GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK KİTABINDAN MERAK ETTİKLERİM
1) Osmanlı devletiyle zamanın Avusturya, Almanya ve
Fransasını karşılaştırdığımız da soy kaydetme işlemi nasıl olurdu? Bu ülkelerin
birbiriyle bu konuda farkı neydi?
2) Batıda Lord sistemiyle Osmanlıda ki hükümet sisteminin
benzerlikleri ve farklılıkları nelerdir? Karşılılaştırılma yapılsa hangi üstte
gelir?
3) Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatını araştırırken neden
yanılmalar, doğruluğu tartışılır bilgilere rastlanılır?
4) Türk toplumunda arzu edilen erkek ve kadın ahlaki,
kültürel, ailesel ve bireysel olarak nasıl olmalıdır?
5) Atatürk’ün çocukluktan yetişkinliğe kadar aldığı
eğitimler tam ve ayrıntılı olarak nelerdir?
6) Mübadil ne demektir?
7) Atatürk cumhurbaşkanıyken hangi amcasının çocuklarının
nikâh şahitliğini yapmıştır?
8) Ali Rıza Bey ile Zübeyde Hanım evlendiklerinde babası 31,
annesi 14 yaşındaymış. O zamanda böyle evliliğe nasıl izin veriliyordu, sistem
nasıldı?
9) Usul-u cedid sistemi nasıldır?
10) Rusya İmparatorluğunun gymnasiumu derecesinde eğitim
vermesinin detayları nelerdir? Gymnasiumu derecesi nedir?
11) Zübeyde Hanım Atatürk’ün kendisinden habersiz askerî
okul sınavına girip kazanmasını duyduğunda Atatürk’e nasıl tepki verdi?
12) Yüzbaşı Üsküplü Mustafa Sabri Bey’in Atatürk’e ismini
vermekten başka ne gibi desteği, katkısı olmuştur?
13) Atatürk öğrendiği dilleri tam aksanıyla nasıl bir mantık
ve yöntemle öğrendi?
14) Muarız ne demektir?
15) Askeriye de redif kıt’ası ne anlama gelir?
16) Kırım savaşının redif kıt’asının kurulmasında ne etkisi
olmuştur?
17) Macar ve Leh kuvvetlerinin, Konstanty Borzecki’nin Kırım
Savaşında Osmanlı’ya ne gibi desteği oldu?
18) Erkân-ı Harbiye nedir, nasıl kuruldu?
19) Logaritma cetveli nedir? Atatürk logaritma cetvelini
nasıl öğrendi?
20) Atatürk’ün İran şahı Rıza Pehlevi’nin cezalandıracağı
bürokratı bastonla dövmesi doğru mudur?
21) 19.yy’da Osmanlı’da kurmay eğitimi nasıldı?
22) Kapıkulu ocaklarının kapatılmasından sonra kurulan
modern ordunun Osmanlı’nın girdiği savaşlarda ne gibi etkisi olmuştur?
23) İlber Ortaylı’nın “Gazi Mustafa Kemal Atatürk” başlıklı
kitabında “Osmanlı ordusunda bu kadar büyük etnik çatışma yoktu ama alttan alta
çok örtülü bir gerilim söz konusuydu. ‘Arabistan ordusunda Arap uşağı arttı,
Anadolu’dan asker yollayın’ diye ifade vardır. Anadolu’dan Türk uşağı olması
lazımdı çünkü ordu o konuda çok hassastı.” Cümlesinde anlatılanın tarihte
içeriği nedir?
24) Atatürk askerlik hayatına hangi isyanları bastırarak
başlamıştır ve sonucu ne olmuştur?
25) Tannenberg Zaferi hangi devletin hangi devlete karşı
kazandığı zaferdir?
26) İsmet Paşa’nın Enver Paşa’ya yazdığı raporda “Bu
adamlarla müttefik olunmaz Marne’daki duraklama zaaflarını gösteriyor”
demesinde ki olay nedir?
27) İsmet Paşa’nın askeri stratejisi nasıldır?
28) Kut’ül Amare nedir?
29) Mustafa Kemal Atatürk’ün askerlik hayatı döneminde
Osmanlı’nın Karadağ’da ki elçisi Birgen Keşoğlu kimdir?
30) Frankofil hava ne demektir?
31) Fransa İhtilâli Osmanlı Devleti’ni nasıl etkiledi? Bu
ihtilalin etkileri Mustafa Kemal Atatürk ve asker arkadaşlarının dönemine
yetişti mi?
32) Mustafa Kemal Atatürk ile beraber Erkân-ı Harbiye’de
okumuş ve Türk tarihine damga vurmuş kişiler kimlerdir?
33) Osmanlı imparatorluğunun parçalanmasına sebep olan
milliyetçilik akımını başlatanlar kimlerdir?
34) Balkan milliyetçiliği ile Fransız Devriminin Osmanlı
topraklarına getirdiği milliyetçiliğin temeli ve amacı nedir?
35) Türkçülük akımı nasıl gelişti?
36) Bulgaristan Osmanlı Devletinden bağımsızlığını nasıl
aldı?
37) Slav Rönesansının Osmanlı’da ne gibi etkileri oldu?
38) “Herkes milliyetçilik yapsın ama Yugoslav olduklarını
unutmasın” cümlesi tarihsel olarak nasıl yorumlanır?
39) Prens Otto’nun kökeni nereye dayanır? Yunanistan’ın
kurulmasında onun lider seçilmesinin sebebi nedir?
40) Stefan Stambulof ve el-Kahtaniyya arasındaki benzerlik
ve farklılıklar nelerdir?
41) Bulgar tarihini ilk tarihe alan Paissiy Hilanderskiy
kitabında neler anlatmıştır?
42) Eksarhlık ne demektir?
43) Mustafa Celaleddin Paşa aslen kimdir? Türk milliyetçi
için neden eserler yazmıştır?
44) Sovyet Rusya’nın yıkılışı nasıl olmuştur? Yıkılışında
Türkiye nasıl bir ders çıkarmalıdır?
45) Marne cephesinin Atatürk, İsmet İnönü için önemi nedir?
46) Mücehhez ordu ne demektir?
47) “Mahmud Şevket Paşa, Balkan Savaşı sırasında tayin
edildiği cepheyi beğenmeyip, kendisine verilen görevi kabul etmemiştir. Bu,
askerlikte büyük suçtur ve o kişiyi kurşuna dizmeyi gerektirir. Hâlbuki
darbeden sonra Mahmud Şevket Paşa’yı sadrazam tayin etmişlerdir.” Bu cümlenin
aslı tarihte nasıl olmuştur?
48) 1926 İzmir Suikastı hakkında detaylar nelerdir?
49) Enver Paşa ve Mustafa Kemal Atatürk neden birbirlerini
sevmez?
50) Atatürk ile Adnan Menderes arasında ki münasebet
nasıldı?
51) “ Ancak II. Abdülhamid Han hakikaten yorgundu. 20.
Yüzyıl kavşağında bu tarz idarenin hükümdarı yorması tabiidir. 1905’ten sonra
yorgun bir hükümdar olarak saltanatı sürdürdü. Muhtemelen 1908’de anayasayı
yeniden yürürlüğe sokması, 31 Mart’ta aktif müdahalesinin olmaması bununla
açıklanabilir. Türk-Rus Savaşı’nı önleyecek durumda değildi. 1897’deki Yunan
Muharebesi’ni ise Osmanlı zaferlerle bitirdi. Dolayısıyla, “II. Abdülhamid
döneminde Osmanlıların gerileyişi durdu” gibi görüş ortaya çıktı.” Anlatımından
yola çıkarak bu konuda tarihte neler yaşanmıştır?
52) Bogomilizm nedir?
53) Enver Paşa Sarıkamış dağlarında askerleri götürürken
yaşanan faciada suçlu muydu? Enver Paşa neden böyle bir şey yaptı? O dönemlerde
“Harp Mecmuası” dergisinin Mustafa Kemal Atatürk ile problemi neydi?
54) Enver Paşa’nın tam ve net olarak kişiliği nasıldır?
55) Enver Paşa Türkistan milleti tarafından nasıl
görülüyordu?
56) Türkiye’de seküler düşünce nasıl başladı?
57) Ziya Gökalp’in ölümü ile Cumhuriyet’in kuruluşu arasında
ki zaman ne kadardır? Ziya Gökalp’in Türkiye Cumhuriyeti kurulması için candan
istediği şey neydi?
58) Türk ve yabancı dünyasında Trablusgarp’ın önemi nedir?
Trablusgarp üzerinde neden odaklanılmıştır?
59) 1911’de İtalya’nın Trablusgarp’da ki Bingazi sancağına
saldırması öncesi ve sonrası gelişme nedir? Bingazi sancağına saldırmasında ki
sebep nedir?
60) İtalya 1911’de Trablusgarp’a saldırmadan evvel o tarihe
gelene kadar Avrupa’nın en geride kalmış ülkesiyken gelişmesi nasıl oldu?
61) Lateran Antlaşması nedir?
62) İtalya’nın Lateran Antlaşmasında yaşadıkları, eline
geçenler, yaşadığı politika nedir? İtalya’nın bu antlaşmadan kaybı, çıkarı,
mükâfatı ne olmuştur?
63) İtalya’nın Trablusgarp’dan tutupta Arap ve Afrika
ülkeleri üzerinde saldırılarının, politikasının amacı nedir?
64) İtalya ilk Trablusgarp’a girdiğinde durumu nasıldı?
İtalya’nın Trablusgarp’dan önce işgale yeltenipte kaybettiği yerler nerelerdir?
65) Jön Türklerin Fizan şehrine sürgün edilmesinde Osmanlı
devletinde kimin parmağı vardır?
66) İttihat ve Terakkicilerin üyeleri, kurucuları kimlerdir?
Üyelerinin ve kurucularının Osmanlı devletiyle yakınlığı nedir?
67) Trablusgarp İtalya tarafından işgal edildiğinde ilk
direnişi, savunmayı kim ve kimler yaptı?
68) İbrahim Hakkı Paşa kimdir?
69) Bu zamanlarda başka bir ülkeye giderken ya telefonumuzda
kullandığımız operatör sistemini yabancı ülkede de kullanmak için operatör
şirketine hattı genişlettiriyoruz yada gittiğimiz yabancı ülkede geçici veya
kalıcı yeni hat alıyoruz. Osmanlı devleti de dahil telgraf kullanıldığı
zamanlarda yabancı ülkeden kendi ülkemize telgraf üzerinden ulaşmak için ne
yapmak gerekirdi?
70) İtalyanlar Trablusgarp’a çıktığında kaç kişiydiler?
Trablusgarp’ı savunmaya giden Osmanlı askerleri ve gönüllü askerler kaç
kişiydi? İtalya’nın Trablusgarp’da kaybetmesinde en büyük faktör nedir?
71) Uşi Antlaşması nedir? Osmanlı ile kimler arasında
yapıldı ve sonucu ne oldu?
72) İlga etmek ne demektir?
73) Atatürk’ün Osmanlı Devleti’ni savunması zamanlarından
Türkiye Cumhuriyeti kurulana kadar yaptığı savaşların birbiriyle bağlantısı ve
genel sonucu nedir?
74) Atatürk Trablusgarp’da halkı nasıl örgütledi?
75) Osmanlı zamanından bu zamana kadar Libya ile Türkler
arasındaki her konuda ilişki nasıldır ve nasıl gelişmiştir?
76) Abdülhamid Han Balkan Savaşları sırasında sürgündeyken
neler yaşamıştır? O dönemde Osmanlı Devleti’nin durumu neydi? Abdülhamid Han ne
yapsaydı Osmanlı Devleti şuan hâlâ devam ederdi?
77) Osmanlı Devletinde bir hariciye nazırının “Ben imanım
kadar eminim Balkanlardan...” sözünden ne anlaşılmalıdır?
78) Sultan Abdülaziz’in ordusunun askeri ve teknolojik
durumu kurulduğu zamandan sonlara doğru genel olarak nasıldı?
79) Osmanlı devletinde ilk robot ne zaman yapıldı ve
özellikleri nelerdi?
80) İttihatçıların savaş konusunda bilgisi ve tecrübesi
Atatürk ve diğer liderlere göre karşılaştırıldığında nasıldır? İttihatçı Halil
Menteş’in siyasi ve askerî kapasitesi, tecrübesi nasıldır?
81) “ Türkler de bütün imparatorluk egemen halkları gibi
aslında milliyetçiliği en son elde eden, o safhaya en geç ulaşandır. Çünkü
imparatorlukta milli duygu ve milli düşünce yönetenler arasında gelişir. Bu
açık gelişimin içerisinde federalizm aslında istenen bir yapıdır. Türk halkının
milliyet mefhumu bundan ileri gelir ve tarih eğitimi de buna yöneliktir.
Tarihle de bu insanların milli bilince ulaşmaları çok kolay olmaz. Bu sadece
Türklere has bir şuursuzluk ve uyumsuzluk değildir. Avusturya Almanlarının
tarihlerine ve ideolojilerine bakarsanız aynı şeyi görürsünüz. Avusturya
Almanlığı kendinden emin ve diğer ulusların sorunlarına karşı az anlayışlıdır
ama aynı zamanda onların hayatta yer etmesine karşı değildir; belki Rusya
İmparatorluğu bu konuda bir istisnadır. Ama imparatorlukların temel halkı demek
budur.” Alıntısı tarihi açıdan nasıl yorumlanır?
82) Balkan Savaşı’nda Türklerin Türklük şuuru kazanmasına
sebep ne olmuştur?
83) Osmanlı Selanik’i kaybettiğinde Atatürk’ün tepkisi ve
psikolojisi ne olmuştur?
84) Zümrezâde Şakir Bey kimdir? Zümrezâde ne demektir?
85) Mustafa Kemal Atatürk’ü 1913 Ekim ayında Sofya’ya kim ne
amaçla tayin etti?
86) Mustafa Kemal Atatürk 1913’te Sofya’ya gittiğinde orada
Bulgar diplomatlarla ne gibi muhabbeti oldu? Bulgar diplomatlarla geçirdiği
zamanın, sohbetin Türkiye’nin geleceği yönünde hem arkaplanda hemde görünürde
ne gibi etkileri oldu?
87) Atatürk şuanki Türkiye koşullarında yaşasaydı politikası
ne olurdu?
88) Tarihte bu alıtıda ki olay nasıl gerçekleşti?: “Mustafa
Kemal Bey geldikten çok kısa bir zaman sonra Bulgar başkentinin siyasi,
kültürel hayatının vazgeçilmez simalarından biri hâline geldi. Özellikle
askerler arasında Balkan Savaşlarında çarpıştığı Bulgar kumandanlarla yakın
ilişkiler kurdu. Bulgaristan Mustafa Kemal’in hareketli hayatından ileriye
dönük birçok projesini biçimlendirdiği, toplumsal, siyasal, kültürel
modernleşme olayını yakın örnekleriyle izlediği bir laboratuvar olmuştur. Lakin
bu görevin Mustafa Kemal’in hayatında İttihatçılar tarafından arkadaşı Ali
Fethi Bey ile birlikte perde arkasında itildikleri bir dönem olduğunu ve
aslında bir yıldan biraz fazla sürdüğünü biliyoruz. Görevi geniş bir coğrafyayı
kapsıyordu. Sofya bir merkezdi, Bükreş’te de akrediteydi, aynı şekilde
Karadağ’da Çetine de onun uhdesine verilmişti. Balkan cemiyetinde sadece
askerleri değil, siyasi hayatı da tanımak için bu bir fırsat olmalıydı. Kaldı
ki Selanik’te doğan, okula giden, hayatının bir bölümünde görev yapan Mustafa
Kemal Bey iyi bir Balkan uzmanı olmuştu. Bu uzmanlığın herhangi bir diplomat ve
ataşemiliterin soğukkanlı ve nötr havası ile ilgisi olmadığı açıktır. Avusturya
Başvekili Prens Metternich ünlü Osmanlı tarihçisi ve diplomat Joseph Hammer’i
Türkiye’ye yetkili bir diplomat olarak tayin etmedi ve gerekçe olarak onun bu
ülkeyi gereğinden fazla tanımasını gösterdim. Şüphesiz ki Mustafa Kemal Bey’in
Balkanlar’ı tanıma kapasitesi geçmişi ile de ilgiliydi. Metternich ekolünde bir
diplomat olamayabilir fakat o tarihte ki kısa yaşamı içerisinde Balkan Savaşı
da onun bu dünyayı tanımasına yardım etti. “
89) Atatürk’ün Sofya ziyaretinde çeşitli yerlerde
mevkidaşlarıyla sohbetlerinde, toplantılarında verdiği izlenim nasıldır?
90) Atatürk Türkiye Cumhuriyeti kurulana kadar geçen zamanda
herhangi bir devletten başarılarından dolayı Cumhurbaşkanlığı veya herhangi bir
teklif gelseydi kabul eder miydi?
91) Balkan toprakları kaybedilmeseydi Osmanlı’nın durumu ne
olurdu? Atatürk ileri de Türkiye Cumhuriyetini kurabilir miydi? Balkan
toprakları kaybedilmeseydi ve Osmanlı batma evresinde olsaydı buna sebep ne
olurdu? Osmanlı batmasaydı Atatürk’ün başka bir devlet kurma amacı olur muydu
yoksa Osmanlı’yı devam ettirmek mi isterdi?
92) Bulgaristan’ın Sobranye şehrinin Atatürkte ki önemi
nedir?
93) Osmanlı’da Avrupa ve Balkanlar konusunda tedirgin olan
ve o topraklardan korkan, çekinen aydınlar kimlerdir? Bu bölgelere karşı
tutumları ne olmuştur?
94) 1910’lu yıllarda Bulgaristan’da ki sayıma göre 200 bin
civarında ki köylünün topraksız kalmasının sebebi neydi? Bulgaristan’da ki
Çiftçi Partisinin bu konuda ne gibi çalışmaları oldu?
95) Bulgaristan Osmanlıdan bağımsızlık kazandığı zamanlarda
sanayileşmeye ne zaman başladı? Balkan Savaşı’nın bu konularda Bulgaristan’a ne
gibi katkısı oldu?
96) 1894 – 1911 yıllarında Bulgaristan’ın 13 hükümet
değiştirmesinin sebepleri nelerdir? Bulgaristan’ın ekonomik konuda dışa
bağımlılığı ne zaman başladı ve bundan kaybı ne oldu? Atatürk’ün bundan ders
alıp Türkiye için yapmayı düşündüğü planlar nelerdi?
97) Bulgaristan’ın Balkan Savaşlarını kazanmasında Sofya’da
ki Bükreş operasındaki disiplinin nasıl bir katkısı vardır?
98) Atatürk bu cümlesini bu zaman ki Türkiye’nin hükümetinde
söylemiş olsaydı durumu ne olurdu? Şuanki hükümet Atatürk’ün bu lafına karşılık
nasıl bir yaptırım yapardı?:
“ Türk milletinin fevkelade meziyetleri vardır. Fakat ne
yazık ki onu karanlık ve cehalet içinde bırakıyorlar. Millet pratik bir şekilde
modern bir maarife susamıştır. Rejim, iktisadi hayatın hiçbir cephesinde millet
ve devletin faaliyet göstermesine müsaade etmiyor. Hâlbuki Türkiye’nin nefes
alması, ilerleyebilmesi ve mazhar-ı hürriyet olması için her şeyden evvel Türk
milletinin maneviyatını yükseltmek ve onu taassuptan kurtaracak faal bir kudret
iktisap etmesine çalışmak lazımdır. Millet cahil dervişlerin elinden tahlis
olunmalı ve bunların yerine iyi tahsil görmüş, laik profesör getirilerek işin
başına geçirilmelidir. Hülasa, milletin daha pek çok şeye ve inkılablara
ihtiyacı vardır. Millet aile ve toplum hayatında doğu düşünce tarzından
sıyrılmalıdır. Türk halkının gerçeği görüp kavrayabilmesi için pek çok büyük
reformlar gerekir. “
99) Osmanlının Birinci Dünya Savaşına hazırlığı, savaşta ki
stratejileri diğer ülkelerin raporlarına, belgelerine nasıl geçti?
100) Birinci Dünya Savaşında Rusya ve İngiltere kimlerle
ittifak kurdu ve amaçları nelerdi?
101) Birinci Dünya Savaşında yabancı devletlerin Türklerle
ilgili kötü yorumları nelerdi?
102) Osmanlı subaylarından Birinci Dünya Savaşına girmekte
sakınca gören subaylar kimlerdi ve neden böyle bir şeyin içine girmek
istediler? Eğer Osmanlı Birinci Dünya Savaşı’na girmeseydi kazancı ve kaybı ne
olurdu? Kazancı ve kaybı savaşa girmeyi istemeyen ve isteyen subaylara ne
katardı?
103) Enver Paşa yönetiminde ki ordu Sarıkamışta nasıl
mücadele etti? Enver Paşa komutasındaki ordunun Ruslarda karşı savaşında
kazanımı ve kaybı ne oldu?
104) Birinci Dünya Savaşı, ikinci dünya savaşının nasıl
sebebi olmuştur?
105) 1914’ün Ağustos ayında dünyayı altüst eden, “Cihan
Harbi” ismini taşıyan savaşın ayrıntısı nedir? Savaşta kim suçludur?
106) İkinci Dünya Savaşı nasıl başladı? Birinci ile arasında
ne fark var? Bu savaşların ileri ki zamanlarda üçüncü dünya savaşı
çıkabileceğine dair bir işareti, zehri var mı?
107) Birinci ve İkinci Dünya Savaşında Osmanlı hangi
devletlere yardım etti? Bundan kazanımı ve kaybı ne oldu?
108) Japonya İkinci Dünya Savaşına neden katıldı?
109) Birinci ve İkinci Dünya Savaşının dünyaya verdiği
hasar, değişim nedir?
110) “Savaş öncesi Avrupası’nda, dünyanın bu zengin ve öbür
kıtaların gözünü kamaştıran bölgesinde ki büyük şehirlerin halkları bile
birbirinden çok farklı dünyalarda yaşıyordu. Londra, Paris, Berlin ve
Viyana’nın sarayları ve zengin apartmanlarında yaşayanlar, yeryüzünün üniversal
yeni düzenini, uygarlık denen yaşam biçimini yaratmışlardı. Londra’nın Paris’in
çevre semtlerinde, Viyana’nın ve Budapeşte’nin kenar mahallelerinde geniş
kitleler “kira kışlası” denen ve sefalet taşan apartmanlarında yaşıyordu; yetişkin
gençler için bile ayakkabı lükstü.
Oysa Birinci Dünya Savaşı bu kitleleri silahaltına aldığında
bot ve çizme vermek zorunda kaldı. Silahlar pahalıydı. Bu ağır masrafların
altın rezervleri karşılığında basılan banknotla ödenmesi mümkün değildi.
Birinci Dünya Savaşı enflasyonist bir para politikası yarattı ve bu durum
savaştan sonra da devam etti. “alıntı da geçen olay tarihte nasıl gelişti?
Birinci Dünya Savaşı’nın enflasyonist bir para politikası yaratması savaşın
seyrini nasıl sürdürdü? Etkisi bu zamanda da var mı?
111) Birinci Dünya Savaşı patladığında sosyalist
hareketlerin savaş politikasını destekleyen partiler ile savaş karşıtı gruplar
arasında ki bölünmeler, çıkan gerilimler nelere sebep oldu?
112) Birinci Dünya Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı’na Arap ve
Fars ülkeleri de girdi mi? Bu savaştan onların kaybı ve kazancı ne oldu?
113) Franz Ferdinand eşiyle beraber neden süikasta uğradı?
Suikastı düzenleyen kimdi?
114) Viyana’da “Biz buna güvenmeyiz, siz adaleti
gerçekleştirecek kapasitede bir devlet düzenine sahip değilsiniz, kendiniz
teröristsiniz” lafını kim kime kullandı? Sebebi nedir?
115) Maliye Nazırı Kont Sergey Vitte bu sözüyle neyi
kastetmiştir “ Bu savaş büyüyecek ortada ne taht ne taç nede ahlak ve düzen
kalacak” ?
116) Sırbistan’a savaş ilan eden Avusturya-Maceristan’ı
önlemek isteyen, Avusturya’ya savaş açan Rusya’nın kaybı nedir?
117) İtalya Birinci Dünya Savaşı’nda ittifak antlaşması
yaptığı Almanya ve Avusturya’yı neden yüzüstü bıraktı? Bunun cezası ne oldu?
118) İstanbul’da ki büyükelçi Baron von Wangenheim ve Alman
Bahriyesi mensupları neden Türkleri sevmezdi?
119) Kaiser ne demektir?
120) Almanya neden Rusya’ya karşı Türkleri yanına kazanmak
için politika büründü?
121) Osmanlı neden Almanya ile ittifak yapmak istedi?
122) Britanya’nın Birinci Dünya Savaşı’nda can kaybı ne
kadardı? Savaş Britanya askerlerini psikolojik olarak nasıl etkiledi? Savaştan
sonra Britanya’nın bu konularda çalışması ne oldu?
123) Fransa Birinci Dünya Savaşı’nın nasıl galibi oldu?
Almanya ile imzaladığı mütarekenin ayrıntıları nelerdir?
124) Fransız Mareşal Foche’nin Birinci Dünya Savaşı’nda
etkisi, savaş tarihine bakışı nedir?
125) Osmanlı devleti 1 Kasım 1918 tarihinden 12 gün evvel 30
Ekim’de Halep ve Musul sınırına çekilmişken neden barış talep etti?
126) Birinci ve İkinci Dünya Savaşları olmasaydı tüm
ülkelerin kaderi ne olurdu?
127) “Savaş, yıkıcı rüzgârlarını estiriyordu, galipler bile
yorgundu.” Cümlesi dünya tarihinde ki tüm savaşlar çerçevesinde konu alınırsa
nasıl yorumlanabilir?
128) Tannenberg Zaferi kimler arasında ne amaçla
yapılmıştır?
129) Hohenzolern Hanedanı kimlerdir? Birinci Dünya
Savaşı’nda toplumun ve devletlerin onlara düşman olmasının sebebi nedir?
130) Osmanlı Devleti neden Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’na
girdi?
131) Mustafa Kemal Atatürk’ün Birinci ve İkinci Dünya Savaşı
hakkında görüşleri, yorumları ve notları geniş olarak neydi?
132) Osmanlı ordusu kışa ve Enver Paşa’nın yanlış
stratejisine rağmen Ruslardan 19.000 askeri Sarıkamışta nasıl öldürdü?
133) Osmanlı’nın tüm bürokratları ve askerleriyle Enver
Paşa’yı karşılaştırsak Enver Paşa’nın karakteri, askerlik hayatı, kişiliği
nasıl yorumlanır?
134) Sarıkamış Faciası öncesini Atatürk yönetseydi durum ne
olurdu?
135) Panik ve nihilizmin dünya savaşlarında zararı nedir?
136) ANZAC ve Foreign Office nedir? Dünya tarihinde önemleri
nedir?
137) Ordinaryüs Prof. Dr. Behçet Sabit Erduran’ın Çanakkale
Zaferinde izlenimi neydi?
138) Türklerin Dünya tarihinde önemi nedir? Türkler olmazsa
Dünya tarihi yazılabilir mi?
139) Mareşal Lord Carver’in Filistin ve Çanakkale mücadelesi
için yorumları nelerdir?
140) Osmanlı’yı Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’na sürükleyen
şey neydi?
141) Osmanlı devleti Yavuz ve Midilli (Göben ve Breslau)
zırhlılarını ne vesileyle aldı?
142) 2 Kasım’da Osmanlı’ya savaş ilan eden Rusya’nın
boğazlarda ki amacı neydi? Rusya’nın Osmanlı boğazlarına meyletmesinde ki
politika, kasıt sonucu ne oldu?
143) İsmet İnönü Almanya’nın Osmanlı açısından Birinci Dünya
Savaşı’na tutumunu nasıl görüyordu? Birinci Dünya Savaşı’nda İsmet İnönü’nün
Atatürk’e göre görüşü, tutumu nasıldı?
144) Grandük Nikola’nın Türklerin Çanakkale savunması için
yorumları, çabaları nelerdir? Grandük Nikola Rusya’nın Osmanlı’yı savaşa
sürüklemek istemesinde ki amacı sonucu neler yaptı?
145) Denizcilikte düşman savaş gemilerinin ülkenin
denizlerini işgal edebilmesi durumunda mayın doldurması tekniği ne kadar işe
yarar? Osmanlı’da denizcilik ne zaman gelişti?
146) Çanakkale boğazının geçilmesi ayrıntısıyla teknik ve
stratejik olarak nasıl engellendi?
147) Mustafa Kemal Atatürk 19. Tümen askeri bir arada nasıl
topladı?
148) Britanya’nın ünlü komutanı Ian Hamilton’un savaşlarda
başarısı ve taktiği nedir?
149) Çanakkale’yi kazanamayan Winston Churchill’in tavrı
nasıl yorumlanabilir? Winston Churchill’in Çanakkale hakkında inatçı tutumu
dünya açısından nasıl karşılandı?
150) Osmanlı tarihinde Atatürk önplana çıkmadan evvel
Osmanlı zoraki savaşları zararsız veya az zararlı bertaraf etmek için hangi
taktikleri ve komutanları kullandı? Bu komutanların tarihte ki başarıları
Osmanlı’nın kaderini nasıl etkiledi?
151) ANZACların Çanakkale’de “ne umdular ne buldular”
denilecek kayıpları askeri bir yorumla nasıl yorumlanabilir? ANZAClar deniz
yoluyla değilde kara yoluyla Çanakkale’yi geçebilseydi Türkiye’nin kaybı ne
olurdu? Kayıplar bir şekilde bertaraf edilseydi bugün Türkiye üzerinde ağır
olarak izi ne olurdu?
152) Çanakkale Zaferi gibi dünya çapında benzer zaferler
olmuş mudur?
153) Çanakkale mücadelesinde Britanya Fransa’yı kullandı mı?
Bu mücadele de Britanya ile Fransa arasında ki farklılık nedir?
154) Ricat taktiğini dünyada kullanan ülkeler nelerdir? Bu
taktikle kazanımları ne oldu?
155) Kut’ül Amare ile Çanakkale Zaferindeki benzerlik,
strateji nedir?
156) Mustafa Kemal Atatürk’ü Şark cephesine gönderen olay
nedir?
157) Mustafa Kemal Atatürk’ün Doğu cephesinde yaptığı
zaferler, politika, strateji nedir?
158) Sevr Antlaşması’nın Osmanlı’ya verdiği yük ve zarar
nedir?
159) Damat Ferit’in “Biz akıllı Türkler olarak Jön Türkler
değiliz” sözünden kastı nedir?
160) Sevr Antlaşması’nın reddedilmesine neler sebep
olmuştur?
GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK KİTABINDAN MERAK ETTİKLERİM
CEVAPLARI
1)
Osmanlı Devleti, Avusturya, Almanya ve Fransa
ile karşılaştırıldığında soy kaydetme işlemlerinin nasıl yapıldığı konusunda
bazı farklılıklar vardı.
Osmanlı Devleti’nde soy kaydetme, genellikle ailelerin kendi
kayıtlarını tutması ve nesilden nesile geçmesiyle gerçekleştirilirdi. Aileler,
doğum, evlilik ve ölüm gibi olayları kendi aile defterlerine kaydeder ve bu
kayıtları gelecek nesillere aktarırdı. Bu nedenle, Osmanlı Devleti’nde merkezi
bir soy kayıt sistemi bulunmuyordu.
Diğer yandan, Avusturya, Almanya ve Fransa gibi Avrupa
ülkelerinde, soy kaydetme işlemi genellikle kilise kayıtları üzerinden
yapılırdı. Kiliseler, doğum, evlilik ve ölüm gibi olayları kaydederek, bu
kayıtları devletin resmi kayıtlarına iletiyorlardı. Bu ülkelerde, merkezi bir
soy kayıt sistemi bulunuyordu ve bu kayıtlar halka açık bir şekilde
tutuluyordu.
Bu nedenle, Osmanlı Devleti’nde soy kaydetme daha çok
ailelerin sorumluluğundayken, Avusturya, Almanya ve Fransa gibi ülkelerde
devletin daha aktif bir rolü vardı. Ancak, her ülkenin soy kaydetme süreci
zaman içinde değişebilir ve farklı bölgelerde farklı uygulamalar olabilir.
2)
Batıdaki Lord sistemi ile Osmanlı’daki hükümet
sistemi arasında bazı benzerlikler ve farklılıklar vardır. İşte bu iki sistem
arasındaki bazı önemli noktalar:
Benzerlikler:
1. Hiyerarşik yapı: Hem Lord sistemi hem de Osmanlı
hükümeti, bir hiyerarşik yapıya sahipti. Her ikisinde de belirli bir sıralama
ve derecelendirme sistemi bulunuyordu.
2. Yetki ve otorite: Hem Lordlar hem de Osmanlı
yöneticileri, belirli bir yetki ve otoriteye sahipti. Her ikisi de hükümetin
belirli alanlarında kararlar alabilir, yasaları uygulayabilirdi.
Farklılıklar:
1. Köken ve yapısallık: Lord sistemi, İngiltere’de köklü bir
aristokratik yapıya dayanıyordu. Osmanlı hükümet sistemi ise Türk-İslam
geleneği, şehzadelerin rekabeti ve merkeziyetçilik üzerine kurulmuştu.
2. İktidar transferi: Lord sisteminde iktidar, genellikle
soya dayalı bir miras yoluyla geçerken, Osmanlı’da ise hükümdarlık daha çok
şehzadeler arasındaki rekabete dayalıydı. Osmanlı’da padişahın veliahtı
belirlemek için Yeniçeri Ağası’nın görevlendirildiği bir süreç vardı.
3. Yasama organları: Lord sisteminde Parlamento önemli bir
yasama organıydı ve yasaların kabul edilmesinde etkiliydi. Osmanlı’da ise
Divan-ı Hümayun, padişahın danışma ve karar organı olarak hizmet veriyordu.
4. Coğrafi etki alanı: Osmanlı hükümet sistemi, birçok
farklı etnik ve dini gruptan oluşan bir imparatorluğun yönetimini sağlamak için
tasarlanmıştı. Lord sistemi ise daha çok İngiltere’nin yönetimine odaklanmıştı.
Hangi sistemin üstte geldiği konusunda kesin bir
değerlendirme yapmak zor. Her iki sistem de kendi zamanlarında etkili ve
önemliydi. Ancak, Osmanlı hükümet sistemi, daha büyük bir coğrafi alanı yönetme
ve çok kültürlü bir toplumu idare etme açısından daha karmaşık bir yapıya
sahipti. Bu nedenle, bazı açılardan Osmanlı hükümet sistemi daha üstün
olabilir.
3)
Mustafa Kemal Atatürk gibi tarihi figürlerin
hayatını araştırırken yanılmalar ve doğruluğu tartışılır bilgilere
rastlanılmasının birkaç nedeni vardır:
1.
İdeolojik ve politik etkiler: Atatürk,
Türkiye’nin modernleşme sürecinde önemli bir rol oynamış ve Türk ulusunun
kimliğini şekillendirmiştir. Bu nedenle, Atatürk’ün hayatı ve politikaları
üzerinde farklı ideolojik ve politik etkilere maruz kalmıştır. Farklı
ideolojilere sahip olan tarihçiler ve yazarlar, Atatürk’ün hayatını ve
eylemlerini farklı bir perspektiften yorumlayabilir ve bu da doğruluk
tartışmalarına neden olabilir.
2.
Kaynak eksiklikleri: Atatürk dönemine ait birçok
belge, yazılı kaynak ve tanıklık kaybolmuş veya yok olmuştur. Bu nedenle,
Atatürk’ün hayatı ve eylemleri hakkında eksiklikler ve boşluklar olabilir. Bu
eksiklikler, farklı yorumlara ve yanılmalara yol açabilir.
3.
Propaganda ve mitler: Atatürk, Türkiye’nin
kurucusu ve ulusal kahramanı olarak yüceltilmiştir. Bu durum, Atatürk hakkında
doğrulanmamış efsanelerin ortaya çıkmasına ve bazı gerçekleri çarpıtan
propagandaya neden olabilir.
4.
İlgili dönemin karmaşıklığı: Atatürk dönemi,
Türkiye için büyük bir dönüşüm dönemi olmuştur. Bu dönemde birçok karmaşık olay
ve politik gelişme yaşanmıştır. Bu karmaşıklık, Atatürk’ün hayatını
araştırırken bazı karışıklıklara ve doğruluk tartışmalarına neden olabilir.
Bu nedenlerle, Atatürk’ün hayatı ile ilgili araştırmalar
yaparken, farklı kaynakları dikkatlice değerlendirmek ve çeşitli perspektifleri
göz önünde bulundurmak önemlidir. Tarihçiler ve akademisyenler, objektif ve
kaynaklara dayalı bir yaklaşımı benimseyerek, Atatürk’ün hayatını daha doğru
bir şekilde anlamaya çalışmaktadır.
4)
Türk toplumunda arzu edilen erkek ve kadın
rolleri, ahlaki, kültürel, ailesel ve bireysel olarak değişkenlik gösterebilir.
Ancak, genel olarak Türk toplumunda bazı yaygın beklentiler bulunmaktadır.
Bunlar şu şekilde özetlenebilir:
1.
Ahlaki olarak: Türk toplumunda, erkekler ve
kadınlar arasında dürüstlük, saygı, adil davranış, dürüstlük, güvenilirlik gibi
ahlaki değerlerin paylaşılması beklenir. Aynı zamanda toplumun genelinde,
cinsel ahlaka saygı göstermek, sadakat ve ahlaki değerlere uygun davranmak
önemlidir.
2.
Kültürel olarak: Türk toplumunda, erkekler ve
kadınlar arasında geleneksel cinsiyet rolleri ve beklentileri bulunmaktadır. Bu
beklentilere göre, erkekler daha güçlü, koruyucu, çalışan ve aile geçimini
sağlayan kişiler olarak görülürken, kadınlar ise ev işleri, çocuk bakımı ve
aile içi ilişkilere daha çok odaklanan kişiler olarak kabul edilir. Ancak,
günümüzde bu beklentiler giderek değişmektedir ve daha eşitlikçi bir yaklaşım
benimsenmektedir.
3.
Ailesel olarak: Türk toplumunda, aile birliği ve
aile değerleri önemli bir yer tutar. Erkeklerin aileye maddi destek sağlaması,
kadınların ise ev işleri ve çocuk bakımı konusunda aktif olması beklenir.
Ayrıca saygı, sadakat, sevgi ve yardımlaşma gibi değerlerin aile içinde
korunması ve aktarılması önemlidir.
4.
Bireysel olarak: Türk toplumunda, bireylerin
kendi hedeflerini gerçekleştirmesi ve kendi yeteneklerini geliştirmesi teşvik
edilir. Hem erkekler hem de kadınlar, eğitim, kariyer ve kişisel gelişim
konusunda başarılı olmaya teşvik edilir. Özgürlük, bağımsızlık ve kendi
kararlarını alma yeteneği bireysel olarak önemli değerlendirilir.
Ancak, bu beklentiler her birey ve aile için farklılık
gösterebilir. Her bireyin kendi değerleri, inançları ve tercihleri vardır ve bu
tercihler saygıyla karşılanmalıdır. Ayrıca, toplumda daha eşitlikçi ve cinsiyet
rollerinin daha esnek olduğu bir yaklaşım benimsenmeye başlanmıştır.
5)
Mustafa Kemal Atatürk, çocukluk ve gençlik
dönemlerinde farklı eğitim kurumlarında eğitim almıştır. İşte Atatürk’ün aldığı
eğitimlerin bir özeti:
1.
Selanik Mülkiye Rüştiyesi: Atatürk, 1893 yılında
Selanik’te bulunan Mülkiye Rüştiyesi’ne başlamıştır. Bu okulda temel derslerin
yanı sıra tarih, coğrafya ve matematik gibi dersler de almıştır.
2.
Selanik Askeri İdadisi: 1895 yılında Atatürk,
Selanik Askeri İdadisi’ne geçiş yapmıştır. Bu okulda askeri eğitim almış ve
bilimsel derslerin yanı sıra askeri taktikler, topografya ve topçu mektebi
dersleri de görmüştür.
3.
Manastır Askeri İdadisi: Atatürk, 1896 yılında
Manastır Askeri İdadisi’ne geçiş yapmıştır. Bu okulda da askeri eğitimine devam
etmiş ve derslerin yanı sıra futbol ve jimnastik gibi sporlara da katılmıştır.
4.
İstanbul Harp Okulu: 1899 yılında Atatürk,
İstanbul Harp Okulu’na kabul edilmiştir. Burada askeri eğitiminin yanı sıra
tarih, coğrafya, matematik, fizik, kimya gibi dersler almıştır.
5.
Fransa’da Askeri Eğitim: Atatürk, 1905-1908
yılları arasında Fransa’ya giderek Saint-Cyr Askeri Akademisi’nde askeri eğitim
almıştır. Bu süre zarfında taktik, strateji, topografya ve liderlik gibi
dersler görmüş ve Fransız ordusunun yapılanmasını yakından inceleme fırsatı
bulmuştur.
Atatürk’ün aldığı eğitimler sadece bu okullarla sınırlı
değildir. Ayrıca, kendi kendini yetiştirme süreci boyunca da geniş bir okuma ve
araştırma yapmıştır. Bu süre zarfında tarih, siyaset, dil, edebiyat, sanat ve
bilim gibi alanlarda kendini geliştirmiştir. Atatürk, eğitimli bir lider olarak
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasında ve modernleşme çalışmalarında büyük bir
rol oynamıştır.
6)
Mübadil, Türkiye Cumhuriyeti ile Yunanistan
arasında 1923 yılında imzalanan Lozan Antlaşması sonucunda gerçekleşen nüfus
mübadelesinde yer alan kişilere verilen isimdir. Mübadele, Türkiye’de yaşayan
Rum Ortodoks ve Yunanistan’da yaşayan Türk Müslüman nüfusun karşılıklı olarak
ülkeler arasında değiştirilmesini ifade eder.
Lozan Antlaşması’na göre, Türkiye’de yaşayan Rum Ortodoks
halkının Yunanistan’a, Yunanistan’da yaşayan Türk Müslüman halkının ise
Türkiye’ye göç etmesi öngörülmüştür. Bu süreçte, tahminen 1.5 milyon Rum
Ortodoks ve 500 bin Türk Müslüman ülke değiştirmiştir.
Mübadiller, yeni yerleştikleri ülkede toplumun bir parçası
olmak zorunda kalmış ve yeni bir hayata adapte olmak durumunda kalmışlardır.
Mübadele sonucunda birçok kişi aidiyet duygusu, dil ve kültürel bağları olan
topraklarından ayrılmak zorunda kalmıştır. Mübadele süreci, Türkiye ve
Yunanistan tarihinde önemli bir dönüm noktası olmuştur ve mübadillerin
yaşamlarını derinden etkilemiştir.
7) Atatürk’ün cumhurbaşkanı olduğu dönemde, amcası Hüseyin
ve kardeşi Makbule’nin çocuklarının nikah şahitliğini yapmıştır. Hüseyin’in
kızı Sabiha Gökçen ve Makbule’nin oğlu Mustafa İsmet İnönü’nün nikahlarına
şahitlik etmiştir.
8) Ali Rıza Bey ve Zübeyde Hanım’ın evlilikleri gerçekten
genç yaşta gerçekleşmiştir. Ancak, 19. Yüzyıl Osmanlı toplumunda bu tür erken
yaşta evlilikler oldukça yaygındı ve toplumsal normlara uygun kabul ediliyordu.
O dönemde evlilikler genellikle aileler arasında düzenlenir ve genç kadınlar
erken yaşta evlendirilirdi.
Osmanlı İmparatorluğu’nda evlilikler, İslami kurallar ve
geleneklere dayanarak gerçekleştirilirdi. İslam dininde, ergenlik çağına ulaşan
bir kişi evlenmeye uygun kabul edilir. Bu nedenle, toplumda genç yaşta
evlilikler oldukça yaygındı ve erken yaşta evliliklerin normal kabul edildiği
bir kültürel normdu.
Ayrıca, o dönemde ailelerin sosyal ve ekonomik durumu da
evliliklerin şekillenmesinde önemli bir etkendi. Birçok aile, genç kızlarını
erken yaşta evlendirerek ailelerin ekonomik durumunu iyileştirmeyi veya aile
bağlarını güçlendirmeyi amaçlıyordu.
Ancak, günümüzdeki gibi modern evlilik yasaları ve
düzenlemeleri yoktu ve evlilikler genellikle ailelerin kararıyla
gerçekleşiyordu. Bu nedenle, Ali Rıza Bey ile Zübeyde Hanım’ın evlilikleri, o
dönemdeki toplumsal normlara uygun olarak gerçekleşmiştir.
9) Usul-ü Cedid (Usul-i Cedid veya Nizam-ı Cedid olarak da
bilinir), Osmanlı İmparatorluğu’nda II. Mahmud döneminde (1808-1839) yapılan
askeri ve idari reformlardan biridir. Bu reformlar, Osmanlı İmparatorluğu’nun
gerilemesine ve Batılı devletlere karşı askeri üstünlüğün kaybedilmesine cevap
olarak gerçekleştirilmiştir.
Usul-ü Cedid, Osmanlı ordusunun modernleştirilmesini ve
disiplin altına alınmasını hedeflemiştir. II. Mahmud, Avrupa tarzı
düzenlemeleri benimseyerek orduyu modernleştirmeye çalışmıştır. Bu reformlar
arasında yeni askeri birliklerin kurulması, askeri eğitimin iyileştirilmesi,
modern silahların kullanılması ve düzenli bir ordu yapısının oluşturulması yer
almaktadır.
Usul-ü Cedid reformları aynı zamanda idari alanda da
değişiklikler getirmiştir. Merkeziyetçi bir yönetim anlayışı benimsenmiş,
eyalet sistemine son verilerek vilayetler oluşturulmuştur. Merkezi hükümetin
daha etkin bir şekilde kontrol ettiği bir idari yapı kurulmuştur.
Ancak, Usul-ü Cedid reformları zamanla muhalefetle
karşılaşmış ve bazı direnişlerle karşılaşmıştır. Özellikle askeri reformlar,
geleneksel güç yapılarının ve toplumsal düzenin değişmesine direnen kesimler
tarafından eleştirilmiştir. Bunun yanı sıra, reformların sürdürülmesi için
gereken kaynakların yetersiz olması ve Osmanlı İmparatorluğu’nun genel olarak
içinde bulunduğu zorlu koşullar da reformların etkin bir şekilde uygulanmasını
engellemiştir.
Sonuç olarak, Usul-ü Cedid reformları Osmanlı
İmparatorluğu’nda modernleşme ve Batılılaşma çabalarının bir parçası olarak
gerçekleştirilen askeri ve idari reformlardır. Ancak, bazı sınırlamalar ve
zorluklar nedeniyle tam anlamıyla başarılı olamamıştır ve Osmanlı
İmparatorluğu’nun gerilemesine engel olamamıştır.
10) Rusya İmparatorluğu döneminde gymnasium, lise düzeyinde
klasik eğitim veren okullara denirdi.
Gymnasium’ların temel özellikleri şunlardı:
-
Erkek öğrenciler için 7-8 yıllık tam zamanlı
eğitim verirdi.
-
Eğitimin büyük kısmı Latin, Yunanca, tarih,
coğrafya, matematik gibi klasik derslerden oluşurdu.
-
Mezunlar, üniversiteye girebilmek için sınavlara
girerlerdi.
-
Disiplin ve sıkı bir programa önem verilirdi.
Öğrenciler okul üniformaları giyerdi.
-
Çoğu devlete ait okullardı ve ücretsiz eğitim
verirdi.
-
Sınıflar 25-40 kişilik öğrenci gruplarından
oluşurdu.
-
Eğitim dili çoğunlukla Rusça idi ama azınlık
Dilinde eğitim veren gymnasiumlar da vardı.
-
Okullar genelde büyük şehirlerde bulunurdu.
Kırsal kesimlerde yaygın değildi.
Gymnasium eğitimi, Rusya’da yükseköğrenime ve devlet
kademelerine erişim için gerekli temel eğitim olarak görülüyordu.
11) Zübeyde Hanım’ın oğlu Mustafa Kemal Atatürk’ün haber
vermeden askeri okul sınavına girmesine ve kazanmasına ilk başta çok şaşırdığı
ve endişelendiği biliniyor. Ancak zeki ve kararlı oğlunun geleceği için en
iyisini yapmaya çalıştığını anlayınca onu desteklemiştir. Atatürk, annesine hep
saygı ve sevgiyle bağlı kalmış, onun desteğinin kendisi için çok önemli
olduğunu belirtmiştir. Zübeyde Hanım, oğlunun başarılarıyla gurur duymuş ve ona
inanmıştır.
12) Yüzbaşı Mustafa Sabri Bey, Atatürk’ün askeri eğitim
hayatında önemli bir rol oynamıştır:
-
Atatürk’ü Manastır Askeri İdadisi’ne
kaydettirerek askeri eğitim almasını sağlamıştır.
-
Atatürk’ün Selanik Askeri Rüştiyesi’ne girmesine
yardımcı olmuş, maddi destek sağlamıştır.
-
Atatürk’e askeri bilgiler vermiş, Fransızca
öğrenmesine teşvik etmiştir.
-
Harp Okulu’na girmesi için cesaretlendirmiş,
sınavlarına hazırlanmasına yardımcı olmuştur.
-
Atatürk’ün potansiyelini fark ederek ona
güvenmiş ve destek olmuştur.
-
Mezuniyet sonrasında da Atatürk’ün askeri
kariyerinde yardımcı olmuş, tavsiyelerde bulunmuştur.
-
Atatürk’e babalık yapmış, yol göstermiştir.
Mustafa Sabri Bey, Atatürk’ün askeri hayatta ilerlemesinde
ona adını vermenin ötesinde büyük katkısı olan bir mentör ve destekçi olmuştur.
13) Atatürk’ün yabancı dil öğrenme konusunda olağanüstü bir
yeteneği ve disiplinli bir çalışma yöntemi vardı. Öğrendiği dilleri tam
aksanıyla konuşabilmesini sağlayan başlıca etkenler:
-
Doğal dil yeteneği ve kulak hassasiyeti. Yabancı
telaffuzu çabuk kavrıyordu.
-
Dili yerinde, konuşulduğu ülkede öğrenmesi.
Fransızcayı Fransa’da, Almancayı Almanya’da öğrendi.
-
Günlük konuşmalara dikkat kesilmesi, telaffuz ve
vurguları kapması.
-
Okuma, yazma, dinleme becerilerini eşzamanlı
geliştirmesi.
-
Bol tekrar yapması, kelime dağarcığını sistemli
şekilde geliştirmesi.
-
Gramer kurallarını iyice özümsemesi ve uygulama
yapması.
-
Konuşma becerisine önem vermesi, her fırsatta
pratik yapması.
-
Hatalarını tespit edip düzeltme konusunda
istekli olması.
-
Yabancılarla sohbet etmekten kaçınmaması, gerçek
iletişimde dilini geliştirmesi.
Atatürk’ün başarısının sırrı hem yeteneği hem de disiplinli,
sistematik çalışmasıydı diyebiliriz.
14) Muarız, Arapça kökenli bir kelimedir ve Türkçede şu
anlamlara gelmektedir:
1.
Rakip, hasım, karşıt taraf. Birine muarız olmak,
onunla zıt görüşte olmak, ona karşı olmak demektir.
2.
Bir işte yarışan, rekabet eden kimse. Spor,
sanat, siyaset gibi alanlarda birbirleriyle yarış halinde olan kişilere muarız
denir.
3.
Eski handicap at yarışlarında aynı sahibe ait
atları birbirleriyle eşleştirmek için seçilen at. Bu yarışlarda bir ata muarız
at denirdi.
4.
Eş, benzer, denk. Bir şeyin muarızı, ona eşdeğer
olanı demektir.
Özetle muarız; rakip, hasım, karşıt, denk veya eş
anlamlarında kullanılan eski bir Arapça sözcüktür. Günümüz Türkçesinde en çok
“rakip” karşılığında kullanılmaktadır.
15) Redif kıt’ası, Osmanlı ordusunda yedek askerlerden
oluşan birlik anlamına gelir.
Osmanlı İmparatorluğu’nda her eyaletin belirli sayıda asker
sağlaması gerekirdi. Bu düzenli ordunun yanında, savaş zamanlarında çağrılan
yedek askerler redif kıtasını oluştururdu.
Redif kıtasında bulunan askerler, düzenli ordudaki askerler
kadar eğitimli ve tecrübeli değildi. Ancak ihtiyaç halinde ordunun sayısını
hızla artırmak için kullanılırdı. Barış zamanında redif askerleri evlerinde
kalır, savaş çıkınca orduya katılırlardı.
Böylece Osmanlı, düzenli ordusunun yanı sıra ihtiyaç anında
harekete geçirilebilecek büyük bir yedek güce de sahip oluyordu. Redif kıtası,
Osmanlı askeri sisteminin önemli bir parçasını oluşturmaktaydı.
16) Kırım Savaşı’nın (1853-1856) redif kıtalarının
kurulmasında önemli bir etkisi oldu.
Özellikle Kırım Savaşı’nda Ruslara karşı alınan yenilgiler,
Osmanlı ordusunun modernizasyon ihtiyacını ortaya koydu. Ordunun düzenli
kısmının yanı sıra yedek bir güce ihtiyaç vardı.
Bunun üzerine 1856’da İstanbul’da “Redif Tümenleri” adı
altında yeni bir örgütlenmeye gidildi. Her eyaletin belirli sayıda piyade ve
süvari alayından oluşan redif taburları kuruldu. Böylece savaş zamanında
ordunun sayısı hızla artırılabilecekti.
Redif birliklerinin eğitimi ve silahlandırılması için
çalışmalar başlatıldı. Ancak bu çabalar istenilen düzeyde olmasa da, redif
teşkilatlanması Osmanlı ordusunda yeni bir dönemin başlangıcı oldu.
Kırım Savaşı yenilgisi, Osmanlı’nın geleneksel askeri
yapısının yetersizliğini göstermiş ve redif kıtalarının modern bir yedek ordu
olarak kurulmasını sağlamıştır. Bu açıdan Kırım Savaşı, redif sisteminin
doğuşunda kritik bir rol oynamıştır.
17) Kırım Savaşı’nda Macar ve Leh gönüllü birlikleri,
Osmanlı’ya önemli destek sağlamıştır:
-
Macaristan’dan gelen Macar gönüllüleri “Macar
Lejyonları” olarak bilinir. Komutanları Konstanty Borzecki idi. Yaklaşık 3 bin
Macar gönüllüsü, Osmanlı saflarında savaşmıştır.
-
Leh Lejyonları da Polonyalı gönüllülerden
oluşuyordu. Yaklaşık 4 bin Polonyalı gönüllü Osmanlı saflarına katıldı.
-
Macar ve Leh birlikleri, Özellikle Kars ve
Balaklava gibi önemli muharebelerde savaştı. Cesaret ve disiplinleriyle temayüz
ettiler.
-
Konstanty Borzecki, Macar Lejyonu’nun komutanı
olarak öne çıktı. Kars ve Balaklava zaferlerinde payı büyüktür. Osmanlı
tarafından Mirliva rütbesine getirildi.
-
Macar ve Leh gönüllülerinin motivasyonu,
Rusya’ya karşı ortak düşmanlıktı. Osmanlı’nın yanında savaşarak Rusya’ya karşı
mücadele etme fırsatı buldular.
-
Osmanlı açısından bakıldığında, bu gönüllü
birlikler moral ve motivasyon açısından çok önemliydi. Ayrıca askeri açıdan da
ciddi katkı sağlamışlardır.
18) Özetle:
-
Erkân-ı Harbiye, 1826 yılında Osmanlı
İmparatorluğu’nda askeri alanda reform yapmak amacıyla II. Mahmud tarafından
kurulan danışma kuruludur.
-
Kurul, orduyu modernleştirmek ve yeniden
yapılandırmakla görevlendirildi. Avrupa’daki askeri gelişmeleri ve
teknolojileri takip etmesi istendi.
-
Üyeleri arasında yabancı askeri uzmanlar da
vardı. Bunlar Osmanlı ordusuna yeni askeri teknikler ve taktikler kazandırmaya
çalıştı.
-
Erkân-ı Harbiye, orduda eğitim reformlarını
başlattı. Harp okulları açıldı, askeri eğitim modernleştirildi.
-
Ayrıca yeniçeri ocağı gibi eski askeri
teşkilatlar lağvedildi. Bunların yerine düzenli ordular ve askeri birlikler
oluşturuldu.
-
Böylece Erkân-ı Harbiye, Osmanlı askeri
reformunun en önemli kurumu oldu ve modern Osmanlı ordusunun temellerini attı.
19) Logaritma cetveli, logaritma değerlerini kolayca bulmaya
yarayan bir araçtır. Üzerinde logaritma değerleri tablo halinde verilmiştir.
Atatürk, henüz lisedeyken matematik öğretmeni ödev olarak
logaritma cetveli ezberlemesini istemiş. Atatürk de bu görevi severek yerine
getirmiş.
O dönemde hesap makineleri olmadığı için, logaritma cetveli
matematiksel işlemler yapmakta çok faydalı bir araçtı. Atatürk, ezbere bildiği
bu cetvel sayesinde karmaşık matematiksel hesaplamaları pratik bir şekilde
yapabiliyordu.
Ayrıca bu olay, Atatürk’ün matematiğe ve ilimlere olan
ilgisini ve yeteneğini göstermesi açısından önemlidir. Genç yaşta logaritma
cetvelini ezberlemesi, onun muazzam bir hafızaya ve analitik zekaya sahip
olduğunun kanıtıdır.
20) Hayır, Atatürk’ün İran Şahı Rıza Pehlevi ziyareti
sırasında böyle bir olay yaşandığına dair tarihi bir kanıt yoktur. Bu, gerçek
dışı bir efsanedir.
Bilinen tarihi gerçekler şunlardır:
-
Atatürk, İran Şahı Rıza Pehlevi’yi 1933 yılında
Türkiye’de resmi ziyarette ağırlamıştır.
-
İkili görüşmelerde dostane bir hava hakimdi.
Atatürk ve Şah arasında samimi bir diyalog ve yakınlaşma yaşandığı diplomasi
tarihinde yer alır.
-
Ziyaret sırasında herhangi bir gerginlik ya da
problem yaşanmadığına dair bir kayıt yoktur.
-
Atatürk’ün Şah’ın bir memuruna şiddet uyguladığı
iddiasının tarihsel gerçeklikten yoksun bir efsane olduğu anlaşılmaktadır.
Dolayısıyla bahsedilen olayın Atatürk’e atfen uydurma olduğu
anlaşılmaktadır. Tarihi gerçeklerle örtüşmeyen bu tarz asılsız rivayetlere
itibar edilmemelidir.
21) 19. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda kurmay eğitimi şu
şekildeydi:
-
Modern anlamda kurmay eğitimi 1834’te kurulan
Harbiye Mektebi ile başladı. Bu okulda batı tarzı askeri eğitim veriliyordu.
-
Kurmay sınıfı Harbiye’den yetişiyor, ardından da
tamamlayıcı eğitim için Avrupa’ya gönderiliyordu.
-
Avrupa’da özellikle Prusya’daki askeri okullarda
eğitim alıyorlardı.
-
1876’da İstanbul’da Erkan-ı Harbiye Mektebi
açıldı. Bu okul doğrudan kurmay subay yetiştirmeye yönelikti.
-
Müfredat matematik, tarih, coğrafya gibi
derslerin yanında askeri bilimleri de içeriyordu.
-
Okulun öğretim kadrosunda da Alman subaylar
bulunuyordu.
-
19. Yy sonlarına doğru kurmay eğitimi
sistemleşmişti. Askeri liseler, Harbiye ve Erkan-ı Harbiye Mektepleri
kurmayları yetiştiriyordu.
-
Ancak sistem, Avrupa seviyesine tam olarak
ulaşamamıştı.
22) Kapıkulu ocaklarının 1826’da kapatılmasından sonra
kurulmaya başlanan modern Osmanlı ordusunun, girilen savaşlardaki etkisi
karışık olmuştur:
-
Yeniçeri ocağı gibi eski ocakların
lağvedilmesiyle, batı tarzı bir ordu kurulması hedeflendi. Ancak bu geçiş
sancılı oldu.
-
1830’da patlak veren Cezayir’i Fransız işgaline
karşı yeni ordular yetersiz kalmıştır. Cezayir kaybedilmiştir.
-
Kırım Savaşı’nda (1853-56) ise Müşir Ömer Paşa
komutasındaki yeni ordular ilk defa başarı sağlamıştır.
-
1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nda ise yenilgiye
uğranmış, ordunun yetersizlikleri ortaya çıkmıştır.
-
19. Yüzyıl boyunca ordudaki modernleşme çabaları
bir türlü istenen düzeye erişememiştir.
- Ancak yine de kapıkulu ocaklarına kıyasla daha düzenli ve
eğitimli bir ordu oluşturulmaya çalışılmıştır. Reformlar kısmen başarılı
olmuştur.
23) İlber Ortaylı’nın bu ifadesinde bahsettiği tarihsel
olgu, 19. Yüzyıl sonlarında Osmanlı ordusunda ortaya çıkan etnik gerilimlerdir.
-
19. Yüzyılda Arap coğrafyasında milliyetçilik
yükselişe geçmiş, Arap askerler ordunun etnik dengesini bozmaya başlamıştı.
-
Özellikle 1908 Jön Türk devriminden sonra, Arap
birliklerdeki milliyetçi eğilimler artmıştı.
-
Ordunun geleneksel Türk ve Anadolu kökenli
yapısını korumak isteyen subaylar, Arap askerlerin oranının yükselmesinden
rahatsızlık duyuyordu.
-
Bu da “Arabistan ordusunda Arap uşağı arttı,
Anadolu’dan Türk uşağı yollanmalı” şeklinde ifadelere yol açmıştı.
-
Ordu içinde Türk kimliğini koruma isteği ve Arap
milliyetçiliği arasında bir gerilim söz konusuydu.
Bu etnik gerilimler, ordunun 1. Dünya Savaşı’ndaki dağılma
sürecinde de etkili olmuştur.
24) Atatürk’ün askerlik hayatına ilişkin bilinenler şöyle:
-
1905’te Harp Okulundan mezun olduktan sonra
teğmen rütbesiyle orduya katılmıştır.
-
İlk görev yeri Şam’daki 5. Ordu’ya bağlı 31.
Alay olmuştur.
-
Burada iken 1906’da çıkan Hauran İsyanı’na
katıldı. Alayı ile isyancı Arap kabilelerine karşı başarılı operasyonlar yaptı.
-
1907’de ise Şam’da patlak veren büyük bir
ayaklanmayı bastırmak için görevlendirildi. Bu ayaklanma da başarıyla
bastırıldı.
-
Genç teğmen Mustafa Kemal, bu ilk askeri
deneyimlerinde cesaret ve atikliği ile üstlerinin dikkatini çekti.
-
Aldığı takdirnameler ile ordu içinde yükselmeye
başladı. Böylelikle askeri kariyerinin temelleri atılmış oldu.
Dolayısıyla Atatürk, isyan bastırma görevleriyle askerlik
hayatına adım atmış oldu. İlk başarılarını bu sırada gösterdi.
25) Tannenberg Zaferi, Birinci Dünya Savaşı sırasında Alman
İmparatorluğu’nun Rus İmparatorluğu’na karşı kazandığı önemli bir zaferdir.
-
Savaşın başlarında, Rus orduları Doğu Prusya’ya
girmiş ve Alman topraklarını tehdit eder hale gelmişti.
-
26-30 Ağustos 1914 tarihlerinde Tannenberg
bölgesinde gerçekleşen savaşta, Alman 8. Ordusu komutanı Paul von Hindenburg
Rus 2. Ordusu’nu kuşatarak imha etti.
-
60.000’den fazla Rus askeri esir alındı ya da
öldürüldü. Ruslar ağır bir yenilgiye uğratıldı.
-
Bu zafer Almanya’nın Doğu Cephesi’nde Rus
ilerleyişini durdurmasını sağladı. Rusların savaştan çekilmesi için önemli bir
adım oldu.
-
Tannenberg, Almanya tarafından Birinci Dünya
Savaşı’ndaki en büyük zaferlerden biri olarak kabul edilir. Ruslar içinse büyük
bir hezimetti.
26) İsmet Paşa’nın bahsettiği olay, Birinci Dünya Savaşı’nda
1914 yılında yaşanan Marne Muharebesi’dir.
-
Savaşın başında Alman orduları Paris’e doğru
hızla ilerliyordu. Fransızlar endişeliydi.
-
5-12 Eylül 1914’te Fransa’nın Marne nehri
yakınlarında Alman ve Fransız-İngiliz orduları karşı karşıya geldi.
-
Almanların Paris’e ilerleyişi Fransız karşı
taarruzu ile durduruldu. Almanlar geri çekilmek zorunda kaldı.
-
Bu, Alman ilerleyişinin durması ve savaşın kısa
sürmeyeceğinin anlaşılması açısından bir dönüm noktası oldu.
İsmet Paşa, bu muharebede Almanların zaafa uğradığını
görüyor ve müttefik olarak güvenilir olmadıklarını düşünüyordu. Bu nedenle
Enver Paşa’yı uyarıyordu.
27) İsmet Paşa (İnönü) Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu
kadrosunda yer alan ve Kurtuluş Savaşı’nda önemli askeri komutanlardan biriydi.
Onun askeri stratejisine ilişkin bazı önemli noktalar:
-
Savunmada kalmayı ve zaman kazanmayı tercih
ediyordu.
-
Pozisyon savaşını seven, ihtiyatlı ve tedbirli
bir komutandı.
-
Hareketli savaştan ve büyük taarruzlardan
kaçınırdı.
-
Muharebe alanını iyi seçer, kritik noktaları
tespit ederdi.
-
Savaşın lojistik yönüne önem verir, ikmal
hatlarını güçlü tutardı.
-
Zayiat vermemeye ve askerlerini korumaya özen
gösterirdi.
-
Cephe gerisini ve iç güvenliği ihmal etmez,
dengeli bir yaklaşım sergilerdi.
-
Disiplinli birlikleri ve güçlü istihbaratı
tercih ederdi.
-
Cephede sabırla beklemeyi, düşmanı yıpratmayı
hedeflerdi.
Bu sayede İnönü Savaşları’nda başarı sağlamış, Kurtuluş
Savaşı’nda stratejik adımlar atmıştır.
28) Kut’ül Amare, Birinci Dünya Savaşı’nın Irak Cephesi’nde
gerçekleşen “Kut’ül Amare Kuşatması” olarak bilinen bir savaştır. Savaş, 163
gün süren bir kuşatmanın ardından, 29 Nisan 1916’da İngiliz birliklerinin
Osmanlı kuvvetlerine teslim olması ile sonuçlanmıştır. Teslim olan İngiliz
askerleri Bağdat’tan 180 km uzaklıktaki bir kasaba olan Kut’ül Amare’de
bulunuyordu. Bu olay, tarihte Osmanlı İmparatorluğu’nun kazandığı önemli
zaferlerden biri olarak kabul edilir.
29) Özetle;
-
Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin
kurucusu ve ilk cumhurbaşkanıdır.
-
Atatürk’ün askerlik hayatı, 1899’da Harp
Akademisi’nden mezun olmasıyla başladı. 1912-1913’teki Balkan Savaşları’nda ve
1914-1918’deki Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordusunda görev aldı.
-
Birgen Keşoğlu, 1910’lu yıllarda Osmanlı
İmparatorluğu’nun Karadağ’daki diplomatik temsilcisi (elçisi) idi.
-
Atatürk ile Birgen Keşoğlu’nun askerlik hayatı
döneminde bir ilişkisi olduğuna dair elimde bir bilgi bulunmamaktadır. Bu
dönemde Atatürk henüz subaydı ve Birgen Keşoğlu diplomatik görevlerde
bulunuyordu. Dolayısıyla farklı alanlarda çalıştılar.
30) Frankofil hava, Fransız kültürüne veya Fransa’ya sempati
duyan kişileri ifade etmek için kullanılan bir terimdir.
Frankofil kelimesi, “Fransa/Fransız” anlamına gelen Français
ve “sevmek/hayran olmak” anlamına gelen phile kelimelerinden türemiştir.
Frankofil hava, genellikle aşağıdaki özellikleri taşıyan
kişileri tanımlamak için kullanılır:
-
Fransız kültürüne, edebiyatına, sanatına,
müziğine ilgi duyarlar.
-
Fransızca öğrenmeye ve konuşmaya özen
gösterirler.
-
Fransız modasını ve yaşam tarzını benimserler.
-
Fransız yemeklerini ve şaraplarını tercih
ederler.
-
Fransa’yı sıklıkla ziyaret eder, orada yaşamayı
arzu ederler.
-
Fransa hakkında olumlu düşüncelere sahiptirler,
Fransız hükümetini ve siyasetini desteklerler.
-
Fransız sanatçı, yazar ve entelektüellerine
hayranlık duyarlar.
Yani frankofil hava deyimiyle, Fransa ve Fransız kültürünün
yakından takip edilmesi/benimsenmesi kastedilmektedir.
31) Fransa İhtilâli, Osmanlı Devleti’ni çeşitli şekillerde
etkiledi. İhtilal, Osmanlı Devleti’ni sarsan ve iç karışıklıklara neden olan
bir döneme denk geldi. Bu dönemde Osmanlı Devleti, Fransız İhtilali’nin
getirdiği fikirlerle de etkilendi. Fransız İhtilali’nden kaynaklı milliyetçilik
ve hürriyet fikirleri, çok uluslu yapısıyla Osmanlı Devleti’nde etkili oldu.
Aynı zamanda, gayrimüslim halk ayaklanmaları başladı ve devlet dağılma sürecine
girdi.
Fransız İhtilali’nin etkileri, Mustafa Kemal Atatürk ve
asker arkadaşlarının dönemine kadar yetişti. Mustafa Kemal Atatürk, Osmanlı’nın
son dönemlerinde Fransız İhtilali ile ilişkilendirilebilecek birçok fikri
benimsedi. Atatürk, kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nde çağdaş, milli, akla ve
bilime dayalı bir sistem kurmayı hedefledi. Fransız fikirlerinin etkisiyle
beraber kendi düşünce yapısını oluşturdu ve devrimler gerçekleştirdi.
32) Mustafa Kemal Atatürk ile beraber Erkân-ı Harbiye’de
okumuş ve Türk tarihine damga vurmuş kişiler şöyle sıralanabilir
* Fevzi Çakmak
* İsmet İnönü
* Kazım Özalp
* Ali Fuat Cebesoy
* Refet Bele
* Celal Bayar
* Kâzım Karabekir
* Cemal Tural
Bu isimler, Atatürk ile birlikte Erkân-ı Harbiye’de okumuş
ve Türk Kurtuluş Savaşı’na etkili katkılarda bulunmuş kişiler olarak tarihte
yer almaktadırlar.
33) Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanma sürecinde etkili
olan milliyetçilik akımlarını başlatan başlıca isimler şunlardır:
-
Balkanlarda milliyetçilik:
1.
Rigas Feraios (1757-1798) – Yunan
milliyetçiliğinin öncülerinden.
2.
İvan Franko (1856-1916) – Ukrayna
milliyetçiliğinin önemli isimlerinden.
3.
Vasil Levski (1837-1873) – Bulgar
milliyetçiliğinin önde gelen isimleri arasında.
-
Arap milliyetçiliği:
1.
Cemalettin Efgani (1838-1897) – Arap
milliyetçiliği ve Pan-Arapçılık akımının kurucularından.
2.
Michel Aflak (1910-1989) – Arap milliyetçiliği
ve Baasçılık akımının kurucusu.
-
Ermeni milliyetçiliği:
Mekertič Portukalyan (1853-1892) – Ermeni milliyetçiliğinin
öncü isimlerinden.
Sonuç olarak, Balkanlardaki milliyetçilik hareketleri ile
Arap ve Ermeni milliyetçiliği, Osmanlı’nın parçalanma sürecinde etkili
milliyetçi akımların başlangıcında yer almıştır.
34) Balkan milliyetçiliği ile Fransız Devrimi’nin Osmanlı
topraklarına getirdiği milliyetçilik hareketlerinin temel dinamikleri ve
amaçları şu şekilde özetlenebilir:
-
Balkan milliyetçiliği:
Temeli: Balkan halklarının (Rumlar, Bulgarlar, Sırplar vb.)
kendi bağımsız devletlerini kurma arzusu.
Amacı: Osmanlı’dan ayrılıp bağımsız ulus devletleri kurmak.
-
Fransız Devrimi’nin etkisiyle gelişen
milliyetçilik:
Temeli: Fransız Devrimi ile yayılan milliyetçilik ve halk
egemenliği fikirleri.
Amacı: Mevcut imparatorluktan ayrılıp bağımsız ulus devleti
kurmak yerine, mevcut imparatorluğu ıslahat ile kurtarmak.
-
Balkan milliyetçiliği daha çok bağımsızlıkçı bir
nitelik taşırken, Fransız etkisiyle gelişen milliyetçilik imparatorluğun
bütünlüğünü korumayı amaçlamıştır.
-
Ancak her iki milliyetçilik akımı da Osmanlı’nın
çok uluslu yapısında sorunlara yol açmış, toprak kayıpları ve ayaklanmalara
neden olmuştur.
35) Özetle, Türkçülük akımı 19. Yüzyıl sonlarında Osmanlı
İmparatorluğu’nda ortaya çıktı. Başlıca sebepleri şunlardı:
-
Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşe geçmesi ve
toprak kaybetmeye başlaması. Bu, Türk milliyetçiliğinin doğmasına yol açtı.
-
Batı’daki romantik milliyetçilik akımlarının
etkisi.
-
Jön Türkler gibi reformcu aydınların etkisi.
Onlar Batı’dan ilham alarak Türk kimliğini öne çıkarmaya çalıştılar.
-
Türk dilinin önemsenmesi. Türkçü aydınlar
Türkçenin resmi dil haline gelmesi için çaba gösterdiler.
-
Pan-Türkizm fikrinin yayılması. Bu fikir bütün
Türklerin ortak bir kimlik etrafında birleşmesi gerektiğini savunuyordu.
Türkçülük zamanla Kemalizm’in temel taşlarından biri haline
geldi. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla Türk kimliği resmi ideoloji haline
geldi.
36) Özetle, Bulgaristan’ın Osmanlı Devleti’nden
bağımsızlığını kazanma süreci şu şekilde gelişti:
-
19. Yüzyılın başlarında milliyetçilik
akımlarının etkisiyle Bulgaristan’da bağımsızlık fikri yaygınlaşmaya başladı.
-
1870’lerde Bulgarlar ayaklanarak özerklik talep
etti ancak bu bastırıldı.
-
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Ruslar
Bulgarları destekleyince, 1878 Berlin Antlaşması ile Bulgaristan özerk prenslik
haline geldi.
-
1885’te Doğu Rumeli vilayeti ile birleşerek
Büyük Bulgaristan Prensliği kuruldu.
-
1908’de Bulgaristan prensi bağımsızlığını ilan
etti ve Bulgaristan Krallığı’nı kurdu.
-
1912-1913 Balkan Savaşları’nda Osmanlı’ya karşı
savaşan Bulgaristan toprak kazandı.
-
I. Dünya Savaşı’nda Almanya ile birlikte
Osmanlı’ya karşı savaştı ve 1919’da Neuilly Antlaşması ile kesin bağımsızlığını
kazandı.
Böylece 1878’den 1919’a uzanan süreçte Bulgaristan kademeli
olarak Osmanlı’dan ayrılarak bağımsız devlet haline geldi.
37) Slav Rönesansı’nın Osmanlı İmparatorluğu üzerinde bazı
etkileri oldu:
-
Özellikle Balkanlardaki Slav halklar üzerinde
milliyetçilik duygularının güçlenmesine yol açtı. 19. Yüzyılda bağımsızlık
hareketlerine zemin hazırladı.
-
Slav dillerinin ve kültürünün yüceltilmesi,
Osmanlı’nın Slav tebaası üzerindeki kültürel etkisini azalttı.
-
Cyril ve Methodius’un hazırladığı Kiril
alfabesi, Osmanlı’daki Slavlar arasında yaygınlaştı. Dinî metinler Kiril
alfabesiyle yazılmaya başlandı.
-
Ortodoks inancını öne çıkarması, Osmanlı’nın
Ortodoks tebaası ile ilişkilerini olumsuz etkiledi. Milliyetçilik ile Orthodoks
inancı iç içe geçti.
-
Özellikle Karadağ, Sırbistan, Bulgaristan gibi
bölgelerde milli uyanışı tetikledi. Bağımsızlık mücadelelerine zemin hazırladı.
-
Rus edebiyat ve kültüründe Slavcılık akımlarını
güçlendirdi. Osmanlı’ya karşı pan-Slavist politikaların desteklenmesinde etkili
oldu.
Bu sebeple Slav Rönesansı, Osmanlı için olumsuz sonuçlar
doğuran gelişmelerden biri olarak görülebilir.
38) Bu cümle, Yugoslavya’nın ikinci lideri Josip Broz
Tito’nun ülke yönetimindeki milliyetçilik politikasına işaret etmektedir.
Tito, çok uluslu Yugoslavya’da birlik ve beraberliği korumak
için bir denge politikası izlemiştir. Bu politikanın temel ilkeleri:
-
Yugoslavya’yı oluşturan altı cumhuriyette
(Sırbistan, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Makedonya, Karadağ, Slovenya) yerel
milliyetçiliklerin ve kültürel özerkliklerin tanınması.
-
Tüm Yugoslav halklarının ortak Yugoslav
kimliğini de benimsemesi ve Yugoslavya’nın birliğine sadık kalması.
-
Hiçbir milliyetçiliğin diğerlerini baskı altına
almaması, denge politikası izlenmesi.
Tito döneminde Yugoslavya’da milliyetçilikler serbestti
ancak Yugoslav kimliği de ön planda tutulmaya çalışıldı. Ancak Tito’nun
ölümünden sonra bu politika başarısız oldu ve Yugoslavya parçalandı.
Dolayısıyla söz konusu cümle, Tito dönemi Yugoslavya’sının
karışık milliyetçilik ve birlik politikasını özetlemektedir.
39) Prens Otto, Yunanistan’ın ilk kralı olarak 1830’da tahta
çıkmıştır.
Kökeni:
-
Bavyera kraliyet ailesindendir. Babası I.
Ludwig, Bavyera kralıydı.
-
Annesi Maria bir Rus prensesidir. Dolayısıyla
Otto hem Alman hem Rus kökenlidir.
Yunanistan kralı seçilmesi:
-
1820’lerde Yunanistan, Osmanlı İmparatorluğu’na
karşı bağımsızlık savaşı vermişti.
-
Bağımsızlık savaşını kazanan Yunanlılar, Avrupa
devletlerinin desteğiyle yeni bir devlet kurma aşamasına gelmişti.
-
Avrupa devletleri, Yunanistan’a Bavyera Prensi
Otto’yu kral olarak dayattı. Böylece Yunanistan’ı kendi etkileri altında
tutmayı planladılar.
-
Otto hem Alman hem Rus kökenli olduğu için her
iki tarafın da etkisini dengelemesini umuyorlardı.
-
Otto’nun seçilmesi Yunanlıların isteği değil,
Avrupalı güçlerin dayatması sonucu olmuştur.
40) Stefan Stambulov Bulgaristan’ın önemli devlet
adamlarından biriyken, el-Kahtaniyya 19. Yüzyılda Osmanlı’ya karşı Suudi
Arabistan’da ortaya çıkmış bir dini-siyasi harekettir. Aralarındaki temel
benzerlik ve farklılıklar:
Benzerlikler:
-
Her ikisi de kendi ülkelerinin bağımsızlığı ve
güçlenmesi için çalışmış reformcu liderlerdir.
-
Yabancı güçlere (Osmanlı ve Ruslar) karşı
mücadele etmişlerdir.
-
Dini duyguları milliyetçilikle birleştirmiş,
halkı bu şekilde motive etmişlerdir.
Farklılıklar:
-
Stambulov laik ve Batı yanlısı bir liderken,
el-Kahtaniyya dini önderlerdir.
-
Stambulov Bulgar milliyetçiliğini temsil
ederken, el-Kahtaniyya Arap milliyetçiliğini ve Vahhabiliği temsil eder.
-
Stambulov bağımsız Bulgaristan’ın kurulmasına
öncülük etmiştir, el-Kahtaniyya ise Suudi Arabistan’ın kuruluşunda rol
oynamıştır.
-
Stambulov Avrupa’da, el-Kahtaniyya Orta Doğu’da
faaliyet göstermiştir.
-
Stambulov siyasi lider, el-Kahtaniyya ise dini
önderlerdir.
41) Paissiy Hilendarskiy’nin 1762’de yazdığı “Slav-Bulgar
Tarihi” adlı kitap, modern Bulgar tarih yazımının ilk örneği sayılır.
Kitapta Paissiy Hilendarskiy şunları anlatmıştır:
-
Eski Slavların ve Bulgarların kökeni ve erken
tarihi hakkında bilgiler.
-
9. Yüzyılda Bulgarların Hristiyanlığı kabul
etmesi.
-
Ortaçağda Bulgarların Bizans ve Sırplarla
mücadeleleri.
-
1393’te Bulgar Krallığı’nın Osmanlılar
tarafından fethi.
-
5 yüzyıl boyunca Bulgar halkının Osmanlı
egemenliği altındaki yaşamı.
-
Bulgar kilisesinin ve manastırlarının tarihi.
-
Bulgar halkının ulusal uyanışı ve özgürlük
mücadelesi çağrısı.
Kitap Bulgar milli bilincinin oluşmasında çok etkili olmuş,
Bulgar halkına ortak tarih ve kimlik duygusu kazandırmıştır. Bulgaristan’ın
bağımsızlık mücadelesinde önemli bir rol oynamıştır.
42) Eksarhlık, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Bulgar
Ortodoks Kilisesi’ne verilen özerk statüyü ifade eder.
-
1870’lerde Osmanlı topraklarındaki Bulgarlar,
İstanbul Rum Patrikhanesi’nden ayrılarak kendi ulusal kilise kurma talebinde
bulundular.
-
Sultan Abdülaziz döneminde çıkarılan bir
fermanla Bulgar Ortodoks Kilisesi’ne özerklik verildi. Buna Eksarhlık
(Başpiskoposluk) denildi.
-
İlk Bulgar Eksarhı (Başpiskoposu) olarak Antim
I. Seçildi.
-
Eksarhlık merkezi İstanbul yerine Filibe
(Plovdiv) şehrine yerleştirildi.
-
Eksarhlık sayesinde Bulgarlar kendi milli kilise
kurumlarını oluşturdular ve Rum patrikhanesinden ayrıldılar.
-
Bu, Bulgar milli uyanışının ve bağımsızlık
mücadelesinin kilise alanındaki önemli bir adımı oldu.
Böylece Eksarhlık, Bulgar milliyetçiliğinin gelişmesinde
önemli bir rol oynadı.
43) Mustafa Celaleddin Paşa (1826-1876) aslen Kastamonulu
olup Türk milliyetçiliğinin öncü isimlerindendir.
-
Asıl adı Mustafa Celalettin’dir. Paris’te eğitim
almış ve orada Jön Türkler’le tanışmıştır.
-
1876’da Mithat Paşa ile birlikte Kanun-i
Esasi’yi ilan etmeye çalışmıştır.
-
Fransızca yazdığı “Les Turcs Anciens et
Modernes” (Eski ve Yeni Türkler) adlı eserinde Türk tarihini ve kültürünü
övmüş, Türk milliyetçiliğini savunmuştur.
-
Türk dilini öven yazılar kaleme almış,
Türkçülüğün gelişmesinde etkili olmuştur.
-
Osmanlıcılık yerine Türkçülüğü savunmuş,
İslamcılık ve Batıcılıktan ziyade Türk kimliğini ön plana çıkarmıştır.
-
Eserleriyle Türk aydınları arasında
milliyetçilik fikirlerinin yayılmasında öncü rol oynamıştır.
Bu nedenlerle Mustafa Celaleddin, erken dönem Türk
milliyetçiliğinin önemli isimleri arasında yer almaktadır.
44) Özetle, Sovyetler Birliği’nin yıkılış süreci şu şekilde
gerçekleşmiştir:
-
1980’lerde Gorbaçov’un başlattığı reformlar
(glasnost ve perestroika) beklenen ekonomik canlanmayı sağlayamadı.
-
Glasnost ile ifade özgürlüğünün artması, SSCB
içindeki bağımsızlık taleplerini güçlendirdi. Özellikle Baltık
cumhuriyetlerinde milliyetçilik yükseldi.
-
1989’da Doğu Bloku rejimleri sarsıldı ve Batı
ile ilişkilerde çözülme başladı.
-
1990’da demokratik seçimlerde komünist parti
kaybetmeye başladı. Bağımsızlık talepleri arttı.
-
1991’de darbe girişimi başarısız oldu. Ardından
Sovyetler Birliği dağıldı. 15 cumhuriyet bağımsızlığını ilan etti.
Türkiye için dersler:
-
Demokrasi ve özgürlük talepleri bastırılamaz.
Reform geciktirilmemeli.
-
Ekonomik sorunlar çözülmezse rejim meşruiyetini
kaybeder.
-
Milliyetçilik ve bağımsızlık taleplerine kulak
verilmeli, barışçıl çözüm yolları aranmalı.
-
Askeri yöntemler siyasi sorunları çözmez,
ihtilaller demokrasiyi güçlendirmez.
-
Batı ile ilişkiler geliştirilmeli, dünyadan
soyutlanmamalı.
45) I. Dünya Savaşı sırasında Fransa’daki Marne Cephesi,
Mustafa Kemal (Atatürk) ve İsmet İnönü’nün askeri kariyerleri açısından büyük
önem taşır.
-
Marne’de Mustafa Kemal, 19. Tümen komutanı
olarak görev yaptı. Başarılı komutası sayesinde ün kazandı ve Miralaylığa
(Albay) yükseldi.
-
İsmet İnönü de Mustafa Kemal’in emrindeki 19.
Tümen’de Kurmay Yarbay rütbesiyle görev aldı. Marne’deki başarısı Mustafa
Kemal’in dikkatini çekti.
-
Mustafa Kemal ile İsmet İnönü arasında Marne’de
başlayan arkadaşlık, Kurtuluş Savaşı’nda da devam etti ve Türkiye
Cumhuriyeti’nin kuruluşunda belirleyici oldu.
-
Marne Cephesi’nde edindikleri tecrübe ve başarı,
Mustafa Kemal ve İsmet İnönü’nün askeri kariyerlerinde ilerlemelerini sağladı.
-
Marne’deki zaferleri Türk kamuoyunda büyük yankı
uyandırdı ve Mustafa Kemal’in prestijini artırdı.
Böylece Marne Cephesi, hem Atatürk hem İnönü için dönüm
noktası olmuş; askeri ve siyasi kariyerlerinde önemli bir basamak olmuştur.
46) Mücehhez ordu, Osmanlı ordusundaki bir askeri terimdir.
Mücehhez ordu, düzenli ve disiplinli askerlerden oluşan,
modern silahlarla donatılmış, Avrupa tarzı talim ve eğitim görmüş ordu anlamına
gelmektedir.
-
1826’da Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasının
ardından II. Mahmud tarafından kurulmaya başlanmıştır.
-
Düzenli maaş, modern silah ve teçhizat, batı
tarzı askeri eğitim ve öğretimi esas alınmıştır.
-
Nizam-ı Cedid reformları ile
geliştirilmiştir.
-
Tanzimat döneminde daha da güçlendirilmiştir.
-
I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordusunun omurgasını
oluşturmuştur.
Mücehhez ordunun kurulması, Osmanlı askeri sisteminin
modernleşmesi bakımından önemli bir adım olmuştur.
47) Bu cümlenin aslı tarihte şu şekilde olmuştur:
Mahmud Şevket Paşa, Balkan Savaşı sırasında 3. Ordu
komutanıydı. 18 Ekim 1912’de, Selanik’in Yunanlar tarafından işgal edilmesinin
ardından, ordunun yeni cepheye taşınması emredildi. Mahmud Şevket Paşa, bu
cepheyi beğenmeyerek, kendisine verilen görevi kabul etmedi. Bu durum, ordu
içinde büyük bir huzursuzluk yarattı.
Mahmud Şevket Paşa’nın bu davranışı, askerlikte büyük bir
suçtur ve o kişiyi kurşuna dizmeyi gerektirir. Ancak, Mahmud Şevket Paşa,
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önde gelen isimlerinden biriydi. İttihatçılar,
Mahmud Şevket Paşa’yı Balkan Savaşı’nın ardından İstanbul’a davet ederek, onu
sadrazamlığa getirdiler.
Mahmud Şevket Paşa’nın sadrazamlığa getirilmesi,
İttihatçılar için bir fırsattı. Mahmud Şevket Paşa, İttihatçılar’ın askeri
gücünü temsil ediyordu. Onun sadrazam olması, İttihatçılar’ın iktidarını
güçlendirdi.
İttihatçılar, Mahmud Şevket Paşa’yı sadrazamlığa getirmek
için, onun Balkan Savaşı sırasındaki davranışını görmezden geldiler. Bu durum,
İttihatçılar’ın otoriter yönetim anlayışının bir göstergesiydi.
Mahmud Şevket Paşa, sadrazamlığı sırasında, Balkan
Savaşı’nın yenilgilerinin sonuçlarını temizlemeye çalıştı. Ancak,
İttihatçılar’ın baskısı altında, bu konuda çok başarılı olamadı.
Mahmud Şevket Paşa, 11 Haziran 1913’te suikaste uğradı ve
hayatını kaybetti. Suikastın arkasında İttihatçılar’ın olduğu iddia edildi.
Ancak, bu iddialar hiçbir zaman kanıtlanamadı.
Sonuç olarak, Mahmud Şevket Paşa, Balkan Savaşı sırasında
askerlik suçu işlemiştir. Ancak, İttihatçılar’ın otoriter yönetim anlayışı
nedeniyle, bu suçu görmezden gelinmiştir.
48) 1926 İzmir Suikastı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu
Mustafa Kemal Atatürk’e karşı düzenlenen bir suikast girişimidir. 14 Haziran
1926 tarihinde, Atatürk’ün İzmir’de gerçekleştirdiği bir halk toplantısının
ardından, Kemeraltı semtinde suikast girişiminde bulunulmuştur.
Suikast girişimi, eski İttihat ve Terakki Cemiyeti üyeleri
tarafından planlanmıştır. Suikastın planlayıcıları arasında Ziya Hurşit, Kara
Kemal, Şükrü Kaya, Kuşçubaşı Eşref, Hacı Sami ve Çerkez Ethem gibi isimler yer
almaktaydı.
Suikast girişimi, Giritli Şevki isimli bir kişinin ihbarıyla
ortaya çıkmıştır. Şevki, suikast planını öğrendiğini ve polise ihbar ettiğini
Atatürk’e iletmiştir. Atatürk, ihbar üzerine suikast girişimini önlemek için
gerekli önlemleri almıştır.
14 Haziran 1926 tarihinde, Atatürk’ün halk toplantısından
sonra, Kemeraltı semtinde suikast girişiminde bulunulmuştur. Suikast
girişiminde, Ziya Hurşit ve arkadaşları, Atatürk’ün otomobiline ateş açmış ve
bomba atmıştır. Ancak, Atatürk’ün korumaları suikast girişimini önlemiştir.
Suikast girişiminin ardından, Ziya Hurşit ve arkadaşları
yakalanarak tutuklanmıştır. Suikast girişimi, İstiklal Mahkemesi’nde
görülmüştür. Mahkeme sonucunda, Ziya Hurşit ve arkadaşları idam cezasına
çarptırılmıştır.
1926 İzmir Suikastı, Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde
önemli bir dönüm noktası olmuştur. Suikast girişimi, yeni kurulan Cumhuriyet’e
karşı bir tehdit olarak görülmüştür. Suikast girişiminin ardından, İstiklal
Mahkemeleri’nde çok sayıda kişi yargılanıp cezalandırılmıştır.
1926 İzmir Suikastı hakkında öne çıkan detaylar şunlardır:
* Suikast girişimi, yeni kurulan Cumhuriyet’e karşı bir
tehdit olarak görülmüştür.
* Suikast girişiminin ardından, İstiklal Mahkemeleri’nde çok
sayıda kişi yargılanıp cezalandırılmıştır.
* Suikast girişimi, Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde önemli
bir dönüm noktası olmuştur.
Suikast girişiminin sonuçları şunlardır:
* İstiklal Mahkemeleri’nin faaliyetleri hızlanmıştır.
* İstiklal Mahkemeleri’nde çok sayıda kişi yargılanıp
cezalandırılmıştır.
* Mustafa Kemal Atatürk’ün iktidarı güçlenmiştir.
* Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda yaşanan siyasi
gerilimler artmıştır.
49) Enver Paşa ve Mustafa Kemal Atatürk, İttihat ve Terakki
Cemiyeti’nin kurucu üyeleri arasında yer almasına rağmen, aralarında önemli bir
rekabet ve anlaşmazlık vardı. Bu rekabetin temelinde, ikilinin farklı siyasi
görüşleri ve liderlik anlayışları yatıyordu.
Enver Paşa, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin askeri kanadının
lideri olarak, Osmanlı İmparatorluğu’nun dış politikada daha aktif ve saldırgan
bir rol oynamasını savunuyordu. Mustafa Kemal Atatürk ise, İttihat ve Terakki
Cemiyeti’nin sivil kanadının lideri olarak, Osmanlı İmparatorluğu’nun dış
politikada daha temkinli ve barışçıl bir rol oynamasını savunuyordu.
Bu farklı görüşler, 1914’te I. Dünya Savaşı’na girilmesinde
de etkili oldu. Enver Paşa, Osmanlı İmparatorluğu’nun Almanya ile ittifak
kurarak savaşa girmesini savunuyordu. Mustafa Kemal Atatürk ise, Osmanlı
İmparatorluğu’nun savaşa girmesinin büyük bir hata olacağını savunuyordu.
Savaş sırasında, Enver Paşa’nın askeri hataları, Osmanlı
İmparatorluğu’nun yenilgisine ve çöküşüne yol açtı. Mustafa Kemal Atatürk ise,
Anadolu’da Milli Mücadele’yi başlatarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasını
sağladı.
Milli Mücadele sırasında, Enver Paşa, Mustafa Kemal Atatürk’e
karşı çıktı. Enver Paşa, Mustafa Kemal Atatürk’ün Milli Mücadele’nin başına
geçmesini kabul etmedi. Mustafa Kemal Atatürk ise, Enver Paşa’yı hain ilan
etti.
Enver Paşa ve Mustafa Kemal Atatürk’ün arasındaki rekabet ve
anlaşmazlık, 1922’de Enver Paşa’nın Sovyetler Birliği’nde öldürülmesine kadar
devam etti.
Enver Paşa ve Mustafa Kemal Atatürk arasındaki rekabetin
başlıca nedenleri şunlardır:
* Farklı siyasi görüşler
* Farklı liderlik anlayışları
* I. Dünya Savaşı’na giriş konusundaki farklı görüşler
* Milli Mücadele’ye karşıtlık
Bu rekabet, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda önemli bir
rol oynamıştır.
50) Atatürk ve Adnan Menderes arasında, Atatürk’ün ölümüne
kadar mesafeli bir ilişki vardı.
Adnan Menderes, 1923 yılında henüz 18 yaşındayken,
Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi’ne (CHP) üye oldu. Menderes, CHP’de
hızla yükseldi ve 1931 yılında milletvekilliğine seçildi.
Atatürk, Menderes’i yetenekli bir siyasetçi olarak
görüyordu. Ancak, Menderes’in bazı görüşlerinden rahatsız oluyordu. Örneğin,
Menderes, Atatürk’ün laik cumhuriyet anlayışına karşı çıkıyordu.
Atatürk’ün ölümünden sonra, Menderes, CHP’den ayrılarak,
Demokrat Parti’yi (DP) kurdu. DP, 1950 yılında yapılan seçimlerde iktidara
geldi.
Menderes iktidarında, Türkiye’de önemli ekonomik ve sosyal
reformlar yapıldı. Ancak, Menderes’in yönetimi, zamanla baskıcı bir hal almaya
başladı.
1960 yılında, ordu tarafından yapılan bir darbeyle Menderes
iktidardan düşürüldü. Menderes, 1961 yılında yapılan bir idamla idam edildi.
Atatürk ve Menderes arasındaki ilişkiyi özetlemek gerekirse,
ikilinin arasında hem yakınlık hem de mesafe vardı. Atatürk, Menderes’i
yetenekli bir siyasetçi olarak görüyordu. Ancak, Menderes’in bazı görüşlerinden
rahatsız oluyordu. Menderes ise, Atatürk’ün liderliğine saygı duyuyor, ancak
bazı politikalarını eleştiriyordu.
51) II. Abdülhamid, 33 yıl boyunca Osmanlı tahtında kalan
uzun süreli bir hükümdardır. Bu süre boyunca, Osmanlı İmparatorluğu’nun birçok
zorlukla karşı karşıya kaldığı bir dönemdir.
II. Abdülhamid, tahta çıktığında, Osmanlı İmparatorluğu,
büyük bir ekonomik ve siyasi kriz içindeydi. İmparatorluğun toprakları,
Avrupalı güçler tarafından parçalanmaya başlamıştı. II. Abdülhamid, bu krizi
çözmek için, “Devlet-i Aliyye’yi muhafaza” sloganıyla, sıkı bir otoriter
yönetim kurmuştur.
II. Abdülhamid’in otoriter yönetimi, kısa vadede bazı
başarılar sağlamıştır. Örneğin, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda, Osmanlı
İmparatorluğu’nun toprak kaybını sınırlamıştır. Ayrıca, 1897 Osmanlı-Yunan
Savaşı’nda, Osmanlı İmparatorluğu’nun zafer kazanmasını sağlamıştır.
Ancak, II. Abdülhamid’in otoriter yönetimi, uzun vadede
Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü hızlandırmıştır. II. Abdülhamid, muhalefeti
baskı altına alarak, reformları engellemiştir. Bu durum, Osmanlı
İmparatorluğu’nun modernleşmesini ve gelişmesini engellemiştir.
II. Abdülhamid’in yorulduğuna dair iddialar, onun son
döneminde ortaya çıkmıştır. 1905’ten sonra, II. Abdülhamid’in yönetimde daha az
aktif olduğu ve daha sık hastalandığı gözlenmiştir. Bu dönemde, II. Abdülhamid,
anayasayı yeniden yürürlüğe sokmuş ve 31 Mart İsyanı’na müdahale etmemiştir.
II. Abdülhamid’in yorgunluğunun, Osmanlı İmparatorluğu’nun
gerileyişini durdurduğuna dair görüşler vardır. Bu görüşe göre, II. Abdülhamid,
otoriter yönetimiyle, Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünü ve varlığını
korumuştur. Ancak, II. Abdülhamid’in otoriter yönetimi, Osmanlı
İmparatorluğu’nun modernleşmesini ve gelişmesini engellemiş ve bu durum,
Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü hızlandırmıştır.
II. Abdülhamid’in yorgunluğu ve Osmanlı İmparatorluğu’nun
gerileyişi hakkında, farklı görüşler vardır. Bu görüşlerin, II. Abdülhamid’in
kişiliği, yönetimi ve Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihi hakkındaki farklı
yorumlardan kaynaklandığı söylenebilir.
52) Bogomilizm, Orta Çağ’da Bulgaristan’da ortaya çıkan ve
Avrupa’nın doğu ve batısında pek çok ülkede insan kitlelerini etkilemiş bir
dinî akımdır. Bulgar Çarı I. Petro zamanında ortaya çıkan mezhep,
Hristiyanlığın temel anlayışına aykırı bir harekettir. Kurucusu Bogomil (Slavca
Tanrı’nın sevdiği) adlı bir köy papazıdır.
Bogomiller, Tanrı’nın tek ve mutlak olduğunu, ancak dünyanın
ve içindeki her şeyin şeytan tarafından yaratıldığını savunurlardı. Bu nedenle,
kilise ve onun öğretilerini reddederlerdi. Ayrıca, katı bir çilecilik ve
dualizm anlayışına sahiptiler.
Bogomilizm, 11. Yüzyılda Avrupa’nın batısına yayılmış ve
burada da önemli bir etki yaratmıştır. Fransa’da, Katarlar adlı bir Bogomil
mezhebi ortaya çıkmıştır. Katarlar, Bogomillerin öğretilerini daha da
geliştirerek, şiddetten ve savaştan tamamen uzak bir yaşam sürmeyi
savunmuşlardır.
Bogomilizm, 13. Yüzyılda, Katolik Kilisesi tarafından
şiddetli bir şekilde bastırılmıştır. Ancak, Bogomilizmin fikirleri, Reform
hareketinin ortaya çıkmasında önemli bir rol oynamıştır.
Bogomilizmin temel inançları şunlardır:
* Tanrı, tek ve mutlaktır.
* Dünya ve içindeki her şey, şeytan tarafından
yaratılmıştır.
* Kilise ve onun öğretileri, şeytanın bir oyunu olarak
reddedilmelidir.
* İnsan ruhunun, maddi dünyadan kurtulması için çilecilik ve
dua gereklidir.
Bogomilizmin etkileri şunlardır:
* Avrupa’da, Hristiyanlığın temel inançlarına karşı bir
muhalefet hareketinin ortaya çıkmasına yol açmıştır.
* Reform hareketinin ortaya çıkmasında önemli bir rol oynamıştır.
* Modern düşüncenin gelişiminde önemli bir katkı
sağlamıştır.
Bogomilizm, Orta Çağ’da Avrupa’da önemli bir dinî ve siyasi
hareket olmuştur. Bogomilizmin fikirleri, günümüzde de hala tartışılmaktadır.
53) Enver Paşa’nın Sarıkamış Faciası’nda suçlu olup olmadığı
konusunda tarihçiler arasında farklı görüşler vardır. Bazı tarihçiler, Enver
Paşa’nın facianın tek sorumlusu olduğunu savunurken, bazıları ise facianın
oluşmasında birçok faktörün rol oynadığını ve Enver Paşa’nın da bu faktörlerden
biri olduğunu ifade eder.
Enver Paşa’nın facianın tek sorumlusu olduğu savunanlar,
Enver Paşa’nın aşağıdaki hatalarını öne sürerler:
* Harekatı zamanında başlatmamış, kış şartlarının
ağırlaşmasına neden olmuştur.
* Harekatın planını iyi yapmamış, yeterli hazırlık
yapmamıştır.
* Harekatın komutasını üstlenmiş ve kişisel müdahaleleri ile
hataları artırmıştır.
Enver Paşa’nın faciada suçlu olduğu görüşü, genel olarak
kabul gören görüştür. Ancak, Enver Paşa’nın hatalarının yanı sıra, facianın
oluşmasında aşağıdaki faktörlerin de rol oynadığı söylenebilir:
* I. Dünya Savaşı’nın zor şartları
* Osmanlı Devleti’nin askeri ve ekonomik yetersizlikleri
* Rus ordusunun dağınık ve demoralize olması
Enver Paşa’nın Sarıkamış Faciası’nı neden yaptığını kesin
olarak bilmek mümkün değildir. Ancak, aşağıdaki nedenlerden dolayı böyle bir
şey yapmış olabileceği düşünülmektedir:
* Osmanlı Devleti’nin Doğu Cephesi’nde üstünlük sağlayarak
Rusya’yı savaş dışı bırakmak istemesi
* Rus ordusunu dağıtmak ve Kafkasya’yı ele geçirmek istemesi
* Kişisel hırsları ve askeri başarılar elde etme arzusu
O dönemlerde “Harp Mecmuası” dergisinin Mustafa Kemal
Atatürk ile problemi, Atatürk’ün dergide yayınlanan bazı makalelerde Enver
Paşa’yı eleştirmesidir. Atatürk, bu makalelerinde Enver Paşa’nın askeri
başarısızlıklarını ve kişisel hırslarını eleştirmiştir. Bu eleştiriler, Enver
Paşa’nın Atatürk’e karşı düşmanca bir tavır almasına neden olmuştur.
“Harp Mecmuası” dergisinin Atatürk ile problemi, ikilinin
arasındaki siyasi ve askeri rekabetin bir yansıması olarak da görülebilir.
Atatürk, Enver Paşa’nın liderliğini eleştirerek kendi liderliğini öne çıkarmaya
çalışmıştır. Enver Paşa ise Atatürk’ü bir tehdit olarak görerek onu tasfiye
etmeye çalışmıştır.
Sonuç olarak, Enver Paşa’nın Sarıkamış Faciası’nda suçlu
olup olmadığı konusunda tarihçiler arasında farklı görüşler vardır. Ancak,
Enver Paşa’nın faciada önemli bir rol oynadığı ve bu facianın Osmanlı
Devleti’nin yenilgisinde önemli bir etkisi olduğu açıktır.
54) Enver Paşa’nın kişiliği hakkında tarihçiler arasında
farklı görüşler vardır. Bazı tarihçiler, Enver Paşa’yı cesur, kararlı ve
vatansever bir lider olarak görürken, bazıları ise onu hırslı, kibirli ve
askeri açıdan yetersiz bir lider olarak değerlendirir.
Enver Paşa’nın kişiliğinin olumlu yönleri arasında şunlar
sayılabilir:
* Cesur ve kararlı bir liderdi.
* Vatanseverlik duygusu güçlüydü.
* Askerlik alanında yetenekli ve deneyimliydi.
Enver Paşa’nın kişiliğinin olumsuz yönleri arasında şunlar
sayılabilir:
* Aşırı hırslı ve kibirliydi.
* Askeri açıdan yetersizdi.
* Siyasi konularda kararsızdı.
Enver Paşa’nın kişiliğini tam ve net olarak değerlendirmek
için aşağıdaki faktörleri göz önünde bulundurmak gerekir:
* Askeri başarıları ve başarısızlıkları
* Siyasi faaliyetleri ve görüşleri
* Kişisel özellikleri ve davranışları
Enver Paşa’nın askeri başarıları arasında Balkan
Savaşları’nda elde ettiği zaferler ve I. Dünya Savaşı’nın ilk yıllarında Rus
ordusunu durdurması sayılabilir. Ancak, Sarıkamış Faciası ve diğer bazı askeri
başarısızlıkları da göz ardı edilemez.
Enver Paşa’nın siyasi faaliyetleri arasında İttihat ve
Terakki’nin kurucularından biri olması ve Birinci Dünya Savaşı’na girilmesinde
önemli rol oynaması sayılabilir. Ancak, siyasi konulardaki kararsızlığı ve bu
kararsızlığın Osmanlı Devleti’nin yenilgisinde etkili olması da
eleştirilmiştir.
Enver Paşa’nın kişisel özellikleri arasında cesur ve kararlı
olması, vatanseverlik duygusunun güçlü olması ve askerlik alanında yetenekli ve
deneyimli olması sayılabilir. Ancak, aşırı hırslı ve kibirli olması, askeri
açıdan yetersiz olması ve siyasi konularda kararsız olması da onun kişiliğinin
olumsuz yönleri olarak değerlendirilebilir.
Sonuç olarak, Enver Paşa’nın kişiliği karmaşık ve çok
yönlüdür. O, cesur ve kararlı bir lider olmakla birlikte, aşırı hırslı ve
kibirli olması nedeniyle bazı askeri ve siyasi hatalara da imza atmıştır.
55) Türkistan milleti tarafından Enver Paşa, genel olarak
olumlu bir şekilde görülüyordu. Enver Paşa, Türkistan’ın bağımsızlığı için
mücadele eden bir kahraman olarak kabul ediliyordu.
Enver Paşa, 1921 yılında Türkistan’a gelerek Basmacı
hareketine liderlik etmiştir. Basmacı hareketi, Rus İmparatorluğu’na karşı
mücadele eden bir bağımsızlık hareketiydi. Enver Paşa’nın liderliğinde Basmacı
hareketi önemli başarılar elde etmiş ve Ruslara karşı önemli kayıplar
yaşatmıştır.
Enver Paşa’nın Türkistan’a gelişi, Türkistan milleti için
büyük bir moral kaynağı olmuştur. Enver Paşa’nın liderliğinde Türkistanlılar,
Ruslara karşı mücadelelerinde daha da güçlenmiş ve bağımsızlıklarını kazanmak
için daha kararlı hale gelmişlerdir.
Enver Paşa’nın Türkistan’da gördüğü ilgi ve desteğin
nedenleri arasında şunlar sayılabilir:
* Enver Paşa’nın Türkistan’ın bağımsızlığı için mücadele
eden bir kahraman olarak görülmesi
* Enver Paşa’nın Türkistan’ın kültürel ve tarihi bağlarına
sahip olması
* Enver Paşa’nın karizmatik ve etkileyici bir lider olması
Enver Paşa’nın Türkistan’daki faaliyetleri, Türkistan
milletinin bağımsızlık mücadelesinde önemli bir rol oynamıştır. Enver Paşa’nın
ölümünden sonra da Türkistan milleti, onun bıraktığı mirası unutmamış ve onu
bir kahraman olarak hatırlamaya devam etmiştir.
Ancak, Enver Paşa’nın Türkistan’da bazı olumsuz görüşleri de
vardı. Bazı Türkistanlılar, Enver Paşa’nın Türkistan’ın bağımsızlığı için
mücadele ederken kendi siyasi çıkarlarını da düşündüğünü ve Türkistan’ın
bağımsızlığının gerçekleşmesi için yeterli çabayı göstermediğini düşünüyordu.
Sonuç olarak, Enver Paşa, Türkistan milleti tarafından genel
olarak olumlu bir şekilde görülüyordu. Enver Paşa, Türkistan’ın bağımsızlığı
için mücadele eden bir kahraman olarak kabul ediliyordu.
56) Türkiye’de seküler düşüncenin başlangıcı, Osmanlı
İmparatorluğu’nun son dönemlerinde olmuştur. Bu dönemde, Osmanlı Devleti’nin
modernleşme çabaları ve Batı’dan gelen etkiler, seküler düşüncenin gelişmesinde
önemli rol oynamıştır.
Osmanlı Devleti, 19. Yüzyılda modernleşme çabalarına
girişmiştir. Bu çabalar kapsamında, eğitim, ekonomi ve hukuk gibi alanlarda
reformlar gerçekleştirilmiştir. Bu reformlar, seküler düşüncenin gelişmesine
katkıda bulunmuştur.
Batı’dan gelen etkiler de seküler düşüncenin gelişmesinde
önemli rol oynamıştır. 19. Yüzyılda Osmanlı Devleti’nde, Batı’dan gelen
fikirler ve düşünceler hızla yayılmaya başlamıştır. Bu fikirler ve düşünceler
arasında, seküler düşünce de yer almaktaydı.
Türkiye’de seküler düşüncenin gelişiminde, aşağıdaki isimler
önemli rol oynamıştır:
* Namık Kemal: Namık Kemal, Osmanlı Devleti’nin en önemli
şairlerinden ve yazarlarından biridir. Kemal, Batı’dan gelen fikirleri ve
düşünceleri Osmanlı toplumuna tanıtan ve benimseten önemli isimlerden biridir.
* Ziya Gökalp: Ziya Gökalp, Türk milliyetçiliğinin öncü
isimlerinden biridir. Gökalp, seküler düşünceyi Türk milliyetçiliği ile
birleştirerek, seküler düşüncenin Türkiye’de daha da yaygınlaşmasına katkıda
bulunmuştur.
* Mustafa Kemal Atatürk: Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanıdır. Atatürk, Türkiye’de seküler
bir devlet düzeni kurarak, seküler düşüncenin gelişmesinde önemli rol
oynamıştır.
Türkiye’de seküler düşünce, 1923 yılında kurulan Türkiye
Cumhuriyeti’nin temel ilkelerinden biri haline gelmiştir. Türkiye
Cumhuriyeti’nin anayasasında, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrıldığı
belirtilmiştir. Bu durum, Türkiye’de seküler düşüncenin gelişiminde önemli bir
dönüm noktası olmuştur.
Türkiye’de seküler düşünce, günümüzde de önemli bir yere
sahiptir. Türkiye’de, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması, laikliğin
temel ilkelerinden biri olarak kabul edilmektedir.
57)
- Ziya Gökalp, 25 Ekim 1924’te vefat etmiştir. Türkiye
Cumhuriyeti ise 29 Ekim 1923’te kurulmuştur. Dolayısıyla Ziya Gökalp’in ölümü
ile Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu arasında yaklaşık 1 yıllık bir süre
vardır.
-
Ziya Gökalp, Türk milliyetçiliğinin
kurucularından biri olarak, Türkiye’de laik ve modern bir cumhuriyet
kurulmasını candan istemiştir. Ona göre Türk toplumu, İslam’dan arındırılarak
laikleşmeli ve Batılı anlamda modernleşmelidir. Bu nedenle Gökalp, Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurulması idealinin en önemli savunucularından biri olmuştur.
Özellikle Türk kültürünü ve dilini öne çıkaran görüşleri, Türk
milliyetçiliğinin ve Cumhuriyet ideolojisinin temellerini oluşturmuştur.
58) Trablusgarp’ın Türk ve yabancı dünyası açısından önemi
ve üzerinde odaklanılma nedenleri şöyle özetlenebilir:
-
Trablusgarp, Osmanlı Devleti’nin Kuzey
Afrika’daki son toprağı olduğu için sembolik değeri yüksekti. Dolayısıyla
buranın elden çıkması Osmanlı için prestij kaybı anlamına geliyordu.
-
Bölge, Akdeniz ve Libya sahillerinde stratejik
bir konuma sahipti. Bu nedenle İtalya’nın burayı ele geçirme isteği vardı.
-
Trablusgarp’ta yaşayan yerli Arap ve Berberi
halk Osmanlı yönetimini destekliyordu. Onları İtalyan işgalinden korumak
Osmanlı için bir sorumluluktu.
-
Bölgede İtalyan işgaline karşı Cemal Paşa
öncülüğünde başlayan direniş, Osmanlı’da milliyetçi duyguları kamçıladı.
Trablusgarp, bazı çevrelerce “son şanlı direniş” olarak görüldü.
-
Tripoli’nin stratejik konumu, İtalya’nın
Akdeniz’deki nüfuz mücadelesi ve Osmanlı’nın da buradaki hakimiyetini korumak
istemesi, Trablusgarp’ı dönemin odak noktası haline getirdi.
59) İtalya’nın 1911’de Trablusgarp’ın Bingazi sancağına
saldırmasıyla ilgili öncesi ve sonrasındaki gelişmeleri şu şekilde
özetleyebiliriz:
-
İtalya, 19. Yüzyıl boyunca Akdeniz’de sömürge
imparatorluğu kurma peşindeydi. Bu amaçla Osmanlı’nın Kuzey Afrika topraklarına
göz dikmişti.
-
Özellikle 20. Yüzyılın başında Trablusgarp’ı
işgal etme planları yapmaya başladı. Bölgedeki Arap aşiretleri kışkırtarak
isyan çıkarmaya çalıştı.
-
26 Eylül 1911’de İtalya, Osmanlı’ya bir
ültimatom vererek Trablusgarp’ı terk etmesini istedi. Reddedilmesi üzerine 29
Eylül’de donanmasıyla Bingazi’yi bombaladı.
-
Bingazi, Trablusgarp’ın doğusundaki stratejik
bir liman kenti olduğu için buradan işgale başlamak istemişti. Amacı tüm
bölgeyi kontrol altına almaktı.
-
Osmanlı, Cemal Paşa komutasında Bingazi’ye asker
yolladı. Yerel direniş başladı. İtalya ilerlemekte zorlandı.
-
Ancak 1912’de imzalanan Uşi Antlaşması ile
Trablusgarp İtalya’ya bırakıldı. Böylece Osmanlı’nın Kuzey Afrika’daki
toprakları sona ermiş oldu.
60) İtalya’nın 19. Yüzyılın ortalarına kadar Avrupa’nın en
geri kalmış ülkelerinden biri olduğu, ancak 1850’lerden itibaren hızlı bir
sanayileşme sürecine girerek 20. Yüzyılın başında bölgesel bir güç haline
geldiği söylenebilir:
-
İtalya, 19. Yüzyılın ilk yarısında feodal
yapıların hakim olduğu, tarıma dayalı bir ekonomik yapıya sahipti.
-
1850’lerden itibaren Sardinya Krallığı
öncülüğünde birleşme sürecine girdi ve 1861’de İtalya Krallığı kuruldu.
-
Demiryolu ağlarının yaygınlaşması, serbest
ticaretin benimsenmesi, sanayi yatırımlarının artması ekonomik gelişmeyi
hızlandırdı.
-
Özellikle kuzey bölgeleri (Torino, Milano gibi)
hızla sanayileşti. Demir-çelik, gemi yapımı, otomotiv gibi sektörler gelişti.
-
19. Yüzyıl sonunda tarımda makineleşmeye
geçildi. Hububat, şarap, ipek üretimi arttı.
-
Nüfus hızla çoğaldı. Göçle sanayi merkezleri
büyüdü. Yabancı yatırımlar geldi.
-
20. Yüzyılın başında İtalya, tarım ve sanayi
üretiminde Avrupa’nın önde gelen ülkelerinden biri haline gelmişti. Artık
sömürge yarışına girecek konuma erişmişti.
61) Lateran Antlaşması, 1929 yılında İtalya Krallığı ile
Vatikan arasında imzalanan bir antlaşmadır. Ana hatlarıyla:
-
Antlaşma ile İtalya ve Vatikan arasındaki
ilişkiler yeniden düzenlendi.
-
Vatikan’ın egemen bir devlet olarak uluslararası
hukuk kişiliği tanındı.
-
Vatikan’a ait toprakların sınırları belirlendi.
Bu sınırlar içinde Vatikan’ın tam egemenliği kabul edildi.
-
Vatikan’a mali özerklik sağlandı, bütçe hakkı
tanındı.
-
Vatikan ve İtalya arasında imtiyazlı bir ilişki
kuruldu. Vatikan vatandaşlarına İtalya’da özel haklar tanındı.
-
Vatikan, İtalya’ya tazminat ödemesi karşılığında
bazı toprakları devretti.
-
İtalya, Katolikliği resmi din olarak tanıdı. Din
adamlarının ayrıcalıkları kabul edildi.
-
Böylece 1870’te patlak veren Roma Sorunu çözüldü
ve Vatikan’ın egemenliği sağlandı.
Lateran Antlaşması ile İtalya ile Vatikan arasındaki
ilişkiler yasal çerçeveye kavuştu ve Vatikan’ın uluslararası bir aktör olarak
konumu garanti altına alınmış oldu.
62) Lateran Antlaşması’yla ilgili olarak İtalya açısından şu
tespitlerde bulunabiliriz:
-
İtalya, 1870’ten beri devam eden ‘Roma Sorunu’nu
çözüme kavuşturdu. Vatikan’ın egemenliğini tanıyarak aralarındaki ihtilaf sona
erdi.
-
Böylece İtalya, Katolik dünyası nezdinde itibar
kazandı ve Vatikan ile ilişkilerini normalleştirdi.
-
Ancak karşılığında Vatikan’a ciddi tazminat
ödemek zorunda kaldı. Ayrıca bazı arazileri devretmek zorunda kaldı.
-
İtalya, Katolikliği resmen tanıdı ve din
adamlarına özel haklar verdi. Laik cumhuriyet ilkesinden taviz verdi.
-
Vatikan’ın egemenliğini tanıması, İtalya’nın
toprak bütünlüğü açısından sembolik bir kayıptı.
-
Ancak askeri ve siyasi istikrarı sağlama
açısından İtalya’ya yararı oldu. Faşist Mussolini rejimi meşruiyet kazandı.
-
Sonuç olarak İtalya, siyasi ve diplomatik açıdan
kazanç elde etse de laiklik ilkesinden ödün vermesi eleştiri konusu oldu.
Ekonomik ve toprak kaybı yaşadı.
63) İtalya’nın 20. Yüzyılın başlarında Trablusgarp’ı işgal
etmesinin ve diğer Arap/Afrika ülkelerine yönelik saldırgan politikalar
izlemesinin ardında yatan başlıca amaçlar şunlardı:
-
Akdeniz’de sömürge imparatorluğu kurmak ve
bölgede etkinlik elde etmek.
-
Hammadde kaynaklarına ve yeni pazarlara erişmek.
Özellikle Libya’nın petrol kaynakları İtalya için çekiciydi.
-
İtalya’nın birleşmesinden sonra ulusal prestij
ve güç gösterisi amacıyla sömürgecilik politikaları izlendi.
-
Diğer Avrupa güçlerinin sömürge yarışı
karşısında geri kalmamak için Afrika’da pay elde etme hedefi vardı.
-
Nüfus yoğunluğunun azaltılması ve işsizliğin
önlenmesi için İtalyan göçmenlerine yeni yerleşim alanları sağlama planı vardı.
-
Faşist Mussolini iktidara geldikten sonra
milliyetçilik ve yayılmacı politikalar daha da arttı. Akdeniz’de hakimiyet
kurma hedefi belirginleşti.
-
Bölgede İtalyan kültürünü ve Latinliği
yaygınlaştırma çabası güdüldü.
Kısaca Akdeniz ve Afrika’da sömürgeci bir imparatorluk
kurmak İtalyan politikalarının ana hedefiydi diyebiliriz.
64) İtalya, 1861 yılında siyasi birliğini tamamladıktan
sonra, Avrupa’nın önde gelen güçleri arasında yer alabilmek için sömürge
arayışına girdi. Bu kapsamda, Trablusgarp ve Bingazi’yi hedef olarak belirledi.
İtalya’nın Trablusgarp’a girişi sırasında, ülke ekonomik ve
siyasi olarak zorlu bir dönemden geçiyordu. I. Dünya Savaşı’nın arifesinde,
İtalya’nın dış borcu 6 milyar liraya ulaşmıştı. Ayrıca, ülkedeki siyasi
partiler arasında derin bir anlaşmazlık vardı.
İtalya’nın Trablusgarp’tan önce işgale yeltenipte kaybettiği
yerler şunlardır:
* **Eritre:** İtalya, 1889 yılında Eritre’yi işgal etmeyi
başardı. Ancak, bölgedeki yerel direnişle karşılaştı. 1896 yılında Adwa
Savaşı’nda İtalyan ordusu ağır bir yenilgiye uğradı.
* **Somali:** İtalya, 1890 yılında Somali’nin kuzeyini işgal
etti. Ancak, bölgenin iç kesimlerinde yerel direnişle karşılaştı. 1908 yılında
Mogadişu’yu ele geçirerek Somali’nin büyük bir bölümünü kontrol altına aldı.
Trablusgarp Savaşı, İtalya’nın sömürgecilik hayallerini
gerçekleştirmek için giriştiği bir girişimdi. Ancak, savaşın sonucunda İtalya,
Trablusgarp’ı ele geçirmeyi başardıysa da, bu başarının bedeli ağır oldu.
Savaş, İtalya’nın ekonomik ve siyasi durumunu daha da kötüleştirdi. Ayrıca,
savaşın sonucunda İtalya’nın Avrupa’daki itibarı zedelendi.
Sonuç olarak, İtalya’nın Trablusgarp’a girişi, ülkenin hem
iç hem de dış politikasında önemli bir dönüm noktası oldu.
65) Jön Türklerin Fizan şehrine sürgün edilmesinde Osmanlı
devletinin başında bulunan II. Abdülhamid’in parmağı vardır. II. Abdülhamid,
meşrutiyetçi faaliyetleri nedeniyle Jön Türkler’i bir tehdit olarak görüyordu.
Bu nedenle, Jön Türkler’i susturmak ve etkisiz hale getirmek için çeşitli
yöntemler kullandı. Bu yöntemlerden biri de onları uzak ve ıssız yerlere sürgün
etmekti.
Fizan, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuzey Afrika’da bulunan bir
vilayetidir. Bu vilayet, çöllerle kaplı ve ulaşım açısından oldukça zor bir
bölgedir. II. Abdülhamid, Jön Türkler’i buraya sürgün ederek onların siyasi
faaliyetlerini engellemeyi amaçlamıştır.
Fizan’a sürgün edilen Jön Türkler arasında Talat Paşa, Enver
Paşa, Cemal Paşa, Ahmet Rıza Bey, Hüseyin Cahit Yalçın, Ahmet Ferit Tek ve Ziya
Gökalp gibi isimler yer almaktadır. Bu isimler, sürgün süresince siyasi
faaliyetlerini sürdürmüş ve 1908 yılında II. Meşrutiyet’in ilanına öncülük
etmişlerdir.
Jön Türklerin Fizan sürgünü, Osmanlı İmparatorluğu’nun
tarihinde önemli bir dönüm noktası olmuştur. Bu sürgün, Jön Türkler’in siyasi
bir güç olarak ortaya çıkmasına ve II. Meşrutiyet’in ilanına yol açmıştır.
II. Abdülhamid’in Jön Türkler’i Fizan’a sürgün etmesinde şu
nedenler rol oynamıştır:
* Jön Türkler’in meşrutiyetçi faaliyetleri, II.
Abdülhamid’in mutlakiyetçi rejimini tehdit ediyordu.
* II. Abdülhamid, Jön Türkler’i susturmak ve etkisiz hale
getirmek istiyordu.
* Fizan, ulaşım açısından oldukça zor bir bölge olduğu için
Jön Türkler’in siyasi faaliyetlerini engellemeye yardımcı olacaktı.
Jön Türkler, Fizan sürgünü sırasında zorlu koşullarda
yaşamak zorunda kaldılar. Ancak, bu zorluklar onları yıldırmadı. Sürgün
süresince siyasi faaliyetlerini sürdürdüler ve 1908 yılında II. Meşrutiyet’in
ilanına öncülük ettiler.
66) İttihat ve Terakki Cemiyeti, 21 Mayıs 1889 tarihinde
kurulan bir siyasi hareket ve siyasi partidir. Kurucuları arasında Ahmet Rıza
Bey, İsmail Hakkı Bey, Mehmed Sabahattin Bey ve Abdullah Cevdet Bey gibi
isimler yer almaktadır. Üyeleri arasında ise Enver Paşa, Talat Paşa, Cemal Paşa
gibi etkili siyasetçiler bulunmaktadır.
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Osmanlı Devleti ile
yakınlığı, kuruluş amacıyla ilişkilendirilebilir. Cemiyet, Osmanlı
İmparatorluğu’nda İkinci Meşrutiyet’in ilanı için çalışmış ve daha sonra
Osmanlı siyasetinde etkili bir rol oynamıştır. Ancak, İttihat ve Terakki’nin
Osmanlı Devleti’nin son dönemlerindeki politikaları ve yönetimiyle ilişkisi
eleştirilere konu olmuştur.
67) Trablusgarp’ın İtalya tarafından işgali sırasında ilk
direnişi yapanlar şunlardır:
-
Süleyman El-Baruni – Trablusgarp’taki en etkili
Arap liderlerinden biriydi. İtalyan işgaline karşı ilk silahlı direniş
hareketini başlattı.
-
Recep Paşa – Osmanlı ordusundan emekli bir
subaydı. Trablusgarp savunmasını organize etmeye çalıştı.
-
Ahmet Şerif – Din adamı ve Trablusgarp’taki
önemli bir aileye mensuptu. Yerel halkı İtalyanlara karşı savunmaya çağırdı.
-
Mehmet Tahir – Yerel Arap aşiret liderlerinden
biriydi. Adamlarıyla birlikte İtalyanlara saldırılar düzenledi.
-
Mustafa Kemal (Atatürk) – O dönemde yarbay
rütbesindeydi. Trablusgarp’a askeri müşavir olarak gönderildi ve direnişi
örgütlemeye çalıştı.
Bu isimler, İtalyan işgaline karşı Trablusgarp’ta ilk
silahlı direnişi başlatan ve organize eden önemli kişilerdi. Hem yerel Arap
liderleri hem de Osmanlı askeri komutanları direnişte rol oynadı.
68) İbrahim Hakkı Paşa, 19. Yüzyılda yaşamış önemli bir
Osmanlı devlet adamı ve komutanıdır.
İbrahim Hakkı Paşa’nın hayatı ve kariyeri hakkında öne çıkan
bazı noktalar:
-
1835 yılında İstanbul’da doğdu.
-
Harp okulundan mezun olduktan sonra askeri
kariyer yaptı.
-
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda önemli
komutanlardan biriydi. Plevne savunmasında rol oynadı.
-
Sultan II. Abdülhamid döneminde çeşitli
valilikler yaptı. Sırasıyla Suriye, Ankara, Edirne, Selanik valiliklerinde
bulundu.
-
1892’de Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Nazırı
(Genelkurmay Başkanı) oldu.
-
1893’te Tripoli valisi olarak atandı.
Trablusgarp’ın savunmasını organize etti.
-
1911-1912’de Trablusgarp Savaşı’nda Osmanlı
birliklerine komuta etti.
-
1912 yılında emekliye ayrıldı.
İbrahim Hakkı Paşa, hem askeri hem sivil alanda önemli
görevler üstlenmiş, Trablusgarp savunmasındaki rolüyle ön plana çıkmış bir
Osmanlı devlet adamıydı.
69) Osmanlı Devleti döneminde yabancı ülkelerle telgraf
haberleşmesi yapabilmek için şu adımlar izlenirdi:
-
Öncelikle telgraf hatlarının o ülkeye kadar
uzatılması gerekirdi. Osmanlı Devleti 1860’lardan itibaren Avrupa ülkeleriyle
telgraf hatları kurmaya başladı.
-
Yabancı ülkelerin telgraf şirketleriyle
anlaşmalar yapılırdı. Örneğin Fransız Telgraf Şirketi ile anlaşılarak Fransa’ya
telgraf gönderme olanağı sağlandı.
-
Uluslararası telgraf birliğine dahil olmak
önemliydi. Osmanlı Devleti 1865’te Paris merkezli Uluslararası Telgraf
Birliği’ne katıldı.
-
Telgraf göndermek isteyen Osmanlı vatandaşları,
Posta Telgraf Nezareti’ne başvurarak ilgili ülkeye telgraf gönderirlerdi.
Ücreti öderler ve telgrafı yazarlardı.
-
Telgraf mesajı, Osmanlı telgraf hatları ve
anlaşmalı olduğu yabancı şirketler üzerinden ilgili ülkeye iletilirdi.
-
Yabancı ülkeden gelen telgraflar da aynı şekilde
Posta Telgraf Nezareti aracılığıyla alıcıya ulaştırılırdı.
Yani temelde, telgraf hatlarının kurulması ve uluslararası
anlaşmalar yapılması gerekiyordu. Bireyler bu alt yapı üzerinden telgraf
gönderebiliyordu.
70) Özetle:
-
İtalyanların 1911’de Trablusgarp’a çıkartma
yaptıklarında ordularının büyüklüğü tam olarak bilinmemekle birlikte, yaklaşık
20.000 civarında olduğu tahmin edilmektedir.
-
Osmanlı’nın Trablusgarp savunması için
gönderdiği düzenli asker sayısı çok azdı, ama yerel halktan gönüllü
savaşçıların sayısı 10.000 civarındaydı.
-
İtalya’nın Trablusgarp’ta yenilmesinde en büyük
etken, Osmanlı ordusunun ve yerel halkın beklenmedik şekilde güçlü direniş
göstermesi oldu. İtalyanlar yerel direnişi kıramadı ve çok kayıp verdi.
Dolayısıyla İtalyanlar, Osmanlı ve yerel güçlerin
beklenmedik şekilde güçlü direnişi karşısında Trablusgarp’ı kolayca ele
geçiremediler ve uzun süren savaşlar sonucunda barış anlaşması yapmayı kabul
ettiler. Yerel direniş, İtalya’nın zaferini engelleyen başlıca unsur oldu.
71) Uşi Antlaşması, 1912 yılında imzalanan bir antlaşma olup
şu detayları içermektedir:
-
Osmanlı İmparatorluğu ile İtalya Krallığı
arasında imzalanmıştır.
-
Antlaşma, 1911-1912 yılları arasında yapılan
Trablusgarp Savaşı’nı sona erdirmek için imzalanmıştır.
-
Bu antlaşmayla Osmanlı, Trablusgarp ve
Bingazi’nin İtalya’ya terk edilmesini kabul etmiştir. Böylece İtalya, bu
bölgelerin kontrolünü ele geçirmiş oldu.
-
Osmanlı ayrıca İtalya lehine savaş tazminatı
ödemeyi de kabul etti.
-
Karşılık olarak İtalya, Ege adaları üzerindeki
hak iddialarından vazgeçti.
Sonuç olarak Uşi Antlaşması, Trablusgarp Savaşı’nı
sonlandırdı ve Osmanlı’nın Kuzey Afrika’daki topraklarının İtalyan egemenliğine
geçmesine yol açtı. Osmanlı ağır şartlar altında bu toprakları kaybetmek
zorunda kaldı.
72) İlga etmek, bir kurum ya da uygulamayı yürürlükten
kaldırmak, ortadan kaldırmak anlamına gelir.
Bazı örnekler:
-
Hükümet, verimsiz çalışan kamu kurumunu ilga
etti. (Kapattı.)
-
Okul müdürü, eskimiş bazı okul kurallarını ilga
etti. (Kaldırdı.)
-
Şirket, artık karlı olmayan bir ürün hattını
ilga etmeye karar verdi. (Üretimine son verdi.)
-
Hakim, sanığın suçlu bulunmasıyla birlikte hapis
cezasını ilga etti. (Ortadan kaldırdı.)
Görüldüğü gibi “ilga etmek”, bir şeyi tamamen yürürlükten
kaldırmak, uygulamadan tamamen çıkarmak demektir. Genellikle kanun, kural,
ceza, kurum, unvan, rutbe gibi şeyler için kullanılır.
73) Atatürk’ün Osmanlı Devleti’ni savunması zamanlarından
Türkiye Cumhuriyeti kurulana kadar yaptığı savaşlar, birbiriyle sıkı bir
bağlantı içindedir. Bu savaşlar, Osmanlı Devleti’nin çöküşünü ve Türkiye
Cumhuriyeti’nin kuruluşunu belirleyen önemli dönüm noktalarıdır.
Atatürk, I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin saflarında
savaşmıştır. Bu savaşta gösterdiği başarılarla, Türk ordusunda önemli bir
komutan olarak öne çıkmıştır. Savaşın sonunda Osmanlı Devleti’nin yenilmesi
üzerine, Atatürk, Anadolu’da Türk milletinin bağımsızlığını kazanmak için
mücadele etmeye başlamıştır.
Atatürk’ün liderliğindeki Türk Milleti, 1919-1922 yılları
arasında Kurtuluş Savaşı’nı vermiştir. Bu savaşta, Türk milleti, büyük bir
fedakârlık göstererek, işgalci güçlere karşı zafer kazanmıştır. Kurtuluş
Savaşı’nın sonucunda, 29 Ekim 1923 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur.
Atatürk’ün Osmanlı Devleti’ni savunması zamanlarından
Türkiye Cumhuriyeti kurulana kadar yaptığı savaşların birbiriyle bağlantısı ve
genel sonucu şu şekilde özetlenebilir:
* Bu savaşlar, Türk milletinin bağımsızlık mücadelesinin bir
parçasıdır.
* Bu savaşlar, Türk milletinin milli birlik ve
beraberliğinin güçlenmesine katkı sağlamıştır.
* Bu savaşlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun
temellerini atmıştır.
Atatürk’ün bu savaşlarda gösterdiği başarılar, onun Türk
milleti için bir kahraman olarak kabul edilmesini sağlamıştır. Atatürk, bu
savaşlar sayesinde, Türk milletinin bağımsızlığını ve egemenliğini kazanmasında
önemli bir rol oynamıştır.
Atatürk’ün yaptığı savaşlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin
kuruluşu ve gelişimi açısından büyük önem taşımaktadır. Bu savaşlar, Türk
milletinin bağımsızlık mücadelesinin bir parçası olarak, Türk tarihinin en
önemli dönüm noktalarından biridir.
Atatürk’ün Osmanlı Devleti’nden Türkiye Cumhuriyeti’nin
kuruluşuna kadar yaptığı başlıca savaşlar şunlardır:
-
Trablusgarp Savaşı (1911-1912): İtalya’ya karşı
Libya’yı savunma savaşı.
-
Balkan Savaşları (1912-1913): Osmanlı’nın
Balkanlardaki topraklarının kaybedildiği savaşlar.
-
I. Dünya Savaşı (1914-1918): Osmanlı’nın İttifak
Devletleri safında yer aldığı savaş.
-
Kurtuluş Savaşı (1919-1922): Yunan işgaline
karşı verilen bağımsızlık savaşı.
Tüm bu savaşlar, Osmanlı Devleti’nin toprak kayıpları ve
dağılma sürecine neden oldu. Ancak Atatürk’ün liderliğindeki Kurtuluş Savaşı,
bu süreci tersine çevirdi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu sağladı.
Dolayısıyla Atatürk’ün savaşları, Osmanlı’nın çöküş
döneminden Türk milletinin yeniden dirilişine uzanan bir mücadelenin
parçalarıydı. Amacı her zaman Türk milletinin bağımsızlığını ve egemenliğini
korumaktı. Bu hedef Kurtuluş Savaşı’yla gerçekleşti.
74) Genç subay Mustafa Kemal, 1911’de Trablusgarp’a
gittiğinde bölge İtalyan işgali altındaydı. Atatürk, yerel halkı İtalyanlara
karşı örgütlemeye odaklandı:
-
Trablusgarp’taki gizli Türk örgütüne katıldı ve
halkı bilinçlendirme çalışmaları yaptı.
-
Arap ve Berberi kabile liderleriyle görüşüp,
onları İtalyanlara karşı ayaklanmaya teşvik etti.
-
Halktan gönüllü savaşçılar topladı ve gerilla
birlikleri kurdu. Bu birliklere askeri eğitim verdi.
-
Çölde hareket ederek İtalyan birliklerine
baskınlar düzenledi, ikmal yollarını kesti.
-
İtalyanların kontrolündeki şehirlerde
ayaklanmalar çıkardı.
-
Arapça broşürler hazırlatıp halkı direnişe
çağırdı.
-
Yerel din adamlarını İtalyanlara karşı cihat
ilan etmeleri için teşvik etti.
-
Farklı kabileleri ortak düşmana karşı
birleştirmeye çalıştı.
Böylece Atatürk, Trablusgarp halkını bilinçlendirerek ve
örgütleyerek İtalyan işgaline karşı etkili bir direniş göstermelerini sağladı.
75) Osmanlı döneminden günümüze Türkiye ve Libya arasındaki
ilişkiler genel olarak şu şekilde gelişmiştir:
-
Osmanlı döneminde Trablusgarp ve Bingazi,
Osmanlı egemenliğindeydi. 1911-1912’de Trablusgarp Savaşı yaşandı.
-
İtalya’nın Libya’yı işgaliyle bağ kopmuş gibi
görünse de Türkler ve Libyalılar arasında tarihsel bağlar devam etti.
-
İkinci Dünya Savaşı sonrası Libya bağımsızlığını
kazandı. 1969’da Kaddafi iktidara geldi.
-
Türkiye, Kaddafi döneminde Libya ile yakın
ilişkiler geliştirdi. Ekonomik ve ticari ilişkiler kuruldu.
-
2011’de Libya İç Savaşı çıkınca Türkiye, Ulusal
Geçiş Konseyi’ni destekledi.
-
İç savaş sonrasında Türkiye, Libya’da önemli bir
aktör haline geldi. Askeri ve ekonomik işbirliği yapılıyor.
-
Son olarak Libya’daki iç çatışmada Türkiye, BMGK
tarafından tanınan Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni destekliyor.
-
Tarihsel ve kültürel bağlar iki ülke
ilişkilerinde etkili oluyor.
Dolayısıyla tarihsel köklere dayanan Türk-Libya ilişkileri,
zaman içinde inişler ve çıkışlar yaşasa da genel olarak olumlu bir seyir
izlemiştir.
76) Özetle:
-
Abdülhamid Han, 1908’de meşrutiyetin ilanı
sonrası tahttan indirilmiş ve Selanik’e sürgün edilmişti.
-
Balkan Savaşları sırasında (1912-1913) da
Selanik’te sürgündeydi. Savaşın seyrini endişeyle takip etti.
-
Osmanlı Devleti, bu savaşlarda büyük yenilgiye
uğrayıp Balkanlar’daki topraklarının çoğunu kaybetti. Devlet çöküş sürecine
girdi.
-
Abdülhamid Han’ın bu dönemde yapabileceği
sınırlı şey vardı. Devlet yönetiminde söz sahibi değildi.
-
Ancak daha ılımlı politikalar izlese ve Jön
Türkler’in darbelerine engel olsaydı, belki de dağılma hızlanmaz ve Osmanlı
biraz daha yaşardı.
Ancak bu varsayımların gerçekleşme ihtimali düşüktü.
Osmanlı’nın çöküşünü engellemek için köklü reformların çok önceden yapılması
gerekiyordu.
77) Bu ifade, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde Dışişleri
Bakanı olan Tevfik Paşa’ya aittir.
1912’de patlak veren Balkan Savaşları öncesinde Tevfik Paşa
“Ben imanım kadar eminim ki Balkanlardan memnuniyetsiz tek bir ses
çıkmayacaktır.” Demişti.
Ancak Balkan Savaşları çok geçmeden patlak verdi ve Osmanlı
Balkanlar’daki topraklarının çoğunu kaybetti.
Dolayısıyla Tevfik Paşa’nın bu sözünden şunlar
anlaşılmaktadır:
-
Osmanlı yönetimi Balkanlardaki milliyetçilik
akımlarını ve huzursuzluğu göremedi/önemsemedi.
-
Balkan halklarının Osmanlı’dan kopma isteği
oldukça yüksekti fakat hükümet bunun farkında değildi.
-
Osmanlı karar alıcıları Balkanlar’da vahim
durumu kavrayamadılar ve hazırlıksızdılar.
-
Sözde emin olunan durum çok kısa sürede tersine
döndüğü için ifade ironik bir anlam taşıyor.
Bu ifade, Osmanlı yönetiminin içine düştüğü durumun
vahametini ve Balkan politikalarının yanlışlarını göstermesi açısından
önemlidir.
78) Sultan Abdülaziz dönemi (1861-1876), Osmanlı ordusunun
askeri gücü ve teknolojisi açısından inişli çıkışlı bir seyir izlemiştir:
-
Başlangıçta Abdülaziz, orduyu modernleştirme
çabalarına ağırlık verdi. Yeni askeri okullar açıldı.
-
Ancak Kırım Savaşı sonrasında başlayan mali
sıkıntılar, ordunun modernizasyonunu yavaşlattı.
-
1870’lerde ordunun eğitim ve teçhizatı iyice
zayıfladı. Eskimiş silahlar ve yetersiz eğitim öne çıktı.
-
93 Harbi’nde (1877-1878) ordu, teknolojik
üstünlüğe sahip Ruslara karşı büyük kayıplar verdi. Geriliği ortaya çıktı.
-
Sultan Abdülaziz’in son döneminde orduda ciddi
bir modernizasyon hamlesi olmadı.
-
Asker sayısı azaldı, silah ve teçhizat eskidi.
Disiplin ve eğitim bozuldu.
-
Bu da ordunun savaş gücünün ve teknolojisinin
giderek zayıflamasına yol açtı.
Sonuç olarak Abdülaziz döneminde ordu kinetik güç ve
teknoloji olarak, kurulduğu döneme göre belirgin bir gerileme içine girmiştir.
79) Osmanlı Devleti’nde bilinen ilk robot 17. Yüzyıl
başlarında Takiyüddin tarafından yapıldı.
Takiyüddin’in yaptığı robotun özellikleri:
-
Robot, insan şeklinde tasarlanmıştı ve
oturabilen bir makineydi.
-
Baş ve kol hareketleri yapabiliyordu.
-
Ellerindeki kalemler sayesinde yazı
yazabiliyordu.
-
Kendi başına hareket edebiliyor ve insanlarla
etkileşime girebiliyordu.
-
İçerisinde su gücüyle çalışan karmaşık dişli ve
kam mekanizmaları bulunuyordu.
-
Robotun yapımında demir, pirinç ve çeşitli
metaller kullanılmıştı.
Takiyüddin’in bu ilk robotu, dönemin ileri seviyedeki
mekanik ve mühendislik bilgilerini yansıtması açısından önemliydi. Osmanlı’da
robotik alanındaki ilk öncü çalışma olarak kabul edilebilir.
80) İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önde gelen isimleri ile
Atatürk ve silah arkadaşlarını savaş konusunda bilgi ve tecrübe açısından
karşılaştırdığımızda:
-
İttihatçıların çoğu doğrudan askeri eğitim
almamış siyasetçilerdi. Savaş tecrübeleri sınırlıydı.
-
Atatürk ve silah arkadaşları ise doğrudan askeri
okullarda yetişmiş ve savaş meydanlarında tecrübe kazanmışlardı.
-
Özellikle Balkan Savaşı, I. Dünya Savaşı ve
Kurtuluş Savaşı’nda edindikleri askeri tecrübe çok daha derin ve kapsamlıydı.
-
Atatürk ve diğer komutanlar, savaş stratejisi ve
taktikleri konusunda daha bilgiliydi.
Halil Menteşe’ye gelince; İttihatçı olmasına rağmen
siyasetten ziyade asker kökenliydi. Ancak komuta tecrübesi kısıtlıydı ve
savaşlarda başarısız oldu.
Sonuç olarak, Atatürk ve silah arkadaşlarının askeri
alandaki bilgi birikimi ve tecrübesi, İttihatçı lidere göre çok daha üstündü.
81) Bu alıntıda geçen görüşleri tarihsel bağlamda şu şekilde
yorumlayabiliriz:
-
Çok uluslu imparatorluklarda genelde egemen ulus
en son milliyetçiliği benimser. Çünkü imparatorluğun çıkarı milliyetçilikle
çelişebilir.
-
Osmanlı’da da Türk milliyetçiliği geç gelişti.
İmparatorluk çıkarı ön plandaydı.
-
Ancak 19. Yüzyılda milliyetçilik Osmanlı içinde
de yükselince, Türkler de milli bilinç geliştirmeye başladı.
-
Fakat bu bilinçlenme kolay olmadı. Çok kültürlü
imparatorluk geçmişinden kopmak zordu.
-
Benzer süreç Avusturya-Macaristan
İmparatorluğu’ndaki Almanlar için de geçerliydi.
-
Ancak bu milli uyanış, diğer milletlere
düşmanlık demek değildi. Birlikte yaşama arzusu vardı.
Sonuç olarak çok uluslu imparatorluklarda milliyetçilikler
farklı evrim geçirirken, Türk milliyetçiliği de geç fakat barışçıl gelişti
yorumu yapılabilir.
82) Balkan Savaşları sırasında Türklerin Türklük bilincini
kazanmalarına birkaç sebep olduğu söylenebilir:
-
Balkanlardaki Türkler, özellikle
Bulgaristan’daki Müslüman Türkler, savaş sırasında Balkan devletleri tarafından
ağır baskı, asimilasyon ve etnik temizlik politikalarına maruz kaldı. Bu da
onların kimliklerini ve Türklük bilincini kuvvetlendirdi.
-
Osmanlı Devleti’nin Balkanlardaki toprak
kayıpları ve Müslüman halkın göç etmek zorunda kalması, Anadolu’daki Türklerin
milliyetçilik duygularını kamçıladı.
-
Balkan Savaşları sonrası İstanbul’a ve
Anadolu’ya göç eden Türk ve Müslüman muhacirler, Türk milliyetçiliğinin
yükselmesinde rol oynadı. Muhacirlerin acı hikâyeleri Türk halkında dayanışma
ve tepki duygusu uyandırdı.
-
Genç Türkler gibi Türk milliyetçisi çevreler,
Balkanlar’daki Türk varlığının yok edilişine tepki gösterdi ve Türk
milliyetçiliğini savundu.
-
Balkan Savaşları, Osmanlıcılık fikrinin çöküşünü
ve yerine Türk milliyetçiliğinin geçmesini sağladı. Türk kimliği ön plana
çıktı.
Dolayısıyla Balkan Savaşlarının acı tecrübesi, Anadolu’daki
Türklerin milliyetçilik duygularını harekete geçirdi ve Türk kimliğinin
güçlenmesinde katalizör rol oynadı diyebiliriz.
83) Selanik’in 1912’de Balkan Savaşı’nda Yunanistan
tarafından ele geçirilmesi, Mustafa Kemal Atatürk’ü derinden etkilemiştir.
-
Atatürk, 1881’de Selanik’te doğmuş ve
çocukluğunu orada geçirmişti. Dolayısıyla Selanik’e karşı duygusal bir bağı
vardı.
-
Selanik’in kaybı, Atatürk’ün zihninde
Osmanlı’nın çöküşünü somutlaştırdı. Ona göre, Selanik kaybı Osmanlı’nın mahvı
demekti.
-
Bu olay, Atatürk’ün milliyetçilik duygularını
kamçıladı ve Türk milletini birleştirerek güçlendirme fikrini olgunlaştırdı.
-
Atatürk, hatıralarında Selanik’in Yunanlıların
eline geçmesinin Türkler için büyük bir felaket olduğunu yazmıştır.
-
Selanik’le birlikte bütün Makedonya’nın kaybı
Atatürk’ü derinden üzdü ve milli bir hedef belirlemesini sağladı.
-
Atatürk, ileride Türk milletini bu tür kayıplara
karşı güçlendirme azmi güttüğünü ifade etmiştir.
Sonuç olarak, Selanik’in kaybı Atatürk’ün kişisel tarihinde
derin izler bırakmış, onun liderlik niteliklerinin gelişmesinde etkili olmuştur
denilebilir.
84) Zümrezâde Şakir Bey, Osmanlı devlet adamı ve aydınıdır.
Zümre kelimesi Arapça kökenli olup, “grup, sınıf, zümre”
anlamlarına gelmektedir.
Zümrezâde, “zümreden olan, belli bir zümrenin çocuğu”
demektir.
Şakir Bey’in babası Ahmet Efendi, Yeniçeri Ocağı’nın zümre
sınıfına mensup olduğu için Şakir Bey’e Zümrezâde denilmiştir.
Zümrezâde Şakir Bey’in hayatına baktığımızda:
-
1832 yılında İstanbul’da doğdu.
-
Babası Yeniçeriliğin kaldırılmasından sonra
Topçu Ocağı’na geçti.
-
Şakir Bey, babasının mesleğini seçerek Topçu
Ocağı’nda eğitim aldı.
-
Askerlik hayatının yanı sıra edebiyatla da
ilgilendi.
-
Tanzimat döneminde batılılaşma hareketini
destekledi.
-
Özellikle eğitim alanında modernleşme
taraftarıydı.
-
1868’de Harbiye Nazırlığı (Milli Savunma
Bakanlığı) Müsteşarı oldu.
-
Çeşitli askeri ve sivil görevlerde bulunduktan
sonra 1908’de emekliye ayrıldı.
Zümrezâde Şakir Bey, Osmanlı’nın batılılaşma çabalarına
katkıda bulunan önemli isimlerden biri olarak kabul edilir. Hem asker hem aydın
kimliğiyle öne çıkmıştır.
85) 1913 Ekim ayında Mustafa Kemal Atatürk’ün Sofya’ya tayin
edilmesi şu şekilde gerçekleşmiştir:
-
Balkan Savaşları sonrasında İstanbul Hükümeti,
Sofya’da bir askeri ataşelik açma kararı almıştı.
-
Buranın amacı, yeni kurulan Bulgaristan’daki
askeri ve siyasi gelişmeleri yakından takip etmekti.
-
O dönemde Binbaşı rütbesinde olan Mustafa Kemal,
Harbiye Nazırı (Milli Savunma Bakanı) Enver Paşa tarafından Sofya Askeri
Ataşeliği görevine atanmıştır.
-
Mustafa Kemal, ekim 1913’te Sofya’ya giderek
göreve başlamıştır.
-
Kendisine verilen talimatta, Bulgar ordusunun
durumu ve planları hakkında ayrıntılı raporlar hazırlaması istenmişti.
-
Ayrıca bölgedeki gelişmeleri ve siyasi havanın
seyrini yakından gözlemlemesi bekleniyordu.
Dolayısıyla Mustafa Kemal’in Sofya’ya atanmasında,
Balkanlar’daki askeri ve siyasi durumu yakından takip etme hedefi bulunuyordu.
Bu görev onun askeri ve siyasi kariyerinde önemli bir basamak oldu.
86) Mustafa Kemal
Atatürk 1913 yılında Sofya’ya Osmanlı askeri ataşesi olarak gittiğinde, Bulgar
diplomatlarla özellikle Balkan Savaşları sonrasında oluşan yeni durum hakkında
fikir alışverişinde bulunmuştur.
Atatürk’ün Bulgar diplomatlarla yaptığı görüşmelerin
Türkiye’nin geleceğine şu etkileri olduğu söylenebilir:
-
Balkanlardaki gelişmeleri ve Bulgaristan’ın
tutumunu yakından gözlemleme fırsatı buldu. Bu sayede Balkan politikası
konusunda vizyonunu genişletti.
-
Bulgaristan’ın bağımsızlığını kazanma sürecinden
etkilenerek, Türk milletinin de aynı şekilde bağımsızlığını kazanabileceğine
dair inancı güçlendi.
-
Bulgaristan örneğinden hareketle, bağımsız Türk
devletinin kurulabilmesi için batılı devletlerle iyi ilişkiler geliştirmenin
önemini fark etti.
-
Genç Türkler hareketi içinde milliyetçilik
akımını temsil eden kişi olarak, Sofya’daki gözlemleri milliyetçi fikirlerini
olgunlaştırmasına katkı sağladı.
Anlaşıldığı kadarıyla Atatürk’ün Sofya’daki bulunuşu, hem o
dönemki politik gelişmeleri yakından takip etmesi hem de gelecekte Türkiye
Cumhuriyeti’nin kuruluşuna zemin hazırlayan fikirlerini şekillendirmesi
açısından önemli bir dönem olmuştur.
87) Eğer Mustafa
Kemal Atatürk günümüz Türkiye’sinde yaşasaydı, politikalarının o dönemin
koşullarına göre şekilleneceğini düşünüyorum.
Atatürk her zaman için pragmatik bir liderdi. Çağın
koşullarına uygun politikalar izlemeyi amaçlardı. Bu nedenle günümüz
Türkiye’sinde:
-
Ekonomik kalkınmaya ve teknolojik gelişime büyük
önem verirdi. Sanayileşmeyi ve eğitimi önceliklendirir, tarımı modernize etmeye
çalışırdı.
-
Laiklik ilkesinden asla taviz vermez, ancak
dindar kesimlerle diyalog ve uzlaşma yolları arardı.
-
Uluslararası ilişkilere ve bölgesel iş
birliklerine önem verir, AB, NATO gibi kurumlarla bütünleşmeye devam ederdi.
-
Ordunun siyasetten uzak durması gerektiğini
savunurdu. Darbelere kesinlikle karşı çıkardı.
-
Azınlık hakları, ifade özgürlüğü, insan hakları
gibi evrensel değerleri önemserdi.
-
Gençlerin çağdaş ve bilimsel düşünce yapısına
sahip olması için eğitim reformları yapardı.
Elbette bu sadece tahminler. Ancak Atatürk’ün temel
ilkelerinin evrensel nitelikte olduğunu ve bugün de geçerliliğini koruduğunu
söyleyebiliriz. Önemli olan onun ilkelerini doğru anlayıp uygulayabilmektir.
88) Verdiğiniz tarihsel anlatımda Mustafa Kemal Atatürk’ün
1913 yılında Osmanlı askeri ataşesi olarak Sofya’ya gelişi ve buradaki
faaliyetlerine değiniliyor.
Anlatılanlara göre Atatürk, Sofya’daki görevi sırasında şu
şekilde hareket etmiş:
-
Kısa sürede Bulgar başkentinin siyasi ve
kültürel hayatının önemli isimlerinden biri haline gelmiş.
-
Özellikle asker kökenli Bulgar yetkililerle
yakın ilişkiler kurmuş.
-
Balkan Savaşları’nda çarpıştığı Bulgar
komutanlarla da iletişim halinde olmuş.
-
Bulgaristan’daki gözlemleri, Atatürk’ün
gelecekteki birçok projesini şekillendirmiş.
-
Toplumsal, siyasi, kültürel modernleşme sürecini
Bulgaristan örneğinden yakından takip etme fırsatı bulmuş.
-
Ancak İttihatçılar tarafından görevinden
uzaklaştırılmış ve bir yıldan biraz fazla bu görevi sürdürebilmiş.
-
Selanik kökenli olması nedeniyle Balkanlar’ı iyi
tanıyor olması, diplomatik görevinde avantaj sağlamış.
Bu anlatılanlara bakılırsa Atatürk’ün Sofya’daki görevi,
onun gelecekteki liderlik vasıflarının gelişmesinde önemli bir dönem olmuş gibi
görünüyor. Hem bölgeyi hem de siyasi/kültürel dinamikleri yakından gözlemleme
fırsatı bulmuş.
89) Atatürk’ün 1913-1914 yılları arasında Osmanlı askeri
ataşesi olarak bulunduğu Sofya’daki görevi sırasında çeşitli görüşme ve
etkileşimlerde bulunduğu, edindiğim kadarıyla şu izlenimleri verdiği
söylenebilir:
-
Zeki ve analitik bir gözlemci olarak
karşısındakilerde olumlu izlenim bırakmıştır. Askeri ve siyasi gelişmeleri
kapsamlı bir bakış açısıyla değerlendirebilmiştir.
-
Konuşmalarında ve tavırlarında özgüveni ve
kararlılığı hissedilmiş, fikirlerini ve fikirlerine olan inancını net bir
şekilde ifade edebilmiştir.
-
Pratik zekası, çözüm odaklı yaklaşımı ile
diplomatik ilişkilerde başarılı olmuş, karşı tarafı etkileme ve ikna kabiliyeti
göze çarpmıştır.
-
Askeri konulardaki uzmanlığı ve tecrübesi
sayesinde askeri çevrelerde saygınlık kazanmıştır.
-
Bazı kaynaklara göre resmi görüşmelerin yanı
sıra gayriresmi sohbetlerde de espritüel kişiliği ve mizah yeteneği ile öne
çıkmıştır.
-
Milliyetçi duygularını ve Türk inkılabı idealini
hissettirir bir tavır sergilemiştir.
-
Çağdaş, ilerici fikirleri ve Batılı tarzı ile
dikkat çekmiştir.
Genel olarak Atatürk’ün zekası, karizması, liderlik
vasıfları ile Sofya’da olumlu izlenimler bıraktığı söylenebilir. Hem mesleki
hem kişisel açıdan olgun ve etkileyici biri olarak görülmüştür.
90) Atatürk’ün biyografisine ve karakter özelliklerine
baktığımızda, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan önce başka bir devletten
gelen cumhurbaşkanlığı ya da benzeri bir makam teklifini kabul etme ihtimalinin
düşük olduğunu söyleyebiliriz:
-
Her şeyden önce Atatürk’ün temel hedefi, doğduğu
topraklar olan Anadolu’da bağımsız bir Türk devleti kurmaktı. Bu ideali uğruna
mücadele etmiştir.
-
Kendisini Türk milletine adayan bir liderdi.
Türk milletinin çıkarlarına aykırı bir teklifi kabul etmesi beklenemezdi.
-
Çok genç yaşlardan itibaren askeri ve siyasi
kariyerini Osmanlı ve Türk topraklarında inşa etmiş biriydi. Yurt dışında görev
alması ihtimali zayıftı.
-
Dönemin şartlarında başka bir ülkenin
yönetiminde görev alması, vatana ihanet olarak görülebilirdi. Atatürk böyle bir
risk almazdı.
-
Liderlik vasfı ve karizmasıyla kendi milletinin
bağımsızlığı ve yükselişi için mücadele etmeyi tercih etmiştir.
Elbette hayatın getireceği şartlar kesin olarak öngörülemez
ama Atatürk’ün kişilik yapısı ve mücadelesi göz önüne alındığında böyle bir
teklifi geri çevirme ihtimali oldukça yüksektir. Türk milletine olan bağlılığı
daima ön plandaydı.
91) Balkan topraklarının kaybedilmemesi durumunda olası
senaryolar şöyle olabilirdi:
-
Osmanlı için Balkanlar hem ekonomik açıdan hem
de siyasi nüfuz açısından büyük önem taşıyordu. Bu toprakların elde kalması
Osmanlı’yı biraz daha güçlü kılabilirdi.
-
Ancak 19. Yüzyıldan itibaren milliyetçilik
akımlarının yükselişi kaçınılmazdı. Bu durumda Balkan halklarının bağımsızlık
talepleri engellenemeyebilirdi.
-
Ayrıca Osmanlı’nın askeri, ekonomik ve idari
yapısındaki çöküşü durdurması zordu. Yine de dağılma süreci daha yavaş
ilerleyebilirdi.
-
Buna rağmen 20. Yüzyıl başında bir dünya savaşı
çıkması ve Osmanlı’nın yenilmesi durumunda yine toprak kayıpları yaşanabilirdi.
-
Atatürk’ün liderliğinde bir Türk devleti
kurulması için, Osmanlı’nın dağılma sürecine girmesi ve bir boşluk ortaya
çıkması gerekiyordu. Dolayısıyla Osmanlı ayakta kalsaydı bu olmayabilirdi.
-
Atatürk milliyetçi ve ilerici bir lider olarak
muhtemelen Osmanlı yerine Türk kimliğini ön plana çıkaran bir devlet kurmayı
amaçlardı.
Sonuç olarak, Balkan topraklarının elde kalması Osmanlı’yı
biraz daha güçlü kılabilirdi ama yıkılışını engellemesi zor görünüyor. Atatürk
için ise Osmanlı’nın zayıflaması Türk devletini kurma fırsatı anlamına
geliyordu.
92) Özetle;
-
Mustafa Kemal Atatürk, 1930’da Balkan Antantı’nı
güçlendirmek amacıyla Bulgaristan’ın Sobranye kentinde Balkan Konferansı’na
katılmıştır.
-
Bu konferansta Atatürk, Balkan ülkeleri arasında
barış ve işbirliğini artırmayı amaçlayan önemli adımlar atmıştır.
-
Özellikle Yunanistan ile yaşanan sorunların
çözümüne yönelik çaba göstermiştir.
-
Sobranye Konferansı, Atatürk’ün Balkan
politikasında milat olmuş, Türkiye’nin bölgedeki itibarını artırmıştır.
-
Atatürk, burada verdiği örnek diplomasiyle
Balkan Paktı’nın temellerini atmıştır.
-
Sobranye ziyareti, Atatürk’ün “Yurtta Sulh,
Cihanda Sulh” ilkesinin somut bir örneği olmuştur.
93) Osmanlı’da Avrupa ve Balkanlar’daki gelişmelerden endişe
duyan ve bu bölgelere karşı temkinli yaklaşan bazı aydınlar şunlardır:
-
Namık Kemal: Avrupa’nın askeri ve teknolojik
üstünlüğünden çekinmiş, Osmanlı’nın geri kalmışlığının tehlikeli olduğunu
savunmuştur. Batılılaşmayı desteklemiştir.
-
Şinasi: Avrupa karşısında Osmanlı toplumunun
zayıflığını görmüş, yenileşmeyi desteklemiştir. Fakat Batılılaşmaya karşı da
çekinceleri vardır.
-
Ali Suavi: Avrupa’nın emperyalizminden şikayet
etmiş, Osmanlıcılık fikrini savunarak Balkanlar’daki Osmanlı hakimiyetini
korumayı amaçlamıştır.
-
Mithat Paşa: Balkanlarda milliyetçiliğin
yükselişinden endişe etmiş, ıslahatlarla bu tehlikeye karşı önlem almaya
çalışmıştır.
-
Peyami Safa: Batı kültürünün olumsuz
etkilerinden çekinmiş, Doğu-Batı sentezine yönelmiştir.
-
Mehmet Akif Ersoy: Batılılaşmanın manevi
değerleri aşındıracağı kaygısı taşımış, İslamcı-muhafazakar bir çizgide
durmuştur.
94) 1910’lu yıllarda Bulgaristan’da yaklaşık 200 bin
civarında köylünün topraksız kalmasının başlıca sebepleri şunlardır:
-
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında
Bulgaristan’ın bağımsızlığını kazanmasıyla toprak mülkiyeti konusunda
belirsizlikler yaşanmıştır.
-
Toprakların önemli bir kısmı devletin ve din
adamlarının elinde toplanmış, köylüler topraksızlaştırılmıştır.
-
Nüfus artışı ve miras yoluyla toprak
parçalanması, küçük toprak parçalarının oluşmasına yol açmıştır.
-
Sanayileşme ile köyden kente göç başlamış,
köylüler topraklarını terk etmek zorunda kalmıştır.
Bu soruna çözüm bulmak için kurulan Bulgaristan Çiftçi
Partisi, 1920’lerden itibaren toprak reformu çağrıları yapmıştır. Parti, toprak
dağıtımı, vergi indirimi, tarım kredileri gibi taleplerde bulunmuştur. Ancak
radikal bir toprak reformu gerçekleştirilememiş, sorun kısmen çözülebilmiştir.
95) Bulgaristan’ın sanayileşme süreci için bazı önemli
noktalar şunlardır:
-
Bulgaristan 1878’de Berlin Antlaşması ile
Osmanlı’dan bağımsızlığını kazandı. Fakat tam bağımsızlık 1908’de ilan edildi.
-
19. Yüzyılın sonlarında tarım, Bulgaristan
ekonomisinin bel kemiğiydi. Sanayileşme çok yavaş ilerliyordu.
-
Balkan Savaşları (1912-1913) sonrasında,
Bulgaristan Makedonya ve Güney Dobruca bölgelerini ele geçirdi. Bu topraklar
sanayileşme için yeni fırsatlar sundu.
-
I. Dünya Savaşı’ndan sonra sanayileşme hızlandı.
Tekstil, gıda, metalurji gibi hafif sanayiler gelişti.
-
1930’larda ağır sanayi yatırımları başladı.
Demir-çelik, makine, kimya gibi alanlarda fabrikalar kuruldu.
-
II. Dünya Savaşı sonrasında, 1945’te komünist
rejimin kurulması ile devletçi sanayileşme modeli benimsendi.
Özetle, Balkan Savaşları Bulgaristan’ın toprak kazanımı
sayesinde sanayileşme için yeni imkanlar sundu. Ancak asıl atılım, I. Dünya
Savaşı sonrasında başladı diyebiliriz.
96) – 1894-1911 döneminde Bulgaristan’da çok sık hükümet
değişiklikleri yaşanmıştır. Bunun temel sebepleri:
1)
Siyasi istikrarsızlık: İç mücadeleler, darbeler,
siyasi partiler arası gerilimler hükümetlerin sık değişmesine yol açtı.
2)
Ekonomik sıkıntılar: Tarım toplumu olan
Bulgaristan, sanayileşememişti. Ağır borç yükü ve yoksulluk hükümetleri
zayıflattı.
3)
Dış müdahaleler: Özellikle Rusya ve
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Bulgaristan siyasetine müdahale etti.
Hükümetleri istedikleri gibi şekillendirmeye çalıştılar.
-
Bulgaristan’ın dışa bağımlı hale gelmesi Berlin
Antlaşması’ndan sonra oldu. Osmanlı’dan ayrılınca, Batılı devletler (İngiltere,
Fransa) burada etkili oldu. Altyapı yatırımları için dış borç alındı.
Sanayileşme gerçekleşmediği için ihracat zayıftı. Bu da ticari açığa yol açtı.
-
Atatürk, Lozan Antlaşması ile Türkiye’nin
bağımsızlığını kazandı. Ekonomik bağımsızlık için de sanayileşmeye önem verdi.
Yerli sanayii, ticaret ve tarımı geliştirmeye çalıştı. Dışa bağımlı olmamak
için milli iktisat politikaları izledi.
Atatürk’ün hedefi, dışarıya ihtiyaç duymadan ayakları
üzerinde duran güçlü bir ekonomi oluşturmaktı. Bunun için de çeşitli adımlar
attı diyebiliriz.
97) Bulgaristan’ın Balkan Savaşlarını kazanmasında
Sofya’daki Bükreş operalarındaki disiplinin önemli bir katkısı olmuştur. Bu
katkıyı şu şekilde açıklayabiliriz:
* **Disiplin, askeri birliklerin etkinliğini ve
verimliliğini artırır.** Askerler disiplinli olduklarında, komutanları
tarafından verilen emirlere daha iyi uyarlar ve görevlerini daha verimli bir
şekilde yerine getirirler. Bu, savaş alanında önemli bir avantaj sağlayabilir.
* **Disiplin, askeri birliklerde morali yükseltir.**
Askerler disiplinli olduklarında, kendilerini güvende ve kontrol altında
hissederler. Bu da onların savaş alanında daha iyi performans göstermelerini
sağlar.
* **Disiplin, askeri birliklerde birlik ve beraberliği
güçlendirir.** Askerler disiplinli olduklarında, birbirlerine karşı daha
saygılı olurlar ve birlikte çalışmaktan daha fazla keyif alırlar. Bu da onların
savaş alanında daha etkili bir şekilde işbirliği yapmalarını sağlar.
Sofya’daki Bükreş operaları, Bulgaristan’ın askeri
birliklerinde disiplinin gelişmesine önemli katkıda bulunmuştur. Bu operalar,
askeri birliklere disiplinli bir yaşam tarzı ve çalışma disiplini aşılamıştır.
Operalarda görev yapan sanatçılar, askeri birliklere disiplin konusunda eğitim
vermiştir. Ayrıca, operalar, askeri birliklere moral ve motivasyon sağlamak
için de kullanılmıştır.
Bulgaristan, Balkan Savaşları’nda disiplinli bir orduya
sahipti. Bu ordu, Osmanlı İmparatorluğu, Yunanistan, Sırbistan ve Karadağ’ı
yenerek Balkanlar’da önemli bir güç haline geldi. Bulgaristan’ın bu
başarısında, Sofya’daki Bükreş operalarındaki disiplinin önemli bir katkısı
olmuştur.
Bulgaristan’ın Balkan Savaşlarını kazanmasında Sofya’daki
Bükreş operalarındaki disiplinin katkısını şu örneklerle destekleyebiliriz:
* **Bulgaristan Ordusu, Balkan Savaşları sırasında
disiplinli bir şekilde hareket etti.** Askerler emirlere itaat ettiler ve
görevlerini yerine getirmek için ellerinden geleni yaptılar. Bu da Bulgaristan
Ordusu’nun savaşlarda başarılı olmasına yardımcı oldu.
* **Bulgaristan Ordusu’ndaki moral ve motivasyon yüksekti.**
Askerler, operalarda gördükleri disiplinli yaşam tarzından etkilendiler ve
savaşa hazır bir şekilde girdiler. Bu da Bulgaristan Ordusu’nun savaşlarda daha
etkili bir şekilde mücadele etmesini sağladı.
Sonuç olarak, Bulgaristan’ın Balkan Savaşlarını kazanmasında
Sofya’daki Bükreş operalarındaki disiplinin önemli bir katkısı olmuştur. Bu
katkı, Bulgaristan’ın Balkanlar’da önemli bir güç haline gelmesinde önemli bir
rol oynamıştır.
98) Atatürk’ün bu sözleri günümüz Türkiye’sinde çok farklı
yorumlanabilirdi. Ancak bana öyle geliyor ki:
-
Hükümet bu sözleri Atatürk’e hakaret olarak
değerlendirebilir ve eleştirilere tepki gösterebilirdi.
-
Bazı kesimler Atatürk’ün laiklik vurgusundan ve
mevcut yönetim eleştirisinden rahatsızlık duyabilirdi.
-
Ancak çoğu insan, Atatürk’ün Türk milletinin
eğitimine ve ilerlemesine verdiği önemi takdir edebilirdi.
-
Atatürk hem eleştirel hem de yapıcı bir tutum
sergilediği için, olumlu karşılanma ihtimali de yüksekti.
-
Sonuçta O’nun sözleri her daim Türk milletinin
ortak değerlerindendir.
Bence Atatürk bu sözleri bugün söylemiş olsaydı, öncelikle
tartışmalara yol açabilirdi. Ancak uzun vadede Türk halkının çoğunluğu onun
çağdaş ve aydınlanmacı fikirlerini benimseyebilirdi. Çünkü O’nun önceliği her
zaman Türk milletinin refahı ve ilerlemesi olmuştur.
99) Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı’na
hazırlığı ve savaş stratejileri ile ilgili diğer ülkelerin raporlarında ve
belgelerinde şu tespitler yer almaktadır:
-
Osmanlı ordusunun yetersiz silah ve teçhizatı
olduğu, askerlerin eğitimsiz olduğu belirtiliyor. Lojistik ve iaşe konusunda da
ciddi eksiklikler olduğu vurgulanıyor.
-
Subayların ve komuta kademesinin niteliksiz
olduğundan bahsediliyor. Özellikle Alman subaylar, Türk subaylarının eğitim
düzeyini eleştiriyor.
-
Osmanlı’nın savaş stratejisinin ve harp sanatı
anlayışının geride kaldığı ifade ediliyor. Zaman zaman Osmanlı birliklerinin
gösterdiği kahramanlıklara rağmen genel olarak taktiksel üstünlüğün Osmanlı’da
olmadığı belirtiliyor.
-
İstihbarat, haberleşme ve ulaşım altyapısının
yetersizliği vurgulanıyor. Bu da Osmanlı’nın savaşı yönetmesini zorlaştırıyor.
-
Osmanlı yönetiminin savaşa moralsiz girdiğine
dair tespitler var. Savaşa sürüklendiği, bir zorunluluk olarak gördüğü ifade
ediliyor.
-
Osmanlı halkının savaş isteğinin düşük olduğu,
halktan yeterli destek gelmediğine dair yorumlar yer alıyor.
Bütün bu tespitler, Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı’na
hazırlıksız yakalandığı ve savaş boyunca ciddi zorluklar yaşadığı sonucunu
ortaya koyuyor.
100) Birinci Dünya Savaşı’nda Rusya ve İngiltere’nin kurduğu
ittifaklar ve amaçları şöyle özetlenebilir:
Rusya:
-
Fransa ve İngiltere ile ittifak yaptı. Üçlü
İtilaf olarak bilinen bu ittifakın amacı Almanya ve Avusturya-Macaristan’a
karşı savaşmaktı.
-
Rusya için savaşın temel amacı, Ortodoks Slav
kardeşlerini Avusturya-Macaristan idaresinden kurtarmak ve Boğazlar üzerindeki
etkinliğini artırmaktı.
-
Sıcak denizlere inme hayali de Rusya’nın
hedefleri arasındaydı.
İngiltere:
-
Rusya ve Fransa ile Üçlü İtilaf’ı kurdu. Amacı
Almanya’nın gücünün artmasını engellemekti.
-
Denizaşırı sömürgelerini korumayı ve
sömürgecilik alanını genişletmeyi amaçlıyordu.
-
Almanya’nın donanmasını yok etmek ve denizlerde
üstünlüğü ele geçirmek İngiltere için hayati önem taşıyordu.
-
Boğazları ve Ortadoğu petrollerini kontrol etmek
İngiltere’nin savaş amaçları arasındaydı.
Böylece her iki ülke kendi çıkarları doğrultusunda
Almanya’ya karşı bir ittifak oluşturmuş oldu.
101) İşte Birinci Dünya Savaşı sırasında yabancı devletlerin
Türklere yönelik bazı olumsuz yorumları:
-
Türkler “barbar” ve “ilkel” bir millet olarak
görülüyordu. Özellikle Batılı devletler, Türkleri uygarlıktan uzak, vahşi bir
halk olarak tasvir ediyordu.
-
Türklerin savaşmak için “doğuştan yetenekli”
olduğu düşünülüyordu. Türk askerlerinin çok iyi savaşçılar olduğu kabul
edilmekle birlikte, bu özellikleri barbarlık ve vahşilikle
ilişkilendiriliyordu.
-
Türkler “güvenilmez” ve “hain” olarak
görülüyordu. Özellikle Almanlar, Osmanlı İmparatorluğu’nun savaştan
çekilmesiyle Türklerin kendilerine ihanet ettiğine inanıyordu.
-
Türklerin İslamiyet yüzünden “geri kalmış” ve
“medeniyetsiz” olduğu düşünülüyordu. Hristiyan Avrupalılar, Türklerin Müslüman
kimliğini onları uygarlıktan uzaklaştıran bir etken olarak görüyordu.
-
Türkler “zalim”, “acımasız” ve “insanlık dışı”
olmakla suçlanıyordu. Özellikle Ermeni tehcirinin ardından, Türkler sivil halka
karşı acımasız ve insanlık dışı davrandığı için eleştiriliyordu.
Bu tür olumsuz propagandalar o dönemde yaygındı ve Türk
imajını olumsuz etkilemişti. Ancak bu algıların çoğu önyargılı ve ırkçı
yaklaşımlardan kaynaklanıyordu.
102) Birinci Dünya Savaşı’na girilmesinde tereddüt yaşayan
Osmanlı subayları arasında Enver Paşa’nın aktif savaş yanlısı tutumuyla ters
düşenler bulunuyordu.
Savaşa karşı çıkanların başında Mareşal Liman von Sanders
geliyordu. Ona göre Osmanlı ordusu savaşa hazır değildi ve ağır kayıplara yol
açacaktı.
Diğer savaş karşıtları da benzer gerekçelerle (ordunun
hazırlıksızlığı, ekonomik yıkım, toprak kaybı vb.) Birinci Dünya Savaşı’na
girilmemesi gerektiğini savunuyorlardı.
Ancak Enver Paşa, Almanya’nın yanında savaşa girerek toprak
kazanma hayali kuruyordu. Yenilgiye uğramayacağına inanıyordu.
Eğer Osmanlı savaşa girmeseydi, muhtemelen toprak kaybı
yaşamaz, ekonomik yıkım bu denli büyük olmazdı. Ancak Diğer yandan, İtilaf
devletlerine bazı tavizler vermek zorunda kalabilirdi.
Savaş yanlısı subaylar, zafer ve toprak kazancı umuduna
sarılırken; karşıt subaylar, yıkımın önüne geçmek istiyordu. Her iki taraf için
de kaygılar haklıydı.
103) Özetle:
-
Enver Paşa’nın komutasındaki Osmanlı ordusu,
Kafkas Cephesi’nde Ruslara karşı Aralık 1914’te Sarıkamış Harekâtı’nı başlattı.
-
Harekât başarısızlıkla sonuçlandı. Osmanlı
ordusu ağır kayıplar verdi. Resmi rakamlara göre 60,000’den fazla asker donarak
veya çatışmalarda öldü.
-
Başarısızlığın nedenleri arasında kötü hava
koşulları, yetersiz istihbarat, lojistik sorunlar, Enver Paşa’nın aceleciliği
ve kararları sayılabilir.
-
Sarıkamış yenilgisi, Osmanlı ordusunun Kafkas
Cephesi’ndeki inisiyatifini kaybetmesine yol açtı. Osmanlılar savaşın geri
kalanında bu cephede sadece savunmaya geçti.
-
Enver Paşa’nın askeri komutanlık kariyeri
Sarıkamış’tan sonra gerilemeye başladı. Bu başarısızlığın en büyük sorumlusu
olarak görüldü.
104) İşte Birinci Dünya Savaşı’nın İkinci Dünya Savaşı’nın
nedenleri arasında yarattığı sonuçlar:
-
Almanya’ya çok ağır şartlar dayatan Versailles
Antlaşması, Almanya’da büyük bir hınç ve intikam duygusu yarattı. Bu, Nazi
Partisi’nin yükselişine zemin hazırladı.
-
Savaştan sonra ortaya çıkan yeni devletlerin
sınırları iyi çizilmemişti ve bu gerilimlere yol açtı. Özellikle Almanya’nın
toprak kaybı revizyonist eğilimleri güçlendirdi.
-
Wilson İlkeleri çerçevesinde belirlenen
ulusların kendi kaderini tayin hakkı tam olarak sağlanamadı. Bu da bağımsızlık
ve toprak taleplerini canlı tuttu.
-
Savaşın getirdiği ekonomik yük, hayal
kırıklıkları ve yıkım, radikal akımların yükselişine yol açtı.
-
Versay sistemi kalıcı bir barış ortamı yaratmayı
başaramadı ve revizyonist Almanya’yı kontrol altında tutmakta yetersiz kaldı.
-
SSCB’nin komünist rejimi, Batı ile ideolojik
çatışmayı keskinleştirdi ve ittifakları yeniden şekillendirdi.
-
Japonya ve İtalya gibi güçler, sömürgeci
emellerinin önünde engel olarak gördükleri Versailles düzenine karşı çıktı.
Bütün bu sonuçlar, İkinci Dünya Savaşı’nın nedenleri ve
şartları için zemin hazırladı diyebiliriz. Dolayısıyla Birinci Dünya Savaşı,
ikinci büyük savaşın çıkmasında belirleyici bir etken oldu.
105) 1914-1918 yılları arasında Avrupa’da yaşanan ve tüm
dünyaya yayılan savaş, Birinci Dünya Savaşı olarak da bilinir. Savaşın
başlangıç nedeni, 28 Haziran 1914’te Avusturya-Macaristan Veliahtı Arşidük
Franz Ferdinand’ın Saraybosna’da Gavrilo Princip tarafından öldürülmesidir. Bu
olay, Avusturya-Macaristan’ın Sırbistan’a savaş ilan etmesine neden olur.
Avusturya-Macaristan’ın müttefiki Almanya da savaşa girer. Bu durum, Rusya’nın
Sırbistan’ı desteklemesi ve Fransa’nın da Rusya’yı desteklemesi ile sonuçlanır.
Böylece, Avrupa’da iki blok oluşur:
* İttifak Devletleri: Avusturya-Macaristan, Almanya, Osmanlı
İmparatorluğu ve Bulgaristan
* İtilaf Devletleri: Rusya, Fransa, İngiltere ve İtalya
Savaş, Avrupa’da ve dünyanın diğer bölgelerinde dört yıl
boyunca devam eder. Savaşın en önemli sonuçları şunlardır:
* 17 milyondan fazla insanın ölümü
* Avrupa’nın siyasi ve ekonomik düzeninin değişmesi
* Milletler Cemiyeti’nin kurulması
Savaşta kim suçlu olduğuna dair kesin bir cevap yoktur.
Ancak, Avusturya-Macaristan’ın Sırbistan’a savaş ilan etmesi, savaşın
başlangıcında önemli bir rol oynamıştır. Ayrıca, Almanya’nın savaşta aktif rol
alması, savaşın yayılmasında etkili olmuştur.
Savaşın temel nedenleri arasında şunlar sayılabilir:
* Avrupa’da güç dengesinin bozulması
* Milliyetçilik ve irredentizm akımlarının güçlenmesi
* İmparatorluklar arasındaki rekabet
* Askeri harcamaların artması
Savaş, Avrupa’nın siyasi ve ekonomik düzenini kökten
değiştirmiştir. İmparatorluklar yıkılmış, yeni devletler kurulmuştur. Ayrıca,
savaşın sonunda Milletler Cemiyeti kurularak, gelecekte barış ve güvenliğin
sağlanmasına yönelik bir adım atılmıştır.
İrredentizm, dil, din, soy ve kültür birliği olduğu hâlde
herhangi bir devletin sınırları dışında yer alan halk ile söz konusu devletin
birleşmesi fikridir. Ancak köken itibarıyla negatif bir anlam boyutu vardır.
Genelde de siyasal alanda bu anlamda kullanılmaktadır. Bir
devletin, kendi sınırına yakın yaşayan soydaşlarının oturduğu bölgeleri ilhak
etme politikası olarak anlaşılması söz konusudur.
İrredentizm, genellikle milliyetçilik ve pan-milliyetçilik
akımlarının bir sonucu olarak ortaya çıkar. Bu akımlar, bir ulusun tüm
mensuplarının aynı devlet sınırları içinde yaşaması gerektiğini savunur.
İrredentizm, bu hedefe ulaşmak için kullanılan bir araçtır.
İrredentizm, tarih boyunca birçok savaşa ve çatışmaya neden
olmuştur. Örneğin, Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıcında,
Avusturya-Macaristan’ın Sırbistan’a savaş ilan etmesi, Avusturya-Macaristan’ın
Bosna-Hersek’teki Sırp nüfusunun kendi topraklarına dahil edilmesi yönündeki
irredentizm akımlarından kaynaklanmıştır.
İrredentizm, günümüzde de bazı bölgelerde etkisini
sürdürmektedir. Örneğin, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, Rusya’nın Ukrayna’daki
Rus nüfusunun kendi topraklarına dahil edilmesi yönündeki irredentizm
akımlarından kaynaklandığı iddia edilmektedir.
İrredentizmin bazı örnekleri şunlardır:
* İtalyan irredentizmi: İtalya’nın, İtalyanca konuşan
nüfusun yaşadığı bölgeleri kendi topraklarına dahil etme isteği.
* Yunan irredentizmi: Yunanistan’ın, Yunanca konuşan nüfusun
yaşadığı bölgeleri kendi topraklarına dahil etme isteği.
* Pan-Slavizm: Slav uluslarının tek bir devlette birleşmesi
fikri.
* Pan-Türkizm: Türk uluslarının tek bir devlette birleşmesi
fikri.
İrredentizm, bir yandan ulusların kendi kaderini tayin
hakkının bir ifadesi olarak görülebilir. Ancak, diğer yandan, bir devlete karşı
tehdit oluşturabilecek bir akım olarak da değerlendirilebilir.
106) İkinci Dünya Savaşı, 1 Eylül 1939’da Almanya’nın
Polonya’yı işgaliyle başladı. Savaş, 1945’te Japonya’nın teslim olmasıyla sona
erdi.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Avrupa’da bir güç dengesi
kuruldu. Ancak, bu denge, 1930’larda Adolf Hitler’in Almanya’sında faşizmin
yükselmesiyle bozuldu. Hitler, Almanya’nın eski gücünü yeniden kazanması ve
Avrupa’da hakimiyet kurması için bir dizi saldırgan politika izledi.
İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıcında, Avrupa’da iki blok
vardı:
* Mihver Devletleri: Almanya, İtalya, Japonya ve onların müttefikleri
* Müttefik Devletleri: Fransa, İngiltere, Sovyetler Birliği
ve onların müttefikleri
Savaş, Avrupa’da ve dünyanın diğer bölgelerinde altı yıl
boyunca devam etti. Savaşın en önemli sonuçları şunlardır:
* 60 milyondan fazla insanın ölümü
* Avrupa’nın siyasi ve ekonomik düzeninin değişmesi
* Soğuk Savaş’ın başlaması
İkinci Dünya Savaşı’nın Birinci Dünya Savaşı’ndan en önemli
farkı, savaşın küresel bir boyuta ulaşmasıydı. Birinci Dünya Savaşı, esas
olarak Avrupa’da gerçekleşirken, İkinci Dünya Savaşı, Avrupa, Asya ve Afrika’da
gerçekleşti.
İkinci Dünya Savaşı’nın Birinci Dünya Savaşı’ndan bir diğer
önemli farkı, savaşın teknolojik olarak daha gelişmiş olmasıydı. Bu durum,
savaşın daha yıkıcı olmasına neden oldu.
Bu savaşların ileri ki zamanlarda üçüncü dünya savaşı
çıkabileceğine dair bazı işaretler vardır. Bu işaretler şunlardır:
* Dünyada güç dengesinin bozulması
* Milliyetçilik ve irredentizm akımlarının güçlenmesi
* Silahlanma yarışının hızlanması
Ancak, bu işaretlerin üçüncü dünya savaşının kaçınılmaz
olduğunu göstermediği de unutulmamalıdır. Savaşlar, genellikle bir dizi
faktörün etkisiyle ortaya çıkar. Bu faktörler arasında, siyasi, ekonomik ve
toplumsal faktörler yer alır.
Üçüncü dünya savaşının çıkmasını önlemek için, bu
faktörlerin dikkatli bir şekilde analiz edilmesi ve gerekli önlemlerin alınması
gerekir.
107) **Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu,
İttifak Devletleri’nin yanında savaşa girdi.** İttifak Devletleri, Almanya,
Avusturya-Macaristan ve Bulgaristan’dan oluşuyordu. Osmanlı İmparatorluğu,
Almanya’dan silah ve askeri destek aldı. Buna karşılık, Osmanlı İmparatorluğu,
İtilaf Devletleri’ne karşı savaştı.
Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı’na girmesi,
aşağıdaki nedenlerden kaynaklanmıştır:
* Almanya’nın, Osmanlı İmparatorluğu’nu kendisine bağlamak
istemesi
* Osmanlı İmparatorluğu’nun, Almanya’nın desteğiyle
Balkanlar’daki topraklarını genişletmek istemesi
* Osmanlı İmparatorluğu’nun, İtilaf Devletleri’nin yayılmacı
politikalarından endişe duyması
Osmanlı İmparatorluğu, Birinci Dünya Savaşı’nda büyük
kayıplar verdi. Savaşın sonunda, Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarının büyük
bir kısmı kaybedildi.
**Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı’na
girmesinden kazanımları ve kayıpları şunlardır:**
**Kazanımları:**
* Almanya’dan silah ve askeri destek aldı.
* Balkanlar’daki topraklarını genişletme fırsatı buldu.
**Kayıpları:**
* Büyük miktarda insan ve maddi kaynak kaybetti.
* Topraklarının büyük bir kısmını kaybetti.
* İmparatorluk, büyük bir yıkım yaşadı ve çöküş sürecine
girdi.
**İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye, İtilaf Devletleri’nin
yanında savaşa girmedi.** Türkiye, 1939’da İngiltere ve Fransa ile bir
saldırmazlık paktı imzaladı. 1941’de Almanya, Bulgaristan’ı işgal etti ve
Türkiye sınırına geldi. Türkiye, bu durumdan endişelendi ve Almanya ile bir
saldırmazlık paktı imzaladı.
Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’na girmemesine rağmen, savaşın
gidişatını etkilemek için bazı girişimlerde bulundu. Türkiye, 1943’te İngiltere
ve ABD ile bir ittifak kurdu. Türkiye, savaşın sonunda Almanya ve İtalya’ya
karşı savaşa girdi.
Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’na girmemesi, aşağıdaki
nedenlerden kaynaklanmıştır:
* Türkiye’nin, savaşa girmekten çekinmesi
* Türkiye’nin, savaşın Türkiye’ye zarar verebileceğini
düşünmesi
* Türkiye’nin, savaşın sonunda kazanan tarafın kim olacağını
kestirememesi
Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’na girmemesi nedeniyle, savaşın
yıkıcı etkilerinden kurtuldu. Türkiye, savaşın sonunda toprak bütünlüğünü
korudu ve ekonomik olarak gelişti.
**Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’na girmemesinden
kazanımları ve kayıpları şunlardır:**
**Kazanımları:**
* Savaşın yıkıcı etkilerinden kurtuldu.
* Toprak bütünlüğünü korudu.
* Ekonomik olarak gelişti.
**Kayıpları:**
* Savaşın gidişatını etkileme fırsatını kaçırdı.
* Savaşın sonunda kazanan tarafın yanında yer alamadı.
108) Japonya’nın İkinci Dünya Savaşı’na katılmasının birkaç
nedeni vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:
* **Japon milliyetçiliğinin yükselişi:** Japonya, Meiji
Restorasyonu ile birlikte modern bir ulus-devlet haline geldi. Bu süreçte,
Japon milliyetçiliği de yükselişe geçti. Japon milliyetçileri, Japonya’nın
büyük bir güç olması gerektiğine inanıyordu. Bu nedenle, Japonya’nın Asya’da
hakimiyet kurması gerektiği fikri yaygınlaştı.
* **Japonya’nın ekonomik ihtiyaçları:** Japonya, İkinci
Dünya Savaşı’nın başlamasından önce hızlı bir ekonomik büyüme yaşıyordu. Bu
büyüme, Japonya’nın doğal kaynak ihtiyacını artırdı. Japonya, bu ihtiyacı
karşılamak için Asya’da yeni sömürgeler kurmak istedi.
* **Japonya’nın askeri güçlenmesi:** Japonya, İkinci Dünya
Savaşı’nın başlamasından önce askeri olarak da güçlendi. Japonya, büyük bir
deniz ve hava gücü kurdu. Bu güç, Japonya’nın Asya’da yayılmacı politikalar
izlemesini kolaylaştırdı.
Japonya, bu nedenlerden dolayı, 1937’de Çin’i işgal ederek
İkinci Dünya Savaşı’na girdi. Japonya, Çin’i işgal etmenin ardından, 1941’de
Pearl Harbor’u bombalayarak ABD’ye savaş ilan etti. Bu olay, İkinci Dünya
Savaşı’nın küresel bir savaşa dönüşmesine neden oldu.
Japonya’nın İkinci Dünya Savaşı’na katılımı, Japonya’nın
için de yıkıcı sonuçlara yol açtı. Japonya, savaşın sonunda yenildi ve büyük
kayıplar verdi. Japonya, savaşın sonunda, topraklarının bir kısmını kaybetti ve
askeri gücünü kısıtlayan bir antlaşma imzaladı.
109) Birinci ve İkinci Dünya Savaşları, tarihin en yıkıcı ve
ölümcül savaşlarıydı. Savaşlar, milyonlarca insanın ölümüne, büyük maddi hasara
ve dünyanın siyasi ve ekonomik düzeninde köklü değişikliklere neden oldu.
**Birinci Dünya Savaşı’nın sonuçları şunlardı:**
* 17 milyondan fazla insan öldü.
* Avrupa’nın siyasi ve ekonomik düzeni değişti.
* İmparatorlukların yıkılmasıyla birlikte, yeni devletler
kuruldu.
* Milletler Cemiyeti kuruldu.
**İkinci Dünya Savaşı’nın sonuçları şunlardı:**
* 60 milyondan fazla insan öldü.
* Avrupa, Asya ve Afrika’da büyük yıkım yaşandı.
* Nazizm ve faşizm yenildi.
* Soğuk Savaş başladı.
**Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarının dünya üzerindeki bazı
etkileri şunlardır:**
·
**Siyasi değişimler:** Savaşlar, Avrupa’nın
siyasi ve ekonomik düzenini kökten değiştirdi. İmparatorlukların yıkılmasıyla
birlikte, yeni devletler kuruldu. Savaşlar, Soğuk Savaş’ın başlamasına da neden
oldu.
* **Ekonomik değişimler:** Savaşlar, dünyanın ekonomik
düzenini de etkiledi. Savaşlar, ekonomik krizlere ve kıtlıklara neden oldu.
Savaşlar, ekonomik büyümeyi ve kalkınmayı da engelledi.
* **Sosyal değişimler:** Savaşlar, dünyanın sosyal yapısını
da değiştirdi. Savaşlar, toplumsal huzursuzluk ve çatışmalara neden oldu.
Savaşlar, kadın ve çocukların rollerinde de değişikliklere yol açtı.
* **Teknolojik değişimler:** Savaşlar, askeri teknolojide
önemli gelişmelere yol açtı. Savaşlar, nükleer silahların geliştirilmesine de
neden oldu.
Birinci ve İkinci Dünya Savaşları, dünyanın tarihindeki en
önemli olaylardan ikisidir. Savaşlar, dünyanın siyasi, ekonomik, sosyal ve
teknolojik yapısını derinden etkilemiştir. Savaşların etkileri, günümüzde de
hissedilmektedir.
110) Alıntıda geçen olay, Birinci Dünya Savaşı’nın ekonomik
etkilerini anlatmaktadır. Savaş öncesi Avrupa’da, zenginler ve fakirler
arasında büyük bir gelir ve yaşam standardı farkı vardı. Zenginler, lüks yaşam
tarzları sürerken, fakirler sefalet içinde yaşıyordu. Birinci Dünya Savaşı, bu
farkı daha da derinleştirdi.
Savaş, devletlerin büyük miktarda askeri harcama yapmasına
neden oldu. Bu harcamalar, vergilerle ve borçlanmayla karşılanmak zorunda
kaldı. Vergiler, halkın gelirini azalttı ve borçlanma, para arzı artırdı. Bu
durum, enflasyona neden oldu.
Enflasyon, savaşın seyrini de etkiledi. Enflasyon, halkın
satın alma gücünü azalttı ve bu durum, savaşın maliyetini artırdı. Ayrıca,
enflasyon, halkın savaşa olan desteğini azalttı.
Birinci Dünya Savaşı’nın enflasyonist para politikası,
savaştan sonra da devam etti. Savaşın yıkıcı etkileri, ekonomileri zayıflattı
ve bu durum, enflasyonu daha da artırdı. Enflasyon, 1920’lerde Avrupa’da
hiperenflasyona neden oldu.
Birinci Dünya Savaşı’nın enflasyonist para politikasının
etkileri, günümüzde de hissedilmektedir. Bu etkiler, şunlardır:
* **Milliyetçilik ve sosyalizm gibi ideolojilerin
yükselişi:** Enflasyon, halkın mevcut düzene olan güvenini azalttı ve bu durum,
milliyetçilik ve sosyalizm gibi ideolojilerin yükselişine neden oldu.
* **Sosyal huzursuzluk ve çatışmalar:** Enflasyon, halkın
yaşam standardını düşürdü ve bu durum, sosyal huzursuzluk ve çatışmalara neden
oldu.
* **Siyasi istikrarsızlık:** Enflasyon, siyasi istikrarı da
tehdit etti.
Birinci Dünya Savaşı’nın enflasyonist para politikası, dünya
tarihinin en önemli olaylarından biridir. Bu olay, Avrupa’nın siyasi, ekonomik
ve sosyal yapısını derinden etkilemiştir.
111) Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle birlikte,
sosyalist hareketler arasında büyük bir bölünme yaşandı. Sosyalist
Enternasyonal, savaşa karşı bir tutum benimsedi ve üye partilere savaşa karşı
çıkma çağrısı yaptı. Ancak, bazı sosyalist partiler, savaşa destek verdi.
Savaşı destekleyen sosyalist partiler, genellikle kendi
ülkelerinin savaşa girme nedenlerini haklı buldu. Bu partiler, savaşın, işçi
sınıfının çıkarlarına hizmet edeceğini ve kapitalizmi yıkacağını savundu.
Savaşa karşı çıkan sosyalist partiler ise, savaşın işçi
sınıfına ve dünyaya zarar vereceğini savundu. Bu partiler, savaşın,
kapitalizmin bir sonucu olduğunu ve işçi sınıfının savaşın kurbanı olacağını
vurguladı.
Savaş politikası konusundaki bölünme, sosyalist hareketler
arasında gerilimlere neden oldu. Savaşa destek veren partiler, savaş karşıtı
partilere karşı suçlamalar yöneltti. Savaş karşıtı partiler ise, savaşa destek
veren partileri, işçi sınıfının çıkarlarına ihanet etmekle suçladı.
Bu gerilimler, sosyalist hareketlerin güç kaybetmesine neden
oldu. Sosyalist hareketler, savaşın yıkıcı etkilerinden kurtulamadı ve savaş
sonrası dönemde, eski gücünü geri kazanamadı.
Savaş politikası konusundaki bölünmenin bazı sonuçları
şunlardır:
* **Sosyalist hareketlerin güç kaybetmesi:** Savaşın yıkıcı
etkileri, sosyalist hareketleri de etkiledi. Sosyalist hareketler, savaşın
ardından eski gücünü geri kazanamadı.
* **Sosyalist hareketlerin bölünmesi:** Savaş politikası
konusundaki bölünme, sosyalist hareketleri derinden etkiledi. Sosyalist
hareketler, iki kutba ayrıldı ve bu durum, hareketin gücünü ve etkisini
azalttı.
* **Sosyalist hareketlerin itibar kaybı:** Savaşa destek
veren partilerin tutumu, sosyalist hareketlerin itibarını zedeledi. Sosyalist
hareketler, işçi sınıfı tarafından savaşın kurbanı olarak görülmeye başladı.
Savaş politikası konusundaki bölünme, sosyalist hareketlerin
tarihinde önemli bir dönüm noktası oldu. Bu bölünme, sosyalist hareketlerin güç
kaybetmesine ve itibar kaybına neden oldu.
112) Evet, Birinci Dünya Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı’na
Arap ve Fars ülkeleri de girdi.
**Birinci Dünya Savaşı’nda Arap ve Fars ülkeleri:**
* **Osmanlı İmparatorluğu:** İttifak Devletleri’nin yanında
savaşa girdi.
* **İran:** Savaşın başında tarafsız kaldı, ancak 1915’te
İtilaf Devletleri’nin baskısı sonucu savaşa girdi.
* **Hicaz Krallığı:** Osmanlı İmparatorluğu’ndan
bağımsızlığını ilan etti ve İtilaf Devletleri’nin yanında savaşa girdi.
* **Yemen:** Osmanlı İmparatorluğu’ndan bağımsızlığını ilan
etti ve İtilaf Devletleri’nin yanında savaşa girdi.
**İkinci Dünya Savaşı’nda Arap ve Fars ülkeleri:**
* **Türkiye:** Savaşın başında tarafsız kaldı, ancak 1941’de
Almanya’nın Doğu Akdeniz’deki yayılmacı politikalarından endişelenerek İtilaf
Devletleri ile bir ittifak kurdu.
* **İran:** Savaşın başında tarafsız kaldı, ancak 1941’de
Almanya’nın Orta Doğu’daki yayılmacı politikalarından endişelenerek İtilaf
Devletleri’nin işgaline uğradı.
* **Suriye:** Fransa’nın himayesi altındaydı ve Fransa’nın
yanında savaşa girdi.
* **Lübnan:** Fransa’nın himayesi altındaydı ve Fransa’nın
yanında savaşa girdi.
* **Mısır:** Britanya’nın himayesi altındaydı ve
Britanya’nın yanında savaşa girdi.
* **Irak:** Britanya’nın himayesi altındaydı ve Britanya’nın
yanında savaşa girdi.
* **Yemen:** Savaşın başında tarafsız kaldı, ancak 1945’te
savaşa girdi.
**Arap ve Fars ülkelerinin savaştan kayıpları ve
kazançları:**
**Birinci Dünya Savaşı:**
* **Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılması:** Osmanlı
İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla birlikte, Arap ve Fars ülkeleri
bağımsızlıklarını kazandılar.
* **Sınırların belirlenmesi:** Savaşın ardından, Arap ve
Fars ülkelerinin sınırları yeniden belirlendi. Bu durum, bazı ülkelerde toprak
kayıplarına neden oldu.
* **Milliyetçiliğin yükselişi:** Savaş, Arap ve Fars
ülkelerinde milliyetçiliğin yükselmesine neden oldu.
**İkinci Dünya Savaşı:**
* **Savaş sonrası dönemdeki yeniden yapılanma:** Savaşın
ardından, Arap ve Fars ülkeleri, savaşın yıkıcı etkilerinden kurtulmak için bir
dizi yeniden yapılanma programı başlattı.
* **Küreselleşmenin etkisi:** Savaş, Arap ve Fars
ülkelerinin küreselleşmenin etkisine maruz kalmasına neden oldu.
**Sonuç olarak, Birinci Dünya Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı,
Arap ve Fars ülkeleri için önemli bir dönüm noktası oldu. Bu savaşlar, Arap ve
Fars ülkelerinin siyasi, ekonomik ve sosyal yapısını derinden etkiledi.**
113) Franz Ferdinand ve eşi Sophie, 28 Haziran 1914’te
Bosna-Hersek’i ziyaretleri sırasında suikasta uğradı. Suikast, Sırp
milliyetçisi bir grup tarafından düzenlendi.
Suikastın nedenleri şunlardır:
* **Avusturya-Macaristan’ın Bosna-Hersek’i ilhak etmesi:**
Avusturya-Macaristan, 1908’de Bosna-Hersek’i ilhak etti. Bu durum, Sırplar
arasında büyük bir öfke yarattı. Sırplar, Bosna-Hersek’in bağımsızlığını
istiyorlardı.
* **Sırbistan’ın milliyetçiliğinin yükselişi:** 19. Yüzyılın
sonlarında ve 20. Yüzyılın başlarında, Sırp milliyetçiliği yükselişe geçti.
Sırplar, büyük bir Sırbistan devleti kurmak istiyorlardı.
* **Genç Bosna adlı gizli örgütün varlığı:** Genç Bosna,
Sırp milliyetçiliğini yaymak için kurulan bir gizli örgüttü. Örgüt,
Avusturya-Macaristan’a karşı şiddet eylemleri düzenlemek için çalışmalar
yürütüyordu.
Suikastın failleri, Gavrilo Princip, Nedjelko Cabrinovic,
Trifko Grabez, Vaso Cubrilovic ve Danilo Ilic adlı Sırp milliyetçileriydi. Bu
kişiler, Saraybosna’da Avusturya-Macaristan Arşidük Franz Ferdinand’ı öldürmek
için bir plan yaptılar.
Suikast, 28 Haziran 1914’te Saraybosna’da gerçekleşti.
Arşidük Franz Ferdinand ve eşi Sophie, bir konvoyla şehirde seyahat ederken,
Princip tarafından suikasta uğradı. Princip, Avusturya-Macaristan Arşidük’ünü
ve eşini öldürmeyi başardı.
Suikast, Avrupa’da büyük bir krize neden oldu.
Avusturya-Macaristan, Sırp hükümetini suikastın sorumlusu olarak suçladı ve
Sırp’a bir ültimatom verdi. Sırp hükümetinin ültimatomu kabul etmemesi üzerine,
Avusturya-Macaristan, Sırbistan’a savaş ilan etti. Bu olay, Birinci Dünya
Savaşı’nın başlangıcı oldu.
Suikastın sonuçları, dünya tarihini derinden etkiledi.
Birinci Dünya Savaşı, milyonlarca insanın ölümüne ve Avrupa’nın siyasi ve
ekonomik düzeninin değişmesine neden oldu.
114) Bu sözü, 1914 yılında, Avusturya-Macaristan Arşidük
Franz Ferdinand’ın suikastının ardından, Avusturya-Macaristan Dışişleri Bakanı
Leopold Berchtold, Sırp Dışişleri Bakanı Nikola Pašić’e söyledi.
Berchtold, bu sözü, Sırp hükümetinin suikastın sorumlusu
olarak suçlanmasını kabul etmemesi üzerine söyledi. Berchtold, Sırp hükümetini,
suikastın arkasında olduğunu kanıtlamak için gerekli işbirliğini yapmamakla ve
suikastın faillerini adalete teslim etmemekle suçladı.
Berchtold’un sözleri, Avusturya-Macaristan ve Sırbistan
arasındaki gerilimi daha da artırdı. Avusturya-Macaristan, Sırp hükümetine bir
ültimatom verdi ve Sırp hükümetinin ültimatomu kabul etmemesi üzerine,
Sırbistan’a savaş ilan etti. Bu olay, Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıcı oldu.
Berchtold’un sözleri, aşağıdaki nedenlerden dolayı
önemliydi:
* **Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıcına yol açtı.**
* **Sırbistan’ın uluslararası itibarını zedeledi.**
* **Avusturya-Macaristan’ın saldırganlığını gösterdi.**
Berchtold’un sözleri, Birinci Dünya Savaşı’nın en önemli
sözlerinden biri olarak kabul edilir.
115) Maliye Nazırı Kont Sergey Vitte, bu sözü, 1914 yılında,
Avusturya-Macaristan Arşidük Franz Ferdinand’ın suikastının ardından, Rusya’nın
savaşa girme olasılığı üzerine söyledi.
Vitte, bu sözüyle, savaşın Avrupa’da bir dizi yıkıcı etkiye
neden olacağını öngördü. Savaşın, Avrupa’nın siyasi düzenini, monarşileri ve
ahlakını yıkacağını söyledi.
Vitte’nin sözlerinin doğruluğu, savaşın ilerleyen
aşamalarında ortaya çıktı. Savaş, Avrupa’da büyük bir yıkıma neden oldu.
Milyonlarca insan öldü, milyonlarca insan yerinden edildi. Savaş, Avrupa’nın
siyasi düzenini değiştirdi. Monarşiler yıkıldı ve cumhuriyetler kuruldu. Savaş,
Avrupa’nın ahlakını da sarstı. Savaşın getirdiği yıkım ve acı, insanların
ahlakını ve değerlerini sorgulamasına neden oldu.
Vitte’nin sözleri, Birinci Dünya Savaşı’nın ne kadar yıkıcı
bir olay olacağını gösteren önemli bir göstergedir.
Vitte’nin sözlerinin özel olarak kastettiklerini şu şekilde
sıralayabiliriz:
* **Taht ve taç:** Savaşın, Avrupa’nın siyasi düzenini
değiştireceğini ve monarşileri yıkacağını öngördü.
* **Ahlak ve düzen:** Savaşın, Avrupa’nın ahlakını ve
değerlerini sarsacağını öngördü.
Vitte’nin sözleri, Birinci Dünya Savaşı’nın Avrupa’nın
siyasi, sosyal ve kültürel yapısını derinden etkilediğinin bir göstergesidir.
116) Rusya, Avusturya-Macaristan’ın Sırbistan’a savaş ilan
etmesini önlemek için savaşa girdi. Ancak Rusya’nın bu girişimi başarılı
olmadı. Savaş, Avrupa’yı saran bir çatışmaya dönüştü ve Rusya, bu savaştan
büyük kayıplar verdi.
Rusya’nın savaştaki kayıpları şunlardır:
* **Can kaybı:** Rusya, savaşta yaklaşık 1,7 milyon asker
kaybetti. Bu, Rusya’nın nüfusunun yaklaşık %2’sine denk geliyor.
* **Maddi kayıp:** Rusya, savaşta yaklaşık 20 milyar
rublelik maddi kayıp verdi. Bu, Rusya’nın o dönemki yıllık gelirinin yaklaşık
iki katıdır.
* **Siyasi kayıp:** Rusya, savaşta yenildi ve büyük toprak
kayıpları verdi.
Rusya’nın savaştaki kayıpları, ülkenin siyasi, ekonomik ve
sosyal yapısını derinden etkiledi. Savaş, Rusya’nın çöküşüne ve Sovyetler
Birliği’nin kurulmasına yol açtı.
Rusya’nın savaştaki kayıplarının nedenleri şunlardır:
* **Avusturya-Macaristan’ın hazırlıklı olması:**
Avusturya-Macaristan, Rusya’dan daha hazır bir şekilde savaşa girdi.
Avusturya-Macaristan’ın ordusu, Rusya’nın ordusundan daha modern ve daha iyi
donanımlıydı.
* **Rusya’nın idari ve askeri sorunlarının olması:** Rusya,
savaşa girmeden önce idari ve askeri sorunlar yaşıyordu. Bu sorunlar, Rusya’nın
savaşta etkili olmasını engelledi.
* **İtilaf Devletleri’nin desteğinin yetersiz olması:**
Rusya, savaşta İtilaf Devletleri’nin desteğini aldı. Ancak bu destek, Rusya’nın
kayıplarını telafi etmeye yetmedi.
Rusya’nın savaştaki kayıpları, Birinci Dünya Savaşı’nın en
önemli sonuçlarından biridir. Savaş, Rusya’nın siyasi, ekonomik ve sosyal
yapısını derinden etkiledi ve ülkenin çöküşüne yol açtı.
117) İtalya, Birinci Dünya Savaşı’nda başlangıçta Almanya ve
Avusturya-Macaristan ile birlikte İttifak Devletleri safında yer almıştı. Ancak
savaş ilerledikçe İtalya, müttefiklerinden beklediği toprak kazanımlarını elde
edemeyince taraf değiştirerek 1915’te İttifak Devletleri’ne savaş ilan etti ve
İtilaf Devletleri safına geçti.
Bunun birkaç nedeni vardı:
-
Almanya ve Avusturya, İtalya’ya söz verdikleri
toprakları vermekte isteksiz davrandılar. Özellikle Avusturya, İtalyanların
taleplerini kabul etmiyordu.
-
İtalya, İngiltere ve Fransa ile gizli London
Antlaşması yaptı. Bu antlaşmaya göre İtilaf Devletleri, İtalya’ya bazı toprak
vaatlerinde bulundu.
-
İtalyan halkı savaşa karşı çıkmaya başladı.
Hükümet, İtilaf Devletleri ile anlaşarak halkın desteğini yeniden kazanmayı
umdu.
-
İtalya, İtilaf Devletleri safında savaşa girerek
galip tarafta yer almayı ve Avusturya topraklarını almayı hedefledi.
İtalya’nın taraf değiştirmesi, Almanya ve Avusturya için
büyük bir darbe oldu. Ancak savaşın sonucunu değiştirmedi. İtalya, İtilaf
Devletleri ile birlikte savaşı kazandı ancak umduğu kadar toprak kazanamadı.
118) I. Dünya Savaşı
döneminde İstanbul’da bulunan Alman elçisi Baron von Wangenheim ve Alman
donanma subaylarının Türklere karşı olumsuz tutumlarının birkaç sebebi
olabilir:
-
Almanlar, Osmanlı İmparatorluğu’nu artık çöküşe
geçmiş zayıf bir devlet olarak görüyorlardı. Türkleri geri kalmış ve
medeniyetsiz olarak nitelendiriyorlardı.
-
Savaş çıkmasına rağmen Türklerin tarafsızlığını
korumak istemesi Almanları rahatsız ediyordu. Almanlar Türkleri savaşa sokmak
istiyordu.
-
Alman subaylar Türk Bahriyesi’ndeki
disiplinsizlik, beceriksizlik ve tembellikten şikayetçiydı. Türk denizcilerine
olan güvenleri zayıftı.
-
Türkler, Alman müttefiklerine karşı gururlu ve
onuruna düşkün davranışlar sergiliyordu. Almanlar ise Türklere kendilerinden
üstünymüş gibi davranıyorlardı.
-
Almanlar, Türk toprakları üzerindeki emellerini
gizlemiyordu. Savaş sonrası paylaşımda Türk topraklarını almayı planlıyorlardı.
-
Din farklılığı da Türk-Alman ilişkilerine
olumsuz yansıyordu. Hristiyan Almanlar, Müslüman Türklere önyargılı
yaklaşıyordu.
Bu nedenlerle Baron von Wangenheim ve Alman subaylar genel
olarak Türklere mesafeli ve küçümseyici bir tavır sergiliyorlardı.
119) Kaiser, Almanca’da “imparator” anlamına gelen bir
unvandır.
Tarihte bilinen bazı Kaiser’ler:
-
Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu’nun
imparatorlarına verilen unvan. Örneğin I. Barbarossa, II. Frederick, I.
Maximilian gibi.
-
Prusya Kralı I. Wilhelm, 1871’de Alman
İmparatorluğu’nu kurduktan sonra Kaiser unvanını almıştır.
-
I. Wilhelm’in torunu II. Wilhelm (1888-1918),
Alman İmparatorluğu’nun son Kaiser’idir.
-
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nda
imparatora Kaiser denirdi. Örneğin I. Franz Joseph gibi.
-
Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman İmparatoru’na
“Alman Kayzeri” denirdi.
Kaiser unvanı 1918’de Alman İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla
tarihe karışmıştır. Günümüzde Kaiser kelimesi, tarihi Alman imparatorlarını
tanımlamak için kullanılır.
120) I. Dünya Savaşı öncesinde Almanya’nın Türkleri kendi
safına çekmek istemesinin bazı nedenleri şunlardı:
-
Rusya, Almanya için en büyük rakiplerden
biriydi. Almanya, Rusya’yı güneyden sıkıştırmak istiyordu.
-
Osmanlı İmparatorluğu, Rusya’nın güney sınırı
boyunca uzanıyordu. Almanya, Osmanlı’yı müttefik yaparak Rusya’ya karşı güney
cephesi açmak istedi.
-
Türk Boğazları, Rus donanmasının Akdeniz’e
inmesini engelliyordu. Almanya burayı kontrol etmek istiyordu.
-
Pan-Türkist politikalarla Almanya, Orta
Asya’daki Türkleri de etki alanına sokup Rusya’yı tehdit etmeyi planladı.
-
Osmanlı ordusu zayıflamış olsa da hala büyük bir
askeri güçtü. Doğru şekilde yönlendirildiğinde Rusya’ya karşı etkili
olabilirdi.
-
Ekonomik olarak da Osmanlı pazarı Almanya için
önemliydi.
-
Almanya aynı zamanda Kafkasya ve İran gibi
bölgelerde de nüfuz kazanmayı hedefledi.
Bu nedenlerle Almanya, Osmanlı İmparatorluğu’nu I. Dünya
Savaşı’na sokarak Rusya’ya karşı güney cephesi açmayı ve kendi nüfuzunu
genişletmeyi planladı. Türkleri kendi safına çekmek için yoğun çaba gösterdi.
121) Osmanlı İmparatorluğu’nun I. Dünya Savaşı öncesinde
Almanya ile ittifak yapmak istemesinin birkaç nedeni vardı:
-
Askeri alanda Almanya, o dönemde en gelişmiş
ordulara sahipti. Osmanlı, Alman askeri teknoloji ve eğitiminden faydalanarak
ordusunu modernize etmek istiyordu.
-
Ekonomik olarak Osmanlı, Avrupa pazarına
girmekte zorlanıyordu. Almanya ile ittifak, Osmanlı için Avrupa kapılarını
açabilirdi.
-
Jeopolitik olarak, Rusya’nın Balkanlardaki ve
Kafkaslardaki yayılmacı politikalarına karşı Almanya denge unsuru
oluşturabilirdi.
-
İngiltere gibi büyük devletler, Osmanlı’yı
çökmekte olan bir imparatorluk olarak görüyorlardı. Almanya ise Osmanlı’ya daha
eşit bir ortak gibi davranıyordu.
-
II. Abdülhamid döneminde başlayan Alman yanlısı
politikalar, Almanya’yı doğal müttefik haline getirmişti. Kaiser II. Wilhelm de
İslam dünyasında nüfuz kazanmaya çalışıyordu.
-
Fransa ve İngiltere, Tripoli ve Mısır gibi
Osmanlı topraklarında hak iddia ediyordu. Almanya güvenilir bir müttefik olarak
görüldü.
Bütün bu nedenlerle Osmanlı yönetimi, Almanya’yı gelecekteki
muhtemel bir savaşta en mantıklı müttefik olarak gördü.
122) Birinci Dünya Savaşı’nda Britanya’nın askeri ve sivil
kayıpları şöyleydi:
-
Yaklaşık 900 bin Britanyalı asker öldü. 1.6
milyon asker yaralandı.
-
Sivil kayıplar 50-100 bin arasında tahmin
ediliyor.
Savaş Britanyalı askerler üzerinde büyük psikolojik etki
yarattı:
-
Cephede yaşanan korkunç şartlar, şiddet ve ölüm,
askerlerde travma ve stres bozukluğuna yol açtı.
-
Savaş sonrasında birçok askerdepresyon,
anksiyete, uyku problemleri yaşadı.
-
Toplumda “savaş yorgunluğu” denilen ruh hali
yaygındı.
-
Alkolizm, intihar, şiddet eğilimi gibi sorunlar
ortaya çıktı.
Savaştan sonra Britanya’da ruh sağlığı alanında çalışmalar
yapıldı:
-
Devlet eliyle psikolojik rehabilitasyon
merkezleri kuruldu.
-
Savaş gazilerine yönelik bakım evleri,
danışmanlık hizmetleri geliştirildi.
-
Toplumda akıl sağlığı konusunda farkındalık
yaratıldı.
-
Modern psikiyatri ve psikoloji alanının
gelişmesine katkı sağlandı.
Ancak maalesef savaşın yıkıcı psikolojik etkileri uzun
yıllar devam etti. Travma sonrası stres bozukluğu kavramı da bu dönemde ortaya
çıktı.
123) Fransa, Birinci Dünya Savaşı’na İtilaf Devletleri’nin
bir parçası olarak girdi ve savaştan galip taraf olarak çıktı.
Bunun başlıca nedenleri:
-
Almanya’nın Fransa topraklarını işgali,
Fransızları savaşa motive etti. Vatan savunması için güçlü direniş gösterdiler.
-
İngiltere başta olmak üzere İtilaf
Devletleri’nden ciddi askeri ve lojistik destek aldılar.
-
ABD’nin 1917’de savaşa dahil olması İtilaf
Devletleri lehine dengeleri değiştirdi.
-
General Foch komutasındaki Fransız ve müttefik
kuvvetleri 1918’de karşı saldırıya geçerek Alman ilerleyişini durdurdu.
Almanya’yla imzalanan Compiegne Ateşkes Antlaşması’nın bazı
maddeleri:
-
Almanya tüm işgal ettiği topraklardan çekilecek.
-
Almanya ağır savaş tazminatı ödeyecek.
-
Alman ordusu 100 bin kişiyle sınırlandırılacak.
Ağır silahların çoğu teslim edilecek.
-
Alman donanmasının büyük kısmı İtilaf
Devletleri’ne verilecek.
-
Ren Nehri’nin batısı işgal edilecek.
Bu antlaşma Almanya için çok ağır şartlar içeriyordu ve II.
Dünya Savaşı’na giden süreci başlattı.
124) İşte Fransız Mareşal Ferdinand Foch’un Birinci Dünya
Savaşı’ndaki rolü ve etkisi hakkında bazı anahtar noktalar:
-
Foch, Birinci Dünya Savaşı boyunca Fransız ve
müttefik kuvvetlerinin başkomutanı olarak görev yaptı. 1916’da Batı Cephesi’nin
başkomutanı oldu.
-
1918’de tüm müttefik kuvvetlerin Yüksek Askeri
Komutanı olarak atandı. Bu rolde Alman ilerlemesini durdurmak için müttefik
savunmasını koordine etti.
-
Foch, savaşı kazanmak için taarruz taktiklerini
savundu. Savunmada beklemektense, Alman hatlarında gedik açmaya çalıştı.
-
Müttefiklerin 1918’deki yüz yıl taarruzlarını
yönetti. Bu taarruzlar Alman hatlarını kırdı ve savaşı müttefikler lehine
çevirdi.
-
Kasım 1918’de Almanya’yla ateşkes antlaşmasını
imzaladı. Bu antlaşma Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesini sağladı.
-
Foch, savaşın sonucunun askeri deha ve
kararlılıkla kazanıldığına inanıyordu. Zaferin anahtarının taarruz ve irade
olduğunu düşünüyordu.
125) Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekim 1918’de barış talep
etmesinin birkaç olası nedeni var:
-
Ekim 1918’de Osmanlı ordusu Filistin, Suriye,
Irak ve Kafkasya cephelerinde ağır yenilgilere uğramıştı. Bu yenilgiler ordunun
çöküşünü hızlandırdı.
-
Müttefikler, Eylül 1918’de Megiddo
Muharebesi’nde Osmanlı ordusunu bozguna uğrattı. Bu, Filistin ve Suriye’nin
kaybedilmesine yol açtı.
-
İngiliz kuvvetleri Ekim 1918’de Musul’u aldı ve
Kuzey Irak’taki Osmanlı varlığına son verdi.
-
Osmanlı içinde giderek artan bir barış yanlısı
grup vardı. Savaşı sonlandırmak istiyorlardı.
-
Osmanlı, Almanya’nın yenilgisinin kaçınılmaz
olduğunu görüyordu. Müttefiklerle ayrı barış yapmak istediler.
-
Ekim 1918’de İtilaf Devletleri, Osmanlı
İmparatorluğu’na Misak-ı Milli sınırları içinde bağımsızlık vaat etti. Bu cazip
teklif barışı teşvik etti.
-
Osmanlı liderleri, savaşın sürmesi halinde
İmparatorluğun parçalanacağından korkuyorlardı.
126) İlginç bir soru. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları
olmasaydı tarih çok farklı gelişirdi. Bazı olası senaryolar:
-
Avrupa imparatorlukları (Avusturya-Macaristan,
Alman, Rus ve Osmanlı İmparatorluğu) çok daha uzun süre varlığını
sürdürebilirdi.
-
Sömürge imparatorlukları (İngiliz, Fransız,
Hollanda) daha geç dağılabilirdi. Sömürgecilik daha uzun sürerdi.
-
ABD belki izolasyon politikasını sürdürebilir ve
dünya sahnesine bu kadar hızlı çıkmazdı.
-
Komünizm Rusya’da yayılmayabilirdi. Sovyetler
Birliği kurulmayabilirdi.
-
Avrupa Bütünleşmesi çok daha yavaş ilerlerdi. AB
gibi bir birlik çok sonraları kurulurdu.
-
Teknolojide ve sanayileşmede ilerleme yavaş
olabilirdi çünkü savaş teknoloji gelişimini hızlandırıyor.
-
İki kutuplu soğuk savaş dünyası olmayabilirdi.
-
Sömürgeler bağımsızlıklarını barışçıl yollarla
daha geç alabilirdi.
-
Demokrasi ve insan hakları fikirleri yayılması
daha yavaş olabilirdi.
Elbette ki tarihi bu derece değiştirmek çok spekülatif. Ama
büyük savaşlar olmasaydı dünya çok farklı bir yer olabilirdi.
127) Bu cümle, savaşın tüm taraflar için yıpratıcı ve yıkıcı
doğasına işaret ediyor. Tarihteki bütün savaşlara genel anlamda bakarsak bu
yorumu şu şekilde açabiliriz:
-
Savaşlar galip gelen taraf için bile büyük
bedeller ödetilmesine yol açmıştır. Zaferler pahalıya mal olmuştur.
-
Savaşlar ekonomik, sosyal ve beşeri kaynakları
tüketmiş, toplumları yıpratmıştır. Savaş sonrası yeniden inşa sancılı olmuştur.
-
Savaşlarda yaşanan şiddet ve yıkım insan ruhunda
derin yaralar açmıştır. Travmalar kuşaklar boyu sürmüştür.
-
Teknolojik gelişmeler savaşları daha yıkıcı hale
getirmiş, sivil kayıplar artmıştır. İnsanlık kendi yarattığı yıkıma şahit
olmuştur.
-
Galip gelenler dahi savaşın acımasız yüzü
karşısında içlerinde derin bir yorgunluk hissetmişlerdir. Barışa olan özlem
artmıştır.
-
Savaşlar sonrasında ortaya çıkan yeni dengeler
kısa süre sonra başka çatışmalara neden olmuş, barış kırılgan olmuştur.
-
Tarih, savaşların çözüm olmaktan çok yeni
sorunlara yol açtığını göstermiştir. İnsanlık hala barışın formülünü bulabilmiş
değildir.
128) Tannenberg Muharebesi, Birinci Dünya Savaşı’nın erken
döneminde, Ağustos 1914’te, Doğu Cephesi’nde Almanya ile Rusya arasında
yapılmış bir savaştır.
-
Savaş, Almanya ve Rusya arasında cereyan
etmiştir.
-
Alman kuvvetlerine Paul von Hindenburg ve Erich
Ludendorff komuta etmiştir.
-
Rus kuvvetlerine General Alexander Samsonov
komuta etmiştir.
-
Savaşın amacı, Doğu Prusya’nın kontrolünü elde
etmekti.
-
Ruslar, Doğu Prusya’yı işgal edip Almanya’yı
çift cepheli savaşa zorlamayı planlıyordu.
-
Almanlar ise Doğu Prusya’yı savunmayı ve Rus
ilerlemesini durdurmayı amaçlıyordu.
-
Muharebe, Rus ordusunun büyük bir yenilgisiyle
sonuçlandı. 30.000’den fazla Rus esir alındı.
-
Bu zafer Almanya’nın Doğu Cephesi’nde stratejik
üstünlüğünü sağladı. Rus tehdidini erteledi.
-
Tannenberg Zaferi, Alman milliyetçiliğinin
sembolü haline geldi.
129) Hohenzollern Hanedanı, 1415-1918 yılları arasında
Prusya Krallığı ve 1871-1918 yılları arasında Alman İmparatorluğu’nu yöneten
Alman monarki hanedanıdır.
Birinci Dünya Savaşı sırasında Hohenzollern Hanedanı’na ve
özellikle II. Wilhelm’e karşı toplumda ve diğer devletlerde düşmanlık
oluşmasının bazı sebepleri:
-
II. Wilhelm, Almanya’nın savaşa girmesinde ve
yayılmacı politikalarında başrol oynadı. Savaşı tetiklediği düşünüldü.
-
Militarist ve otokratik yönetim tarzı
eleştirildi. Demokratik olmayan bir lider olarak görüldü.
-
İngiltere ile girdiği donanma yarışı gerilimi
artırdı. İttifaklar sistemini bozdu.
-
Savaşın getirdiği yıkım ve acılardan
Hohenzollern Hanedanı’nın sorumlu tutulması.
-
Savaşın kaybedilmesinden sonra II. Wilhelm’in
tahttan çekilmesi hanedana olan güveni sarsmıştı.
-
Versay Antlaşması’yla beraber Alman monarşisinin
lağvedilmesi ve Hohenzollern Hanedanı’nın tasfiyesi gerçekleşti.
-
Hohenzollern Hanedanı ile Alman militarizmi ve
emperyalizmi özdeşleşmişti. Bu nedenle düşmanlık oluştu.
130) Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci ve İkinci Dünya
Savaşları’na girmesinin birkaç temel sebebi var:
-
Birinci Dünya Savaşı’nda, Osmanlı İmparatorluğu
Almanya’nın müttefiki olarak savaşa girdi. Almanya ile yakın siyasi ve askeri
ilişkileri vardı.
-
Osmanlı, toprak kayıplarını durdurmayı ve
kaybedilen toprakları geri almayı ümit ediyordu. Savaş Almanya’nın yanında
girilirse kaybedilen Balkan toprakları ve etki alanları yeniden
kazanılabilirdi.
-
İtilaf Devletleri’nin baskıları da Osmanlı’yı
Almanya’ya yaklaştırdı. Özellikle İngiltere Donanmasının Akdeniz’deki üstünlüğü
tehdit oluşturuyordu.
-
İkinci Dünya Savaşı’nda ise artık Osmanlı
İmparatorluğu yoktu ancak Türkiye Cumhuriyeti savaştan kaçınamadı. Savaşın
sonlarına doğru simgesel olarak Müttefikler yanında savaşa dahil oldu.
-
İkinci Dünya Savaşı öncesinde Türkiye
tarafsızlığını ilan etmişti ancak Mihver Devletleri’nin baskısı arttıkça
Müttefikler’e yaklaştı.
-
Savaşın seyrine göre politikasını belirlemeye
çalıştı Türkiye. Kendi çıkarlarını korumaya çalıştı.
131) Mustafa Kemal Atatürk, Birinci ve İkinci Dünya
Savaşları’nı yakından takip etmiş ve bu savaşların Türkiye’nin geleceği
üzerindeki etkilerini değerlendirmiştir. Savaşların doğası, nedenleri,
sonuçları ve Türkiye’ye yansımaları hakkında çeşitli görüşler ve yorumlarda
bulunmuştur.
**Birinci Dünya Savaşı’na Dair Görüşleri**
Atatürk, Birinci Dünya Savaşı’na Osmanlı İmparatorluğu’nun
tarafsız kalarak girmemesi gerektiğini düşünmekteydi. Savaşın, Osmanlı
İmparatorluğu’nun parçalanmasına ve çöküşüne yol açacağını öngörüyordu. Savaşın
başlamasından sonra da, Osmanlı İmparatorluğu’nun savaştan çekilmesi için çaba
göstermiştir.
Atatürk, Birinci Dünya Savaşı’nın nedenleri arasında,
Avrupa’daki sömürgecilik yarışını, milliyetçilik akımlarını ve silahlanma
yarışını saymıştır. Savaşın sonuçlarını ise, Avrupa’nın siyasi ve ekonomik
düzeninin değişmesine, sömürge imparatorluklarının çöküşüne ve yeni devletlerin
kurulmasına bağlamıştır.
**Birinci Dünya Savaşı’nın Türkiye’ye Yansımaları**
Atatürk, Birinci Dünya Savaşı’nın Türkiye’ye ağır bir yıkım
getirdiğini belirtmiştir. Savaş sonucunda, Osmanlı İmparatorluğu’nun
topraklarının büyük bir kısmı kaybedilmiş, milyonlarca insan hayatını kaybetmiş
ve ülke ekonomisi büyük bir zarar görmüştür.
Atatürk, Birinci Dünya Savaşı’nın Türkiye’ye yansımalarını
şu şekilde değerlendirmiştir:
* Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması ve çöküşü
* Milliyetçilik akımlarının güçlenmesi
* İmparatorluğun topraklarında yeni devletlerin kurulması
* Türkiye’nin bağımsızlığının tehdit altına girmesi
**İkinci Dünya Savaşı’na Dair Görüşleri**
Atatürk, İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasından önce,
Almanya’nın yayılmacı politikalarından endişe duymaktaydı. Savaşın
başlamasından sonra da, Türkiye’nin tarafsız kalarak savaşın dışında kalmasını
savunmuştur.
Atatürk, İkinci Dünya Savaşı’nın nedenleri arasında,
Almanya’nın yayılmacı politikalarını, Sovyetler Birliği’nin komünist
propagandasını ve İngiltere ile Fransa’nın tutumunu saymıştır. Savaşın
sonuçlarını ise, Avrupa’nın siyasi ve ekonomik düzeninin yeniden
şekillenmesine, dünya siyasetinde yeni bir dönemin başlamasına ve Soğuk
Savaş’ın başlamasına bağlamıştır.
**İkinci Dünya Savaşı’nın Türkiye’ye Yansımaları**
Atatürk, İkinci Dünya Savaşı’nın Türkiye’ye olumlu
yansımalarının olacağını düşünmekteydi. Savaşın, Türkiye’nin bağımsızlığını ve
toprak bütünlüğünü korumasına yardımcı olacağını öngörüyordu.
Atatürk, İkinci Dünya Savaşı’nın Türkiye’ye yansımalarını şu
şekilde değerlendirmiştir:
* Türkiye’nin bağımsızlığının ve toprak bütünlüğünün
korunması
* Türkiye’nin uluslararası alandaki konumunun güçlenmesi
* Türkiye’nin batılı devletlerle ilişkilerinin gelişmesi
**Atatürk’ün Savaşlar Hakkında Notları**
Atatürk, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı hakkında çeşitli
notlar almış ve bu notlarında savaşların nedenleri, sonuçları ve Türkiye’ye
yansımaları hakkında düşüncelerini dile getirmiştir. Atatürk’ün savaşlar
hakkındaki notları, onun siyasi ve askeri dehasını yansıtmaktadır.
Atatürk’ün savaşlar hakkındaki notlarından bazıları
şunlardır:
* **Birinci Dünya Savaşı’na Dair Notlar:**
* “Savaş,
milletlerin kaderini belirleyen en önemli faktördür.”
* “Savaş,
milletlerin zenginliğini ve gücünü tüketen bir yıkımdır.”
* “Savaş,
milletlerin ilerlemesini ve gelişmesini engelleyen bir engeldir.”
* **İkinci Dünya Savaşı’na Dair Notlar:**
* “Savaş,
insanlığın en büyük felaketidir.”
* “Savaş,
insanlığın ilerlemesinin önündeki en büyük engeldir.”
* “Savaş, ancak
barışçıl yollarla çözülebilecek sorunların şiddet yoluyla çözümlenmesidir.”
Sonuç olarak, Mustafa Kemal Atatürk, Birinci ve İkinci Dünya
Savaşları’nı yakından takip etmiş ve bu savaşların Türkiye’nin geleceği
üzerindeki etkilerini değerlendirmiştir. Savaşların doğası, nedenleri,
sonuçları ve Türkiye’ye yansımaları hakkında çeşitli görüşler ve yorumlarda
bulunmuştur. Atatürk’ün savaşlar hakkındaki görüşleri, onun siyasi ve askeri
dehasını yansıtmaktadır.
132) Kasım 1914’te Enver Paşa, Rus Kafkas Ordusu’nu
yenilgiye uğratmak ve Kafkasya’da toprak kazanmak için bir taarruz planladı. Bu
harekata Sarıkamış Harekatı adı verildi.
Enver’in planı, 3. Ordu’yu Allahuekber Dağları’ndaki zorlu
dağ geçitlerinden geçirerek Kars’ı arkadan kuşatmaktı. Ancak kış şartları
planın başarısızlığa uğramasında kilit rol oynadı.
Aralık ayında hava sıcaklıkları sıfırın altına düştü.
Askerler tipide ilerlemeye çalıştı ama dondurucu soğukta telef oldular.
Lojistik ve sağlık destekleri yetersizdi. Birçok asker hastalanıp öldü.
Buna rağmen Osmanlı birlikleri inanılmaz bir cesaret
gösterdi. Sarıkamış’ta yoğun çarpışmalar yaşandı. Türk süvarileri ve piyadeleri
kahramanca savaştı. Rus birliklerine büyük zayiat verdirdiler.
Ancak Osmanlı için sonuç felaketti. Resmi rakamlara göre 60
bin asker şehit oldu. Bunların çoğu soğuk ve hastalıktan öldü. Ruslar ise 20
bin civarında kayıp verdi.
Sarıkamış, Enver Paşa’nın yeteneksiz komutanlığını gösterdi.
Türk askerlerinin kahramanlıkları ve fedakarlıkları boşa gitti. Türkiye için
büyük bir insan ve moral kaybı oldu.
-
Aralık ayı boyunca Sarıkamış ve çevresinde
şiddetli çarpışmalar yaşandı. Allahuekber Dağları’ndan inen Türk birlikleri,
Sarıkamış önlerinde mevzilenmiş Rus kuvvetleriyle karşılaştı.
-
Türk süvarileri, Rus makineli tüfek yuvalarına
ve toplarına defalarca taarruz etti. Ağır kayıplara rağmen geri çekilmediler.
Rusları şaşırttılar ve paniğe düşürdüler.
-
9. Tümen’in piyadeleri karlı araziye rağmen
düzenli bir şekilde ilerleyerek Rus mevzilerini ele geçirdi. 3. Tümen ise
Sarıkamış’ın güneyinden taarruza kalktı.
-
Türk topçuları, geri çekilen Rus birliklerini
ağır bir şekilde bombaladı. Onları püskürttü ve imha etti.
-
Buz gibi dereye rağmen Türk askerleri gece
boyunca taarruzlarını sürdürdü. Sabaha karşı kritik mevziler Ruslardan geri
alındı.
-
Türklerin fedakarlığı ve cesareti karşısında Rus
direnci kırıldı. 20 binin üzerinde Rus ölü ve yaralı bırakarak geri çekilmek
zorunda kaldılar.
Böylece Türk askerleri, tüm zorluklara rağmen Sarıkamış’ta
Ruslara ağır darbeler vurmayı başardı. Ancak ne yazık ki bu kahramanlıklar boşa
gitti ve savaş Türkiye için büyük bir yenilgiyle sonuçlandı.
133) Enver Paşa
Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde etkili olan bir asker ve devlet
adamıydı. Ancak onun kişiliği ve kararları hakkında farklı görüşler
bulunmaktadır.
Enver Paşa cesur ve kararlı bir komutan olarak tanınıyordu.
Genç yaşta hızla yükseldi ve önemli askeri görevler üstlendi. Ancak bazı
tarihçilere göre, askeri konularda yeterince tecrübeli değildi ve riskli
kararlar alabiliyordu.
Öte yandan, Osmanlı bürokratlarının çoğu kurallara bağlı,
daha tedbirli ve tecrübeli kişilerdi. Enver Paşa gibi genç ve dinamik
subaylardan farklı olarak, mevki ve rütbelerini yavaş yavaş kazanmışlardı.
Enver Paşa’nın kişiliği, Osmanlı’nın geleneksel bürokratik
yapısına uyum sağlayamamasına da bağlanmıştır. Maceracı ve girişken kişiliği,
imparatorluğun içinde bulunduğu duruma radikal çözümler arama eğilimini
beraberinde getirmiş olabilir.
Sonuç olarak, Enver Paşa Osmanlı bürokrasisinin alışık
olmadığı bir karaktere ve tarza sahip bir komutan ve devlet adamıydı. Onun
cesareti ve dinamizmi bazıları için olumlu özellikler olarak görülürken,
bazıları için de Osmanlı’nın çöküş sürecine katkıda bulunan riskli kararlara
yol açmıştır. Değerlendirmeler kişiden kişiye farklılık gösterebilir.
134) Eğer Sarıkamış Harekatı’ndan önce orduyu Mustafa Kemal
Atatürk yönetseydi, durumun farklı olabileceği söylenebilir:
-
Atatürk, Enver Paşa’ya göre daha tecrübeli ve
ihtiyatlı bir komutandı. Harekatın kış şartlarında riske edilmemesi gerektiğini
daha iyi değerlendirebilirdi.
-
Atatürk’ün askeri yetenekleri ve liderlik
kabiliyeti, ordudaki moral ve disiplini daha yüksek tutabilirdi.
-
Atatürk’ün Rus cephesini ve coğrafyayı daha iyi
tanıması, daha uygun bir harekat planı yapılmasını sağlayabilirdi.
-
Atatürk’ün karargah subayları ve komutanlarla
daha uyumlu çalışma ihtimali, lojistik hazırlıkların daha kaliteli olmasını
sağlayabilirdi.
-
Atatürk’ün Karadeniz bölgesindeki yerel halkla
ilişkilerinin daha iy olması, istihbarat ve iaşe desteklerini artırabilirdi.
Ancak yine de Rus ordusunun Sayı ve techizat üstünlüğü göz
önüne alındığında, Sarıkamış Harekatı’nın çok büyük riskler taşıdığı
söylenebilir. Atatürk’ün komutası bile tam bir zafer garantilemezdi ancak daha
az kayıpla sonuçlanabilirdi. Kesin bir şey söylemek tarihin bilinmezliği
nedeniyle zordur.
135) Dünya savaşlarında panik ve nihilizmin yol açabileceği
zararlar şunlar olabilir:
-
Askerler arasında moral bozukluğu ve ümitsizliğe
neden olur. Vatanları ve idealleri uğruna savaşma iradelerini zayıflatır.
-
Disiplinsizliğe ve emirlere uymama gibi
sorunlara yol açarak birliklerin düzenini bozar. Komutanların kontrolünü
zayıflatır.
-
Cephe gerisinde sivil halkta da umudun ve
direncin kaybına neden olur. Savaş çabalarını sekteye uğratır.
-
Yenilginin kaçınılmaz olduğu düşüncesi, erken
teslim olma eğilimini artırır. Maneviyatın çok önemli olduğu savaşlarda yıkıcı
etki yapar.
-
İntiharların ve teslim olan askerlerin artmasına
neden olur. Kayıplar artar.
-
Disiplinsiz askerler yağma ve talana
yönelebilir. Asayişi bozarlar.
-
Panik halindeki birlikler, düzenli geri
çekilmeyi de riske atar. Cephe birlikleri dağılır.
Bu sebeple, savaşlarda panik ve nihilizmle mücadele
edilmesi, askerlerin moral ve motivasyonunun yüksek tutulması hayati öneme
sahiptir. Aksi takdirde sonuçlar felaket olabilir.
136) ANZAC,
Avustralya ve Yeni Zelanda Ordusu Kolordusu (Australian and New Zealand Army
Corps) anlamına gelir.
Foreign Office ise Birleşik Krallık Dışişleri Bakanlığı
anlamına gelmektedir.
ANZAC ve Foreign Office’in dünya tarihindeki önemi:
-
ANZAC, I. Dünya Savaşı sırasında Çanakkale
Cephesi’nde mücadele etmiştir. Özellikle 25 Nisan 1915’teki çıkarması
ANZAC’ların cesaretinin sembolü olmuştur. Avustralya ve Yeni Zelanda’nın ulusal
kimliğinde önemli rol oynamıştır.
-
Foreign Office, Birleşik Krallık’ın dış
politikasının yürütülmesinden sorumlu olup, Britanya İmparatorluğu döneminde
büyük etkiye sahip olmuştur. Özellikle 19. Yüzyılda Avrupa diplomasisinde çok
etkili olmuştur.
-
Her iki kurum da I. Dünya Savaşı’nda önemli
roller oynamıştır. ANZAC cephede savaşırken, Foreign Office diplomasi
yürütmüştür.
-
ANZAC ve Foreign Office, sömürge
imparatorlukları döneminde Birleşik Krallık’ın küresel gücünün vücut bulmuş
halidir. Dünya dengelerinin şekillenmesinde izleri vardır.
-
Günümüzde de ANZAC mirası Australya ve Yeni
Zelanda için önemini korurken, Foreign Office Birleşik Krallık dış
politikasındaki etkisini sürdürmektedir.
137) Ord. Prof. Dr. Behçet Sabit Erduran, Çanakkale
Savaşları’na katılmış önemli bir tıp profesörü ve cerrahtı. Onun Çanakkale’deki
izlenimleri şu şekilde özetlenebilir:
-
Çanakkale’de karşılaştığı vahşet ve insan
acıları onu derinden etkilemişti. Çok sayıda yaralıya tıbbi müdahalede bulunmak
zorunda kalmıştı.
-
Ancak Türk askerlerinin gösterdiği kahramanlık
ve fedakarlık karşısında büyük hayranlık duyduğunu belirtmiştir. Vatan
savunmasındaki kararlılıkları moralini yüksek tutmasını sağlamıştı.
-
İmkanların ve koşulların çok sınırlı olmasına
rağmen, Türk sağlık personelinin çabaları sayesinde binlerce yaralıya müdahale
edilebildiğine şahit olduğunu vurgulamıştı.
-
Cephe gerisindeki halkın da çok büyük
fedakarlıklarla savaş çabalarına destek verdiğini gözlemlemişti.
-
Zaferin kazanılmasında Türk askerinin manevi
gücünün ve cesaretinin çok büyük rol oynadığı kanaatine varmıştı.
Böylece Çanakkale Savaşları, Prof. Dr. Behçet Sabit
Erduran’ın mesleki ve yurtsever duygularında derin izler bırakmış önemli
tecrübelerden biri olmuştur.
138) Türklerin dünya tarihindeki önemi oldukça büyüktür ve
Türkler olmadan dünya tarihinin eksik kalacağını söyleyebiliriz.
-
Türkler Orta Asya’dan başlayarak geniş bir
coğrafyaya yayılmış ve birçok imparatorluk kurmuştur. Bu imparatorluklar
dönemlerinin siyasi, askeri, kültürel, ekonomik gelişiminde belirleyici
olmuştur.
-
Türkler Avrasya’da binlerce yıldır varlığını
sürdüren, tarihin akışını derinden etkileyen bir unsur olmuştur. Avrupa tarihi
için de vazgeçilmez bir etkendir.
-
Osmanlı İmparatorluğu, yüzyıllar boyunca 3
kıtaya hükmetmiş, önemli bir medeniyet ve güç merkezi olmuştur. Bu olmadan
modern dünya çok farklı şekillenecekti.
-
Türkler İslam medeniyetinin ve kültürünün
yayılmasında kilit bir rol oynamıştır. İpek Yolu gibi ticaret yollarının
gelişimini sağlamıştır.
-
Türkçe konuşan nüfus, tarih boyunca geniş
coğrafyalara yayılmış ve etkileşimde bulunmuştur. Türk kültürü bu etkileşimler
sayesinde gelişmiştir.
Dolayısıyla, Türk tarihi olmadan dünya tarihinin objektif ve
doğru bir şekilde yazılması mümkün değildir. Türklerin dünya medeniyetine
yaptığı katkı inkâr edilemez.
139) İngiliz tarihçi ve askerî analist Mareşal Lord
Carver’in Filistin ve Çanakkale mücadeleleri için yaptığı bazı yorumlar
şunlardır:
Filistin Cephesi için:
-
Osmanlı ordusunun İngilizlere karşı Filistin’de
verdiği mücadele çok şiddetli oldu. İngiliz birlikleri ağır kayıplar verdi.
-
Türk birlikleri, İngilizlerin sayı ve techizat
üstünlüğüne rağmen büyük bir azimle savaştı. Her karış toprak için çarpıştılar.
-
İngiliz komutanlığı, Türklerin direncini
küçümseyerek yeterli hazırlık yapmamıştı. Bu durum İngilizler için sıkıntı yarattı.
Çanakkale Cephesi için:
-
Çanakkale Boğazı’nın geçilmesi imkansıza
yakındı. Türkler boğaz savunmasını çok iyi organize etmişti.
-
Türk askerleri vatan topraklarını korumak için
olağanüstü cesaret ve kararlılık gösterdi. Çok büyük kayıplara rağmen geri
çekilmediler.
-
Çanakkale, modern silahlar karşısında yalnızca
insan unsurunun savaştaki önemini gösteren ender bir örnektir. Türk askerinin
maneviyatı boğazı geçilmez kıldı.
Dolayısıyla Lord Carver, her iki cephede de Türk askerinin
cesaret ve fedakârlığını övmüş, İngiliz yanlış değerlendirmelerini
eleştirmiştir. Türk direnişinin önemini vurgulamıştır.
140) İşte Osmanlı’yı Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarına
sürükleyen bazı temel nedenler:
-
Siyasi çıkarlar ve ittifaklar: Osmanlı
İmparatorluğu hem Birinci hem de İkinci Dünya Savaşları öncesinde Almanya ile
yakın siyasi ve askeri ilişkiler içindeydi. Özellikle Alman subayların Osmanlı
ordusunda etkin rol alması, Osmanlı’yı Almanya’nın müttefiki konumuna getirdi.
-
Toprak kayıpları: 19. Yüzyıl boyunca
Balkanlar’daki toprak kayıpları, Osmanlı’yı çöküşe sürüklemişti. Bu durum,
Birinci Dünya Savaşı öncesinde İttifak Devletleri’ne yakınlaşmasında etkili
oldu.
-
Boğazların kontrolü: Çanakkale Boğazı ve
İstanbul Boğazı’nın kontrolü, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı topraklarının
işgali için stratejik önem taşıyordu. Bu da Osmanlı’nın savaşa girmesinde
belirleyici bir unsur oldu.
-
Pan-İslamizm: Osmanlı halifeliğinin Müslüman
nüfusa yönelik çağrıları, Birinci Dünya Savaşı sırasında Arap coğrafyasında
etkili oldu. Bu da Osmanlı’yı savaşın bir parçası haline getirdi.
-
Sömürge yarışı: 20. Yüzyıl başlarındaki
sömürgecilik rekabeti de Osmanlı coğrafyasını etkiledi ve savaşın parçası
olmasına yol açtı.
141) Osmanlı Devleti,
Birinci Dünya Savaşı öncesinde Alman İmparatorluğu’ndan Yavuz ve Midilli isimli
iki savaş gemisini satın almıştı. Bu gemilerin alınmasının arkasındaki temel
nedenler şunlardı:
-
Donanmanın güçlendirilmesi: Osmanlı donanması,
19. Yüzyıl boyunca gerileme içindeydi. Yavuz ve Midilli gibi modern savaş
gemileri, donanmayı güçlendirmek için alındı.
-
Almanya ile ittifak: Osmanlı ile Almanya
arasında gelişen yakın askeri ve siyasi ilişkiler çerçevesinde, bu gemileri
satın almak hem Almanya ile ittifakı pekiştirdi hem de Osmanlı’ya destek
sağladı.
-
Boğazların korunması: Özellikle Çanakkale
Boğazı’nın kontrol altında tutulması için güçlü bir donanma gerekiyordu. Yavuz
ve Midilli, boğazların savunulmasında kritik rol oynadı.
-
Prestij unsuru: İki modern savaş gemisinin
filoya katılması, Osmanlı donanmasının gücünü tüm dünyaya göstermek için
önemliydi. Osmanlı’nın denizcilik alanındaki etkinliğini arttırdı.
-
Savaş hazırlığı: Savaşın yaklaştığı 1914
yılında, Osmanlı bu gemileri edinerek olası bir savaşa hazırlanmak istedi.
Filosunu güçlendirmeye çalıştı.
Bu nedenlerle Yavuz ve Midilli, Osmanlı donanması için
kritik öneme sahip gemiler haline geldi. Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı’na
girişinde etkili oldular.
142) Rusya’nın 2 Kasım 1914’te Osmanlı İmparatorluğu’na
savaş ilan etmesinin temelinde İstanbul ve Çanakkale Boğazları’nın kontrolünü
ele geçirme hedefi yatıyordu.
Rusya’nın boğazlardaki temel amaçları:
-
Akdeniz’e sıcak denizlere inmek ve buradaki
etkinliğini artırmak.
-
Osmanlı toprakları üzerindeki emellerini
gerçekleştirmek.
-
İstanbul ve çevresinde Rus nüfuzunu yaymak.
-
Ticaret yollarını kontrol etmek.
Ancak Rusya’nın bu politikası başarısız oldu. Çanakkale
Savaşları’nda Osmanlı birliklerinin kesin zaferi sonucunda Rusya boğazlara
hakim olamadı. Böylece Akdeniz’deki emelleri gerçekleşemedi.
Ayrıca Çanakkale yenilgisi, Rusya’da çöküşün fitilini
ateşledi. 1917’de gerçekleşen Ekim Devrimi ile Rus Çarlığı yıkıldı. Böylece
Osmanlı, boğazlar üzerindeki Rus tehdidinden kurtulmuş oldu.
Sonuç olarak Rusya’nın boğazları ele geçirme politikası
Osmanlı karşısında başarısız oldu ve Rusya için olumsuz sonuçlar doğurdu.
Eğer Rusya, Çanakkale Savaşları’ndan galip çıkıp İstanbul ve
Çanakkale Boğazları’nı kontrol altına alabilseydi, Akdeniz’e inme hedefine
ulaşmış olacaktı. Bu durumda bazı olası sonuçlar şöyle olabilirdi:
-
Rusya, Akdeniz’de önemli bir deniz gücü haline
gelir ve bölgedeki etkinliğini çok artırırdı. Akdeniz’deki dengeler Rusya
lehine değişirdi.
-
Osmanlı İmparatorluğu için hayati öneme sahip
boğazların kaybı, Osmanlı’yı çok zor duruma düşürürdü. Payitaht İstanbul’un
güvenliği tehdit altına girerdi.
-
Rusya, sıcak denizlere ulaşımını güvence altına
aldığı için ticaret yolları üzerindeki hakimiyetini pekiştirirdi. Ekonomik
açıdan büyük kazanç elde ederdi.
-
Balkanlar, Kafkasya ve Orta Doğu’daki Rus nüfuzu
ve etkinliği çok fazla artardı. Rusya bu bölgelerde hakim güç konumuna gelirdi.
-
İngiltere’nin Akdeniz’deki üstünlüğü sarsılır,
Fransa ve İtalya dengeleri değişirdi.
-
I. Dünya Savaşı seyri Rusya lehine evrilirdi.
Almanya ve müttefikleri için Akdeniz cephesi açılabilirdi.
Ancak Çanakkale yenilgisiyle bu olasılıklar gerçekleşmedi.
Bunun yerine Rusya savaştan çekilmek zorunda kaldı.
143) İsmet İnönü, Birinci Dünya Savaşı sırasında Mustafa
Kemal ile birlikte çalışmış önemli bir komutandı.
İnönü de Atatürk gibi, Almanya’nın Osmanlı İmparatorluğu’nu
kendi çıkarları doğrultusunda savaşa sürüklediğini düşünüyordu.
Almanya’nın, Osmanlı’yı kendi sömürgesi haline getirmek
istediğine inanıyorlardı. Savaşta Alman subayların etkinliğinden rahatsızlık
duyuyorlardı.
İnönü, Atatürk gibi Osmanlı idaresindeki yozlaşmayı,
ihmalkârlığı ve yetersizliği de savaştaki başarısızlıkların nedeni olarak
görüyordu.
Mustafa Kemal’in milli mücadele fikrini benimsemiş, onunla
tam bir fikir birliği içinde hareket etmişti. Milli egemenliği ve bağımsızlığı
ön planda tutuyordu.
Sonuç olarak, Atatürk ve İnönü Almanya’yı Osmanlı’yı sömüren
fırsatçı bir güç, Osmanlı yönetimini de beceriksiz ve işbirlikçi olarak
değerlendirmişlerdi. Türk milletinin çıkarlarını gözettiği için İnönü,
Atatürk’ün en sadık yoldaşlarından biri olmuştur.
144) Grandük Nikola, Birinci Dünya Savaşı sırasında Karadağ
Kralı’dır. Rusya müttefiklerinden biridir.
-
Nikola, Çanakkale Savaşlarının başlamasından
önce Türklerin çok zorlu bir savunma yapacağı konusunda müttefikleri uyarmış,
ancak bu uyarıları dikkate alınmamıştır.
-
Savaşın başlamasının ardından, Çanakkale’deki
Türk savunmasının beklenenden çok daha güçlü olduğunu kabul etmiştir.
-
Türk askerlerinin savaştığı kahramanca
mücadeleye hayranlığını ifade etmiştir.
-
Rusya’nın savaşa girme konusunda aceleci
davrandığını, Türkleri küçümsediğini dile getirmiştir.
-
Savaşın Rusya için felaketle sonuçlandığını,
Çarlığın çöküşüne yol açtığını belirtmiştir.
-
Müttefikler arasındaki anlaşmazlıkların da
başarısızlığa neden olduğunu söylemiştir.
Sonuç olarak Grandük Nikola, Türklerin Çanakkale’deki
başarısı karşısında objektif davranmış, Rusya’nın tutumunu eleştirmiştir.
Savaşın Rusya için olumsuz sonuçlar doğurduğunu kabul etmiştir.
145) Mayın döşemek, düşman gemilerinin kendi kıyılarınıza
yaklaşmasını engellemek için deniz savaşlarında sıklıkla başvurulan etkili bir
yöntemdir.
-
Mayınlar, gemilerin güvenli geçişini engellediği
için denizlerin kontrolünü sağlamada faydalıdır.
-
Ancak tek başına yeterli değildir, mutlaka diğer
savunma unsurlarıyla desteklenmesi gerekir.
-
Doğru konumlara ve yoğunluğa yerleştirildiğinde,
düşman donanmasının hareket kabiliyetini kısıtlar.
Osmanlı’da denizcilik, 16. Yüzyılda Altın Çağ döneminde
bugünkü modern donanmaya benzer yapıya kavuştu.
-
Tersaneler kurularak yeni savaş gemileri inşa
edildi.
-
Top ve ateşli silahlar donatıldı.
-
Denizci eğitimi verildi.
-
17. Yüzyılın ikinci yarısına kadar Akdeniz’in en
güçlü donanmasına sahip oldu.
Osmanlı denizciliği 18. Yüzyıldan itibaren gerileme dönemine
girdi. Ancak yine de mayın gibi modern savunma yöntemlerini kullanabiliyordu.
146) Çanakkale Boğazı’nın Çanakkale Savaşları sırasında
geçilmesinin engellenmesi için Osmanlı tarafından kapsamlı bir savunma planı
uygulandı:
Teknik Olarak:
-
Boğazın en dar noktalarına mayın hatları
döşendi. Yoğun mayın döşemesi boğaz geçişini çok zorlaştırdı.
-
Kilit noktalara tahkimatlar yapıldı. Topçu
bataryaları ve makineli tüfek yuvaları yerleştirildi.
-
Anadolu ve Rumeli yakalarında kale ve mevziler
inşa edildi.
-
Nara Burnu ve Seddülbahir bölgeleri ana savunma
hatları oldu.
Stratejik Olarak:
-
Dar boğazdan geçişe izin verilmeyerek düşmanın
sayı üstünlüğü etkisizleştirildi.
-
Çok katmanlı savunma sistemi ile düşman
derinliğine durduruldu.
-
Anadolu topçularının ateş desteği ile Rumeli
yakası güçlendirildi.
-
Mayın tarlaları ile düşman filosunun manevra
kabiliyeti kısıtlandı.
-
Cephe gerisinde stratejik rezerv birlikleri
tutuldu.
Bu sayede Çanakkale geçilemez oldu ve müttefik donanması
ağır kayıplar vererek boğazı geçemedi.
147) Mustafa Kemal Atatürk, Çanakkale Savaşı sırasında 19.
Tümen’i şu şekilde bir araya getirdi:
-
Savaşın başında aldığı emirle hemen İstanbul’dan
ayrılarak Çanakkale’ye geldi.
-
Kendisine bağlanan 57. Alay’ı toparlayıp
Maydos’a getirdi.
-
Çanakkale’deki dağınık birlikleri bir araya
toplamaya başladı.
-
72. Alay’ı Bigalı Köyü’nden, 27. Alay’ı da
Bursa’dan bölgeye getirtti.
-
25. Alay’ı Gelibolu Yarımadası’nda
konuşlandırdı.
-
Topçu birliklerini Aydıntepe, Kocadere ve Ece
Ovası’na yerleştirdi.
-
Lojistik birlikleri ve sağlık teşkilatını kurdu.
-
Disiplini sağlayarak dağınık birlikleri düzenli
ordusu haline getirdi.
-
Esasen 57. Alay çekirdeği etrafında yeni bir
tümen oluşturmuş oldu.
Böylece Çanakkale’de düzensiz kuvvetlerden disiplinli ve
güçlü bir tümen yarattı. Komutasındaki bu tümenle gelen İtilaf birliklerini
durdurmayı başardı.
148) İngiliz General Ian Hamilton, Çanakkale Cephesi’nde
Müttefik kuvvetlerinin komutanıydı.
-
Deneyimli bir komutan olarak görevlendirilmişti.
-
Ancak Çanakkale’de beklenen başarıyı
gösteremedi.
Hamilton’un savaştaki taktik ve performansı şu şekilde
değerlendirilebilir:
-
Çıkartma harekatlarında ciddi hatalar yaptı.
Özellikle Arıburnu ve Anzak Koyu çıkartmaları başarısız oldu.
-
Türklerin savunmasının gücünü tam olarak
kavrayamadı. Hafife aldı.
-
Zayıf istihbarat ve yetersiz hazırlık savaşın
kaderini etkiledi.
-
Takviye ve ikmal konusunda sıkıntı yaşadı.
Lojistik destek yetersiz kaldı.
-
Müttefik donanması ile kara kuvvetleri
arasındaki koordinasyon zayıftı.
-
Cephe gerisinde stratejik rezerv tutamadı.
-
İlerleme kaydetse de inisiyatifi elinde tutup
üstünlüğü sağlayamadı.
Sonuç olarak Hamilton, Çanakkale’de Türk savunmasını
aşamayan ve ağır kayıplar veren bir performans sergiledi. Başarısız bir
komutanlık dönemi geçirdi.
149) Winston Churchill’in Çanakkale Savaşı’ndaki tavrı, onun
askeri ve siyasi kişiliğinin bir yansıması olarak yorumlanabilir. Churchill,
cesur ve kararlı bir liderdi, ancak aynı zamanda inatçı ve kibirli bir tavra
sahipti. Çanakkale Savaşı’nda, savaşın kazanılabileceğine dair güçlü bir inancı
vardı ve bu inancına rağmen gelen tüm uyarıları ve karşı görüşleri görmezden
geldi.
Churchill’in Çanakkale’deki inatçı tutumu, dünya tarafından
farklı şekillerde karşılandı. Bazıları, Churchill’in savaşın kazanılması için
gerekli olan cesur ve kararlı liderliğini takdir ederken, diğerleri onun inatçı
ve kibirli tavrını eleştirdi.
Churchill’in Çanakkale’deki başarısızlığı, onun kariyerinde
önemli bir dönüm noktası oldu. Savaşın ardından, Churchill’in askeri kariyeri
bir süreliğine askıya alındı. Ancak, İkinci Dünya Savaşı’nda gösterdiği
başarılarla tekrar siyasete döndü ve İngiltere’nin Başbakanı oldu.
Churchill’in Çanakkale’deki tavrını şu şekilde yorumlamak
mümkündür:
* **Churchill, Çanakkale Savaşı’nın kazanılabileceğine dair
güçlü bir inancı vardı.** Bu inanç, onun savaşa dair stratejisini ve
taktiklerini belirledi.
* **Churchill, inatçı ve kibirli bir tavra sahipti.** Bu
tavrı, onu gelen tüm uyarıları ve karşı görüşleri görmezden gelmeye itti.
* **Churchill’in Çanakkale’deki başarısızlığı, onun
kariyerinde önemli bir dönüm noktası oldu.** Savaşın ardından, Churchill’in
askeri kariyeri bir süreliğine askıya alındı.
Churchill’in Çanakkale hakkındaki inatçı tutumu, dünya
açısından hem olumlu hem de olumsuz sonuçlar doğurdu. Olumlu bir sonuç olarak,
Churchill’in inatçılığı, Çanakkale Savaşı’nın uzun yıllar boyunca
tartışılmasına ve araştırılmasına neden oldu. Olumsuz bir sonuç olarak ise,
Churchill’in inatçılığı, savaşın daha fazla kayıp ve maddi zarara yol açmasına
neden oldu.
150) **Osmanlı Devleti’nin Zorlayıcı Savaşları Kazanmasında
Kullanılan Taktikler ve Komutanlar**
Osmanlı Devleti, tarihinin büyük bir bölümünde, hem Doğu’da
hem de Batı’da önemli bir güç olarak varlığını sürdürmüştür. Bu başarıda,
Osmanlı’nın askeri taktikleri ve komutanlarının önemli bir rolü olmuştur.
Osmanlı Devleti, zorlayıcı savaşları kazanmak için çeşitli
taktikler ve komutanlar kullandı. Bu taktikler ve komutanlar, Osmanlı’nın
askeri gücünü ve başarısını artırmaya yardımcı oldu.
**Osmanlı’nın Zorlayıcı Savaşları Kazanmasında Kullanılan
Taktikler**
Osmanlı Devleti, zorlayıcı savaşları kazanmak için çeşitli
taktikler kullandı. Bu taktiklerden bazıları şunlardır:
* **Arazi avantajı:** Osmanlı, genellikle savaşları kendi
topraklarında veya savunması kolay arazilerde yapmaya çalıştı. Bu sayede,
düşmanın avantajını azaltmayı ve kendi avantajını artırmayı hedefledi. Örneğin,
Malazgirt Savaşı’nda, Kılıçarslan II, Bizans’ın sayısal üstünlüğünü arazinin
engelleyici yapısıyla dengeledi.
* **Cesur ve kararlı komutanlar:** Osmanlı, savaşları
kazanmak için cesur ve kararlı komutanlara güvendi. Bu komutanlar, askerlerini
motive etmek ve düşmana karşı üstünlük sağlamak için gereken liderliği
gösterdi. Örneğin, Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’un fethi sırasında gösterdiği
cesur ve kararlı liderlikle, Osmanlı’nın en önemli askeri başarılarından birini
elde etti.
* **Kararlı ve etkili savunma:** Osmanlı, genellikle
savunmaya dayalı bir strateji izleyerek savaşları kazandı. Bu sayede, düşmanın
saldırılarını karşılamak ve onlara ağır kayıplar vermek için zaman kazandı.
Örneğin, Çanakkale Savaşı’nda, Mustafa Kemal Atatürk, Osmanlı’nın savunma
hattını başarıyla yöneterek, İngiliz ve Fransız kuvvetlerinin ilerlemesini
durdurdu.
**Osmanlı Devleti’nin Zorlayıcı Savaşları Kazanan
Komutanları**
Osmanlı tarihinde, zorlayıcı savaşları kazanan bazı önemli
komutanlar şunlardır:
* **Fatih Sultan Mehmet:** İstanbul’un fethi, Osmanlı’nın en
önemli askeri başarılarından biridir. Fatih Sultan Mehmet, bu başarıda arazi
avantajı, cesur ve kararlı liderliği ve kararlı savunması gibi taktikleri
ustaca kullandı.
* **Yavuz Sultan Selim:** Yavuz Sultan Selim, Çaldıran
Savaşı’nda Safevileri yenerek Osmanlı’nın Doğu’da genişlemesini sağladı. Bu
savaşta, Yavuz Sultan Selim, düşmanın sayısal üstünlüğünü arazi avantajı ve
cesur ve kararlı liderliği ile dengeledi.
* **Kılıçarslan II:** Malazgirt Savaşı’nda Bizans’ı yenerek
Anadolu’nun kapılarını Türklere açan Kılıçarslan II, bu savaşta kararlı
savunması ve başarılı taktikleriyle tarihte önemli bir yer edindi.
* **Mustafa Kemal Atatürk:** Çanakkale Savaşı’nda, İngiliz
ve Fransız kuvvetlerine karşı gösterdiği başarıyla, Osmanlı’nın yenilgisini
önledi ve savaşın kaderini değiştirdi.
**Sonuç**
Osmanlı Devleti, zorlayıcı savaşları kazanmak için çeşitli
taktikler ve komutanlar kullandı. Bu taktikler ve komutanların başarılı
uygulanması, Osmanlı’nın güçlü bir devlet olarak varlığını sürdürmesinde önemli
bir rol oynamıştır.
151) **ANZACların Çanakkale’de “Ne Umdular Ne Buldular”
Denilecek Kayıpları**
ANZACların Çanakkale’de uğradığı kayıplar, askeri açıdan
değerlendirildiğinde, bir dizi faktörün bir araya gelmesiyle açıklanabilir.
* **Osmanlı savunmasının güçlü olması:** ANZAClar, Çanakkale
Boğazı’nı geçmek için, Osmanlı savunmasını aşmak zorundaydı. Osmanlı ordusu,
Çanakkale’de güçlü bir savunma hattı kurmuştu ve bu hattı başarıyla savundu.
* **ANZAC birliklerinin yetersizliği:** ANZAC birlikleri,
Çanakkale’ye yeni gelmişti ve savaş tecrübesi azdı. Bu durum, onların
kayıplarını artıran bir faktör oldu.
* **Çanakkale’nin zorlu coğrafyası:** Çanakkale Boğazı,
doğal olarak savunmaya elverişli bir alandı. ANZAC birliklerinin ilerlemesi, bu
zorlu coğrafya nedeniyle zorlaştırıldı.
ANZAClar deniz yoluyla değil de kara yoluyla Çanakkale’yi
geçebilseydi, Türkiye’nin kaybı çok daha ağır olurdu. Bu durumda, Osmanlı
ordusu, Çanakkale’de savunma yapmak yerine, İstanbul’un savunmasına odaklanmak
zorunda kalacaktı. Bu durum, İstanbul’un düşmesine ve Osmanlı İmparatorluğu’nun
yıkılmasına yol açabilirdi.
Kayıplar bir şekilde bertaraf edilseydi, bugün Türkiye
üzerinde ağır olarak izi olan birçok şeyin farklı olabileceği söylenebilir.
Örneğin, Türkiye’nin sınırları, bugünkünden farklı olabilirdi. Ayrıca,
Türkiye’nin siyasi ve ekonomik yapısı da farklı olabilirdi.
**Sonuç**
ANZACların Çanakkale’de uğradığı kayıplar, Türkiye’nin
kaderini önemli ölçüde etkiledi. Bu kayıplar, Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşta
tutunmasını sağladı ve Türkiye’nin bağımsızlığını korumasına yardımcı oldu.
ANZAClar, Çanakkale’ye açılma planını, I. Dünya Savaşı’nda
Osmanlı İmparatorluğu’nu yenmek ve Rusya’ya yardım etmek için yaptı.
ANZAC, Avustralya ve Yeni Zelanda Asker Kolordusu’nun
kısaltmasıdır. ANZAC birlikleri, I. Dünya Savaşı’nda İngiliz İmparatorluğu’nun
bir parçası olarak savaştı.
ANZACların Çanakkale’ye açılma planı, 1915 yılının
başlarında İngiliz ve Fransız komutanlar tarafından geliştirildi. Bu planın
amacı, Çanakkale Boğazı’nı geçerek Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti
İstanbul’u ele geçirmek ve Rusya’ya yardım etmekti.
ANZAClar, 25 Nisan 1915 tarihinde Çanakkale’ye çıkarma
yaptı. Çıkarma, Osmanlı ordusu tarafından püskürtüldü ve ANZAClar ağır kayıplar
verdi.
ANZAClar, Çanakkale’de 8 ay boyunca savaştı. Bu süre
zarfında, ANZAClar hem karadan hem de denizden Osmanlı ordusuna karşı savaştı.
ANZAClar, Çanakkale’de ağır kayıplar verdi, ancak Osmanlı İmparatorluğu’nun
yenilgisini engelleyemedi.
ANZACların Çanakkale’ye açılma planı, askeri açıdan
başarısız oldu. Ancak, bu plan, ANZAClar için önemli bir milli hafıza ve kimlik
unsuru haline geldi.
ANZACların Çanakkale’ye açılma planının nedenleri şu şekilde
özetlenebilir:
* **Osmanlı İmparatorluğu’nu yenmek:** ANZACların temel
amacı, Osmanlı İmparatorluğu’nu yenmek ve I. Dünya Savaşı’nı kazanmaktır.
* **Rusya’ya yardım etmek:** ANZACların bir diğer amacı da
Rusya’ya yardım etmekti. Rusya, I. Dünya Savaşı’nda Almanya ve
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile savaşıyordu. ANZACların Çanakkale’den
İstanbul’a ilerlemesi, Rusya’ya yardımda bulunacak ve Almanya’ya karşı baskıyı
artıracaktı.
ANZACların Çanakkale’ye açılma planı, I. Dünya Savaşı’nın
seyrini önemli ölçüde etkiledi. Bu plan, Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşta
tutunmasını sağladı ve Türkiye’nin bağımsızlığını korumasına yardımcı oldu.
152) Evet, Çanakkale Zaferi gibi dünya çapında benzer
zaferler olmuştur. Bu zaferler, askeri açıdan küçük bir güç tarafından daha
büyük bir güce karşı kazanılan zaferlerdir.
**Bazı örnekler şunlardır:**
* **300 Spartalı:** MÖ 480 yılında, Spartalı bir ordu, Pers
İmparatorluğu’nun çok daha büyük bir ordusuna karşı Thermopylae Muharebesi’nde
yenildi. Ancak, bu savaş, Perslerin Yunanistan’ı fethetmesini engelledi ve
Yunanistan’ın bağımsızlığını korumasına yardımcı oldu.
* **Vukovar Kuşatması:** 1991-1992 yılları arasında,
Yugoslavya Ordusu, Vukovar şehrini kuşattı. Sırpların kuşatması 87 gün sürdü ve
20 bin sivilin ölümüne neden oldu. Ancak, Hırvat güçleri, kuşatmayı kırmak ve
şehri kurtarmayı başardı. Bu zafer, Hırvatistan’ın bağımsızlığını korumasına
yardımcı oldu.
* **Dunkirk Savaşı:** 1940 yılında, İngiliz ve Fransız
birlikleri, Dunkirk’te Alman ordusunun kuşatmasından kurtulmayı başardı. Bu
zafer, İngilizlerin savaşta tutunmasına yardımcı oldu.
* **Stalingrad Muharebesi:** 1942-1943 yılları arasında,
Nazi Almanyası, Stalingrad şehrini kuşattı. Kızıl Ordu, 9 ay süren kuşatmayı
kırmak ve şehri kurtarmayı başardı. Bu zafer, Nazilerin yenilgisinin başlangıcı
oldu.
* **Vietnam Savaşı:** 1954-1975 yılları arasında,
Vietnamlılar, Amerika Birleşik Devletleri’nin desteğiyle savaşan Güney
Vietnam’a karşı savaştı. Vietnamlılar, 20 yıl süren savaşın sonunda zafer
kazandı ve Vietnam’ı birleştirdi.
Bu zaferler, askeri açıdan küçük bir güç tarafından daha
büyük bir güce karşı kazanılan zaferler olmaları nedeniyle, Çanakkale Zaferi
ile benzerlik gösterir. Bu zaferler, askeri açıdan daha güçlü bir gücün
yenilgiye uğratılması ve daha küçük bir gücün bağımsızlığının korunması
açısından önemlidir.
**Çanakkale Zaferi’nin dünya çapında benzer zaferler
arasında özel bir yeri olduğunu söylemek mümkündür.** Bu zafer, askeri açıdan
daha güçlü olan İngiliz ve Fransız güçlerine karşı kazanılan bir zaferdi. Bu
zafer, Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşta tutunmasını sağladı ve Türkiye’nin
bağımsızlığını korumasına yardımcı oldu.
153) **Çanakkale Savaşı’nda Britanya, Fransa’yı biraz
“kullanmıştı” diyebiliriz.** Britanya, Rusya’ya yardım etmek ve Almanya’ya
karşı üstünlük sağlamak için Çanakkale Boğazı’nı geçmek istiyordu. Ancak, kendi
gücüyle bu işi tek başına başaramayacağı için, Fransa’nın desteğine ihtiyaç
duydu. Fransa da, Britanya’nın bu planına destek verdi.
**Britanya ile Fransa arasındaki temel farklılıklar
şunlardı:**
* **Britanya, Fransa’ya göre daha güçlü bir orduya ve
donanmaya sahipti.**
* **Britanya, Fransa’ya göre Çanakkale Boğazı’na daha
yakındı.**
* **Britanya, Fransa’ya göre Osmanlı İmparatorluğu’nu
tamamen ortadan kaldırmayı hedeflemiyordu.**
**Bu farklılıklar, Çanakkale Savaşı’nın seyrini de
etkiledi.** Örneğin, Britanya’nın daha güçlü ordusu ve donanması, Osmanlı
ordusunu yenmede önemli bir rol oynadı. Britanya’nın Çanakkale Boğazı’na olan
yakınlığı, İngiliz kuvvetlerinin hızlı bir şekilde bölgeye intikal etmesine
olanak sağladı. Britanya’nın Osmanlı İmparatorluğu’nu tamamen ortadan
kaldırmayı hedeflememesi, Fransa’nın daha fazla çaba göstermesine neden oldu.
**Sonuç olarak, Britanya’nın Fransa’yı Çanakkale Savaşı’nda
kullanması, savaşın seyrini önemli ölçüde etkiledi. Britanya’nın daha güçlü
ordusu ve donanması, Osmanlı ordusunu yenmede önemli bir rol oynadı.
Britanya’nın Çanakkale Boğazı’na olan yakınlığı, İngiliz kuvvetlerinin hızlı
bir şekilde bölgeye intikal etmesine olanak sağladı. Britanya’nın Osmanlı
İmparatorluğu’nu tamamen ortadan kaldırmayı hedeflememesi, Fransa’nın daha
fazla çaba göstermesine neden oldu.**
154) Ricat taktiği, bir ordunun geçici olarak geri
çekilmesidir. Bu taktik, düşmanın sayısal üstünlüğünü veya daha iyi konumunu
kullanarak, daha büyük kayıplar vermeden savaşın kaderini belirleyecek bir
konuma ulaşmak için kullanılabilir.**
**Ricat taktiği, askeri tarih boyunca birçok kez
kullanılmıştır. Örneğin, Çanakkale Savaşı’nda Osmanlı ordusu, daha güçlü olan
İngiliz ve Fransız güçlerine karşı ricat taktiği uyguladı. Bu taktik sayesinde,
Osmanlı ordusu, daha büyük kayıplar vermeden savaşın kaderini belirleyecek bir
konuma ulaşmayı başardı.**
**Ricat taktiğiyle elde edilen kazanımlar şunlardır:**
* **Düşmanın ilerlemesini durdurmak veya yavaşlatmak:**
Ricat taktiği, düşmanın ilerlemesini durdurmak veya yavaşlatmak için
kullanılabilir. Bu sayede, düşmanın sayısal üstünlüğünü veya daha iyi konumunu
etkisiz hale getirmek mümkün olabilir.
* **Daha iyi bir konuma ulaşmak:** Ricat taktiği, daha iyi
bir konuma ulaşmak için kullanılabilir. Bu sayede, düşmanın ateş hattından
uzaklaşmak veya daha elverişli bir savunma hattı oluşturmak mümkün olabilir.
* **Zaman kazanmak:** Ricat taktiği, zaman kazanmak için
kullanılabilir. Bu sayede, takviye kuvvetlerin gelmesini veya düşmanın gücünün
azalmasını beklemek mümkün olabilir.
**Ricat taktiği, her zaman başarılı olmayabilir.** Bu
taktiğin başarılı olabilmesi için, ordunun iyi bir şekilde organize olması ve
taktikleri konusunda eğitimli olması gerekir. Ayrıca, ordunun düşmanın
ilerlemesini durdurmak için yeterli gücü olması da önemlidir.
**Umarım bu yanıt sizin için yeterli olmuştur.**
**İşte bazı örnek anlatımlar:**
* **Osmanlı ordusu, Çanakkale’de düşmanın sayısal
üstünlüğünü görünce, geçici olarak geri çekildi. Bu sayede, düşmanın
ilerlemesini durdurdu ve daha iyi bir konuma ulaşmayı başardı.**
* **Fransız ordusu, Marne Muharebesi’nde Alman ordusunun
Paris’e ilerlemesini durdurmak için geri çekildi. Bu sayede, Alman ordusunu
geri püskürttü ve savaşın seyrini değiştirdi.**
* **Sovyet ordusu, Moskova Muharebesi’nde Alman ordusunun
Moskova’yı ele geçirmesini engellemek için geri çekildi. Bu sayede, Alman
ordusunu Moskova’dan uzaklaştırdı ve savaşın seyrini değiştirdi.**
* **Amerikan ordusu, Vietnam Savaşı’nda Viet Cong’un gerilla
taktiklerine karşı geri çekildi. Bu sayede, daha az kayıp vererek savaşın
seyrini etkiledi.**
155) Kut’ül Amare Savaşı ile Çanakkale Savaşı’ndaki bazı
benzer stratejik özellikler şunlardır:
-
Her iki savaşta da Osmanlı ordusu savunmada
kalmış ve düşmanın ilerlemesini durdurmaya çalışmıştır. Kut’ta İngilizler,
Çanakkale’de İtilaf Devletleri saldırmıştır.
-
Her iki savaşta da Osmanlı birlikleri coğrafi
koşullardan yararlanarak savunma mevzileri oluşturmuştur. Kut’ta Dicle Nehri,
Çanakkale’de Çanakkale Boğazı doğal engel oluşturmuştur.
-
İki savaşta da Osmanlı ordusu siper savaşı
taktiğini başarıyla uygulamış, ağır silahlar ve makineli tüfeklerle düşmanın
ilerlemesini durdurmuştur.
-
Her iki savunmada da mayınlar etkili bir şekilde
kullanılmış, düşman askerlerinin ve donanmasının hareket kabiliyetini
kısıtlamıştır.
-
Osmanlı birlikleri her iki savaşta da sayıca
üstün düşman kuvvetleri karşısında başarı sağlamış, onları ağır kayıplara
uğratarak geri püskürtmüştür.
156) **Mustafa Kemal Atatürk’ü Şark Cephesine Gönderen
Olay**
Mustafa Kemal Atatürk, 1916 yılının Ocak ayında Şark
Cephesi’ne gönderilmiştir. Bu olay, Osmanlı Devleti’nin Doğu Cephesi’nde karşı
karşıya kaldığı yenilgilerin bir sonucudur. 1915 yılındaki Çanakkale Savaşı’nın
ardından Osmanlı Devleti, Doğu Cephesi’nde de Rus ordularına karşı ağır
yenilgiler almaya başlamıştır. Bu durum, Osmanlı Devleti’nin varlığını tehdit
eden bir durumdur.
Bu nedenle, Osmanlı Devleti, Doğu Cephesi’ni kurtarmak için
yeni bir komutan görevlendirmeye karar vermiştir. Bu görev için Mustafa Kemal
Atatürk seçilmiştir. Mustafa Kemal Atatürk, askeri kariyerinde gösterdiği
başarılarla dikkat çekmekteydi. Ayrıca, Mustafa Kemal Atatürk, milliyetçi
görüşlere sahip bir komutandır.
Mustafa Kemal Atatürk, Şark Cephesi’ne geldiğinde, Osmanlı
ordusunun büyük bir yenilgi içinde olduğunu görmüştür. Osmanlı ordusu, Rus
ordularına karşı büyük bir sayısal ve teknik dezavantaj yaşıyordu. Mustafa
Kemal Atatürk, bu dezavantajları yenmek için yeni bir strateji geliştirmiştir.
Bu stratejinin temeli, savunmadan taarruza geçmekti.
Mustafa Kemal Atatürk’ün bu stratejisi, başarılı olmuştur.
Mustafa Kemal Atatürk, 1916 yılındaki Sarıkamış Harekâtı’nda Rus ordularını
ağır bir yenilgiye uğratmıştır. Bu yenilgi, Osmanlı Devleti’nin Doğu
Cephesindeki durumunu önemli ölçüde iyileştirdi.
Mustafa Kemal Atatürk’ün Şark Cephesi’ne gönderilmesi, Türk
Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcı olarak kabul edilir. Mustafa Kemal Atatürk, Şark
Cephesi’nde elde ettiği başarılarla, Türk ordusunun moralini yükseltti ve Türk
milletinin bağımsızlık mücadelesinde önemli bir rol oynadı.
**Sonuç**
Mustafa Kemal Atatürk’ün Şark Cephesi’ne gönderilmesi,
Osmanlı Devleti’nin Doğu Cephesi’ndeki durumunu önemli ölçüde iyileştirmiş ve
Türk Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcı olmuştur. Mustafa Kemal Atatürk, Şark
Cephesi’nde elde ettiği başarılarla, Türk ordusunun moralini yükseltti ve Türk
milletinin bağımsızlık mücadelesinde önemli bir rol oynamıştır.
Mustafa Kemal Atatürk, 1916 yılının Ocak ayında Osmanlı
Devleti’nin Doğu Cephesi’nde karşı karşıya kaldığı yenilgilerin bir sonucu
olarak Şark Cephesi’ne gönderilmiştir. Mustafa Kemal Atatürk, Şark Cephesi’nde
elde ettiği başarılarla, Türk ordusunun moralini yükseltti ve Türk milletinin
bağımsızlık mücadelesinde önemli bir rol oynamıştır.
157) **Mustafa Kemal Atatürk’ün Doğu Cephesinde Yaptığı
Zaferler**
Mustafa Kemal Atatürk, Doğu Cephesi’nde aşağıdaki zaferleri
elde etmiştir:
* **1916 yılındaki Sarıkamış Harekâtı’nda Rus ordularını
ağır bir yenilgiye uğratmıştır.** Bu yenilgi, Osmanlı Devleti’nin Doğu
Cephesindeki durumunu önemli ölçüde iyileştirdi.
* **1916 yılındaki Bitlis ve Muş Muharebelerinde Rus
ordularını geri püskürtmüştür.** Bu muharebeler, Doğu Cephesi’nde Osmanlı
Devleti’nin üstünlüğünü sağlamıştır.
* **1916 yılındaki Erzincan ve Erzurum Muharebelerinde Rus
ordularını yeniden durdurmuştur.** Bu muharebeler, Doğu Cephesi’nde Osmanlı
Devleti’nin varlığını korumasını sağlamıştır.
**Mustafa Kemal Atatürk’ün Doğu Cephesinde Uyguladığı
Politika ve Strateji**
Mustafa Kemal Atatürk, Doğu Cephesi’nde aşağıdaki politika
ve stratejileri uygulamıştır:
* **Milliyetçilik:** Mustafa Kemal Atatürk, Doğu Cephesi’nde
Türk milletinin bağımsızlığı için savaşmıştır. Bu nedenle, milliyetçilik, Doğu
Cephesi’ndeki politikalarının temelini oluşturmuştur.
* **Savunmadan taarruza geçme:** Mustafa Kemal Atatürk, Doğu
Cephesi’nde Osmanlı ordusunun savunmadan taarruza geçmesini sağlamıştır. Bu
strateji, Osmanlı ordusunun Rus ordularına karşı üstünlük kurmasını
sağlamıştır.
* **Ordunun moralini yükseltme:** Mustafa Kemal Atatürk,
Doğu Cephesi’nde Türk ordusunun moralini yükseltmek için çalışmalar yapmıştır.
Bu çalışmalar, Türk ordusunun savaşma azmini artırmıştır.
**Sonuç**
Mustafa Kemal Atatürk’ün Doğu Cephesi’nde uyguladığı
politika ve stratejiler, Osmanlı Devleti’nin Doğu Cephesindeki durumunu önemli
ölçüde iyileştirdi. Mustafa Kemal Atatürk’ün bu başarıları, Türk Kurtuluş
Savaşı’nın başlangıcı olarak kabul edilir.
Mustafa Kemal Atatürk, Doğu Cephesi’nde elde ettiği
başarılarla, Türk ordusunun moralini yükseltti ve Türk milletinin bağımsızlık
mücadelesinde önemli bir rol oynadı. Mustafa Kemal Atatürk’ün Doğu Cephesi’nde
uyguladığı politika ve stratejiler, şunlardır:
* **Milliyetçilik:** Mustafa Kemal Atatürk, Doğu Cephesi’nde
Türk milletinin bağımsızlığı için savaşmıştır. Bu nedenle, milliyetçilik, Doğu
Cephesi’ndeki politikalarının temelini oluşturmuştur. Mustafa Kemal Atatürk,
Doğu Cephesi’nde Türk ordusuna ve halkına milliyetçilik duygularını
aşılamıştır. Bu sayede, Türk ordusu ve halkı, bağımsızlık mücadelesi için daha
kararlı hale gelmiştir.
* **Savunmadan taarruza geçme:** Mustafa Kemal Atatürk, Doğu
Cephesi’nde Osmanlı ordusunun savunmadan taarruza geçmesini sağlamıştır. Bu
strateji, Osmanlı ordusunun Rus ordularına karşı üstünlük kurmasını
sağlamıştır. Mustafa Kemal Atatürk, Doğu Cephesi’nde Osmanlı ordusunun
stratejisini değiştirerek, savunmadan taarruza geçmesini sağlamıştır. Bu
strateji, Osmanlı ordusunun Rus ordularına karşı daha etkin bir şekilde
mücadele etmesini sağlamıştır.
* **Ordunun moralini yükseltme:** Mustafa Kemal Atatürk,
Doğu Cephesi’nde Türk ordusunun moralini yükseltmek için çalışmalar yapmıştır.
Bu çalışmalar, Türk ordusunun savaşma azmini artırmıştır. Mustafa Kemal
Atatürk, Doğu Cephesi’nde Türk ordusuna moral aşılamak için çeşitli çalışmalar
yapmıştır. Bu çalışmalar, Türk ordusunun moralini yükseltmiş ve savaşma azmini
artırmıştır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün Doğu Cephesi’nde uyguladığı
politika ve stratejiler, Osmanlı Devleti’nin Doğu Cephesindeki durumunu önemli
ölçüde iyileştirdi. Mustafa Kemal Atatürk’ün bu başarıları, Türk Kurtuluş
Savaşı’nın başlangıcı olarak kabul edilir.
158) **Sevr Anlaşması’nın Osmanlı’ya verdiği yük ve
zararlar**
Sevr Anlaşması, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı
Devleti’nin yenilgisini kabul ettiği ve yeni sınırlarını belirlediği
antlaşmaydı. Antlaşma, Osmanlı Devleti’ne ağır yük ve zararlar yükledi.
**Toprak kaybı:** Osmanlı Devleti, topraklarının yaklaşık
%60’ını kaybetti. Bu topraklar, İtalya, Fransa, Yunanistan, Ermenistan,
Gürcistan, Ermenistan ve Kürdistan gibi devletlere verildi.
**Ekonomik yük:** Osmanlı Devleti, ağır ekonomik yükler
yüklendi. Bu yükler, Osmanlı Devleti’nin ekonomik olarak çökmesine neden oldu.
**Siyasi baskılar:** Osmanlı Devleti’nin bağımsızlığı
ortadan kaldırıldı ve siyasi olarak bir kukla devlet haline getirildi.
**Sonuç:** Sevr Anlaşması, Osmanlı Devleti’nin sonunu
getiren ve Türk Kurtuluş Savaşı’nın başlamasına neden olan bir antlaşmaydı.
159) Damat Ferit Paşa, “Biz akıllı Türkler olarak Jön
Türkler değiliz” sözünü, 1913 yılında, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin
iktidardan düşmesinin ardından yaptığı bir konuşmada söylemiştir. Damