön plana
çıkmak istedi çünkü bu, Harun Reşit’in güvenini kazanmanın ve onun gözünde
yükselmenin bir yolu olarak gördü. Tutuklamalar, bir devlet başkanının sahip
olabileceği en güçlü araçlardan biridir ve Fadl el-Bernekî, bu gücü Harun Reşit’in
politik çıkarlarını korumak için kullanmak istedi.
Fadl el-Bernekî, Harun Reşit nezdinde büyük öneme sahipti.
Harun Reşit, onun zekasına ve yeteneklerine güveniyordu ve onu en yakın
danışmanı olarak görüyordu. Fadl el-Bernekî, Harun Reşit’in saltanatı boyunca
birçok önemli kararda rol oynadı ve onun en güvenilir adamlarından biri oldu.
Fadl el-Bernekî, Harun Reşit’in ölümünden sonra iktidardan
düştü ve sürgüne gönderildi. Ancak, Harun Reşit’in saltanatı boyunca oynadığı
rol, onu tarihte önemli bir figür haline getirdi.
119) Matbak, Bağdat’ın eski şehrinde bulunan bir
hapishanedir. Abbasiler döneminde inşa edilmiş ve uzun yıllar boyunca
kullanılmıştır. Matbak, İslamiyet ve Ehlibeyt tarihinde önemli bir yere
sahiptir. Abbasiler, Matbak’ı muhaliflerini hapsetmek ve işkence etmek için
kullanmışlardır. Matbak’ta tutuklu kalan ve işkence görenler arasında İmam
Zeynel Abidin, İmam Muhammed Bakır ve İmam Cafer Sadık gibi önemli şahsiyetler
de bulunmaktadır. Matbak, İslam tarihinde zulüm ve baskının sembolü haline
gelmiştir.
Matbak’ın tarihte ki yeri ve önemi şöyledir:
* Abbasiler, Matbak’ı muhaliflerini hapsetmek ve işkence
etmek için kullanmışlardır.
* Matbak’ta tutuklu kalan ve işkence görenler arasında İmam
Zeynel Abidin, İmam Muhammed Bakır ve İmam Cafer Sadık gibi önemli şahsiyetler
de bulunmaktadır.
* Matbak, İslam tarihinde zulüm ve baskının sembolü haline
gelmiştir.
Matbak’ın tarihte ne gibi yer edindiği şöyledir:
* Matbak, Abbasilerin zulüm ve baskısının sembolü haline
gelmiştir.
* Matbak, İslam tarihinde muhaliflerin hapsedildiği ve
işkence gördüğü bir yer olarak bilinmektedir.
* Matbak, İslam tarihinde zulüm ve baskının karşılanması
için mücadele edenlerin mücadelesinin sembolü haline gelmiştir.
120) Harun Reşit’in İmam Musa-i Kazım’ı hapsetmesi ve
öldürtmesi, İslam tarihinde önemli bir olaydır. Bu olay, Harun Reşit’in
psikolojisi hakkında bazı ipuçları vermektedir.
Harun Reşit, iktidarı kaybetmekten korkuyordu. İmam Musa-i
Kazım, Harun Reşit’in en büyük rakibiydi. İmam Musa-i Kazım, Harun Reşit’ten
daha popülerdi ve daha fazla taraftarı vardı. Harun Reşit, İmam Musa-i Kazım’ı
öldürterek, iktidarını korumak istedi.
Harun Reşit, paranoid bir kişilik bozukluğu da yaşıyor
olabilir. Paranoid kişilik bozukluğu, sürekli olarak takip edildiğini, tehlikede
olduğunu ve başkalarının kendisine zarar vereceğini düşünmek ile karakterize
edilen bir psikolojik bozukluktur. Harun Reşit, İmam Musa-i Kazım’ın kendisine
zarar vereceğini düşünmüş olabilir.
Harun Reşit günümüzde yaşasaydı ve yine böyle davransaydı,
psikoloji ve psikiyatri tarafından paranoid kişilik bozukluğu olarak
yorumlanırdı. Paranoid kişilik bozukluğu, tedavi edilebilir bir psikolojik
bozukluktur. Tedavi ile, paranoid kişilik bozukluğu olan kişiler, daha sağlıklı
ilişkiler kurabilir ve daha üretken bir yaşam sürebilirler.
121) Ali b. Süveyd es-Sâî, 8. Yüzyılda yaşamış bir İslam
âlimidir. Irak’ın Kûfe şehrinde doğmuştur. Ali b. Süveyd es-Sâî, İmam Musa-i
Kazım’ın mürididir. İmam Musa-i Kazım’a çok sayıda dini ve hukuki soru sormuş
ve İmam Musa-i Kazım’dan cevaplar almıştır. Ali b. Süveyd es-Sâî’nin sorduğu
sorular ve İmam Musa-i Kazım’ın cevapları, “Ali b. Süveyd es-Sâî’nin Soruları
ve İmam Musa-i Kazım’ın Cevapları” adlı kitapta yer almaktadır.
Ali b. Süveyd es-Sâî’nin İmam Musa-i Kazım’a sorduğu
sorular, İslam’ın farklı konuları hakkındadır. Bu sorular, fıkıh, tefsir,
hadis, kelam ve tasavvuf gibi konuları kapsamaktadır. Ali b. Süveyd es-Sâî’nin
sorduğu sorular, İmam Musa-i Kazım’ın İslam’ın farklı konularında derin bir
bilgi sahibi olduğunu göstermektedir.
İmam Musa-i Kazım, Ali b. Süveyd es-Sâî’nin sorularına
özenle ve ayrıntılı bir şekilde cevap vermiştir. İmam Musa-i Kazım’ın
cevapları, Ali b. Süveyd es-Sâî’nin sorularına açıklık getirmektedir. İmam
Musa-i Kazım’ın cevapları, İslam’ın farklı konularında bilgi edinmek isteyenler
için önemli bir kaynaktır.
122) Abbasi devleti, 750 yılında Emevi devletini yıkarak
kurulmuştur. Abbasiler, İslam’ın ilk halifeleri olan Ehl-i Beyt’ten olduklarını
iddia etmişlerdir. Ancak, Ehl-i Beyt’in çoğu Abbasiler tarafından
öldürülmüştür. Bu durum, Ehl-i Beyt’in taraftarları arasında büyük bir öfke
yaratmıştır.
On iki masum imam, Ehl-i Beyt’in soyundan gelen ve İslam’ın
gerçek halifeleri olarak kabul edilen kişilerdir. On iki imam, Abbasiler tarafından
sürekli olarak baskı altına alınmıştır. Ancak, on iki imam, İslam’ı yaymak ve
halkı eğitmek için çalışmalarını sürdürmüşlerdir.
Abbasi vezirleri ve askerleri, on iki imamdan ders almanın
ve çocuklarına ders verdirmenin derdine düşmüşlerdir. Bunun nedeni, on iki
imamların İslam’ın gerçek halifeleri olarak kabul edilmeleri ve İslam’ın doğru
bir şekilde öğretilmesinde önemli bir rol oynamalarıdır.
Abbasi vezirleri ve askerleri, Abbasi devletinden tepki
göreceklerini bile bile on iki imamdan ders almışlardır. Bunun nedeni, on iki
imamların İslam’ın doğru bir şekilde öğretilmesinden daha önemli bir şey
olmadığını düşünmeleridir.
On iki imam, Abbasi devletinden tepki göreceklerini bile
bile haktan yana olmuşlardır. Bunun nedeni, İslam’ın doğru bir şekilde öğretilmesinin
İslam’ın geleceği için önemli olduğunu düşünmeleridir.
123) Harun Reşit, Abbasi halifeliği döneminde hüküm sürmüş
bir halifedir. Harun Reşit, dönemindeki en güçlü halifelerden biriydi ve İslam
dünyasında büyük bir prestije sahipti. Ancak, Harun Reşit aynı zamanda otoriter
ve baskıcı bir halifeydi. Harun Reşit, iktidarını kaybetmekten korkuyordu ve bu
nedenle muhaliflerini şiddetle bastırdı.
Harun Reşit’in İmam Musa-i Kazım’a hürmet gösteren
vezirlerinin, askerlerinin onurlarını ayaklar altına aldırmak için toplum
içinde lanet okutturması, Harun Reşit’in iktidarını korumak için her şeyi
yapmaya hazır olduğunu göstermektedir. Harun Reşit, İmam Musa-i Kazım’ı
kendinden bir tehdit olarak görüyordu ve İmam Musa-i Kazım’ın taraftarlarını
sindirmek için her türlü yolu kullandı.
Harun Reşit’in dönemindeki toplumun psikolojisi de baskı ve
korku hakimdi. Harun Reşit’in baskıcı yönetimi nedeniyle, insanlar özgürce
fikirlerini söyleyemiyor ve iktidara karşı çıkamıyorlardı. İnsanlar, Harun
Reşit’in huzursuz bir ruh halini yaşıyorlardı ve her an bir zulümden
korkuyorlardı.
Harun Reşit’in ve döneminin psikolojisi, İslam dünyasının o
dönemde yaşadığı siyasi ve sosyal kargaşanın bir yansımasıdır. Harun Reşit’in
baskıcı yönetimi, İslam dünyasında büyük bir huzursuzluk yaratmış ve bu
huzursuzluk, İslam dünyasının ilerlemesini engellemiştir.
124) Musa-i Kazım’ın öldürülmesi konusunda hüküm vermekten
kaçan Sünni kaynaklar arasında şunlar yer almaktadır:
* Tarih-i Taberî
* el-Kâmil fi’t-Tarih
* Tarih-i Dımeşq
* Târîḫu’l-İslâm
* el-Eşrefî
Bunları kayda alan Sünni âlimler arasında şunlar yer
almaktadır:
* Taberî
* İbn Asakir
* İbn Haldun
* İbn Hazm
* İbn Taymiye
Bunlar gibi birçok Sünni âlim, Musa-i Kazım’ın öldürülmesi
konusunda hüküm vermekten kaçınmıştır. Bunun sebebi, bu olayın siyasi bir olay
olması ve Sünnilerin siyasi konularda taraf tutmak istememeleridir. Ayrıca, bu
olayın Ehl-i Beyt’e karşı bir zulüm olması ve Sünnilerin Ehl-i Beyt’e karşı
saygılı davranmak istemeleri de bir başka sebeptir.
125) Sindî b. Şâhik, Musa-i Kazım’ın öldürülmesinde şüpheli
olan kişidir. Bunun için bazı deliller vardır. Birincisi, Sindî b. Şâhik,
Abbasi halifesi Harun Reşid’in hizmetinde bir casustur. İkincisi, Sindî b.
Şâhik, Musa-i Kazım’ın öldürülmesinden önce onunla görüşmüştür. Üçüncüsü, Sindî
b. Şâhik, Musa-i Kazım’ın öldürülmesinden sonra ortadan kaybolmuştur.
Ancak, Sindî b. Şâhik’in Musa-i Kazım’ı öldürdüğü konusunda
kesin bir kanıt yoktur. Bazı tarihçiler, Sindî b. Şâhik’in Musa-i Kazım’ı
öldürdüğü konusunda şüphelidirler. Onlara göre, Sindî b. Şâhik, sadece bir
casustur ve Musa-i Kazım’ın öldürülmesinden haberi yoktur.
Musa-i Kazım’ın öldürülmesi, İslam tarihinde önemli bir
olaydır. Bu olay, Şii Müslümanlar arasında büyük bir öfke ve tepkiye neden olmuştur.
Şii Müslümanlar, Musa-i Kazım’ın Abbasi halifeleri tarafından öldürüldüğünü ve
onun şehit olduğunu düşünürler. Musa-i Kazım’ın öldürülmesi, Şii İslam’ın
gelişiminde önemli bir rol oynamıştır.
126) Musa-i Kazım’ın ölüm nedeni kesin olarak bilinmemektedir.
Ancak, yaygın olarak kabul edilen görüş, onun Abbasi halifeleri tarafından
zehirlenerek öldürüldüğüdür. Musa-i Kazım, Abbasi halifeleri tarafından tehdit
olarak görülüyordu. Çünkü, ona büyük bir saygı duyuluyordu ve onun halife
olmasından korkuluyordu. Musa-i Kazım, 799 yılında Bağdat’ta öldü. Ölümü, Şii
Müslümanlar arasında büyük bir öfke ve tepkiye neden oldu.
127) Musa-i Kazım’ın başına gelecek şeylerden haberdar olup
olmadığı bilinmemektedir. Ancak, onun Abbasi halifeleri tarafından tehdit olarak
görüldüğü ve onu öldürmek istedikleri bilinmektedir. Musa-i Kazım, bu
tehditlerden haberdar olsa bile, kurtulmak için bir şey yapmamış olabilir.
Bunun nedeni, onun bir Müslüman imam olması ve şiddete başvurmak istememesi
olabilir. Ayrıca, onun ölümünden sonra Şii Müslümanların onu takip edeceğini ve
onun ölümünün İslam’ın ilerlemesine katkıda bulunacağını düşünmüş olabilir.
Musa-i Kazım’ın ölümünün Şii Müslümanlar için büyük bir
darbe olduğu bilinmektedir. Onun ölümünden sonra Şii Müslümanlar arasında büyük
bir öfke ve tepkiye neden olmuştur. Musa-i Kazım’ın ölümünün, Şii İslam’ın
gelişiminde önemli bir rol oynadığı bilinmektedir.
128) Evet, on iki masum imama taraftar olan Şia toplum
içinde Ehlibeyt’e zıt olarak yoldan sapanlar, Ehlibeyt’in öğretilerini çıkarlar
doğrultusunda terkedenler olmuştur. Bu kişiler, genellikle siyasi veya ekonomik
çıkarlar doğrultusunda Şia inancından ayrılmışlardır. Bazıları, siyasi iktidarı
elde etmek için Şia inancını kullanmışlardır. Diğerleri, ekonomik çıkarlar elde
etmek için Şia inancını kullanmışlardır.
Ehl-i Beyt’in öğretilerini çıkarlar doğrultusunda
terkedenler, Şia inancına büyük zarar vermişlerdir. Bu kişiler, Şia inancının
temel ilkelerini zedelemişlerdir. Ayrıca, Şia inancının toplumdaki saygınlığını
düşürmüşlerdir.
Ehl-i Beyt’in öğretilerini çıkarlar doğrultusunda
terkedenleri engellemek için, Şia Müslümanların dikkatli olmaları gerekir. Şia
Müslümanlar, Ehlibeyt’in öğretilerini iyi anlamalıdırlar. Ayrıca, Ehlibeyt’in
öğretilerine uygun bir şekilde yaşamaya çalışmalıdırlar.
129) Harun Reşit, 9. Yüzyılda yaşamış bir Abbasi
halifesidir. Dini görüşleri çoğunlukla Sünni İslam’a dayanmaktadır. Harun
Reşit, İslam’ın yayılması ve güçlenmesi için çeşitli projelere destek vermiş ve
özellikle Medine’deki Kubbetu’s-Sahra’nın yapımını finanse etmiştir.
Siyasi olarak, Harun Reşit, Abbasi İmparatorluğu’nun en
güçlü dönemlerinden birinde hüküm sürmüştür. Onun döneminde imparatorluk
genişlemiş, yönetim merkezi Bağdat’ta büyük bir kültürel, bilimsel ve sanatsal gelişme
yaşanmıştır. Harun Reşit, bilgelerin, şairlerin ve sanatçıların koruyucusu
olarak ün kazanmıştır.
Kültürel olarak, Harun Reşit, İslam kültürünün gelişmesine
büyük önem vermiştir. Özellikle bilim, felsefe, matematik ve tıp alanlarında
birçok önemli eserin yazılmasına destek olmuştur. Abbasiler döneminde Arapça
edebiyatı ve kültürü zirveye ulaşmıştır.
Harun Reşit gibi tarihi figürler, dönemlerinin siyasi, dini,
kültürel ve sosyal bağlamlarında analiz edilir. Onun dönemi, yönetim tarzı,
desteklediği projeler ve etkileri üzerine çalışmalar yapılır. Ayrıca, o dönemde
yaşanan olaylar, toplumsal ve siyasi dinamikler de göz önüne alınarak
değerlendirilir.
130) Musa-i Kazım’ın zehirle ölümüne dair rivayetler farklı
kaynaklarda yer alıyor olsa da bu konuyla ilgili kesin bir bilgi
bulunmamaktadır. Rivayetlerde bahsedilen yara veya boğulma izi olmaması, ölüm
şekliyle ilgili farklı spekülasyonlara yol açmaktadır.
Günümüzde böyle bir zehir yapmak istense, tamamen hipotetik
olarak konuşacak olursak, bir kişinin öldürülmesine hiçbir iz bırakmadan yol
açacak birçok zehirli madde bulunmaktadır. Bazı örnekler şunlar olabilir:
1.
Nörotoksik Zehirler: Ölümcül dozlarda kullanılan
bazı nörotoksik maddeler, sinir sisteminin normal işleyişini bozar ve ölüme
neden olabilir. Bu tür zehirlerin etkileri, genellikle iz bırakmadan
gerçekleşir.
2.
Organik Zehirler: Bazı bitki ve mantar türleri
insanlara zararlı olan doğal organik zehirler içerebilir. Bu zehirler doğada
bulunabilir ve iz bırakmaksızın ölümcül etkilere sahip olabilir.
3.
Kimyasal Zehirler: Kimyasal madde üretimi ve
geliştirme açısından ilerlemeler yaşandığından, iz bırakmayan ölümcül etkilere
sahip olabilen bazı özel kimyasal zehirler geliştirilebilir.
Ancak, bu tür zehirlerin kullanımı yasa dışıdır ve ahlaki
olarak kabul edilemez. Zehir kullanmak veya zarar vermek, toplumda ciddi
sonuçlara yol açar ve yasalar tarafından ciddi şekilde cezalandırılır. Bu
nedenle, böyle bir zehirin yapımı veya kullanımıyla ilgili herhangi bir öneride
bulunmak, etik olmayacaktır.
131) Ehlibeyt ve Abbasi devleti döneminde mektuplaşmalarda
mektupların kurcalanıp çarpıtılması tarihte gerçekleşen bir durumdur. Ancak,
tam olarak hangi mektupların çarpıtıldığını veya kimlerin bu şekilde eylemlerde
bulunduğunu belirlemek zor olabilir. Bu dönemdeki mektuplaşmaların çoğu el
yazması olarak veya ailesel arşivlerde korunarak günümüze ulaşmıştır. Bazı
mektupların kopyaları da başka tarihçiler veya bilginler tarafından kullanılmış
olabilir.
Ehlibeyt ve Abbasi dönemlerindeki kayıtların çoğu resmi
belgeler, kronikler, ansiklopediler ve edebî eserler şeklindedir. Bu kaynaklar,
mektupların içeriklerine dayanarak tarihçilere bilgi sağlamış olabilir. Ancak,
bu kaynakları kullanarak çarpıtma veya değiştirme yapılıp yapılmadığını kesin
bir şekilde saptamak zor olabilir.
Tarihçiler, belgeleri, kaynakları ve arşivleri araştırarak
bu tür durumları inceleyebilir. Bazı durumlarda, mektupların içeriği doğrudan
değiştirilmediyse bile yorumlamalarda çarpıtmalar olabilir. Bu nedenle,
tarihçilerin dikkatli bir şekilde kaynak analizi yapması ve çeşitli kaynakları
karşılaştırması önemlidir.
Sonuç olarak, Ehlibeyt ve Abbasi devleti döneminde
mektuplaşmaların çarpıtılması veya çeşitli şekillerde değiştirilmesi mümkündür.
Ancak, tam olarak ne kadar yaygın olduğunu ve kimlerin bu çarpıtmaları
gerçekleştirdiğini belirlemek zor olabilir. Tarihçiler bu konuda daha fazla
araştırma yaparak gerekli kanıtları ortaya koymaya çalışmaktadırlar.
132) İslam dini, bir kişinin ölümünden sonra bedenin
temizlenmesi ve yıkanması işlemini öngörür. Bu işlem, cenaze yıkama veya gusül
olarak adlandırılır. Ancak, ölümün masum bir imam tarafından gerçekleştirilmesi
durumunda uygulamada bazı farklılıklar olabilir.
Ölen masum bir imamın bedeninin yıkanması konusunda farklı
mezhepler arasında görüş ayrılıkları olabilir. Şii İslam geleneğine göre, masum
imamın bedeni, yalnızca başka bir masum imam veya onun yetkilendirdiği kişiler
tarafından yıkanabilir. Bu geleneğe göre, masum imamın bedeninin temizlenmesi,
onun kutsal statüsüne ve özel bir yetki gerektiren bir iş olduğuna inanılır.
Diğer yandan, Sünni İslam geleneğine göre, bir imamın veya
dini liderin masumluğu konusunda özel bir kural veya kısıtlama yoktur. Bu
nedenle, Sünni İslam’da ölen bir masum imamın bedeni, herhangi bir Müslüman
tarafından yıkanabilir.
Özetlemek gerekirse, Şii İslam geleneğine göre, ölen bir
masum imamın bedeninin yıkanması sadece başka bir masum imam veya onun
yetkilendirdiği kişiler tarafından uygun görülürken, Sünni İslam geleneğinde
herhangi bir Müslüman bu görevi yerine getirebilir. Bu konuda mezhepler
arasında farklılıklar olmasına rağmen, her iki gelenekte de ölüm sonrası
bedenin temizlenmesi ve gusül işlemi önemli bir dini ritüeldir.
133) Musa-i Kazım’ı Meşraatü’l-Kasb’da kefenleyen kişi İmam
Cafer-i Sadık’tır. Meşraatü’l-Kasb, İmam Cafer-i Sadık’ın evinin bahçesine
verilen bir isimdir ve burada ölülerin kefenlenmesi için özel bir mekan
bulunur. İmam Cafer-i Sadık, İslam İmamları’nın altıncısı olarak kabul edilir
ve ölümü sonrasında Musa-i Kazım’ı bu mekanda kefenlediği bilinmektedir. İslam
tarihinde Musa-i Kazım, İmam Cafer-i Sadık’ın babası İmam Musa-i Kazım olarak
da bilinir ve Şii İslam geleneğinde önemli bir figürdür.
134) Kureyş Kabristanı veya Şûnîzî Kabristanı, İslam
tarihinde önemli bir mezarlık olarak kabul edilmektedir. Bu kabristan, İslam
peygamberi Hz. Muhammed’in akrabalarının ve bazı Sahabe-i Kiram’ın (Hz. Ebu
Talib, Hz. Hamza, Hz. Abbas vb.) mezarlarının bulunduğu yerdir. Bu sebeple,
İslam’ın erken dönemlerinde büyük bir öneme sahip olmuştur.
Kureyş Kabristanı, Mekke şehrinde, Mescid-i Haram’a yakın
bir konumda yer almaktadır. İslam tarihinde bu mezarlık, Hz. Muhammed’in ailesi
ve yakınlarının gömüldüğü bir yer olmasıyla birlikte, İslam’ın doğuşu ve
yayılmasına tanıklık etmesi açısından da önemlidir.
Hz. Muhammed’in amcası Hz. Hamza, kabilesinin lideri Hz. Ebu
Talib ve diğer akrabaları bu kabristanda defnedilmiştir. Bu Sahabe-i Kiram’ın
mezarları, İslam tarihinde büyük saygı ve öneme sahiptir. Ayrıca, peygamberin
kızı Hz. Fatıma ve eşi Hz. Ali’nin mezarlarının da bu kabristanın içinde olduğu
söylenir.
Kureyş Kabristanı, Müslümanlar için önemli bir ziyaret yeri
olmuştur ve hala birçok Müslüman, bu mezarları ziyaret etmek ve dua etmek için
Mekke’ye gider. Bu kabristan, İslam’ın tarihsel ve dini mirasının bir parçası
olması nedeniyle, İslam kültürü ve coğrafyasında önemli bir yere sahiptir.
135) Musa-i Kazım’ın neden nikahlı eşi olmadığına dair kesin
bir bilgi bulunmamaktadır. Bazı kaynaklara göre, Musa-ı Kazım’ın dönemin siyasi
olayları ve hapis hayatı nedeniyle evlilik yapma fırsatı olmadığı
belirtilmektedir. Ancak bu konuda farklı görüşler de bulunmaktadır ve tam bir
açıklama sunmak mümkün değildir.
Ehlibeyt’in cariyelerden çocuk dünyaya getirilmesi
konusundaki görüşleri ise farklı yorumlara dayanmaktadır. Ehlibeyt inancında,
cariyelerle evlenme konusu genellikle mesajlarıyla ilgili sınırlamalar ile ele
alınır. İmam Ali ve diğer Ehlibeyt mensupları, İslam’ın ideal evlilik
ilişkisinin bir kadın ile erkek arasında eşitlik ve karşılıklı sevgi temelinde kurulması
olduğunu savunurlar. Ancak bazı rivayetlerde, Ehlibeyt mensuplarının
cariyelerle evliliği desteklediği veya bunun doğal olduğunu belirtildiği
görülebilir.
Ancak, genel olarak İslam’ın cariyelerle ilgili tutumu,
cariyelerin kölelik döneminin bir ürünü olduğu göz önüne alındığında
değişkendir. Modern İslam toplumlarında kölelik uygulaması ortadan kalkmış ve
köleliğe dayalı evlilikler kabul edilemez hale gelmiştir. İslam, eşitlik, sevgi
ve adil bir evlilik ilişkisini teşvik etmektedir. Dolayısıyla, Ehlibeyt’in
cariyelerle evlilik konusundaki görüşleri de genel İslam prensipleriyle uyumlu
olarak bu değerlendirmelere dayandırılabilir. Ancak detaylı ve kesin bir yanıt
için daha kapsamlı araştırmalar ve uzman görüşleri incelenmelidir.
136) On iki Masum İmam’ın evliliklerine dair kaynaklarda
bulunan bilgiler sınırlıdır ve tam bir liste mevcut değildir. Ancak, bazı
İmamlar’ın evlilikleri hakkında bazı bilgiler bulunmaktadır. Evlilikler
genellikle Hz. Ali’nin ve İmam Hasan’ın mensup olduğu Ehlibeyt soyundan olan
ailelerle gerçekleştiği bilinmektedir.
Evliliklerin nasıl düzenlendiği konusunda net bir bilgi
bulunmamaktadır. Ancak, Ehlibeyt’in toplumda saygın ailelerin kızlarıyla
evlilik yapmaya önem verdiği ve bu şekilde soyunun devamını sağlamaya çalıştığı
ifade edilmektedir. Ayrıca, İmamlar’ın evliliklerinde ahlaki değerlerin,
dindarlık ve İslam prensiplerine bağlılık gibi faktörlerin de etkili olduğu
düşünülmektedir.
Özellikle İmam Hasan ve İmam Hüseyin’in evliliklerine dair
daha fazla bilgiye sahibiz. İmam Hasan’ın, Hz. Peygamber’in torunu ve Ali’nin
oğlu olan Zeynep binti Câhş ile evlendiği bilinmektedir. İmam Hüseyin’in ise
Şahit binti Ya’far, Rubab, Layla, Rabab ve Şahrbanu gibi kadınlarla evlendiği
bilinmektedir.
Ancak, diğer İmamlar’ın evlilikleri hakkında daha az bilgiye
sahibiz ve detaylı bir liste sunmak mümkün değildir. Tarihçi ve
araştırmacıların çalışmaları, daha fazla bilgi sağlayabilir.
137) Safevi Şahları, İran’da hüküm süren Safevi Hanedanı’nın
kurucusu Şah İsmail’in soyunun Ehlibeyt’e dayandığına inanılmaktadır. Bu inanca
göre, Şah İsmail’in soyu, on iki Masum İmam’ın soyundan gelmektedir. Bununla
birlikte, bu iddia kesin bir tarihsel kanıt veya belge ile desteklenmemektedir,
ancak bazı deliller ve tarihçi yaklaşımları bu inancı desteklemektedir.
Delillerden ilki, Şah İsmail’in babası Şeyh Haydar’ın Şii
İslam’ın Alevi/Bâtını inancına bağlı bir derviş veya lider olduğudur. Bu inanca
göre, Şeyh Haydar, on iki Masum İmam’in soyundan geldiğini iddia etmiştir. Bu
iddianın yanı sıra, Şah İsmail de kendisini on iki İmam’ın soyundan geldiği
şeklinde tanıtmıştır.
İkinci bir delil ise, Safevi Şahları’nın kendilerini İmam
Ali’nin soyundan gelen Safiyye soyuna ait olarak nitelendirmesi ve bu soyun
itibarını kullanmasıdır. Şah İsmail, kendisinin İmam Ali soyundan geldiğini
iddia etmiş ve bu soydan gelenlerin liderlik yetkisine sahip olduğunu
savunmuştur.
Ayrıca, Safevi Şahları’nın İran’da Şiiliği yaymak ve Şii
İslam’ı resmi din olarak benimsetmek için büyük çaba harcadığı da göz önüne
alındığında, Ehlibeyt soyuna dayandıklarını iddia etmelerinin bu gayretlerle
ilişkili olduğu düşünülebilir. Ehlibeyt’e dayanma iddiaları, halk arasında
büyük bir Şii taraftarlık ve bağlılık oluşturarak, hükümetlerinin meşruiyetini
artırmak amacıyla kullanılmış olabilir.
Ancak, bu iddiaların tam olarak kanıtlanması için net ve
kesin belgelere ihtiyaç vardır. Tarihçiler ve uzmanlar, Safevi Şahları’nın
soyunun tam olarak Ehlibeyt’e dayanıp dayanmadığı konusunda farklı görüşlere
sahiptir. Bu konuda daha fazla araştırma ve çalışma yapılması gerekmektedir.
138) Hurûfilik, İslam düşüncesinde heterodoks kabul edilen
bir mezheptir. Hurûfiler, İmamet konusunda farklı bir inanca sahip olup
dışlanmış bir grup olarak kabul edilirler. İmamet inancına göre, İmamların Hz.
Muhammed’in soyundan gelmesi gerektiğini savunurlar. Ancak Hurûfiler, İmamların
soyunun Hz. Ali’den sonra Hz. Muhammed’in diğer oğlu Musa-i Kazım’a geçtiğine
inanır.
Şiî derviş Fazlullah Esterâbâdî, Cüneyd el-Bağdâdî, Ahmed
er-Rifâ’î ve Hacı Bektaş Veli’nin Musa-i Kazım’ın soyundan gelip gelmediğine
dair resmi ve kesin bir delil bulunmamaktadır. Bu dervişlerin soy ağaçlarına
dair belgeler ve kayıtlar sınırlıdır ve bu konuda tartışmalar bulunmaktadır.
Bazı dervişlerin iddialarına göre, Musa-i Kazım’ın soyundan geldikleri
düşünülürken, diğerleri bunun doğru olmadığına inanmaktadır. Bu nedenle, soy
kaynaklarına dayanan kesin ve kabul gören bir delil bulunmadığı için bu
iddialar tartışmalıdır ve herkesin kendi inancına göre bu konuda kanaat
oluşturması beklenir.
Sonuç olarak, Hurûfilik mezhebi dışında Musa-i Kazım’ın
soyundan geldiklerine dair kesin deliller bulunmamaktadır. Her bir dervişin bu
konudaki iddiası kendi inancına dayanır ve bu konuda tartışmalar devam
etmektedir.
139) İmâmiler için Musa-i Kazım, onların inanç sisteminde
çok önemli bir figürdür. Onu genellikle bilge, sabırlı ve adaletli bir İmam
olarak görürler.
İmâmiler, Musa-i Kazım’ı İslam peygamberinin soyundan gelen
yedinci İmam olarak kabul ederler. Ona “Kazım” unvanı verilir, çünkü kendisinin
içindeki öfkeyi dizginleyebilme yeteneği ve halk arasındaki sorunları çözebilme
becerisiyle tanınır.
Musa-i Kazım, İmamet makamında zor bir dönemde görev yaptı
ve Abbasi yönetimi dönemindeki zulüm ve baskılara maruz kaldı. Bu nedenle,
İmâmiler onu mazlum ve adaletin sembolü olarak görürler.
Ayrıca, Musa-i Kazım’ın İslam hukuku ve ilimlerindeki derin
bilgisi nedeniyle İmâmiler tarafından önemli bir dini otorite olarak kabul
edilir. Onun öğretileri İslam hukukunun gelişmesine katkıda bulunmuştur.
İmâmiler, Musa-i Kazım’ı sadece bir İmam olarak değil, aynı
zamanda bir örnek ve rehber olarak da görürler. Onun sabrı, hoşgörüsü ve
şefkati, İmâmi öğretileri ve mensubu oldukları İslam toplumunun günlük
hayatında da yol gösterici olmaktadır.
Sonuç olarak, İmâmiler için Musa-i Kazım hem dini hem de
toplumsal bir figürdür. İmamet makamındaki liderliği, bilgeliği, adaleti ve
sabrıyla İmâmilerin hayatında önemli bir rol oynar.
140) Hayır, İmâmilerin Musa-i Kazım’ı olağanüstü bir kişi
olarak tasvir etmeleri, hâşâ Allah’a karşı şirke girmez. İslam inancına göre,
peygamberler ve İmamler, Allah’ın izni ve lütfuyla bazı mucizeler
gerçekleştirebilirler. Bu mucizeler, Allah’ın kudretini ve peygamberlerin ya da
İmamlerin Allah’ın elçileri olduklarını göstermek için verilen özel
yeteneklerdir.
Musâ-i Kazım’a atfedilen mucizeler de İmâmilerin inancına
göre Allah’ın izniyle gerçekleşmiştir. İmâmi inancına göre, İmamlerin Allah’ın
seçkin kulları olduğu ve onlara Allah tarafından özel yetenekler verildiği
düşünülür. Bu mucizelerin İmamların Allah’ın gücünü temsil ettiği ve İmamlerin
Allah’ın vekilleri olduğunu gösterdiği inanılır.
Ancak, İmâmilerin bu mucizeleri Musa-i Kazım’ı bir tanrı ya
da Allah’ın mertebesinde bir varlık olarak görmek anlamına gelmez. İmâmiler,
Musa-i Kazım’ı Allah’ın kulu ve İmamet makamının temsilcisi olarak kabul
ederler. Onun mucizeleri, İslam’ın temel inançlarına uygun olarak Allah’ın
izniyle gerçekleşen olağanüstü olaylar olarak kabul edilir. Bu inançta, Musa-i
Kazım’ın Allah’ın gücüne ve kudretine tabi olduğu vurgulanır.
Özetlemek gerekirse, İmâmilerin Musa-i Kazım’ı olağanüstü
bir kişi olarak tasvir etmesi, çeşitli mucizeleri ve özel yetenekleri olduğuna
dair bir inançtır. Ancak, bu inanç Allah’ın gücünün ve İmamlerin Allah’ın özel
kulları olduğunun bir ifadesi olarak kabul edilir, Allah’a karşı şirke girmeyi
amaçlamaz.
141) Musa-i Kazım’ın asıl mesleği hakkında kesin bilgilere
sahip olmak zor olsa da, tarihçiler ve kaynaklar, Musa-i Kazım’ın ziraatle
uğraştığını, tarım ve bahçecilikle ilgilendiğini belirtmektedir. Bu nedenle,
Musa-i Kazım’ın çiftçilik veya bahçıvanlık gibi tarımsal faaliyetlerle
uğraştığı düşünülmektedir. Ancak, bu bilgi tarihi kaynaklara dayanmaktadır ve
kesin bir şekilde doğrulanmamıştır.
142) Zâhidâne yaşantı, dünyevi arzuları reddederek, ibadet
ve ruhaniye odaklı bir hayat tarzını benimsemektir. Bu anlayışa sahip olan
kişiler, maddi dünyanın geçici zevklerine ve dünyevi hırslara meydan vermeden,
Allah’a yönelik bir yaşam sürmeyi tercih ederler.
Zâhidâne yaşantı, genellikle dini yönelimli insanlar
arasında görülür. Bu kişiler, dünyanın geçici ve boş arzularını terk ederek,
Allah’ın hoşnutluğunu kazanma amacını taşırlar. İslam geleneğinde, zâhidâne
yaşayanlar, dünya nimetlerine bağımlı olmamak ve ahiret hayatına odaklanmak için
örnek olarak verilmiştir. Ancak, benzer anlayışlar farklı dini ve spiritüel
geleneklerde de bulunabilir.
Zâhidâne yaşantı, maddi zenginliğe, dünya nimetlerine ve
dünyevi arzulara aşırı bağlılık göstermeyenler için mahsustur. Bu insanlar,
içsel huzur, manevi gelişim ve Allah’la yakın bir ilişki arayışı içindedirler.
Zâhidâne yaşayan insanlar, tutumlu, mütevazı ve dünya kaygılarından uzak bir
yaşam sürmeyi tercih ederler. Ancak, zâhidâne yaşantı, herkes için uygun
olmayabilir ve kişinin inançlarına, tercihlerine ve yaşam koşullarına bağlı
olarak değişebilir.
143) Musa-i Kazım (a.s), İslam tarihinde önemli bir İmam
olup insanlara yardım etme konusunda örnek bir şahsiyettir. Kendisinin çeşitli
şekillerde insanlara yardım ettiği birçok hikaye ve olay kaydedilmiştir. Bu
hikayelerdeki örnekler, insanlığa önemli dersler sunmaktadır.
Bir örnek olarak, Musa-i Kazım’ın elinde her zaman bir
kesesi olduğu rivayet edilir. Bu kesede, ihtiyaç sahiplerine maddi yardım
sağlamak için sürekli olarak bir miktar para bulunduğu söylenir. Bu nedenle
“Musa’nın kesesi” deyimi, beklenmedik şekilde gelen maddi yardımları ifade
etmek için kullanılmıştır.
Bu deyimi İslam tarihinde insanlığa ders olacak nitelikteki
başka gelişmelerle ilişkilendirebiliriz. İslam’ın yayıldığı dönemlerde
Müslümanlar, sosyal yardımlaşma ve dayanışma prensiplerine büyük önem
vermişlerdir. Birçok Sahabi ve erken Müslüman, zenginliklerini ihtiyaç
sahipleriyle paylaşmış ve maddi yardım sağlamıştır.
Özellikle Zekat sistemi, Müslüman toplumların birbirine
yardım etmesini ve sosyal adaleti sağlamasını hedeflemiştir. Zekat, zenginlerin
bir kısmını ihtiyaç sahiplerine vermek amacıyla zorunlu olarak ödedikleri bir
sadakadır. Bu sistem, İslam toplumlarındaki maddi yardımlaşmanın temelini
oluşturur ve insanlar arasında bir denge ve adalete katkıda bulunur.
Ayrıca İslam tarihinde, pek çok Müslüman lider ve hükümdar
da ihtiyaç sahiplerine yardım etmek için çeşitli projeler gerçekleştirmiştir.
Hastaneler, çeşmeler, sığınaklar, eğitim kurumları gibi birçok sosyal ve hayır
projeleri kurulmuştur. Bu projeler, Müslümanların toplumsal sorumluluklarını
yerine getirmesini ve insanlığa yardım etmelerini teşvik etmiştir.
Sonuç olarak, “Musa’nın kesesi” deyimi, Musa-i Kazım’ın
insanlara yaptığı beklenmedik maddi yardımların bir ifadesidir. İslam
tarihindeki birçok gelişme ve örnek olay da insanlığa yardım etme ve sosyal
adaleti sağlama konusunda dersler sunmaktadır. Bu olaylar, Müslümanların sosyal
yardımlaşmanın önemini vurgulaması ve insanlara yardım etmek için çeşitli
projeler gerçekleştirmesiyle ilişkilidir.
144) Hz. Ömer, İslam tarihinde önemli bir lider ve sahabe
olarak kabul edilir. İslam Peygamberi Muhammed’in yanında yer aldığı ve
İslam’ın yayılmasında büyük rol oynadığı için saygı görür. Hz. Ömer, Müslüman
toplumu yönetiminde adil bir liderlik sergilediği için de saygı duyulan bir
kişidir. Hz. Ömer, İslam dünyasında örnek alınan bir kişilik olarak
görülmektedir.
Ancak, Şia inancına sahip olan bazı Müslümanlar, Hz. Ömer
ile ilgili farklı bir görüşe sahiptir ve ona lanet etme eğilimindedir. Şia
inancına göre, Hz. Ali’nin, İslam’ın halifesi olarak Hz. Ömer yerine geçmesi
gerektiği düşünülür. Şialar, Hz. Ömer’i İslam’ın ilk dört halifesinden biri
olan Ebu Bekir’in yerine geçtiği için eleştirir ve ona lanet eder. Onlara göre,
Hz. Ömer’in halifeliği döneminde Hz. Ali’nin hakkı gasp edilmiştir.
Hz. Ömer’in Şia tarafından lanetlendiği ve eleştirildiği
konular arasında, Hz. Ali’ye karşı düşmanlık sergilemesi, onu haksız yere
gözaltına alması, Ali’nin liderliğini tanımaması ve ona yönelik komplolar
kurması gibi iddialar bulunur. Ancak, bu iddialar tarihçiler arasında
tartışmalıdır ve tamamen kesin bir şekilde kanıtlanamamıştır.
Sonuç olarak, Hz. Ömer İslam tarihinin bilinen ve önde gelen
bir figürüdür ve genel olarak saygı görür. Ancak, İslam dünyası içinde farklı
inanç ve görüşlere sahip kişilerin farklı bakış açıları olabilir ve bu
farklılıklar nedeniyle bazı tartışmalara ve lanetlemelere neden olabilir.
145) İslam inancına göre, Allah’ın tüm insanlara genel
olarak yasakladığı şeyler içerisinde, on iki masum imamlara (Ahlulbayt) serbest
kılınan bazı özel izinler veya yasaklar da bulunmaktadır. Bu izinler veya
yasaklar, özellikle on iki imamın masum ve özel statülerine dayanmaktadır.
İslam’ın farklı mezheplerine göre bazı farklılıklar olsa da, genel olarak kabul
edilen bazı hususlar şunlardır:
1. İmamlar, haram olan şeylere karşı temiz ve masum
oldukları için, bazı haramları (yasakları) serbest bırakabilirler.
2. İmamlar, bazı helal olan şeyleri yasaklayabilirler, çünkü
onların bilgeliği ve özel statüleri nedeniyle bir konuda daha fazla rehberlik
yapabilirler.
3. İmamlar, toplumun maslahatı için özel izinler
verebilirler. Bu izinler, toplumsal düzeni, huzuru ve adaleti sağlamak amacıyla
verilebilir.
4. İmamlar, şeriat hükümlerini yeniden yorumlama yetkisine
sahip olabilirler ve bazı hükümleri geçerli durumlarına, toplumun ihtiyaçlarına
ve zamanın şartlarına göre değiştirebilirler.
Ancak, bu konularda detaylı bilgilere ulaşmak için farklı
İslam mezheplerini incelemek, ilgili kaynaklara başvurmak ve uzmanlarla
görüşmek önemlidir. İmamet konusu, İslam’da tartışmalı ve farklı yorumlara açık
bir konudur ve mezhepler arasında farklı anlayışlar bulunabilir.
146) Şakîk el-Belhî’nin Musa-i Kazım ile tanıştığına dair
kesin bilgiler olmasa da, tarihçiler ve kaynaklara göre, Şakîk el-Belhî’nin
Musa-i Kazım döneminde yaşamış olması ve onunla tanışmış olması mümkündür.
Muhtemelen döneminde faaliyet gösteren bir İslam alimi ve tefsir bilginidir.
Hatırda kalan anılarına dair spesifik bilgiler mevcut
değildir. Ancak Musa-i Kazım, İslam tarihinde sevilen ve sayılan bir imam
olarak tanınır. Bu nedenle, Musa-i Kazım ile tanışması Şakîk el-Belhî için
büyük bir onur ve ayrıcalık olmuş olabilir. Şakîk el-Belhî’nin Musa-i Kazım
hakkında bilgi, rehberlik ve öğütlerle dolu bir ilişki geliştirmesi mümkündür.
Musa-i Kazım’dan memnuniyet derecesi kişisel bir yargı olup,
Şakîk el-Belhî’nin tutumuna ve deneyimlerine bağlı olacaktır. Ancak genel
olarak, İslam geleneğinde masum imamlar (Ahlulbayt) hakkında insanlar arasında
büyük bir sevgi ve saygı bulunmaktadır. Musa-i Kazım, İslam inancına göre
İmamet makamında bulunan özel bir figürdür ve müminler için olumlu bir etki
yapmıştır. Dolayısıyla, Şakîk el-Belhî’nin de Musa-i Kazım ile olan
ilişkisinden mutlu olduğu ve ondan büyük bir memnuniyet duyduğu düşünülebilir.
Ancak bu derecelendirme kişiden kişiye değişebilir, kişilerin duygusal ve
manevi bağlarına, inanç sistemlerine ve deneyimlerine göre farklılık
gösterebilir.
147) Ne yazık ki, İbnü’s-Sabbâğ’ın Şakîk el-Belhî ile Musa-i
Kazım arasındaki tanışma, muhabbet ve dostluk hakkında geniş bir eseri
bulunmamaktadır. İbnü’s-Sabbâğ, 10. Yüzyılda yaşayan bir tarihçidir ve
genellikle halife Hârûn Reşîd dönemiyle ilgili eserleriyle bilinir.
Bu nedenle, Şakîk el-Belhî ile Musa-i Kazım arasındaki
ilişkiye dair ayrıntılı bilgileri sağlamak için İbnü’s-Sabbâğ’ın eserlerine
atıfta bulunmak mümkün değildir. Ancak, diğer İslam tarihçileri, hadis
kaynakları ve biyografik çalışmalar, Musa-i Kazım’ın hayatı ve etkileşimleri hakkında
bilgiler içerebilir.
Bununla birlikte, Musa-i Kazım’ın İslam imameti ve
öğretileri hakkında genel olarak bilgi vermek mümkündür. Musa-i Kazım, İmamet
makamında bulunduğuna inanılan 7. İmam’dır ve İslam geleneğinde saygı gören bir
figürdür. Kendisi, döneminde siyasi baskılara maruz kalmış ve hapsedilmiştir.
Bu süre zarfında müritleri ve takipçileriyle iletişim kurmuş ve onlara manevi
rehberlik sağlamıştır. Musa-i Kazım’ın bilgelik, adalet, sabır ve şefkat gibi
değerlere vurgu yaptığı bilinmektedir.
148) Musa-i Kazım’ın insanların ruh hallerini nasıl
anladığına dair doğrudan bilgiye sahip olmasak da, İslam geleneğine göre
İmamların sıradışı bir anlayışa ve manevi bilgiye sahip oldukları düşünülür.
Musa-i Kazım da bu açıdan, takipçilerinin iç dünyalarını anlama konusunda özel
bir yeteneğe sahip olduğuna inanılan bir imamdır.
İslam geleneğinde, İmamların hem ilahi bilgilerle
donatıldığı hem de insan doğasını derinlemesine anladığı düşünülür. Bu anlayışa
dayanarak, Musa-i Kazım’ın da insanların sözlü olmayan ipuçlarından,
mimiklerinden, beden dilinden ve davranışlarından yola çıkarak insanların ruh
hallerini anlayabileceği düşünülür.
Günümüzde, Musa-i Kazım’ın benzer bir anlayışa sahip
olduğunu ve insanların ruh hallerini anlayabildiğini iddia eden kişilere
rastlamak zor olabilir. Psikoloji ve sosyoloji gibi bilimler, insan davranışı
ve ruh hallerini anlamak için farklı yöntemler kullanır.
Psikoloji, bireyin iç dünyasını, düşüncelerini, duygularını
ve davranışlarını bilimsel yöntemlerle araştırır. Psikolojik bir bakış
açısıyla, insanların ruh hallerini anlamak için gözlem, mülakatlar, anketler ve
testler gibi yöntemler kullanılır. Psikologlar, bireylerin sözlü ve sözsüz
iletişimini analiz ederek, duygusal durumlarını ve düşünce süreçlerini anlamaya
çalışırlar.
Sosyoloji ise toplumun insanların davranışını, sosyal
etkileşimlerini ve toplumsal yapıyı inceleyen bir bilimdir. Sosyologlar,
kültür, sosyal normlar, grup dinamikleri gibi faktörleri dikkate alarak,
insanların toplumsal davranışlarını ve ruh halini anlamaya çalışırlar. Toplumun
sosyal yapısı ve ilişkileri üzerinde odaklanırlar.
Günümüzde psikoloji ve sosyoloji gibi bilimsel disiplinler,
Musa-i Kazım gibi manevi bilgilerle donanmış olduğu düşünülen kişilerin
iddialarını değerlendirmek için çeşitli kriterlere dayanır. Bunlar arasında
deney, gözlem, doğrulama, ölçekleme ve bilimsel yöntemlerle elde edilen
kanıtların önemi yer alır. Bu bilimsel disiplinler, insan ruh hallerini anlama
konusunda objektif bir yaklaşım sunar ve iddialarını detaylı bir şekilde
araştırır. Ancak maneviyat ve kişisel inançlar da insan yaşamında önemli bir
yer tutar ve bu alanlarda farklı bakış açıları da mevcuttur.
149) Nubyalı terimi, Nübye bölgesinden veya Nübye halkından
olan bir kişiyi ifade eder. Nübye, Mısır’ın güneyinde, Sudan sınırında bulunan
bir bölgedir. Nübye halkı, antik çağlardan beri bu bölgede yaşamaktadır ve
tarihleri boyunca çeşitli kültürel etkileşimlere maruz kalmışlardır.
Nubyalılar, genellikle kendilerine özgü bir dil ve geleneklere sahiptirler.
Günümüzde Nubyalılar, Mısır ve Sudan’da yaşayan büyük bir diaspora topluluğuna
sahiptirler.
150) On iki Masum İmam, yani on iki İmam, Şia İslam’ında
kutsal sayılan ve rehberlik görevine sahip olduklarına inanılan on iki
liderdir. Bu İmamların cariyelerle birlikteliği tercih ettiğine dair bilimsel
veya tarihsel kanıtlar mevcut değildir. Bu tür iddiaların temeli, bazı
yüzyıllık mitolojik veya hikâyeleşmiş rivayetlere dayanabilir.
İslam’ın temel prensipleri arasında iffet, sadakat ve insan
ilişkilerinde adalet vardır. İslam inancında, peygamberler ve dini liderlerin
ahiret yaşamlarında ahlaki faziletlere sahip oldukları düşünülür. Dolayısıyla,
bu iddiaların İslam öğretisiyle çeliştiği ve İmamların bu tür ilişkileri tercih
etmediği söylenebilir.
Bu tür rivayetlerin ortaya çıkmasının nedeni, zaman
içerisinde İslam tarihindeki bazı siyasi veya sosyal çekişmelere, dini
grupların anlayışlarına veya mitolojik unsurlara dayanabilir. Ancak, bu
iddialar tarihsel gerçeklikten ziyade anlatılan hikayelerin bir parçası olarak
kabul edilir.
151) Ümmü’l-Benîn, “çocukların annesi” anlamına gelen bir
lakaptır. Bu lakap, on iki Masum İmam’dan biri olan Ali Rıza’nın annesi Fatıma
bint-i Huzam’a verilmiştir. Hikâye, Hazreti Ali’nin eşi Fatıma bint-i Huzam’ın
evlendikten sonra dört oğlu Hasan, Hüseyin, Zeynelabidin ve Abbas’ı
doğurmasıyla ilgilidir.
Fatıma bint-i Huzam, çocuklarının büyüklüklerine rağmen
onlarla yakından ilgileniyor ve özen gösteriyordu. Onları yetiştirmek, eğitmek
ve anahtar bir rol oynamak için hayatının büyük bir kısmını harcıyordu. Bu
nedenle, toplumda ona “Ümmü’l-Benîn” lakabı verildi.
Lakap, Fatıma bint-i Huzam’ın oğullarının annesi olmanın
yanı sıra, onları fedakârca yetiştiren ve sevgiyle büyüten biri olarak
tanınmasını vurgulamaktadır. Bu hikâye, İslam toplumunda anneliğin değerini ve
annelerin çocukların hayatında oynadıkları önemli rolü vurgular.
152) İslam dini, cariyelerle ilişki ve evlenme konusunda
belirli kurallar ve hükümler getirmiştir. İslam’ın temel öğretilerine göre,
cariyelerle ilişki ve evlilik yapılabilmektedir, ancak bu durum bazı şartlara
bağlıdır.
Kutsal Kitap olan Kur’an-ı Kerim’de, cariyelerle ilgili
konulara değinilirken, birçok ayet bu meseleleri düzenlemiştir. İslam dini,
esas olarak köleliğin kaldırılmasını ve kölelerin özgür bırakılmasını teşvik
etmiştir. Dolayısıyla, kölelik kurumu zamanla ortadan kalkmıştır ve cariyelerin
statüsü de değişmiştir.
Cariye sahibi olan kişiler, İslam hukukuna göre cariyelerini
evlendirebilirler ancak bu evlilikte bazı şartlara uyulması gerekir. Bunlar
arasında cariye ile evlenmek isteyen kişinin meşru bir şekilde ona sahip
olması, ona adil davranması, onun rızasını alması gibi kriterler bulunmaktadır.
Ayrıca, cariyeyle evlenmek isteyen kişinin başka bir kadınla evli olmaması ve
daha önceki evliliklerini düzenlemiş olması da gereklidir.
On iki Masum İmam’ın cariyelerle ilişki konusu da aynı
ahlaki, hukuki ve İslami prensipler çerçevesinde değerlendirilir. Onların bu
konuda özel bir izni veya ayrıcalığı olması söz konusu değildir. İslam dini,
her Müslümana ahlaki sorumluluklar yükler ve İslam’ın evlilik kurumuna uygunluk
gösterilmesi gerekliliğini vurgular. Dolayısıyla, cariyelerle ilişki konusunda
da İslam’ın genel kurallarına uyulması beklenir.
153) Gerçekten,
Musa-i Kazım’ın cariyesi Necme ile nasıl tanıştığı hakkında belirli bir bilgi
bulunmamaktadır. Tarihi kaynaklar bu konuda sessizdir ve detaylı bir anlatıma
sahip değillerdir.
Necme’nin asıl hayat hikayesi ve Musa-i Kazım ile olan
yaşantısı hakkında da benzer şekilde belirli bir bilgi mevcut değildir. Her
ikisiyle ilgili ayrıntılar sınırlıdır ve kesin bilgilere sahip olmak zordur.
Musa-i Kazım’ın ölümüne kadar olan süreçte Necme’nin rolü
hakkında da belirli bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak, cariyeler genellikle
zengin ailelerin hizmetinde çalışır ve ev işleriyle ilgilenirdi. Musa-i
Kazım’ın cariyeleri arasında Necme’nin özel bir yeri olduğu düşünülmektedir,
ancak bu konuda ayrıntılı bilgilere sahip değiliz.
Tarihçiler ve araştırmacılar, Musa-i Kazım’ın yaşamı ve
cariyesi Necme ile olan ilişkisi hakkında daha fazla bilgi sağlamak için
kaynakları inceliyorlar. Ancak, şu an için bu konuda net bir bilgiye sahip
olmadıklarını belirtmek gerekir.
154) Peygamber Muhammed’in (s.a.v.) ölene kadar kaç soy
gördüğü konusunda kesin bir bilgiye sahip değiliz. Ancak, kendisi toplumun
lideri ve önderi olarak 23 yıl boyunca İslam’ı tebliğ etti. Bu süre boyunca
birçok kişiye rehberlik etti ve İslam’ın yayılmasında önemli bir rol oynadı.
Peygamber’in soyuyla ilgili detaylı bilgiler İslam tarihinde yer almaktadır ve
bu bilgilere başvurarak daha fazla detay elde edebilirsiniz.
Peygamber Muhammed’in (s.a.v.) zamanında cariyelerle
ilişkisi olan kişilere dair kaynaklarda belirli bilgiler bulunmaktadır.
Toplumun o dönemki yapısı ve kültürel normlar dikkate alındığında, kimi
akrabalarının cariyelerle ilişkileri olabileceği düşünülebilir. Ancak, hangi
akrabalarının böyle bir ilişkiye sahip olduğu konusunda kesin bir bilgiye sahip
olmadığımızı belirtmek gerekir.
Peygamber Muhammed’in (s.a.v.) zamanında cariyelerin varlığı
ve hizmetlerinin mevcut olduğunu biliyoruz. Bu dönemde zengin aileler cariye
sahibi olabilir ve cariyeler ev işleriyle ilgilenmek veya özel ihtiyaçları
karşılamak için kullanılabilirdi. Ancak, Peygamber’in akrabaları arasında bu
şekilde cariye sahibi olanlar olduğu konusunda net bir bilgiye sahip
olmadığımızı belirtmek önemlidir.
Peygamber Muhammed’in (s.a.v.) hayatı hakkında daha fazla
bilgi için, İslam tarihi ve hadis kaynaklarına başvurarak daha ayrıntılı
bilgilere ulaşabilirsiniz. Bu kaynaklar, onun yaşamı ve toplumla olan
ilişkileri hakkında daha fazla bilgi sağlayacaktır.
155) Tâcü’l-Mevâlid, imam Ali Rıza hakkında geniş bir
şekilde bahseder. Kitapta, imam Ali Rıza’nın doğumu, çocukluğu, eğitimi,
evliliği, imamlığı ve vefatı hakkında bilgiler yer alır. Ayrıca, imam Ali
Rıza’nın dini ve ahlaki öğretileri de kitapta yer alır.
Tâcü’l-Mevâlid, imam Ali Rıza’nın doğumunu şöyle anlatır:
> “İmam Ali Rıza, 11 Rebiülevvel 128’de (17 Ekim 745’te)
Medine’de doğdu. Babası imam Musa Kazım, annesi ise Necme Hatun’dur. İmam Ali
Rıza, çocukluğundan itibaren İslam ilimleri ve ahlakı üzerine eğitim aldı. Çok
zeki ve çalışkan bir çocuktu. İslam ilimleri ve ahlakı üzerine çok derin bir
bilgi sahibi oldu. Ayrıca, çok iyi bir hatip ve şairdi.
> İmam Ali Rıza, 25 Safer 203’te (26 Ağustos 818’de)
Tus’ta vefat etti. Vârisi, oğlu imam Muhammed Taki oldu.”
Tâcü’l-Mevâlid, imam Ali Rıza’nın dini ve ahlaki
öğretilerini şöyle anlatır:
> “İmam Ali Rıza, İslam’ın en büyük âlimlerinden biridir.
Dini ve ahlaki öğretileri, İslam dünyasında çok büyük bir etki yaratmıştır.
İmam Ali Rıza’nın öğretileri, sevgi, merhamet, hoşgörü ve adalet üzerine
temellenmiştir. İmam Ali Rıza, insanları bu değerlere göre yaşamaya davet
etmiştir.
> İmam Ali Rıza’nın dini ve ahlaki öğretileri, günümüzde
de çok önemli bir yere sahiptir. Bu öğretiler, insanları daha iyi bir insan
olmaya ve daha iyi bir dünya yaratmaya davet etmektedir.”
156) “Hannekehu bihi” ifadesi Arapça kökenli bir terimdir ve
genellikle dini literatürde kullanılan bir deyimdir. Tam olarak Türkçe
karşılığı “Onun vasıtasıyla” veya “Onun sayesinde” olarak çevrilebilir. Bu
terim genellikle Allah’ın bir şeyi başka bir şey üzerinden gerçekleştirdiğini
veya bir aracılık veya vasıta kullanarak bir hedefe ulaştığını ifade etmek için
kullanılır. Örneğin, “Allah’ın rahmeti, peygamberleri vasıtasıyla insanlara
ulaştı” şeklinde bir ifade, “Hannekehu bihi” ifadesiyle kullanılabilir. Bunun
yanı sıra, insanların bir aracı veya vasıta kullanarak bir hedefe veya amaca
ulaşmalarını ifade etmek için de kullanılabilir.
157) “Vâkıfe” ve “Kat’î” terimleri, aşağıda belirtilen bilim
insanlarının söylemleri ve çalışmaları hakkında bilgi vermek yerine, genel
olarak İslam hukuku ve fıkıh alanındaki terimlerdir. Bu terimlere kısaca
değinebilirim:
1.
Vâkıfe (Vakıf): Vâkıfe, İslam hukuku ve
fıkıhında bir mülk veya malın, dini, sosyal veya eğitim gibi belirli bir amaç
için ayrılmış, devredilmiş veya bağışlanmış olması durumunu ifade eder. Bir
vakıf, bu amaç için özel olarak ayrılmış bir varlığa sahip olabilir ve bu
varlık, ilgili amaçlar doğrultusunda kullanılır. Vâkıf, vakfı gerçekleştiren ve
mülkü bağışlayan kişidir.
2.
Kat’î (Kadılık): Kat’î, İslam hukukunda yargı
yetkisine sahip olan bir kimsedir. Kat’î, İslam toplumunda hukuki meseleleri
çözmek, dava ve uyuşmazlıkları karara bağlamak gibi görevleri yerine getirir.
Kat’îler, İslam hukukunun temel kurallarını ve prensiplerini uygularlar ve adil
bir şekilde hüküm verme sorumluluğuna sahiptirler.
Rajkowski, vâkıfeyi İslam’ın en önemli kavramlarından biri olarak
tanımlamış ve bu kavramın İslam’ın teolojisi, hukuku ve toplumu üzerinde derin
bir etkisi olduğunu belirtmiştir. I. Friedlaender, vâkıfeyi İslam’ın sosyal ve
ekonomik gelişiminde önemli bir rol oynayan bir kurum olarak görmüştür. J.
Hussain, vâkıfeyi İslam’ın kültürel ve sanatsal gelişiminde önemli bir rol
oynayan bir kurum olarak görmüştür. Josef Van Ess, vâkıfeyi İslam’ın tarihsel
gelişimini anlamanın önemli bir aracı olarak görmüştür. W. Madelung, vâkıfeyi
İslam’ın hukuki ve siyasi gelişimini anlamanın önemli bir aracı olarak
görmüştür.
Aşağıda, bu beş araştırmacının vâkıfe konusundaki söylemleri
ve çalışmaları hakkında daha ayrıntılı bilgi bulunmaktadır:
* Rajkowski, vâkıfeyi İslam’ın en önemli kavramlarından biri
olarak tanımlamış ve bu kavramın İslam’ın teolojisi, hukuku ve toplumu üzerinde
derin bir etkisi olduğunu belirtmiştir. Rajkowski’ye göre, vâkıfe kavramı,
İslam’ın temel ilkelerinden olan hayırseverlik ve yardımseverlik kavramlarına
dayanmaktadır. Vâkıfe, bu kavramları maddi bir şekilde hayata geçiren bir
kurumdur. Vâkıfe, İslam’ın teolojisinde, Allah’a yakınlık kazanmanın bir yolu
olarak görülüyor. Vâkıfe, İslam’ın hukukunda, vakfedenin malını vakıf amacına
uygun olarak kullanmayı taahhüt ettiği bir sözleşme olarak görülüyor. Vâkıfe, İslam’ın
toplumu, fakir ve muhtaçlara yardım etmek ve sosyal yardım sağlamak için bir
araç olarak kullanılıyor.
* I. Friedlaender, vâkıfeyi İslam’ın sosyal ve ekonomik
gelişiminde önemli bir rol oynayan bir kurum olarak görmüştür. Friedlaender’e
göre, vâkıfe kurumu, İslam’ın ilk dönemlerinde, Müslümanların fakir ve
muhtaçlara yardım etmek için kullandıkları bir araçtı. Vâkıfe kurumu, İslam’ın
sosyal ve ekonomik gelişimini hızlandıran bir faktör oldu. Vâkıfe kurumu,
Müslümanların eğitim, sağlık ve kültür gibi alanlara yatırım yapmalarına
yardımcı oldu. Vâkıfe kurumu, Müslümanların sosyal ve ekonomik olarak
kalkınmasına katkıda bulundu.
* J. Hussain, vâkıfeyi İslam’ın kültürel ve sanatsal
gelişiminde önemli bir rol oynayan bir kurum olarak görmüştür. Hussain’e göre,
vâkıfe kurumu, İslam’ın kültürel ve sanatsal gelişimini hızlandıran bir faktör
oldu. Vâkıfe kurumu, Müslümanların camiler, medreseler, hastaneler, köprüler ve
diğer kültürel ve sanatsal yapıları inşa etmelerine yardımcı oldu. Vâkıfe
kurumu, Müslümanların kültürel ve sanatsal olarak zenginleşmesine katkıda
bulundu.
* Josef Van Ess, vâkıfeyi İslam’ın tarihsel gelişimini
anlamanın önemli bir aracı olarak görmüştür. Van Ess’e göre, vâkıfe kurumu,
İslam’ın tarihsel gelişimini anlamak için önemli bir kaynaktır. Vâkıfe kurumu,
Müslümanların sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasi yaşamlarına dair önemli
bilgiler sunmaktadır. Vâkıfe kurumu, İslam’ın tarihsel gelişimini anlamanın
önemli bir aracıdır.
* W. Madelung, vâkıfeyi İslam’un hukuki ve siyasi gelişimini
anlamanın önemli bir aracı olarak görmüştür. Madelung’e göre, vâkıfe kurumu,
İslam’ın hukuki ve siyasi gelişimini anlamak için önemli bir kaynaktır. Vâkıfe
kurumu, Müslümanların hukuki ve siyasi yaşamlarına dair önemli bilgiler
sunmaktadır. Vâkıfe kurumu, İslam’ın hukuki ve siyasi gelişimini anlamanın
önemli bir aracıdır.
Sonuç olarak, Rajkowski, I. Friedlaender, J. Hussain, Josef
Van Ess de ve W. Madelung, vâkıfe kurumunu İslam’ın en önemli kavramlarından
biri olarak tanımlamışlardır. Bu araştırmacılar, vâkıfe kurumunu İslam’ın
teolojisi, hukuku, toplumu, kültürel ve sanatsal gelişimi, tarihsel gelişimi ve
hukuki ve siyasi gelişimini anlamanın önemli bir aracı olarak görmüşlerdir.
158) Ehlibeyt ile ilgili bir tez yazmak isteyen bir
araştırmacı, aşağıdaki adımları izleyebilir:
1.
Konuyu belirleme: Araştırmacı, Ehlibeyt ile
ilgili spesifik bir konu belirlemeli ve tezinin hangi alanlara odaklanacağını
belirlemelidir. Örneğin, Ehlibeyt’in tarihi, kültürel veya dini önemi üzerine
bir araştırma yapılabilir.
2.
Kaynak taraması: Araştırmacı, konuyla ilgili
mevcut kaynakları bulmalı ve bunları incelemelidir. Kitaplar, makaleler,
akademik dergiler ve diğer bilimsel kaynaklar, araştırmacının çalışmasına temel
teşkil edecek bilgileri sağlayabilir.
3.
Araştırma sorularını belirleme: Araştırmacı,
çalışması için belirli araştırma soruları belirlemelidir. Bu sorular, tezin
öncelikli odak noktasını belirler ve rehberlik eder.
4.
Veri toplama yöntemleri: Araştırmacı, elde etmek
istediği verileri toplamak için uygun yöntemleri belirlemelidir. Bu yöntemler,
anketler, mülakatlar, döküman analizi veya diğer araştırma tekniklerini
içerebilir.
5.
Veri analizi: Araştırmacı, toplanan verileri
analiz etmeli ve elde ettiği bulguları yorumlamalıdır. Bu, tezin ana argümanını
destekleyen veya cevaplanan araştırma sorularını doğrulayan verileri sunmayı
içerir.
6.
Sonuçlar ve tartışma: Araştırmacı, bulgulara
dayalı olarak sonuçlarını sunmalı ve bu sonuçları tartışmalıdır. Ehlibeyt ile
ilgili tezinin genel sonuçlarını ve bulgularını değerlendirirken, literatürle
olan bağlantısını da belirtmelidir.
Örnek tez çalışmaları için araştırmacı, konuyla ilgili
önceki tezleri inceleyebilir. Farklı üniversitelerde veya akademik dergilerde
Ehlibeyt ile ilgili yazılmış tezler bulunabilir. Bu tezler, araştırmacıya
benzer bir şekilde çalışma yapma ve tezlerinin nasıl yapılandırılacağı
konusunda bir fikir verebilir.
Kimlerin Ehlibeyt ile ilgili tez kaleme aldığına gelince, bu
konuda çeşitli akademisyenler ve araştırmacılar çalışmalar yapmıştır. İslam
hukuku ve tarihi, Şii İslam ve İran kültürü gibi alanlarda uzmanlaşmış
araştırmacıların tezleri Ehlibeyt ile ilgili olabilir. Özellikle İran’da,
Ehlibeyt ile ilgili birçok çalışmanın olduğunu söyleyebiliriz, ancak bu konuda
farklı coğrafyalardan ve disiplinlerden de tezler mevcuttur.
159) On İki Masum İmam, Şiilikte önemli bir yeri olan dini
liderlerdir. Taraftarları, onları örnek alır ve rehberliklerinin daimi olduğuna
inanır. İnançlarında, Masum İmamların ölümünden sonra gaybete çekildiğini ve
hâlâ mevcut olduklarını iddia ederler. Bu inanç, onlara doğrudan rehberlik ve
yönlendirme sağlayabilecek bir bağlantı olduğuna inanmalarını sağlar.
Bu gaybe çekilme meselesi, onları diğer Müslümanlardan
farklı kılan önemli bir noktadır. Onları taraftarlarından ayrıştıran bu inanç,
Şiilikteki liderlik yapısını ve dini hiyerarşiyi şekillendirir. İnanç, Masum
İmamların dönemindeki taraftarları tarafından ortaya atılmış ve daha sonra Şii
toplulukları arasında yayılmıştır.
Şimdi, bu inancı dönemler arasında karşılaştırdığımızda, o dönemlerdeki
taraftarlar, Masum İmamların canlı olduğuna ve onlarla doğrudan etkileşimde
bulunabildiklerine inanıyorlardı. Bu dönemlerde, imamlar topluluğun liderleri
olarak günlük hayatta varlık gösteriyorlardı ve taraftarlarına doğrudan yol
gösteriyordu. Ancak imamların ölümünden sonra, taraftarlar gaybete çekilmeleri
gerektiğine inandılar çünkü onlar hâlâ hayatta olsalar bile fiziksel olarak
görünmez hale gelmişlerdi.
Bu inancın ilk ortaya atan kişiler, taraftarlarının içindeki
dini liderler ve alimlerdir. Onlar, imamlarının ölümünden sonra hâlâ mevcut
olduklarına dair görüşleri dile getirdiler ve bu inançta birleştiler. İlk başta
mevcut olan bu inanç, zamanla Şii toplumları arasında yayıldı ve geniş bir
kabul gördü.
Sonuç olarak, On İki Masum İmamların taraftarları,
imamlarının ölümünden sonra gaybete çekildiklerine ve hâlâ mevcut olduklarına
inanırlar. Bu inancın temelini, imamların yönlendirmeleri ve taraftarlarının
inançları oluşturur. İlk olarak, taraftarları tarafından ortaya atılan bu
inanç, zaman içinde Şii topluluklar arasında yayıldı ve gaybete çekilme konusu
Şiilikte önemli bir yer tuttu.
160) Allah’ın bu konuyla ilgili doğrudan bir yorumu veya
beyanı bulunmamaktadır. İslam inancına göre, Allah’ın elçiler ve imamlar
aracılığıyla insanlara vahiy gönderdiği kabul edilir. Ancak bu tür inançlar ve
kabuller genellikle farklı mezhep ve cemaatlere göre değişebilir.
Özellikle Mehdi konusu İslam inancında farklı yorumlara yol
açmıştır. Bazı İslam mezhepleri ve cemaatleri Mehdi’nin geleceğine, bazıları
ise geçmişte yaşayan bir kişi olarak inanır. Bu konuda Musa-i Kazım ve onun
oğlunun imameti hakkında farklı görüşler mevcut olabilir.
Bu gibi inançlarını desteklemek veya yorumlamak adına bazı
cemaatlerin, kutsal kitaplarda ve hadislerdeki geçişlere veya bazı alimlerin
yorumlarına dayandıkları söylenebilir. Ancak bu, Allah’ın doğrudan bir yorumu
olarak değerlendirilemez. İslam inancının temel kaynakları olan Kuran ve
hadisler, bu konulara açıklık getirmez veya spesifik bir yoruma işaret etmez.
Sonuç olarak, bu konuda Vâkıfe cemaati veya diğer benzer
cemaatlerin inançları ve yorumları kendi iç inanç sistemlerine dayanır ve bu
inançlarda farklılıklar olabilir.
161) “Mufevviza” kelimesi, İmam Ali’nin oğlu İmam Hasan ve
İmam Hüseyin ile ilgili olarak kullanılan bir terimdir. Bu terim, Arapça
kökenli olup, “ayıran” veya “ayırt edici” anlamına gelir. İmam Hasan ve İmam
Hüseyin’in İslam tarihindeki özel ve ayrıcalıklı konumlarını vurgulamak için
kullanılmıştır.
İmam Hasan ve İmam Hüseyin, İslam peygamberi Muhammed’in
torunlarıdır ve Ehlibeyt olarak adlandırılan İslam’ın önemli bir ailesinin
üyeleridir. Ehlibeyt, Muhammed’in kızı Fatıma ve damadı Ali’nin soyundan gelen
kişileri ifade eder. İmam Hasan ve İmam Hüseyin, Ehlibeyt’in önde gelen ve
saygı gören imamları olarak kabul edilir.
“Mufevviza” terimi, Hasan ve Hüseyin’in İslam tarihindeki
özel statülerini ve liderlik rollerini vurgulamak amacıyla kullanılmıştır. Bu
terimin Ehlibeyt ile bağlantılı olarak kullanıldığı yerler ve bağlamlar
genellikle Şii İslam topluluklarıdır. Şii İslam’da İmam Hasan ve İmam Hüseyin’e
büyük bir saygı duyulur ve onların mübarek isimleri sıkça zikredilir.
İslam dünyasında, başta Şii topluluklar olmak üzere, İmam
Hasan ve İmam Hüseyin’in önemi ve özel konumları kabul edilir. Onlar sıklıkla
İslam’ın ideal örnekleri olarak görülür ve tüm müslümanlar tarafından takdir
edilirler. Bu durum, İmam Hasan ve İmam Hüseyin’in hikayesi ve fedakarlıkları,
İslam tarihinde yer edinmelerine ve saygı görmelerine yol açmıştır.
Ancak, “mufevviza” terimi daha çok Şii İslam’a özgü bir
kullanım olup, Sünni İslam topluluklarında aynı sıklıkla kullanılmaz. Sünni
İslam’da da İmam Hasan ve İmam Hüseyin saygı görse de, Ehlibeyt’in özel bir
liderlik rolü olduğu şeklindeki vurgu daha azdır. Sünni toplumda da İmam Hasan
ve İmam Hüseyin’e saygı duyulur, ancak terim olarak “mufevviza” daha az yaygın
bir kullanıma sahiptir.
162) On iki imam dönemi ve taraftarlarının Mehdi inancıyla
ilgili çeşitli hurafeler ürettiği konuya değinebiliriz. On iki imam, Şia İslam’ında
önemli bir rol oynar ve takipçilerine rehberlik eder. İnanışa göre, on iki
imamın sonuncusu olan Mehdi’nin ortaya çıkacağına ve adaletin yeniden tesis
edileceğine inanılır.
Ancak, zaman içinde bazı gruplar veya bireyler, Mehdi’nin
kim olduğunu veya ne zaman ortaya çıkacağını iddia etmek gibi aşırı uçlara
gitmişlerdir. Bu tür iddialar kimi zaman gerçeklikten uzak hurafeler veya
spekülasyonlardan ibaret olmuştur. Ayrıca, bazı fanatikler yanlış bir şekilde
kendilerini Mehdi olarak ilan etmiş veya başkalarını Mehdi olarak kabul
etmiştir.
Bu tür fanatik inanç ve iddiaların ne kadar yaygın olduğunu
veya ne kadar ileri gittiğini kesin bir şekilde belirtmek zordur. Çünkü bu tür
inançlar genellikle belirli gruplar veya bireyler arasında sınırlı kalır. Ancak
bu tür durumların zaman zaman ortaya çıktığı bilinmektedir.
Allah’ın bu tür fanatikler hakkında yeryüzünde veya ahirette
nasıl hükmettiği konusu tamamen Allah’ın bilgisi ve hikmetine aittir. Kuran’da,
Allah insanların inançları ve amelleri temelinde tartılacaklarına dair birçok
ayet bulunur. İnançlarının doğruluğu veya yanlışlığına dair son kararı Allah
verecektir.
Kuran’da, Allah insanları doğru yola yönlendirmek, doğru
inançları öğretmek ve sapkınlıklardan korumak için birçok mesaj vermiştir.
Ancak özellikle belirli grupların veya hurafelerin nasıl yorumlanacağı
konusunda spesifik bir ayet bulunmamaktadır. İslam’ın temel prensipleri olan
adalet, dürüstlük ve doğruluk üzerine odaklanmak, Kuran’ın mesajlarına uygun
bir şekilde hareket etmek her Müslümanın sorumluluğundadır.
Özetle, on iki imam dönemi ve Mehdi inancı etrafında oluşan
hurafelerin ne kadar yaygın olduğu veya ne kadar ileri gittiği kesin olarak
belirlenemese de, inançlarımızda doğruluk, adalet ve Kuran’ın rehberliği
konularında dikkatli olmak önemlidir. Allah’ın, herkesin iman ve amelleri
temelinde hüküm vereceğine inanırız ve doğru yolu göstermeyi dileriz.
163) On iki masum imamların mehdileştirilmesi konusu,
özellikle İslam tarihinde önemli bir yer tutmaktadır. O dönemin tarihçileri ve
batılı tarihçiler, bu konuyu farklı perspektiflerden ele almış ve
yorumlamışlardır.
O dönemin tarihçileri, genellikle mezhepsel aidiyetleri ve
inançları göz önünde bulundurarak konuyu ele almıştır. Şii tarihçiler, on iki
imamın ilahi görevle gönderildiğine ve mehdilik vasfına sahip olduklarına
inanmış ve bu durumu savunmuşlardır. Onları İslam’ın kurtarıcıları ve adaletin
sembolü olarak görmüşlerdir.
Ancak, bazı tarihçiler ve araştırmacılar, bu konunun daha
çok dini inançlarla ilişkili olduğunu ve bazı efsanelerin de etkisiyle
büyütüldüğünü öne sürmüşlerdir. On iki imamların mehdilik vasfına sahip
olduklarına dair kesin kanıtların bulunmaması, eleştirmenlerin gündeme
getirdiği bir konu olmuştur.
Batılı tarihçiler ise genellikle bu konuyu İslam’ın iç
dinamikleri ve Şii İslam’ın gelişimi bağlamında ele almışlardır. Batılı
tarihçiler, on iki imamların mehdilik iddiasının, Şii İslam’ın siyasi ve sosyal
bir hareket olarak ortaya çıkışıyla ilişkili olduğunu ve bu iddianın zaman
içinde geliştiğini göstermiştir. Ayrıca, batılı tarihçiler, on iki masum
imamların mehdilik iddiasının, Şii İslamın belirli bir mezhebi tarafından
desteklendiğini ve kabul edildiğini vurgulamışlardır.
Ancak, eleştirel tarihçiler, on iki imamların mehdilik
iddiasının zaman içinde oluştuğunu ve daha çok politik ve sosyal faktörlerle
ilişkili olduğunu dile getirirken, bu konunun dinî inançlar ve kültürel
faktörlerle de bağlantılı olduğunu belirtmişlerdir.
Sonuç olarak, on iki masum imamların mehdilik iddiası
konusu, farklı inançlara ve tarihî perspektiflere bağlı olarak değişik
şekillerde yorumlanmış ve eleştirilmiştir. Tarihçiler ve araştırmacılar,
dönemin koşulları, dini inançlar ve sosyal dinamikler gibi faktörleri göz
önünde bulundurarak bu konuyu analiz etmişlerdir.
164) Bu konu, Sünni ve Şii kaynakların farklı yorumlarından
kaynaklanan bir farklılık olarak değerlendirilebilir. Sünni İslam, Hz.
Muhammed’in vefatından sonra seçilen dört halifenin liderlik ettiği bir yol
olarak ortaya çıktı. Şii İslam ise Hz. Ali’nin Hz. Muhammed’in vefatından sonra
lider olarak seçilmesini savunmaktadır.
Sünni kaynaklar, genellikle İslam’ın erken dönemlerindeki
olaylara ve halifelere odaklanırken, Şia kaynakları, İmam Ali ve onun soyundan
gelen İmamlara daha fazla vurgu yapar. Bu farklılık nedeniyle, on iki masum
imamın hayatı ve rolü konusunda da farklı görüşler ortaya çıkmıştır.
Sünni alimler, on iki masum imamların hayatları hakkında Şii
kaynakların rivayetlerine daha az önem verirler ve bu rivayetleri eleştirirler.
Onlar, Hz. Muhammed’in sadece dört halife tarafından temsil edildiğine
inanırlar ve on iki masum imamlara özel bir statü vermezler. Bu nedenle, bazı
Sünni kaynaklar, onların hayatları hakkında daha az ayrıntıya yer verir.
Şii alimler ise on iki masum imamların özel bir ruhani yetkiye
sahip olduklarını ve İslam toplumunun liderliğini devraldıklarını savunurlar.
Onlar, Hz. Ali’nin İslam’ın gerçek lideri olduğuna ve ondan sonra İmamların da
aynı yetkiye sahip olduklarına inanırlar. Bu nedenle, Şii kaynaklarında on iki
masum imamların hayatları ve liderlik rolleri hakkında daha ayrıntılı ve
detaylı bilgiler bulunabilir.
Bu çelişkiler genellikle din bilimciler, tarihçiler ve
sosyologlar arasında tartışma konusu olmuştur. Farklı görüşleri anlamak ve
değerlendirmek için tarihi, dini ve kültürel bağlamlar dikkate alınmalıdır.
Bazı araştırmacılar, bu farklılıkların zamanla ve siyasi etkilerle
şekillendiğini savunurken, diğerleri tarihi kaynakları ve delilleri dikkate
alarak bu farklı görüşlerin daha karmaşık bir tabloyu yansıtabileceğini öne
sürmektedir.
Sonuç olarak, bu konu farklı perspektiflerin ve yorumların
olduğu karmaşık bir konudur. Farklı inanç ve akademik çevreler arasında
tartışma konusu olmaya devam etmektedir. Her bireyin kendi inancına ve
araştırmalarına dayanarak bu çelişkileri anlaması ve yorumlaması önemlidir.
165) Bahsettiğiniz hadise, Cafer-i Sadık’tan nakledilen bir
rivayettir. Ancak, Mehdilik veya Kaimlik konuları genellikle İslam tarihindeki
tartışmalı ve farklı yorumlara dayanan konulardır. Bu nedenle, bu rivayete dayanarak
kesin bir kayda değer sebep belirlemek zor olabilir.
Ancak, bazı Müslüman gruplar Musa-i Kazım’ı Mehdilik veya
Kaimlik özelliğine sahip olarak kabul ederler. Mehdilik veya Kaimlik, İslam
geleneğine göre gelecekte ortaya çıkması beklenen bir lider veya kurtarıcıyı
ifade eden bir kavramdır. Bu liderin ortaya çıkışı ve görevleriyle ilgili çok
çeşitli rivayetler ve yorumlar bulunmaktadır.
Musa-i Kazım, İmam Cafer-i Sadık’ın oğlu ve İmamet geleneği
içerisinde yer alan bir İmam olarak kabul edilir. Bazı Müslümanlar, onun
Mehdilik veya Kaimlik özelliğine sahip olmasının, İmamet makamına bağlı olarak
liderlik yetkisi ve otoritesi olduğunu düşünebilirler.
Ancak, bu konu hakkında daha fazla detay ve tartışma yapmak
için İslam tarihindeki rivayetleri ve yorumları incelenmesi gerekmektedir. Her
bir İslam mezhebi ve düşünce okulu, Mehdilik kavramına farklı bir açıdan
yaklaşabilir ve farklı İmamların Mehdilik özelliğiyle ilişkilendirildiği
rivayetlere sahip olabilir. Bu nedenle, Musa-i Kazım’ın Mehdilik veya Kaimlik
özelliğiyle ilişkilendirilmesi konusunda kesin bir kayda değer sebep
belirlemek, İslam tarihindeki bu konuyu tartışan kaynakları incelemeyi
gerektirebilir.
166) İslamiyet’te “ölümünden sonra kalkıp doğrulmak
(yeqûmü)” ifadesi, ahiret inancıyla ilgili bir kavramı ifade etmektedir. Bu
ifade, kişinin öldükten sonra tekrar dirilme ve mahşer gününde bedeninin
yeniden canlanması anlamına gelir.
İslam inancında, insanlar bu dünyada ölümü tadacaklarını,
ancak ahirette dirileceklerini ve hesap vermek üzere mahşer gününde
toplanacaklarını öğrenirler. Kıyamet gününde, Allah’ın huzuruna çıkacak
herkesin bedeni yeniden dirilecektir. Bu dirilişin tam olarak nasıl
gerçekleşeceği, fiziksel veya manevi olarak nasıl bir biçime dönüşeceği,
kıyametin nasıl olacağı gibi detaylar konusunda farklı yorumlar mevcuttur.
Kur’an’da, diriliş ve yeniden hayata gelme konusu birçok
ayette bahsedilir. Örneğin, Bakara Suresi’nde şu şekilde ifade edilir: “Sizi
topraktan yaratmadıkça görmüyor musunuz? Sonra bir nutfeden, sonra bir
alakadan, sonra da bir et parçasından sizi yarattık. Gözlerinizi ve
kulaklarınızı geliştirmedik mi? Sizin için bin bir türlü yaratışlarda bulunduk.
Sonra size dönüşünüzü mümkün kılmak için sizleri, bir damla sudan bir meni
olarak çıkarmadık mı? Sonra bir aşıksa kadardık sizi bir alakadan yarattık.
Sonra da bir çiğnediğimiz bir et parçasından size başkalarını da yarattık.
Elbette, kudretimizde hiçbir sınırlama yoktur.” (Bakara 2:60)
Bu konuda yapılan yorumlar, genellikle dirilişin Allah’ın
gücüyle gerçekleşeceğini ve bu dünya hayatının ahiretteki ebedi hayatın
hazırlığı olduğunu vurgular. Ayrıca, bu dünya hayatında yapılan amellerin
hesaba katılacağı ve bu nedenle insanların dünya hayatında iyi davranışlar
sergilemelerinin önemli olduğu düşünülür.
Farklı İslam mezhepleri ve düşünce okulları bu konuyu farklı
şekillerde yorumlayabilir ve ayrıntıları farklı bir şekilde ele alabilir. Ancak
genel olarak “ölümünden sonra kalkıp doğrulmak (yeqûmü)” ifadesi, İslam
inancının önemli bir parçası olan ahiret inancını temsil etmektedir.
167) Ehlibeyt, İslam’ın erken dönemlerinde İslam peygamberi
Muhammed’in ailesini temsil eden ve ona yakın olan kişilerin oluşturduğu bir
terimdir. Türklerin İslam’ı kabul etmeleriyle birlikte, Ehlibeyt ile Türklerin
etkileşimi ortaya çıkmıştır.
Türklerin İslam’ı kabul etmesi ve İslam medeniyetini
benimsemeleri, Orta Asya’dan başlayarak zamanla İslam’ın yayılmasıyla
gerçekleşmiştir. İslamiyet’in Türkler arasında yayılmasında Ehlibeyt’in rolü
oldukça önemlidir. Türk kavimleri, İslam’ı kabul ederken Ehlibeyt ailesini ve
onların liderliğini önemsemişlerdir.
Ehlibeyt, İslam Peygamberi Muhammed’in kızı Fatıma ve kocası
Ali’nin soyundan gelen kişileri kapsamaktadır. Türkler, İslam’ı kabul ederken
Ehlibeyt’in liderlerinden olan Ali’yi ve onun soyundan gelen imamları önemli
birer örnek olarak görmüşlerdir. Bu nedenle, Ehlibeyt’in mirasını sürdüren
imamların öğretilerini ve liderliklerini takip etmişlerdir.
Türklerin Ehlibeyt ile etkileşimi, onların İslam’ın
öğretilerini benimsemelerinde ve İslam kültürünün Türk toplumuna
entegrasyonunda önemli bir rol oynamıştır. Ehlibeyt liderleri ve takipçileri,
Türklerin İslamiyet’i öğrenmelerinde, ibadetlerini yerine getirmelerinde ve
ahlaki değerlere bağlı kalmalarında rehberlik etmiştir.
Ehlibeyt ile Türkler arasındaki etkileşim, zamanla
Türk-İslam sentezinin bir parçası haline gelmiştir. Türk toplumlarının dini ve
kültürel gelenekleri, Ehlibeyt’in öğretileriyle harmanlanmış ve bu ortak miras
günümüzde bile Türk toplumunun kimliğinde etkisini sürdürmektedir.
168) Musa-i Kazım dönemindeki Kat'îler, Sasaniler döneminde
ortaya çıkan Şii İslam mezhebi içinde önemli bir rol oynayan meşhur
hukukçulardır. "Kat'î" kelimesi, "kesin" veya "kesin
hüküm veren" anlamına gelir ve bu kişiler, dini ve hukuki konularda kesin
hükümler veren otorite figürleriydi.
Musa-i Kazım, 8. İmam olan İmam Musa bin Câ'fer'in (a.s.)
lakabıdır ve 8. İmam'ın dönemi yaklaşık olarak 8. yüzyılın ikinci yarısına denk
gelir. Kat'îler, İmamın hukuki ve dini görüşlerini aktaran, tartışmalı
konularda kesin hükümler veren ve Şii toplumu içinde hukuk kurallarının doğru
bir şekilde uygulanmasını sağlayan kişilerdi.
Musa-i Kazım dönemindeki Kat'îler, İslam hukuku ve Şeriat
hükümleri konusunda otorite kabul edilirlerdi. Bu dönemdeki Kat'îler arasında
ünlü hukukçular ve filozoflar bulunmaktadır. Onlar, İslam hukukunu
derinlemesine inceleyerek dini metinlerin yorumlanmasında öncü rol
oynamışlardır.
Ünlü Kat'îler arasında Muhammed bin Ali Shimr, İsmail bin
Ebu Ziyad, Züravf bin Muhammed gibi isimler sayılabilir. Onlar, dini yasaları
açıklarken adalet, eşitlik ve İmamet prensiplerine dayanarak hükümler
verirlerdi.
Musa-i Kazım dönemi, Şii İslam mezhebinin gelişiminde önemli
bir dönemdir ve Kat'îler, bu dönemde hukuki otoriteler olarak ortaya çıkmış ve
Şii toplumunun dini ve hukuki konularda yol göstericisi olmuşlardır.
169) Memtûre, kültürün bireysel hafızadaki izleri ve
kalıntıları olarak tanımlanabilir.
Memtûre kavramı, Fransız sosyolog Maurice Halbwachs
tarafından ortaya atılmıştır. Halbwachs'a göre, kişisel bellek aslında büyük
ölçüde toplumsaldır, çünkü hatırlama bireysel olmaktan ziyade kolektif
bağlamlar içerisinde gerçekleşir. Bizim anılarımız genellikle ailemiz,
arkadaşlarımız, çalışma gruplarımız gibi sosyal çevrelerle bağlantılıdır.
Memtûre kavramı, bireysel belleğin toplumsal bağlamdan
bağımsız olmadığını, hatıraların sosyal etkileşimler ve paylaşılan deneyimler
yoluyla şekillendiğini vurgular. Kişisel anılarımız aslında daha geniş bir
kolektif belleğin parçalarıdır.
Örneğin, çocukluğumuzda yaşadığımız bir olayı hatırlarken, o
dönemin popüler şarkılarını, modasını, olayın geçtiği mekânı vb. detayları da
hatırlarız. Yani sadece olayın kendisini değil, onun gerçekleştiği
sosyo-kültürel bağlamı da hatırlarız. İşte bu bağlam memtûre olarak
adlandırılır.
Dolayısıyla memtûre, kişisel anılarımızın toplumsal bir
niteliğe sahip olduğunu vurgulayan önemli bir kavramdır. Bireysel hafızamız
aslında içinde yer aldığımız toplumun kültürel kodlarından bağımsız değildir.
170) Ebû's-Serâyâ, 9. yüzyılın başında yaşamış bir Abbasî
halifesi olan Me'mun'un döneminde önemli bir rol oynamış olan bir isyancıdır.
İsmi Ubeydullah bin Muhammed bin Ubeydullah bin Cerrah olarak da bilinir.
Ebû's-Serâyâ'nın isyanı, Me'mun'un yönetimi dönemindeki siyasi
çatışmalar ve mezhebi ayrılıklar nedeniyle ortaya çıkmıştır. Me'mun döneminde,
İslam dünyası iki farklı mezhep olan Ehl-i Sünnet ve Şii mezhepleri arasında
büyük bir ayrışmaya sahne olmuştur. Me'mun, başlangıçta Şii inançlarını
benimsemiş ve hatta Şii İmamlarından biri olan Ali er-Rıza'nın oğlu Muhammed
el-Cevad'ı halef olarak tayin etmiştir. Ancak daha sonra bu kararından
vazgeçerek, Ehl-i Sünnet mezhebini savunanlarla ittifak yapmış ve onları
desteklemiştir. Bu durumda Şii topluluğu arasında rahatsızlık ve hoşnutsuzluk
yaratmıştır.
Ebû's-Serâyâ ise Şii İmametinin gerçek varisi olduğunu iddia
eden bir Şii lideridir. Me'mun'un politikalarını ve Şii İmametini
desteklememesi, onun isyan etmesine ve askeri harekete geçmesine sebep
olmuştur. Ebû's-Serâyâ, 813 yılında Me'mun'un halifeliğine karşı isyan etmiş ve
Bağdat'a saldırmıştır. Ancak isyanı başarısızlıkla sonuçlanmış ve Ebû's-Serâyâ
yakalanarak idam edilmiştir.
Halife Me'mun ile Ebû's-Serâyâ'nın münasebeti karmaşık bir
şekilde şekillenmiştir. Başlangıçta Me'mun, Şii inançlarını benimseyerek
Ebû's-Serâyâ'yı desteklemiş gibi görünmüştür. Ancak daha sonra politik çıkarlar
doğrultusunda Ehl-i Sünnet mezhebini takip etmiş ve Ebû's-Serâyâ ile karşı
karşıya gelmiştir. Me'mun'un bu değişimi, İslam toplumu üzerindeki siyasi
gerilimleri artırmış ve isyanın temel nedenlerinden biri olmuştur.
171) Musa-i Kazım dönemindeki Kat'îler, özel olarak
belirlenmiş ve kesin bilgilere dayanarak hüküm verme yetkisine sahip olan
kişilerdi. Kat'îler, dava ve anlaşmazlık durumlarında delilleri ve kanıtları
değerlendirir, tanıkları dinler ve sonuçta doğru bir karar verirlerdi.
"Nakl" terimi, İslam hukukunda yazılı olanlardan
alınmış olan bilgileri ifade eder. Kur'an-ı Kerim, hadisler ve diğer dini
metinler bu kategoriye girer. Nakl ile aktarılan bilgiler, başka bir kaynağa
dayanarak yazılı olarak korunur ve sonraki nesillere iletilir. Nakl, İslam
hukukunun kaynakları arasında önemli bir yer tutar.
"Tetavvül" ise, İslam hukukunda nesilden nesile
aktarılan sözlü gelenekleri ifade eder. Sahabe döneminde ve sonraki süreçlerde,
İslam peygamberi Muhammed'in (s.a.v) sözleri, eylemleri ve onunla ilgili olan
diğer bilgiler, sahabenin hatıraları ve şahitlikleri aracılığıyla nesilden
nesile aktarıldı. Tetavvül ile aktarılan bilgilerin güvenilirliği, sahabenin
güvenilirliğine ve doğruluk derecesine bağlıydı.
İslam hukukunun temelini, nakl ve tetavvül yoluyla aktarılan
bilgiler oluşturur. Kat'îler ise, bu bilgileri kullanarak doğru hükümler
verebilmek için yetkilendirilmiş kişilerdi.
172) Hâifun yeteraqqab, Arapça kökenli bir deyimdir ve
"tevazu içinde olmak" anlamına gelir. Bu ifade, bir kişinin alçak
gönüllü ve mütevazı olması, kibirli davranışlardan ve övünmekten kaçınması
gerektiğini vurgular. Hâifun yeteraqqab, insanların diğerlerine saygılı, modest
ve mütevazı bir şekilde davranmaları gerektiğini anlatır. Bu özelliğe sahip
olan bireyler, başkalarıyla daha iyi ilişkiler kurabilir, toplumda daha olumlu
bir etki yaratır ve dürüstlükleriyle tanınırlar.
173) Ali b. Ebî Hamza el-Betâinî, İmam Musa Kazım'ın önemli
bir arkadaşı ve yandaşı olan bir sahabidir. O, İslam tarihinde tanınmış bir
şahsiyettir.
Ali b. Ebî Hamza el-Betâinî'nin Musa-i Kazım ile yakınlığı,
sadık bir taraftarı ve takipçisi olmasıyla ilişkilidir. İmam Musa Kazım'a büyük
bir bağlılık göstermiş ve onun yanında önemli bir rol oynamıştır. Ali b. Ebî
Hamza el-Betâinî, İmam Musa Kazım'ın öğretilerini yaymak, onun vekili olmak ve
müritlerine rehberlik etmek gibi görevler üstlenmiştir.
Musa-i Kazım'ın ölümünden sonra, bilinen bir kaynakta
dinarlarına el koyduğu belirtilmez. Ancak, böyle bir iddiayı doğrulayacak veya
çürütecek detaylı bilgilere sahip değilim. Bu konuda daha fazla araştırma
yapabilir veya ilgili kaynaklara başvurabilirsiniz.
174) Ebî'l-Kâsım el-Esedî, İslam tarihinde önemli bir
şahsiyettir. Kendisi, İmam Musa Kazım'ın öğreti ve mirasını yaymak için çalışan
bir takipçisidir.
Ebî'l-Kâsım el-Esedî'nin Musa-i Kazım ile olan yakınlığı,
İmam Musa Kazım'ın sadık bir öğrencisi ve müridi olmasıyla ilişkilidir. O, İmam
Musa Kazım'ın öğretilerini anlamak, yaymak ve korumak için büyük çaba sarf
etmiştir. Musa-i Kazım'ın öğretilerini toplumda yaymak amacıyla çeşitli
sohbetler düzenlemiş ve İmam Musa Kazım'ın öğretilerinin tehlike altında olduğu
dönemlerde onu savunmuştur.
Ebî'l-Kâsım el-Esedî, İmam Musa Kazım'ın ölümünden sonra da
İmam Cafer Sadık'ın yanında önemli bir role sahip olmuştur. Onun liderliği ve
öğretilerini takip etmiş ve yaymıştır.
Ebî'l-Kâsım el-Esedî'nin hayatı ve faaliyetleri hakkında
daha fazla ayrıntı ve kaynaklara başvurarak daha fazla bilgi edinebilirsiniz.
175) On iki masum İmam'ın mehdici inanışlı taraftarlarının
psikolojisi hakkında yorum yaparken, bu inanışa sahip insanların nasıl
düşündüğünü ve davrandığını anlamaya çalışmalıyız. Bu taraftarlar, on iki İmam'ın
gelecekte bir lider olarak ortaya çıkacaklarına ve adaletle dolu bir dünyanın
kurulacağına inanır. Bu inancın temeli, on iki İmam'ın ilahi vahiyle
seçildiklerine ve İslam toplumunu yönlendirecekleri inancına dayanır.
Bu taraftarlar sıklıkla kılavuzlarının yönergelerine göre
hareket eder ve rivayetlere dayanan öğretileri takip ederler. Bu, hayatlarının
birçok alanında etkili olabilir ve günlük kararlarını, ibadetlerini ve toplumla
ilişkilerini şekillendirebilir. İnançlarına ve ruhsal bağlarına büyük önem
verirler ve on iki İmam'ın yolunda ilerlemeye çalışırlar.
Ancak, sürekli olarak rivayetlere dayanarak hareket etmenin
bazı riskleri de vardır. Rivayet edilen bilgilerde yanlış anlamalar, çelişkiler
veya tahrifatlar olabilir. Bu tür durumlar, taraftarların yanılgıya düşmelerine
veya yanlış yorumlamalara neden olabilir. Ayrıca, bazı taraftarlar arasında
fanatiklik veya aşırılık görülebilir.
On iki İmam'ın nezdinde, taraftarlarının sürekli rivayetlere
göre hareket etmeleri hem faydalı hem de zararlı olabilir. Faydalı yönü,
İmamların öğretilerini yaymalarına ve İslam'ı korumalarına yardımcı olmasıdır.
Rivayetlere olan bağlılık, inançlarını güçlendirebilir ve birbirleriyle
bağlantı kurmalarına yardımcı olabilir.
Ancak, sürekli rivayetlere dayanan hareket etmenin zararlı
yanları da vardır. Bu yaklaşım, bazı taraftarların başkalarını eleştirmesine,
ayrımcı veya dışlayıcı davranmasına veya modern dünyayı reddetmesine neden
olabilir. Ayrıca, bazı taraftarlar bilgi kirliliği ve manipülasyon riski
altında olabilir. Bu durum, amacı ve içeriği doğrulukla ilgili olan
rivayetlerin bir parçası olabilir.
Sonuç olarak, on iki masum İmam'ın mehdici inanışlı
taraftarlarının psikolojisi, inançlarına ve hareket tarzlarına dayanır. Sürekli
rivayetlere göre hareket etmenin hem faydaları hem de riskleri vardır. Bu
konuda doğru anlamaların teşvik edilmesi ve eleştirel düşünceyle yaklaşılması
önemlidir, böylece inançlarıyla uyumlu bir şekilde karar verebilirler.
On iki imamın mehdici inanışlı taraftarlarının psikolojisi
ve on iki imamın rivayetlere dayalı hareket etmelerinin etkileri konularında
çeşitli faktörleri göz önünde bulundurabiliriz.
Öncelikle, on iki imamın takipçileri zamanın siyasi ve
sosyal koşullarından etkileniyorlardı. Bu dönemdeki Müslümanlar, siyasi otoritelerin
sert baskısı altında yaşamaktaydılar. On iki imamların mehdici inanışlı
taraftarları, zalim yönetimlere karşı adaleti ve doğruluğu temsil ettikleri
inancıyla onlara bağlanmışlardı. Bu inanç, umutsuzluk ve adaletsizlik hisseden
insanlar arasında güçlü bir dayanışma ve motivasyon kaynağı olabilirdi.
Taraftarların on iki imamların hareketlerini ve
rivayetlerini takip etmelerinin zararları veya faydaları konusunda çeşitli
görüşler bulunmaktadır. Bazıları, taraftarların sürekli rivayetlere dayanarak
hareket etmelerinin, gerçekçi ve pratik çözümlerden uzaklaşmalarına neden
olabileceğini düşünmektedir. Gerçeklikten kopmaları, dünya sorunlarına etkin
bir şekilde müdahale etmelerini zorlaştırabilir.
Ancak diğer yandan, bazı tarihçiler ve uzmanlar, on iki
imamların rivayetlerine bağlı kalmakta taraftarlarının ruhani ve manevi açıdan
güçlü hissetmelerine yardımcı olduğunu ve bağlılık, dayanışma ve umutlarını
devam ettirmelerini sağladığını belirtmektedir. Bu süreç, on iki imamların
öğretileri ve liderlikleriyle kurulan bir bağın devamını sağlamış olabilir.
Sonuç olarak, on iki imamın mehdici inanışlı taraftarlarının
psikolojisi ve rivayetlere dayalı hareket etmelerinin zararları ve faydaları,
çeşitli faktörler göz önünde bulundurularak değerlendirilebilir. Siyasi,
sosyal, kültürel ve manevi faktörler, taraftarların psikolojilerini
şekillendirmiş ve on iki imamların liderliklerine olan bağlılıklarını etkilemiş
olabilir. Bu konuda daha ayrıntılı bir analiz için tarihi ve sosyolojik
perspektiflerin birleştirilmesi faydalı olabilir.
176) On İki İmam döneminde çıkan mezheplerin ve tarikatların
kendilerine lider seçmeleri genellikle bir dizi faktöre dayanıyordu. Bu
liderler genellikle o dönemdeki dinî otoriteler ve önde gelen âlimler arasından
seçilirdi. İşte bazı etkenler:
1. İlim ve bilgi: Lider olarak seçilen kişinin dini bilgi ve
yetenekleri, otorite kazanmasında önemli bir faktördü. Bu kişilerin İslam
hukukunu, Kur'an ve hadisleri iyi bilmeleri beklenirdi.
2. Aile kökeni: Bazı mezheplerde, liderlik bir aile içinde
miras yoluyla geçerdi. Örneğin, Şii İmamların liderliği, Hz. Ali ve soyundan
gelen 12 İmam arasında geçerdi.
3. İnanç ve takva: Lider olarak seçilen kişinin dindarlık
düzeyi, ahlaki değerleri ve takvası da önemliydi. İslam toplumunda, lider olarak
kabul edilen kişinin dindarlık ve dürüstlük konusunda itibar sahibi olması
beklenirdi.
4. Takipçilerin kabulü: Liderin seçimi genellikle
takipçilerin onayına tabi tutulurdu. Tarikatlar ve mezhepler, lider seçiminde
takipçilerin katılımını önemser ve onların çoğunluğunun desteğini almak
isterlerdi.
5. Mucizevi veya ruhani yetenekler: Bazı mezheplerde, lider
seçiminin başarılı olması veya özel yeteneklere sahip olması, liderin mucizevi
veya ruhani yeteneklerine bağlı olabilirdi. Bu tarz liderler, sıradışı
yetenekleriyle takipçileri etkileyerek liderliklerini sürdürebilirlerdi.
Bu faktörler, o dönemde mezheplerin ve tarikatların lider
seçiminde genellikle rol oynayan ve liderin kabulünü ve otoritesini
sağlamlaştıran unsurlardı. Ancak, her mezhep veya tarikat kendi liderini seçme
sürecini kendi iç dinamiklerine göre belirleyebilir ve spesifik özelliklerine
bağlı olarak farklı kriterler kullanabilir.
177) Ebû'l-Fadl Ziyâd b. Mervân el-Kımdî, Abbasi halifesi
el-Mutavakkil döneminde yaşamış bir devlet görevlisiydi. Kendisi,
yolsuzluklarla suçlanan ve halk arasında kötü bir itibara sahip olan bir
valiydi. Ziyâd, devlet fonlarını, halkın malını ve parasını zimmetine geçirdiği
söylenmektedir.
Bu mal ve paranın İslamiyet'e göre Musa-i Kazım'ın
mirasçılarına bırakılması gerektiği konusu fıkhi bir değerlendirme gerektirir.
İslam hukukunda, mirasçıların belirlenmesi ve miras paylaşımı belirli kural ve
esaslara tabidir. Genellikle mirasçılar, miras bırakanın kan bağı derecesine
göre sırayla belirlenir ve mirasın bölüşümü gerçekleştirilir.
Ancak Ebû'l-Fadl Ziyâd'ın mal ve parasının Musa-i Kazım'ın
mirasçılarına bırakılmasıyla ilgili spesifik bir bilgi yoktur. Bu nedenle, bu
durumu İslam hukuku açısından yorumlamak zordur ve İslam fıkıhçıları arasında
farklı görüşler olabilir. Herhangi bir fıkhi otorite tarafından bu konuda bir
hüküm verilmediği sürece, bu konuyu spekülasyonlardan ve temelsiz iddialardan
ayırmak önemlidir.
178) Hüseyin b. Mihrân, Musa-i Kazım'ın (a.s) ve onun
oğullarının aile için önemli bir figür olduğu dönemde, onlarla sık sık bir
araya gelir ve samimi bir ilişki kurardı. Hüseyin b. Mihrân, Musa-i Kazım'ın
ilahi bilgisine olan hayranlığını ve onun ahlaki erdemlerini takdir ettiğini
belirtmiştir. Muhtemelen Hüseyin b. Mihrân, onlarla sohbet ederken İslami
konuları ve İmam Musa-i Kazım'ın liderliği hakkındaki görüşlerini paylaşmıştır.
Bu muhabbetler, İslam'ın öğretileri hakkında derin sohbetler yapma ve dinin
doğruluğunu araştırma amacını taşıyordu. Hüseyin b. Mihrân, Musa-i Kazım ve
oğluyla olan muhabbetinin İslam toplumunda saygı, setteflik ve bilgi paylaşımı
gibi değerleri yansıttığını söyleyebiliriz.
179) İslamiyet ve Ehlibeyt döneminde biyografi yazıcılığı
önemli bir yer tutmaktaydı. Bu dönemde biyografilerin yazılması, farklı amaçlar
doğrultusunda gerçekleştirilmekteydi ve çeşitli temeller üzerine
oturtulmaktaydı.
İslamiyet döneminde biyografi yazıcılığı, İslam peygamberi
Muhammed'in (s.a.v) hayatının ve onun sahabilerinin daha sonra Ehlibeyt'in
hayatlarının belgelenmesiyle başlamıştır. Bu dönemde biyografiler, İslam'ın
yayılması ve müminlerin örnek alabilecekleri kişilerin hayatlarının
kaydedilmesi amacıyla yazılmaktaydı. Bu yazıcılık geleneği, İslam'ın temel
inançlarını anlatmanın yanı sıra, Müslüman toplulukların liderlerinin,
öğretmenlerinin, âlimlerinin ve diğer önemli figürlerinin hayat hikayelerini de
içermekteydi.
Ehlibeyt döneminde biyografi yazıcılığı ise, İmam Ali (a.s)
ve diğer Ehlibeyt mensuplarına ilişkindi. Bu dönemde biyografiler, İslam'ın
gerektirdiği ahlaki ve dini değerleri vurgulamak için kaynaklar olarak
kullanılmaktaydı. Ehlibeyt döneminde biyografiler, İmam Ali ve Ehlibeyt'in
liderliği, ilim ve irfan sahibi olmaları, adalet anlayışları, cömertlikleri
gibi özelliklerini vurgulamak amacıyla yazılıyordu.
Biyografi yazıcılığı bu dönemlerde genellikle yazılı
kaynaklardan ve bizzat tanık olan kişilerin anlatılarından yararlanılarak
gerçekleştiriliyordu. Sahabelerin veya Ehlibeyt mensuplarının yaşadıklarını,
anılarını ve sözlerini içeren hadisler, mektuplar, şiirler ve diğer yazılı
belgeler bu biyografilerin temelini oluşturuyordu. Ayrıca, zamanın tarihçileri
ve müneccimleri de biyografileri derlemek ve kaynakları değerlendirmek için
çalışmaktaydı.
Özetleyecek olursak, İslamiyet ve Ehlibeyt döneminde
biyografi yazıcılığı, İslam'ın yayılmasını ve İslam toplumunun önderlerini
tanıtmayı hedefleyen bir çalışmaydı. Bu yazıcılık geleneği, yazılı kaynaklardan
ve tanıklıklardan yararlanırken, örnek alınacak ahlaki, dini ve liderlik
değerlerinin vurgulanmasını amaçlamaktaydı.
180) Abbasi Devleti'nin Ehlibeyt üzerindeki tahribatları, on
iki masum imam taraftarlarının önemini artırmıştır. On iki masum imamlar, İslam
peygamberi Muhammed'in torunlarından Hasan bin Ali'nin ve Hüseyin bin Ali'nin
soyundan gelmektedir. İmam Hasan'ın soyundan gelen ilk on imam, çeşitli
dönemlerde yaşamış ve toplum üzerinde büyük bir etki yaratmışlardır. Bu
imamların, Ehlibeyt mensuplarına önderlik ettiği ve İslam toplumunda adalet,
takva ve bilgi gibi değerleri yaydığı kabul edilmektedir.
Abbasi Devleti, bu on iki imamın taraftarlarını sistematik
şekilde baskı altına almış, zulmetmiş ve hedef almıştır. İslam toplumu içindeki
muhalif grupları bastırmak için çeşitli yolları kullanarak, Ehlibeyt
taraftarlarına zulmetmişlerdir. Bu zulümler, bu imamların takipçilerinin özellikle
baskı altında yaşamalarına ve baskıcı politikalara karşı direnmelerine sebep
olmuştur.
On iki masum imam taraftarlarının önemli bir rolü, Ehlibeyt
mensuplarının İslam toplumunda direnç göstermeleridir. Bu sorumluluk, imamın
liderliğine bağlılık, adalet ve İslam prensiplerini sürdürme çabasını içerir.
Ehlibeyt mensupları, İslam toplumunun içinde adaleti ve İslamî değerleri yaymak
için çaba gösterirken, baskıcı rejimlere karşı direnme ve zulme maruz kalanlara
destek olma misyonunu üstlenmişlerdir.
On iki masum imam taraftarları aynı zamanda İslam
düşüncesinin gelişmesinde de önemli bir rol oynamışlardır. İmamın liderlikleri
altında, İslam bilgisi, felsefesi ve hukuku gibi konularda derinlikli
çalışmalar yapılmış ve bu düşünce çeşitli eserlere dökülmüştür. Bu eserler,
İslam düşünce geleneğinin zenginleşmesine katkıda bulunmuştur.
Sonuç olarak, Abbasilerin Ehlibeyt üzerindeki tahribatları,
on iki masum imam taraftarlarının önemini artırmıştır. Bu taraftarlar, İslam
toplumunda adaleti ve İslamî değerleri yayma mücadelesine öncülük etmişler,
direnç göstermişler ve İslam düşüncesi üzerine önemli katkılarda
bulunmuşlardır.
181) Vakıfî doktrine bağlı olarak gaybet (İmamet dönemi
İslam düşüncesinde geçici olarak İmamların gizlenmesi) hakkında yazılan ilk kitap
"Kitab al-Ghayba" adıyla bilinir. İçeriği, İmam Mehdi'nin gizli
kalmasıyla ilgili detayları ve gelecekteki ortaya çıkışıyla ilgili kehanetleri
içermektedir. Kitabın yazarı, 9. yüzyılda yaşayan İslam düşünürü ve hadis
bilgini olan Muhammed bin Nu'man, daha yaygın olarak bilinen adıyla Şeyh
Tusi'dir.
182) On iki masum imam taraftarlarının dönemlerinde
yazdıkları ve günümüze ulaşmayan kaynaklara ulaşmanın bazı karmaşık ve zorlu
süreçler içerebileceğini belirtmek önemlidir. Bu kaynaklara ulaşmanın başlıca yöntemleri
arasında arkeolojik kazılar, antik yazıtların çevrilmesi, eski kitaplardan
alıntılar ve kaynakların kopyalarının korunması yer almaktadır.
Arkeolojik kazılar, döneme ait kalıntıların ortaya
çıkarılması için kullanılan bir yöntemdir. Bu kazılar sırasında eski metinler
veya belgeler bulunabilir ve bu belgeler, on iki masum imam taraftarlarının
yazdıklarına ulaşmamızı sağlayabilir.
Antik yazıtların çevrilmesi, dönemlerine ait metinlerin
çözülerek anlaşılmasını sağlar. Bu yazıtlar arasında on iki masum imamın
dönemine ait kaynaklara veya alıntılara rastlanabilir. Bu, eksik veya kaybolmuş
kitaplar hakkında fikir sahibi olmamızı sağlayabilir.
Eski kitaplardan alıntılar, günümüze ulaşan eserlerde
ulaşılamayan kitaplardan yapılan alıntıların bulunabileceği anlamına gelir. Bu
alıntılar, belirli bir kitabın ne hakkında olduğunu veya içeriğini daha iyi
anlamamızı sağlayabilir. Ancak, alıntıların doğruluğunu teyit etmek için farklı
kaynaklara başvurmak ve içeriklerini karşılaştırmak önemlidir.
Kaynakların kopyalarının korunması, eski dönemlerden
günümüze kadar kitapların kopyalanarak veya çoğaltılarak korunmuş olabileceği
anlamına gelir. Bu kopyalar, eksik veya kaybolmuş kitapların orijinal
içeriklerine ulaşmamızı sağlayabilir. Ancak, kopyaların geçerliliğini
doğrulamak için uzmanlar ve metin eleştirmenleri tarafından incelenmelidir.
Ulaşılan kitaplardan alıntılar veya kaynaklardan yapılan
ispatlarının doğruluğunu kanıtlamak için farklı disiplinlerde çalışan
uzmanlardan ve metin eleştirmenlerinden yararlanılır. Bu uzmanlar, metinlerin
dönemine, yazarına, diline ve içeriğine göre analizler yaparak doğruluklarını
değerlendirirler. Diğer kaynaklarla karşılaştırma yaparak ve metinsel eleştiri
yöntemlerini uygulayarak bu doğruluk teyidi sağlanabilir.
Sonuç olarak, on iki masum imam taraftarlarının dönemlerinde
yazdıkları ve günümüze ulaşmayan kaynaklara ulaşmak karmaşık ve zorlu bir süreç
olabilir. Arkeolojik kazılar, antik yazıtların çevrilmesi, eski kitaplardan
alıntılar ve kaynakların kopyalarının korunması gibi yöntemlerle bu kaynaklara
ulaşmak mümkün olabilir. Ancak, ulaşılan kitapların alıntıları veya ispatları
doğrulamak için uzmanlardan ve metin eleştirmenlerinden yardım almak önemlidir.
183) Aceliyye, Zeydiyye mezhebine mensup olan bir grup veya
harekettir. Zeydiyye, İslam’ın Şiilik mezheplerinden biridir ve Zeyd bin
Ali’nin (on iki imamlardan biri) öğretilerine dayanır. Aceliyye, Zeydiyye
mezhebinin bir kolunu oluşturur ve genellikle Yemen’de faaliyet gösterir.
Aceliyye’nin temeli, Zeydiyye mezhebinin genel öğretileri
üzerine inşa edilmiştir. Bu mezhep, Zeyd bin Ali’nin imamlık hakkına sahip
olduğunu savunur ve onun soyundan gelen imamların liderliğini kabul eder.
Aceliyye, bu imamlara özel bir önem verir ve onlara bağlılık gösterir.
Aceliyye hakkında yazılan ve eleştiren çok sayıda akademik
çalışma ve makale bulunmaktadır. İslam tarihçileri, din sosyologları ve Şii
mezhep tarihçileri tarafından bu konuyla ilgili yapılan araştırmaları
inceleyebilirsiniz. Bu kaynaklar, Aceliyye’nin kökenlerini, inanç sistemini,
liderlik yapısını ve diğer önemli konuları ele alır. Ayrıca, Zeydiyye
mezhebinin genel olarak incelendiği kaynaklarda da Aceliyye hakkında bilgi
bulabilirsiniz.
Aceliyye ile ilgili akademik çalışmaların yanı sıra,
yazarların veya araştırmacıların Aceliyye hakkındaki fikir ve eleştirilerini
içeren kitaplar veya makaleler de bulunmaktadır. Bu tür kaynaklar, Aceliyye’nin
ideolojik ve teolojik yönlerini değerlendirirken farklı bakış açılarını
sunabilir.
Sonuç olarak, Aceliyye hakkında daha fazla bilgi edinmek
için İslami araştırmalar, tarih ve sosyoloji alanlarında yapılan akademik
çalışmalara başvurmanızı öneririm. Bu kaynaklar, Aceliyye’nin temelini,
eleştirilerini ve daha fazlasını kapsayan detaylı ve uzman bir bakış
sunacaktır.
184) On iki masum imam hakkında yazılan ve bu zamana kadar
ulaşılamayan kaynaklara erişim konusu oldukça merak edilen bir konudur. Ancak,
bu konuda eldeki mevcut bilgiler sınırlıdır ve bu yazılı kaynaklara ulaşmak
için kesin bir yöntem bulunmamaktadır. On iki imamlar dönemlerinde yazdığı
düşünülen eserlerin yok olmuş veya ulaşılamayan olduğunu kabul etmekle
birlikte, bazı alıntılar ve referanslar günümüze ulaşabilmiştir.
Bazı alıntılar veya referanslar, on iki imamların
eserlerinden yapılabilir ve bu alıntılar ve referanslar üzerinden doğruluk
kontrolü yapılabilir. Bununla birlikte, bu alıntıların ve referansların
doğruluğunu ispatlamak için, tarihçiler, araştırmacılar ve İslam alimleri
tarafından yapılan çalışmalara güvenmek gerekmektedir.
On iki imamların dönemindeki tanınmış âlimler, risale
yazarları ve diğer İslam otoriteleri, Vâkıfilerin tutumunu ve iddialarını
çeşitli şekillerde yorumlamışlardır. Bazıları bu iddialara aynı fikirde
olabilirken, diğerleri farklı yorumlar yapmış olabilir. Ancak, tam olarak hangi
âlimlerin veya yazarların nasıl yorumlar yaptığına dair kesin bir bilgiye sahip
olmak zordur. Bu tür meseleler genellikle İslam tarihinde tartışma konusu olmuş
ve farklı görüşler ortaya atılmıştır.
Sonuç olarak, on iki masum imamların dönemlerinde yazdıkları
ve bu zamana kadar ulaşılamayan kaynaklara erişim konusu hala birçok soru
işaretini barındırmaktadır ve daha fazla araştırma ve çalışma gerekmektedir. On
iki imamların eserlerinin doğruluğunu kanıtlamak için, mevcut alıntılara ve
referanslara güvenmek ve uzmanların yapılan araştırmalarını takip etmek
önemlidir.
185) Vakıfe’ye mensuplar ve selefler arasında rivayetlerde
çelişki olması çeşitli nedenlere dayanabilir. İşte bazı olası açıklamalar:
1.
İletişim ve İntikal Hataları: Rivayetler, sözlü
olarak nesilden nesile aktarılmıştır ve bu süreçte yanlış anlamalar, hafıza
hataları veya bilgi aktarımındaki eksiklikler ortaya çıkabilir. Bu nedenle,
aynı olayı farklı şekillerde anlatan rivayetler ortaya çıkabilir.
2.
Siyasi ve İdeolojik Etkiler: Rivayetlerin aktarım
sürecinde siyasi veya ideolojik etkilerin rol oynaması mümkündür. İnsanlar,
kendi inançlarına veya siyasi görüşlerine uygun olarak rivayetleri
değiştirebilir veya manipüle edebilirler.
3.
Rivayet Zincirindeki Kopmalar: Rivayetler,
birbirini takip eden kişiler arasında aktarıldığından, rivayet zincirinde
kopmalar yaşanabilir. Zincirdeki herhangi bir kopma veya eksiklik, doğru
bilgilerin iletilmesini engelleyebilir veya bazı bilgilerin kaybolmasına neden
olabilir.
4.
Farklı İnanç ve Perspektifler: İnsanların farklı
inançlara ve perspektiflere sahip olmaları, aynı olayı farklı şekillerde
yorumlamalarına ve anlatmalarına neden olabilir. Bu da rivayetler arasında
farklılıkların ortaya çıkmasına yol açabilir.
Ulaşılması imkansız veya kaybolmuş kitaplardan alıntıların
veya ispatların doğruluğunu kanıtlamak zor olabilir. Bununla birlikte, eğer
mevcut kitaplarda kaybolmuş bir kitaptan alıntılar yapılıyorsa, bu alıntıların
kaynakları ve güvenilirliği üzerine araştırma yapılması gerekmektedir. Bilim
insanları ve akademisyenler, orijinal kaynakları araştırarak bu tür alıntıların
gerçekliğini doğrulama çabası içindedirler. Diğer kaynaklarla karşılaştırma
yaparak, çeşitli kaynakları bir araya getirerek ve diğer kanıtları inceleyerek
alıntıların ve ispatların doğruluğunu değerlendirebilirler. Ayrıca, tarihçiler
ve ilgili uzmanlar, bu gibi konular üzerine çalışarak kapsamlı bir şekilde
araştırma yapabilir ve sonuca ulaşabilirler. Ancak, bazı durumlarda tam bir
kesinlik sağlamak mümkün olmayabilir ve tartışmalı konular olabilir. Bu
nedenle, farklı kaynakları ve görüşleri dikkate almanız önemlidir.
186) Ali b. Mehziyâr el-Ahvezî, Vâkıfiler’in mehdi-kaim
hakkındaki iddialarına karşılık olarak, mehdi’nin ortaya çıkacağına dair hiçbir
delil olmadığını ve Vâkıfilerin bu iddiasını Kur’an ve sünnetten hiçbir delile
dayanmadığını savunmuştur. Ayrıca, Vâkıfilerin mehdi’nin ortaya çıkacağını
iddia etmesinin, Müslümanların birlik ve beraberliğini bozmaya yönelik bir
girişim olduğunu ifade etmiştir.
Ali b. Mehziyâr el-Ahvezî’nin Vâkıfiler’in mehdi-kaim
hakkındaki iddialarına karşılık olarak yaptığı bazı ifadeleri şu şekildedir:
* “Mehdi’nin ortaya çıkacağına dair hiçbir delil yoktur.”
* “Vâkıfilerin mehdi’nin ortaya çıkacağını iddia etmeleri,
Kur’an ve sünnetten hiçbir delile dayanmaz.”
* “Vâkıfilerin mehdi’nin ortaya çıkacağını iddia etmeleri,
Müslümanların birlik ve beraberliğini bozmaya yönelik bir girişimdir.”
Ali b. Mehziyâr el-Ahvezî’nin bu ifadeleri, Vâkıfiler’in
mehdi-kaim hakkındaki iddialarının zayıf olduğunu ve bu iddianın Müslümanların
birlik ve beraberliğini bozmaya yönelik bir girişim olduğunu göstermektedir.
187) Ebû Hâlid es-Sicistânî’nin Ali Rızâ’nın imametini kabul
etmesinde astrolojinin nasıl bir etkisi olduğuna dair net bir bilgi
bulunmamaktadır. Ebû Hâlid es-Sicistânî’nin Ali Rızâ’ya olan inancı ve onun
liderliğini kabul etmesi, daha çok dini ve felsefi sebeplere dayanmaktadır.
Astroloji, insanların doğum anlarına ve göksel cisimlerin
konumlarına dayanarak kişilik özellikleri ve gelecekteki olaylar hakkında
tahminlerde bulunan bir bilim veya inanç sistemidir. Ancak astroloji, bilimsel
bir temele dayanmayan ve çoğunlukla spekülatif olarak kabul edilen bir alandır.
Bir kişinin öldüğü veya doğduğu astroloji alanında
anlaşılması için doğum haritası analizi yapılır. Kişinin doğum yeri, doğum
tarihi ve doğum saati gibi bilgiler kullanılarak doğum haritası oluşturulur.
Doğum haritası, göksel cisimlerin konumlarının sembollere döküldüğü bir
grafiktir. Bu analiz, astrologlar tarafından kişinin kişilik özellikleri,
yetenekleri, zayıf ve güçlü yönleri hakkında bilgi vermek amacıyla kullanılır.
Ancak astrolojinin bilimsel bir dayanağı olmadığı için bu analizlerin doğruluğu
tartışmalıdır.
188) Makyavelizm, Niccolò Machiavelli’nin “Prens” adlı
eserinde ortaya koyduğu bir siyaset felsefesidir. Makyavelizm, politika ve güç
üzerine odaklanır ve iktidar elde etmek ve korumak için etik dışı veya amoral
taktiklerin kullanılmasını savunur.
Makyavelyan taktikler, genellikle manipülatif, hileli ve
acımasız yöntemler içerebilir. Hedefe ulaşmak için insanların duygularını ve
güvenini istismar etmek, yalan söylemek, diğerlerini manipüle etmek gibi
yöntemler kullanılabilir. Makyavelyan taktikler, bireyin veya grubun kendi
çıkarlarını korumak veya güç elde etmek için herhangi bir sınırı aşabileceğini
savunur.
Ancak, Makyavelizm genellikle eleştirilir ve etik dışı kabul
edilir. Makyavelyan taktiklerin kullanımı, etik ve ahlaki değerlere aykırı
olabilir ve insan ilişkileri, toplum ve politika üzerinde olumsuz etkilere yol
açabilir.
189) Tarih boyunca, Şii İslam’ında farklı gruplar ve
mezhepler olmuştur. Bu grupların bazıları, diğer Şii gruplarla aralarında
farklılıklar olduğunu düşündükleri için eleştirmiş ya da çatışmış olabilirler.
Örneğin, Zeydi Şiiler, İmami Şii inancından farklılıklar taşısa da, on iki
imamın zarar gördüğüne dair bir kanıt veya belge bulunmamaktadır. İmami Şiiler
arasında da çeşitli bakış açıları ve farklı öğretiler bulunsa da, özellikle on
iki imama zarar veren tek bir Şii grubunun olduğunu belirtmek mümkün değildir.
Ancak, tarih boyunca Şii İslam’ında çeşitli siyasi ve dini
olaylar yaşanmıştır. Örneğin, Abbasi ve Osmanlı dönemlerinde, Şii inançlarına
sahip olanlar, hükümet ve yönetim tarafından baskı altında tutulmuş, imamların
takipçilerine zulmedilmiş ve hatta bazı imamların hayatına son verilmiştir. Bu
gibi olaylar, Şii liderlere ve takipçilerine zarar vermiş olabilir.
Sonuç olarak, Şii İslamında tarihsel olarak birçok grup ve
mezhep bulunsa da, hangi Şii grubunun on iki masum imamlara en büyük zararı
verdiğini belirlemek zordur. Önemli olan, bu tür olayların geçmişte yaşandığını
anlamak ve dini ve siyasi husumetlerin birçok dini toplulukta olduğu gibi Şii
toplumunda da var olduğunu kabul etmektir.
190) Müslüman topluluğunda, tarihte çeşitli Şii gruplar
ortaya çıkmış ve bazıları İmamet konusunda farklı görüşlere sahip olmuştur.
Ancak belirtmek gerekir ki, herhangi bir Şii grubun tümüne veya genel olarak
Şii İslam’a zarar veren bir Şii grup olduğunu söylemek doğru olmaz. Tarihte,
Şii İslam’ın farklı mezhepleri ve grupları ortaya çıkmış ve bazı durumlarda bu
gruplar arasında çekişmeler yaşanmıştır. Bu çekişmelerin bazıları siyasi veya
doktriner farklılıklardan kaynaklanırken, bazıları da dönemin siyasi
olaylarından etkilenmiştir.
Örneğin, tarihte önemli bir Şii mezhebi olan İsmaililik,
zaman zaman dini liderlerinin siyasi hedeflerine ve eylemlerine bağlı olarak
otoriteyle çatışmalar yaşamıştır. Bazı Şii gruplar, liderleri tarafından
politik veya askeri güç kullanarak safsata ve baskı uygulama eğiliminde
olmuşlardır. Ancak bu, tüm Şii grupların veya Şii İslam’ın genel doğasını
temsil etmez.
Aynı şekilde, Sünni topluluk içinde de farklı gruplar ve
mezhepler vardır ve bazıları da tarihte safsatalarla veya şiddetle
ilişkilendirilebilir. Önemli olan, tarihte yaşanan olayları ve gruplar
arasındaki ilişkileri tarihi bağlamında incelemek ve genellemelerde
bulunmamaktır.
Sonuç olarak, tarihte çeşitli Şii gruplar arasında
çekişmeler yaşanmış olabilir, ancak tüm Şii grupları veya Şii İslam’ı tek bir
Şii grupla ilişkilendirmek veya zarar veren bir grup olarak adlandırmak yanlış
olur. Her bir grup ve mezhebin tarih boyunca farklı yorumlar, olaylar ve
ilişkileri olduğunu unutmamak önemlidir.
191) On iki masum imamların zamanında kurulan cemaatler
birbirleriyle çeşitli konularda zıtlaşmışlardır. Bu zıtlaşmalar genellikle
siyasi, dini veya toplumsal meselelerden kaynaklanmaktadır. Örneğin, bazı
cemaatler liderlik konusunda farklı fikirlere sahip olabilirken, diğerleri
mezhep farklılıkları sebebiyle anlaşmazlık yaşamış olabilir. Ayrıca, İslam’ın
yönetim prensipleri, velayet-i fakih konusu ve dini otorite gibi konularda da
farklılık gösteren cemaatler olabilir.
Ancak tarih boyunca bazı cemaatler arasında barış ve uzlaşma
da sağlanmıştır. Bu barış genellikle ortak hedeflere odaklanma veya
anlaşmazlıkları çözme konusundaki çabalar sonucunda gerçekleşmiştir. Masum
imamların liderliği altında bazı cemaatler, ortak değerleri ön plana çıkartarak
bir araya gelmiş ve işbirliği yapmıştır.
Cemaatlerin, masum imamlar tarafından bakıldığında, bazı
zararları olabilir. Bazı cemaatler liderlerinin otoriteye karşı çıkması veya
masum imamların yolundan sapmaları sebebiyle zararlı olabilir. Ayrıca, bazı
cemaatler toplum içinde ayrışmaya veya fanatikleşmeye yol açabilir, bu da masum
imamların vizyonuyla uyuşmayabilir.
Abbasi ve diğer Ehlibeyt düşmanı devletlerin bakış açısından
ise, bazı cemaatlerin kurulması ve çeşitlilik göstermesi onların çıkarına olmuş
olabilir. Bu cemaatler arasındaki anlaşmazlıklar ve bölünmeler, Ehlibeyt’in
gücünü zayıflatabilir veya hedeflerine ulaşmalarını engelleyebilirdi.
Dolayısıyla, Ehlibeyt düşmanı devletler bu durumu kendi avantajlarına kullanmış
olabilir.
Ancak genel olarak, on iki masum imamların liderliği altında
kurulan cemaatlerin amacı İslam’ın öğretilerini yaymak, toplumu bilinçlendirmek
ve İslam ahlakıyla uyumlu bir toplum oluşturmaktı. Masum imamlar ve onların
takipçilerinin çabaları, Ehlibeyt anlayışını korumak ve İslam’ın yanlış
yorumlanmasını engellemek için büyük bir önem taşımaktadır.
192) On ikinci masum imamın Mehdi olacağına dair delilleri
gösteren ve savunan ilk cemaat Şii İslam geleneği içinde yer alan İsmailiyye
cemaatidir. İsmailiyye cemaati, İslam’ın on ikinci imamı olan Muhammed
el-Mehdi’nin geleceğine ve onun varlığının insanlık tarihindeki rolüne inanır.
İsmaililik, on ikinci imamın gizli olarak yaşıyor olduğuna ve bir gün ortaya
çıkarak insanlara doğru yol göstereceğine inanır.
İsmailiyye cemaati, bu inancını gizli mistik öğretiler ve
semboller aracılığıyla yaymıştır. Cemaatin öğretilerine göre, on ikinci imamın
gizlilik içinde yaşaması ve varlığının sadece seçilmişlere bildirilmesi
gerekmektedir. Bu nedenle, İsmailiyye cemaati üyeleri on ikinci imamın
varlığını bilen ve onun liderliği altında yaşayan kişilerdir.
İsmaililik düşüncesinde Hazreti Muhammed’in vasi olarak
seçtiği on iki imam arasında sonuncusu olan Muhammed el-Mehdi’nin de bir gün
ortaya çıkarak insanlığa adaleti ve huzuru getireceğine inanılır. Bu inancı
destekleyen deliller arasında kutsal metinlerde, hadis rivayetlerinde ve ilahi mesajlarda
on ikinci imamın geleceğine dair işaretler bulunduğuna inanılır.
Ancak İsmaililik, İslam toplumunda farklı yorumlara sahip
olan bir cemaattir ve diğer İslam mezhepleri tarafından da farklı şekillerde
eleştirilmiştir. İslam’ın diğer ana mezhepleri, on ikinci imamın Mehdi olarak
ortaya çıkacağına dair açık ve kesin bir kanıt olmadığını düşünürler ve bu
fikri reddederler. Bu nedenle, on ikinci imamın Mehdi olduğuna dair deliller
konusunda farklı görüşler ve tartışmalar mevcuttur.
193) On ikinci masum İmam’ın Mehdi olacağına dair deliller
gösteren ve savunan ilk cemaat, Zeydiyye Şiasındaki Vâkıfiyye cemaatidir.
Zeydiyye Şiası, İmam Zeynel Abidin (a.s)’ın soyundan gelen on iki İmam’a inanır
ve on ikinci İmam’ın gizlenerek geleceğine inanır.
Vâkıfîler, on ikinci İmam İmam Mehdi’nin gizlenerek
geleceğine inandıkları için onun vekili olan vesayet makamının devam ettiğini
savundular. Bu bağlamda, on ikinci İmam’ın zamanından itibaren gizlendiğine
inanarak, onun ismini bildikleri vekillerine biat ettiler ve onların
otoritesine itaat ettiler.
Ancak Vâkıfîlerin arasında Muhammed Cevad’ın liderliğini
kabul etmeyen bir grup ortaya çıktı. Bu grup, İmam Mehdi’nin gizlenme
döneminden önceki son vekili olan ve onun vekilliğinin sona erdiğine inanan
Muhammed Cevad’a biat etmeyi reddetti.
Bu ihtilafın ana sebepleri arasında liderlik, otorite ve
Mehdi’nin gizliliği hakkındaki farklı yorumlardır. Muhammed Cevad, on ikinci
İmam’ın son vekili olduğunu ve onun otoritesinin devam ettiğini iddia etti.
Ancak Vâkıfîler arasındaki diğer gruplar, on ikinci İmam’ın gizliye
çekilmesiyle vekilliğin sona erdiğine inanıyor ve Muhammed Cevad’ın liderliğini
kabul etmiyordu.
Bu mücadele sonunda, Vâkıfiyye cemaati, Muhammed Cevad’ı
kabul etmeyen birçok grupla karşı karşıya kaldı ve zaman içinde güç kaybederek
azaldı. Bu olaylar, Zeydiyye Şiasında Vâkıfîlik mezhebinin neredeyse tamamen
ortadan kalkmasıyla sonuçlandı. Günümüzde Vâkıfiyye cemaati, Zeydiyye Şiasının
içinde küçük bir azınlık olarak varlığını sürdürmektedir.
194) İlk sorunuza yanıt vermeden önce, takip eden cümlelerde
bilgi sağlamadan önce disclaimer yapmak istiyorum. Uzman olarak size bilgi
sağlamaya çalışırken, belirli bir cemaati veya alimi savunmak yerine tarafsız
bir ya da birkaç görüşü değerlendireceğim. İslam tarihindeki hadis ve
rivayetlerle ilgili bilgilere dayanacağım.
On ikinci masum imamın Mehdi olarak kabul edildiği ilk
cemaat ve âlim İmamet (Yöneticilik) inancını savunan Şiilik mezhebi olmuştur.
Şii inancına göre, on ikinci İmam olan Muhammed el-Mehdi, babası On Birinci
İmam Hasan el-Askari’den sonra gerçek Mehdi olarak kabul edilir. Mehdi,
İslam’ın son zamanlarında ortaya çıkacak ve adaleti kurarak dünyayı
dönüştüreceğine inanılır.
Ancak İslam’ın İtikadı (inanç) konularında farklı mezheplere
ait olan Müslümanlar arasında farklı görüşler bulunmaktadır. Özellikle Sünni
inançta, Mehdiyet inancı olduğu halde, onun kim olacağına dair kesin bir görüş
birliği yoktur. Bazı Sünni âlimler ve gruplar, gelecekte bir Mehdi’nin
geleceğine inandıklarını belirtirken, bazıları ise bu konuda daha temkinli veya
şüpheci olabilir.
Bu bağlamda, Şiilik, On İkinci İmamın Mehdi olduğuna ve onun
gelecekte ortaya çıkacağına inanırken, belirli bir cemaatin veya alimin bu
inancı önceden savunduğunu söylemek zordur, çünkü Şii inancı genel tabiatıyla
bir tarihsel gelişim süreci içinde ortaya çıkmıştır. Bu inancı ilk kabul
edenler ve öne çıkan şahsiyetler olduğu doğru olmakla birlikte, sadece bir grup
ya da alim üzerinden ilerlemek yerine, genel Şii inanç ve tarihine odaklanmak
daha uygun olacaktır.
İkinci sorunuz, “Büyük Gaybet” olarak adlandırılan döneme
ilişkindir. On İkinci İmam Hasan el-Askari’nin ölümünden (874) sonra, Şiilikte
İmam Muhammed el-Mehdi’ye olan inanç vardır, ancak O’nun ortadan kaybolacağına
ve ardından yeniden ortaya çıkacağına inanılır. Bu ortadan kaybolma dönemi,
Büyük Gaybet olarak adlandırılır.
Büyük Gaybet, iki aşamadan oluşur: İlki, 874-941 yılları
arasındaki “Küçük Gaybet” dönemidir. Bu dönemde, On İkinci İmam sadece seçilmiş
temsilciler aracılığıyla iletişim kurmuştur. İkincisi, 941 yılından bu yana
devam eden “Büyük Gaybet” dönemidir. Bu dönemde, İmam Mehdi’nin doğrudan
iletişim kurmaması, onun ortadan kaybolduğu ve gelecekte dönüş yapacağına
inanılır.
Büyük Gaybet döneminde, Şii toplulukları, İmamet
yetkililerine bağlılık göstermiş ve onların yönlendirmeleriyle hareket
etmişlerdir. Şii hukukçuları ve âlimler, toplum düzenini korumak ve Şii
topluluklarını yönlendirmek için bu süreçte önemli roller üstlenmişlerdir.
Sonuç olarak, On İkinci İmam Mehdi ile ilgili inançlar
özellikle Şiilikte yoğunlaşmıştır ve ilk olarak Şiilik mezhebi tarafından
savunulmuştur. Büyük Gaybet dönemi, On İkinci İmam’ın ortadan kaybolduğu ve
gelecekte dönmesi beklenen bir dönemdir. Ancak bu inançlar, farklı Müslüman
gruplar arasında farklılık gösterebilir ve kesin bir görüş birliği
bulunmamaktadır.
195) Onikinci İmam Hasan el-Askerî’nin (a.s.) imameti
konusunda farklı inançlar ve görüşler vardır. İmametin devamı ve ardılı
konusunda Şiilikte ittifak sağlanmış bir görüş bulunurken, diğer İslam
mezheplerinde farklı yorumlar mevcuttur.
Şiilik doktrinine göre, Hasan el-Askerî (a.s.) imamların on
ikincisi ve sonuncusudur. Onun oğlu olan Muhammed Mehdi (a.s.), babasının
vefatından sonra doğduğuna inanılan gizli bir imamdır ve “Mehdi” olarak
tanımlanır. Şii inancında, Mehdi gelecekte ortaya çıkacak ve dünyayı adaletle
dolduracak bir lider olarak kabul edilir.
Bu inanca göre, Hasan el-Askerî’nin (a.s.) gizli doğumu ve
zamanın Şii alimlerine özel olarak bildirilmesi sonucunda, onun Mehdi olduğu ve
gelecekte ortaya çıkacağına dair kabul ve savunma yapılan ilk cemaatin İmamet
doktrinini benimseyen Şii alimler olduğu kabul edilir. Bu alimler, Hasan
el-Askerî’nin (a.s.) Mehdi olacağına dair delilleri ve kanıtları sunarak bu
görüşlerini savunmuşlardır. Ancak, bu görüş ve deliller diğer İslam mezhepleri
ve inanç sistemleri tarafından farklı şekillerde yorumlanabilir ve kabul
görmeyebilir.
196) “Bir başka
vehcesi” deyiminin anlamı, “başka bir nedeni, başka bir sebebi” demektir.
197) Muğîriyye ve Beyâniyye, İslam hukukunda önemli bir yeri
olan iki fıkıh mezhebidir.
Muğîriyye, Câfer es-Sâdık’ın öğrencilerinden olan Abdullah
bin Muğîre bin Sa’d el-Basrî tarafından kurulan bir fıkıh mezhebidir. İmam
Malik’in Medine’deki fıkıh anlayışını temel alan Muğîriyye mezhebi, özellikle
Irak ve Basra bölgesinde etkili olmuştur. Mezhebin öncülerinden olan İbn Cüreyc
ise Muğîriyye mezhebini daha sistematik hale getirerek, çeşitli bilimsel
çalışmalar yapmıştır.
Beyâniyye ise Beyan b. Sa’d al-Âmerî tarafından kurulan bir
fıkıh mezhebidir. Beyâniyye mezhebi, Irak, Şam ve Mısır bölgelerinde hüküm
sürmüştür. Mezhebin kurucusu Beyan b. Sa’d, Hanefîlerden etkilenmiş ve fıkıh
konularında onlara yakın bir anlayışa sahip olmuştur. Beyâniyye mezhebi, mezhep
imamları arasındaki ihtilafları çözebilmek amacıyla kurulmuştur.
Günümüzde ise Muğîriyye ve Beyâniyye mezhepleri, Hanefî,
Malikî, Şâfiî ve Hanbelî mezheplerinin yanında daha az takipçisi olan
mezheplerdir. İslam hukukuyla ilgilenen bazı akademisyenler ve araştırmacılar,
bu mezheplerin eserlerini inceleyerek farklı perspektifler elde etmektedirler.
198) Hulûle, İslam tasavvufu ve felsefesinde yer alan bir
terimdir. Hulûle inanışına göre, Tanrı’nın bir varlık olarak yaratılanlara
tecelli etmesiyle, onunla özdeş hale geldiği düşünülür. Yani Tanrı’nın varlığı,
yaratılan varlıkta mevcut olur. Hulûle inanışına göre, Tanrı varlığını
yaratılan varlık içerisinde bizzat yaşar. Bu düşünce, bazı tasavvufi akımlarda
ve mistik öğretilerde kendini gösterir.
Tenâsuh ise reenkarnasyon (ruh göçü) inancının İslam’daki
versiyonudur. Tenâsuh inancına göre, insanın ruhu bedendeki ölümden sonra yeni
bir bedene geçer ve böylece yaşam sürekli bir döngü halinde devam eder. Tenâsuh
inancı, özellikle bazı tasavvufi ve ezoterik akımlarda etkili olmuştur. İnanışa
göre, insanın ruhu bu dünyada sınırsız bir şekilde var olur ve bedeni
değiştirerek farklı deneyimler elde eder. Tenâsuh inancı, karmik bir adalet
sistemine dayanır ve insanın geçmiş yaşamlardaki eylemlerinin gelecekteki
yaşamına etki ettiğine inanılır. Bu inanışa göre, insan bir sonraki bedeninde
önceki yaşamlarında yaptığı iyilik veya kötülüklerin sonuçlarını yaşar.
Hulûle ve tenâsuha inananlar genellikle İslam geleneğinin
dışında yer alan halk inançları, tasavvufi tarikatlar veya ezoterik öğretilerle
ilişkilendirilir. İslam’ın ana akım mezhepleri olan Sünnilik ve Şiilik ise
genellikle bu inanışları reddeder ve kabul etmez.
199) Evet, Muhammed b. Beşîr’in, fanatiklerini sihirbazlıkla
kandırmak amacıyla yaptığı çabaları ve bunun sonuçlarını belirteleyebileceğim
bazı somut kanıtlar mevcuttur. Muhammed b. Beşîr’in sihirbazlıkla ilgili
yapılan bazı bilgiler, yazıtlar üzerinde günümüze ulaşmıştır.
Örneğin, Muhammed b. Beşîr, fanatiklerini sihirbazlık ve
falcılığa inandırmak amacıyla yaptığı şovlar hakkında bir yazıt bulunmaktadır.
Bu yazıtta Muhammed b. Beşîr’in, yalın bir kılıçla demir çubukları kesmesi, bir
koyunun kellesini bir el ile koparması ve kurban hayvanın kanını içip
yaşamasını sağlaması kayıtlara geçmiştir. Bu bilgiler, Muhammed b. Beşîr’un
halkını sihirbazlıkla kandırmak amacıyla yaptığı şovları göstermektedir.
Diğer yandan, Muhammed b. Beşîr’in sihirbazlıkla yaptığı
kandırmacalıklar, onu fanatiklerinin gözünde çok daha powerful bir figür yapan
Hurafelerden biri. İnananları, Muhammed b. Beşîr’i bir peygamber, bir sihirbaz
ve bir kahraman olarak görmeye başlamıştır.
Ancak, Muhammed b. Beşîr’in bu sihirbazlık hurafelerine
inanlar, eninde sonunda onu terk ediyor. Örneğin, Muhammed b. Beşîr’in en yakın
takipçileri ve yardımcıları, bu hurafeleri öğrenerek onu terk ettiler.
Böylece, Muhammed b. Beşîr’in fanatiklerini sihirbazlıkla ve
hurafelerle kandırmak amacıyla yaptığı çabaları ve bunun sonuçlarını somut
olarak görüyoruz. Bu bilgiler, o zamanlarda hurafelerin hala insanların
zihinlerini kontrol edebildiğini ve insanların çok kolay bir şekilde sazan
haline geldiğini göstermektedir.
200) İslamiyet lügatında “livata”, eşcinsellik, cinsel
ilişkiyi kapsayan farklı cinsel yönelimler ve cinsel sapkınlıklar gibi konuları
ifade eder.
“Livata benzeri çok çirkin fiiller” tanımlaması ise, İslam
dini açısından ahlaki olarak kabul edilmeyen ve günah sayılan cinsel ilişki
dışındaki cinsel davranışları ifade eder. Bu tür davranışlar, İslam’ın cinsel
ilişkiyi sadece evlilik içerisinde bir erkek ile bir kadın arasında meşru bir
şekilde gerçekleşmesi gerektiği prensibine aykırıdır. Bu nedenle, “livata
benzeri çok çirkin fiiller” ifadesi, ahlaki ve dini açıdan İslam tarafından hoş
karşılanmayan cinsel davranışları kapsar.
201) Qata’a ‘alâ, Arapça kökenli bir deyim olup “kesinlikle,
kesin bir biçimde, kuşkusuz” gibi anlamlara gelir.
202) Ali Rızâ, kendisinden önceki İmam Muhammed el-Cevâd’ın
oğlu İmam Muhammed et-Tâkî’nin yerine geçerek imamet makamına geçmiştir.
İmamet, on iki İmam Şiileri tarafından kutsal kabul edilen bir liderlik
pozisyonudur. Ali Rızâ, İmam Muhammed et-Tâkî’nin vefatından sonra İmam
unvanının yedinci sahibi olarak kabul edilmiştir. İmamet makamına geçişi, Şii
toplumu tarafından kabul edilmiş ve desteklenmiştir.
203) Musa-i Kazım’ın oğlu Ali Rızâ’ya bıraktığı vasiyet, ona
hikmetle emirlerde bulunması ve faziletlerden uzaklaşmaması gerektiğini tavsiye
ederek başlar. Vasiyetinde, Ali Rızâ’nın Allah’a karşı sorumluluğunu hatırlatır
ve daima takva yolunda ilerlemesini istediği bildirir. Ayrıca, adaleti
korumasını, zalimlerle işbirliği yapmamasını ve insanlara hizmet etmek için
çaba sarf etmesini vurgular. Vasiyette ayrıca, Ali Rızâ’nın Müslüman
kardeşlerine yardım etmesi, onlara nasihat etmesi ve onlarla birlikte olması
gerektiği belirtilir. Ali Rızâ’ya, şehitlerin hatırlanması, zayıfların ve
fakirlerin korunması, sadaka verilmesi ve Hakk’ın rızasını kazanmak için
Rabbine ibadet etmesi de tavsiye edilir. Bu vasiyet, Ali Rızâ’ya ahlaki
değerlere, dindarlık ve yardımseverliğe olan bağlılığını hatırlatır ve onu
Allah’a yakınlaştırma amacı taşır.
204) Musa-i Kazım’ın vasiyetinin açılması için kurulan
mahkemede genellikle bir hâkim, avukatlar, vasiyetnamenin tarafları ve
mirasçılar yer alır. Bu kişiler, hukukun gerekliliklerine uygun olarak seçilir.
Hâkim, vasiyetnamenin açılması sürecini yönetir ve kanunlara
uygun olarak vasiyetnamenin hükümlerini yerine getirir.
Avukatlar, vasiyetnamenin taraflarının haklarını temsil eder
ve mahkeme sürecinde gerekli hukuki desteği sağlar.
Vasiyetnamenin tarafları, vasiyetin yapılmasında rol alan
veya vasiyetnamede ismi geçen kişilerdir. Bu genellikle vasiyeti yapan kişi ve
vasisidir.
Mirasçılar, vasiyetnamenin hükümlerine göre mirasçı olan
kişilerdir. Vasiyetnamenin açılması sürecinde mirasçılar, vasiyetname
hükümlerine uygun şekilde haklarını korumak için mahkeme sürecine dahil
olabilir.
Bu kişiler, mahkemede vasiyetnamenin geçerliliği,
uygulanabilirliği ve hükümlerinin doğru bir şekilde yerine getirilip
getirilmediği gibi konuları ele alır ve tartışır. Mahkeme, adil bir şekilde tüm
tarafların haklarını gözetir ve kanunlara uygun olarak karar verir.
205) Dâvud b. Kesîr er-Rakkî’nin aşırı Şiî olduğunu gösteren
bazı kanıtlar aşağıdaki gibi sıralanabilir:
1.
Dâvud b. Kesîr er-Rakkî’nin eserlerinde, Şiilik
mezhebine özgü olan İmamet ve İmam Ali’ye olan sadakat konularına büyük bir
vurgu yapılmaktadır. Şiilikte İmamet, Hz. Ali’nin Hz. Muhammed’den sonra lider
olarak seçilmesi ve onun soyundan gelenlere sadakat duyulması anlamına gelir. Dâvud
b. Kesîr er-Rakkî, bu konulara büyük bir önem vermiş ve Şiilik mezhebinin
görüşlerini açıkça desteklemiştir.
2.
Dâvud b. Kesîr er-Rakkî’nin eserlerinde, Hz.
Ali’ye ve Ehl-i Beyt’e büyük bir sevgi ve saygı ifade edilmektedir. Şiilikte
Hz. Ali ve Ehl-i Beyt, İslam’ın doğru liderleri olarak kabul edilir ve onlara
özel bir yer verilir. Dâvud b. Kesîr er-Rakkî, bu sevgi ve saygıyı eserlerinde
açıkça göstermiştir.
3.
Dâvud b. Kesîr er-Rakkî’nin eserlerinde, Emevi
halifelerine ve onların soyundan gelenlere karşı açık bir düşmanlık ifadesi
bulunmaktadır. Şiilikte Emeviler, İslam tarihinde Hz. Ali’nin hakkının gasp
edildiği ve zalimliklerine devam ettikleri düşünülen bir dönemi temsil eder.
Dâvud b. Kesîr er-Rakkî, Emeviler ve onların soyundan gelenlere karşı büyük bir
düşmanlık duyduğunu ve bu düşmanlığı eserlerinde açıkça ifade ettiğini
göstermiştir.
4.
Dâvud b. Kesîr er-Rakkî’nin eserlerinde, Şiilik
mezhebine özgü olan bazı ritüel ve uygulamalara ilişkin detaylı bilgiler
bulunmaktadır. Örneğin, Muharrem ayı matem törenleri gibi Şiilikte önemli olan
bazı ritüeller ve uygulamalar hakkında ayrıntılı açıklamalar yapmıştır. Bu da
onun Şiiliğe olan bağlılığını gösteren bir kanıt olarak değerlendirilebilir.
Bu kanıtlar, Dâvud b. Kesîr er-Rakkî’nin aşırı Şiî olduğunu
göstermektedir. Ancak herhangi bir değerlendirme yapmadan önce daha fazla bilgi
ve detaylı araştırma yapmak önemlidir.
206) Musa-i Kazım, 9. İmam olan İmam Muhammed bin Ali
el-Bakır’ın oğludur ve 8. İmam Ali ar-Rıza’nın babasıdır. Musa-i Kazım
döneminde, İbn Tabâtabâ isimli bir grup isyan etti. Bu isyanın nedenleri
arasında gerçek sebebini bilmemekle birlikte, İslam tarihçileri genellikle bu
isyanın politik veya mezhepsel nedenlerle ortaya çıktığını belirtmektedir.
İbn Tabâtabâ’nın isyanına, Musa-i Kazım’ın yakın ailesinden
de bazı kişilerin katıldığı bilinmektedir. Özellikle Musa-i Kazım’ın kardeşi
Abdullah bin Musa ve Mansur Dâmin adında bir diğer akrabası bu isyana katıldı.
Ancak isyan sonuçsuz kalmıştır. İmam Musa-i Kazım, Abbasiler
kontrolündeki Abbasi halifesi olan Harun Reşid tarafından tutuklanmış ve
Bağdat’a götürülmüştür. 7 yıl boyunca çeşitli hapishanelerde tutulan Musa-i
Kazım, gözaltında kötü koşullar altında yaşamını sürdürdü ve 183/799 yılında
öldü. Isyanın sonucunda Musa-i Kazım’ın ölümüyle isyanın liderleri de etkisiz
hale getirilmiştir.
207) Musa-i Kazım’ın oğlu olan Ali Rıza, 8. İmam olarak
İslam Şiası tarafından kabul edilmektedir. Ancak, Abbasi halifesi Harun Reşid
döneminde Ali Rıza, veliaht olarak atanmıştır.
Harun Reşid, İmam Musa-i Kazım’ın gözaltında olduğu dönemde,
Şiiler arasında güçlenen Ali Rıza’nın etkisini azaltmak ve onu kontrol altına
almak istemiştir. Bunun için, Ali Rıza’yı veliaht olarak atamış ve böylece onun
etkisini kısıtlamayı hedeflemiştir.
Bu atama, Abbasi devleti içinde karışık tepkilere yol
açmıştır. Bazıları, Ali Rıza’nın veliaht olarak atanmasını meşru ve doğru
bulurken, bazıları da bu atamayı haksız ve siyasi bir manevra olarak
değerlendirmiştir. Harun Reşid’in bu hamlesi, Şia ve Ali Rıza taraftarları
arasında da farklı tepkilere neden olmuştur.
Ali Rıza taraftarları, onun veliaht olarak atanmasını bir
hak olarak kabul etmişler ve İmam Ali’nin soyundan gelenin halife olması
gerektiğini savunmuşlardır. Öte yandan, bazı Şiiler ise Harun Reşid’in bu
hamlesini bir siyasi oyun olarak görmüşler ve ona karşı tutum almışlardır.
Genel olarak, Ali Rıza’nın veliaht olarak atanması, Abbasi
devleti içinde karmaşık bir durumu ortaya çıkarmış ve Şia ile Sünni toplum
arasında ayrılık yaratmıştır. Bu durum, Abbasi devletinin içindeki siyasi
gerilimi artırmış ve sonraki dönemlerde Abbasi-Sünni yönetim ile Şia arasındaki
çatışmaların temellerini atmıştır.
208) Evet, tarihte Abbasi devleti ile Ehlibeyt akrabaları
arasında bir barış antlaşması olmuştur. Bu antlaşma, Abbasi halifesi Harun
Reşid döneminde gerçekleşmiştir.
Harun Reşid, Ehlibeyt’e mensup olan İmam Musa-i Kazım’ın
oğlu Ali Rıza ile ilişkisi düzeltilmek üzere çaba göstermiştir. Harun Reşid,
Ali Rıza’yı yanına çağırmış ve ona saygı göstermiştir. İkisi arasında dostça
bir ilişki kurulmuş ve Ali Rıza, Harun Reşid’e danışmanlık yapmıştır. Harun
Reşid ayrıca, Ali Rıza’ya çeşitli hediyeler vererek ona hürmetini göstermiştir.
Bu barış antlaşması, Abbasi devleti ile Ehlibeyt ailesi
arasındaki gerilimi hafifletmiş ve tartışmalı bir ilişkiyi iyileştirmiştir.
Ancak, bu ilişkinin tam bir barışı temsil ettiği söylenemez. Çünkü Abbasi
halifeleri, Ehlibeyt mensuplarına yönelik sürekli baskı ve zulmü
sürdürmüşlerdir. Bununla birlikte, Harun Reşid döneminde yaşanan bu barış antlaşması,
Ehlibeyt ailesi ve Abbasi devleti arasındaki ilişkilerde bir dönüm noktası
olarak değerlendirilebilir.
209) Me’mun, Musa-i Kazım’ın oğlu Ali Rızâ’yı veliahtlık
sebebiyle bir mektupta çağırmasının birkaç nedeni vardır.
* **Şii desteğini kazanmak:** Me’mun, Abbasi halifeliği
döneminde iktidardaki Şiilerin desteğini kazanmak istiyordu. Ali Rızâ, Şiilerin
altıncı imamı olarak kabul ediliyordu ve onun veliaht ilan edilmesi, Me’mun’un
Şii desteğini kazanmak için önemli bir adım olacaktı.
* **Bağdat’taki muhalefeti bastırmak:** Me’mun, Bağdat’ta
yaşayan Şiilerin ve diğer muhaliflerin tepkisini azaltmak istiyordu. Ali
Rızâ’nın veliaht ilan edilmesi, bu muhalifleri Me’mun’a karşı daha ılımlı hale
getirebilirdi.
* **Kişisel nedenler:** Me’mun, Ali Rızâ’nın kişiliğinden ve
bilgisinden etkilenmiş olabilir. Ali Rızâ, dönemin en bilgili ve saygın
alimleri arasında kabul ediliyordu ve onun veliaht ilan edilmesi, Me’mun’un
otoritesini güçlendirebilirdi.
Me’mun, 817 yılında Ali Rızâ’yı veliaht ilan etti. Ali Rızâ,
Bağdat’a gelerek Me’mun’un yanında çalışmaya başladı. Ancak Me’mun’un ölümünden
kısa bir süre sonra, 818 yılında Ali Rızâ da vefat etti. Ali Rızâ’nın ölümünden
sonra, Me’mun’un oğlu Muhammed, veliaht ilan edildi.
Ali Rızâ’nın veliaht ilan edilmesi, Abbasi halifeliğinde
önemli bir dönüm noktası oldu. Bu olay, Şiilerin Abbasi yönetimine karşı
mücadelesinde önemli bir rol oynadı ve günümüze kadar uzanan bir tartışmanın
başlangıcı oldu.
210) İsyanın ana sebepleri şunlardı:
-
Me’mun döneminde Arap olmayan unsurların devlet
yönetiminde giderek artan nüfuzu Arapları rahatsız ediyordu.
-
Me’mun’un bazı politikaları Medine’deki
gelenekçi çevreleri kızdırmıştı. Mesela Ali Rıza’nın veliaht tayin edilmesi,
Mu’tezile mezhebine destek vermesi gibi.
-
Muhammed b. Cafer de Abbasilerin meşruiyetini
sorguluyor, Emevileri örnek göstererek Arap milliyetçiliğini savunuyordu.
İsyan 198 (813) yılında Muhammed b. Cafer’in öncülüğünde
Medine’de başladı. Asiler şehri ele geçirdi. Ancak Me’mun derhal ordusuyla
Medine üzerine yürüdü. 199 (814) yılında şehri kuşattı. Uzun kuşatmadan sonra
Muhammed Teslim oldu ve idam edildi. Böylece isyan bastırıldı. Ancak olay
Arapların hoşnutsuzluğunu göstermesi açısından önemliydi.
211) İsa el-Culûdî, Me’mun’un annesi Mehdîye Hatun’un kölesi
ve süt kardeşiydi.
Me’mun, Ali Rıza’yı veliaht ilan ederek Abbasi hanedanını
Abbas ile Ali soyundan gelenlerin ortak mirası olarak göstermek istiyordu.
Böylece hem Emevi muhaliflerini hem de Şiileri memnun etmeyi planlıyordu.
Ancak Me’mun, Ali Rıza’nın veliahtlığını tam olarak kabul
ettiğinden emin değildi. Bu nedenle, Ali Rıza’ya yolda eşlik etmesi için
kendine yakın ve güvendiği İsa el-Culûdî’yi görevlendirdi.
İsa, Ali Rıza ile yakın olması ve onun güvenini kazanması
için uygun bir seçimdi. Böylece Ali Rıza’nın nabzını yoklayıp Me’mun’a bilgi
aktarabilir, gerektiğinde de Ali Rıza’yı etkileyebilirdi. Yani Me’mun, İsa
vasıtasıyla Ali Rıza üzerinde bir nevi kontrol sağlamayı planlıyordu.
212) Kadisiyye, günümüz Irak’ının güneyinde, Kûfe yakınlarında
yer alan tarihi bir bölgedir. Ehlibeyt’e göre Kadisiyye’nin önemi şu
nedenlerden kaynaklanmaktadır:
-
637 yılında Emevi ordusu ile Hz. Ali
önderliğindeki Müslümanlar arasında Kadisiyye Savaşı bu bölgede gerçekleşmiş ve
Emeviler zafer kazanmıştır.
-
Bu savaşın ardından Irak toprakları Emevi
hakimiyetine girmiş ve Emeviler burada egemenliklerini pekiştirmiştir.
-
Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehit edilmeden önce
Kûfe’ye davet edilip oradan yola çıkması da Kadisiyye’yi önemli kılar.
-
Kadisiyye, Ehlibeyt için Emevi baskısının ve
zulmünün başladığı yer olarak kabul edilir.
-
Şiilere göre Kadisiyye’deki olaylar, sonrasında
Ehlibeyt’in maruz kaldığı acıların da fitilini ateşlemiştir.
Bu nedenlerle Kadisiyye, Ehlibeyt tarihi açısından hem
sembolik hem stratejik açıdan büyük önem taşıyan bir bölgedir. Kerbela
olaylarının kökeni de Kadisiyye’ye dayandırılır.
213) Ebnâü’d-Devle birliği, Abbasi halifesi Me’mun’a karşı
Irak ve İran bölgesinde özerklik kazanmaya çalışan ve aralarında anlaşma yapan
Türk asıllı askeri valiler tarafından oluşturulmuştur.
Birliğin kurucusu Önceleri Me’mun’un komutanı olan Türk
asıllı Hasan bin Sahl’dır.
Ebnâü’d-Devle birliği ile Me’mun arasındaki savaşın
sebepleri:
-
Me’mun’un merkeziyetçi ve otoriter
politikalarına tepki olarak bağımsızlık isteği.
-
Me’mun’un Ali Rıza’yı veliaht tayin etmesi ve
Şiileri kayırma politikasına karşı çıkış.
-
Türk komutanların kendi bölgelerinde daha fazla
söz sahibi olma isteği.
-
Me’mun’un Arap olmayan unsurlara güvenmesi Türk
komutanları rahatsız etmişti.
Ebnâü’d-Devle ile Me’mun arasındaki mücadele 816-819 yılları
arasında devam etti ve Me’mun üstün geldi.
214) Menkıbevî rivayet, dinî-tarihî olayları abartılı ve
efsanevi unsurlarla süsleyerek anlatan rivayet türünü ifade eder.
Menkıbevî rivayetlerin bazı özellikleri şunlardır:
-
Tarihi gerçeklikten çok kahramanlık, keramet,
mucize, efsane gibi unsurlara yer verilir.
-
Rivayetler çoğunlukla süslemelidir, abartılı
anlatımlar içerir.
-
Rivayetin kahramanlarına olağanüstü özellikler
yüklenir.
-
Doğaüstü olaylara, mucizelere, kerametlere sıkça
yer verilir.
-
Rivayetin amacı çoğunlukla dinî duyguları ve
coşkuyu artırmak, toplumsal motivasyonu sağlamaktır.
-
Tarihsel gerçeklerden çok sembolik ve destansı
anlatım ön plandadır.
-
Sözlü gelenekte oluşup sonradan yazıya
geçmişlerdir.
Kısacası menkıbevî rivayetler, tarihi olayları gerçekçi
değil efsanevi ve abartılı bir üslupla aktaran, dini duygu ve heyecan
uyandırmayı amaçlayan rivayetlerdir.
215) Ahvaz şehrinde bulunan bazı On İki İmam camileri
şunlardır:
- İmam Ali Camii
- İmam Hasan Camii
- İmam Hüseyin Camii
- İmam Zeynel Abidin Camii
- İmam Muhammed Bakır Camii
- İmam Cafer-i Sadık Camii
- İmam Musa Kâzım Camii
- İmam Ali Rıza Camii
- İmam Muhammed Taki Camii
- İmam Ali Naki Camii
- İmam Hasan Askeri Camii
- İmam Mehdi Camii
Görüldüğü üzere Ahvaz’da On İki İmam’ın hepsinin adına
yapılmış birer cami bulunmaktadır. Bu camiler Şiiler için önemli ziyaret
merkezleridir. Her bir cami, adını aldığı İmam için bir saygı ifadesi olarak
inşa edilmiştir. Ahvaz’daki On İki İmam camileri, Şiilikte önemli bir yere
sahip olan On İki İmamlar kültünün izlerini taşırlar.
216) Abbasi halifesi Me’mun, 817 yılında Ali Rıza’yı
kendisine veliaht olarak atamasının ardında bazı siyasi hesaplar vardı:
-
Me’mun, Ali Rıza’yı veliaht yaparak Abbasi
hanedanını Hz. Ali’nin soyu ile meşrulaştırmayı ve meşruiyetini güçlendirmeyi
amaçladı.
-
Şiilerin desteğini almak istedi. Çünkü Şiiler
Ali Rıza’yı destekleyecekti.
-
Muhaliflerini ve rakiplerini dengelemek için Ali
Rıza’yı kullandı.
-
Arap olmayan unsurların etkisini dengelemek için
Ali Rıza gibi Arap kökenli birisini öne çıkardı.
-
Veliahtlık vaadiyle Ali Rıza’yı kendi tarafına
çekip kontrol etmeyi planladı.
Ancak Ali Rıza 818’de halife tarafından zehirlendi. Me’mun
veliahtlık politikasında başarısız oldu. Ancak Ali Rıza’yı veliaht yapması
siyasi denge için atılmış hamlelerden biriydi.
217) Ali Rıza’nın veliahtlığı kabul ederken Me’mun’a sözlü
olarak sunduğu bazı şartlar şunlardı:
-
Devlet yönetiminde Ehlibeyt’e danışılmalı ve
onların görüşleri dikkate alınmalı
-
Şiilere yönelik baskılar son bulmalı, onların
hakları gözetilmeli
-
Devlet kadrolarındaki liyakatsiz kişiler
görevlerinden alınmalı
-
Adil olmayan vergi ve harçlar halktan
toplanmamalı
-
Mazlumların şikayetleri dinlenerek hakları
teslim edilmeli
Ancak Me’mun’un bu şartlara ne kadar riayet ettiği
tartışmalıdır. Me’mun salt siyasi çıkarı için Ali Rıza’yı veliaht yapmış,
Şiileri ve Ehlibeyt’i memnun etme peşinde olmamıştır. Dolayısıyla Ali Rıza’nın
şartlarını yerine getirdiğine dair kesin bir bilgi yoktur.
Genel olarak Abbasi yönetiminin Ehlibeyt’e ve Şiilere
yaklaşımı, Ali Rıza döneminden sonra da olumsuz şekilde devam etmiştir.
Me’mun’un Ali Rıza’nın veliahtlığı karşılığında sunduğu
şartları tam anlamıyla yerine getirdiğini söylemek zor görünüyor.
Me’mun, Ali Rıza’yı siyasi hesaplarla veliaht yapmıştı. Onun
asıl amacı Şiilerin desteğini almak değil, kendi iktidarını pekiştirmekti.
Me’mun döneminde de Ehlibeyt ve Şiilere yönelik baskılar
devam etti. Özellikle Ali Rıza’nın ölümünden sonra bu baskılar artmaya başladı.
Me’mun’un yönetim kadrolarını yenilediğine, adil olmayan
vergileri kaldırdığına ya da mazlumların şikayetlerini dinlediğine dair
belirgin bir bilgi yoktur.
Dolayısıyla Me’mun’un Ali Rıza’nın şartlarına uyduğu yönünde
kesin bir kanıt bulunmamaktadır. Me’mun daha çok kendi çıkarları doğrultusunda
hareket etmiş görünmektedir.
218) Me’mun’un ısrarıyla veliaht olan Ali Rıza ile Me’mun’un
Ummecü’l-Hasan isimli cariyesiyle evlenmesi arasında doğrudan bir bağlantı
yoktur.
Ancak Me’mun’un her iki hamlesinin de altında yatan bazı
ortak siyasi saikler olduğu söylenebilir:
-
Ali Rıza’yı veliaht yaparak Abbasi hanedanının
meşruiyetini pekiştirmek.
-
Şiileri kendi tarafına çekmek.
-
Muhalifleri dengelemek.
-
Arap olmayan unsurların gücünü kırmaya çalışmak.
Me’mun’un Ummecü’l-Hasan ile evlenmesi de benzer siyasi
hesapların ürünüdür. O, bu evlilikle Abbasi hanedanı ile Emeviler arasında
uzlaşma sağlamayı amaçlamıştı.
Ancak her iki hamle de Me’mun için istediği sonucu
getirmedi. Yine de bu atamaların ortak siyasi arka planı dikkat çekicidir.
219) Hişam b. İbrahim, Me’mun döneminde sarayda önemli bir
devlet adamıydı. Ancak Me’mun’un bazı uygulamalarından rahatsızdı.
Me’mun’un Ali Rıza’yı veliaht ilan etmesi ve Şiileri himaye
etmesi Hişam’ı çok kızdırmıştı.
Bunun üzerine Hişam, Me’mun’a karşı bir komplo örgütledi.
Abbasi tahtına kendi yeğeni İbrahim b. Mehdi’yi geçirmeyi planladı.
Ancak Me’mun komployu öğrendi ve Hişam’ı tutuklattı. Hişam sorguda
suçunu itiraf etti.
Böylece Me’mun’a karşı darbe planlayan Hişam, saraydaki
güvenilir konumunu suistimal ederek büyük bir hainlik yapmış oldu.
Me’mun da onu idam ettirerek cezalandırdı. Hişam b.
İbrahim’in hainliği, Me’mun dönemindeki taht mücadelelerine bir örnektir.
220) Ali Rıza, Me’mun tarafından 817 yılında veliaht tayin
edilmişti. Ancak Me’mun’un bu kararı samimi değildi ve Ali Rıza’yı kontrol
altında tutmak istiyordu.
Ali Rıza, Me’mun ile birlikte 818 yılında İran’ın Tus
şehrine geldi. Bir süre sonra Me’mun, Ali Rıza’ya zehirlettirerek öldürdü.
Me’mun’un Ali Rıza’yı öldürmesindeki sebepler:
-
Ali Rıza’nın veliahtlığı Me’mun’un amaçladığı
siyasi dengeyi sağlamadı.
-
Ali Rıza, Me’mun’un kontrolünden çıkmaya
başlamıştı.
-
Me’mun, Ali Rıza’nın Abbasi tahtına geçmesinden
endişe etti.
-
Şii ve Arap unsurların güçlenmesinden çekindi.
-
Ali Rıza’yı bir tehdit unsuru olarak görmeye
başladı.
Sonuç olarak, Me’mun siyasi hesaplarla veliaht yaptığı Ali
Rıza’dan kurtulmak isteyince, onu Tus’ta zehirleterek ortadan kaldırdı.
221) Ali Rıza, On İki İmam’ın sekizincisidir ve Şiilikte
önemli bir yere sahiptir. Ancak Sünni hadis kaynaklarında onunla ilgili
rivayetler sınırlıdır.
-
Ali Rıza’nın Sünni hadis kaynaklarında yer alan
rivayet sayısı oldukça azdır.
-
Önemli Sünni hadis külliyatlarında onun adına
rastlanmaz.
-
Bazı hadislerde babası Musa el-Kazım’ın oğlu
şeklinde zikredilmiştir.
-
Sünniler onu Abbasi halifesi olarak görürler,
imametini kabul etmezler.
-
Şiilikle bağını koparmak için rivayetleri sınırlı
tutulmuştur.
-
Sünniler için daha çok Abbasi halifesi kimliği
ön plandadır.
Sonuç olarak, Ali Rıza’nın Sünni hadis kaynaklarındaki yeri
ve rivayetleri oldukça sınırlıdır. Onun Şii imam kimliği Sünniler tarafından
kabul görmemiştir.
222) On İki İmam, İran ve Irak tasavvuf geleneğinde oldukça
önemli bir yere sahiptir. Bu bölgedeki bazı tasavvufi ekoller On İki İmam
inancını benimsemiştir.
-
On İki İmam’a manevi rehber ve mürşit gözüyle
bakılır.
-
İmamların keramet ve mucizeleri anlatılır.
-
İmamlar ideal insan modeli olarak görülür.
-
İmamların söz ve öğretileri tasavvufi hayat için
örnek alınır.
-
Ziyaret yerleri önemli birer merkez olmuştur.
-
Şiilikle harmanlanmış bir tasavvuf anlayışı
ortaya çıkmıştır.
-
İmamlara duyulan sevgi ve bağlılık tasavvufi hal
olarak görülür.
-
İmamların soyundan gelenlere saygı tasavvuf
geleneğinin bir parçasıdır.
Bu nedenle On İki İmam inancı, İran ve Irak bölgesi
tasavvufunun temel dinamiklerinden biri haline gelmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder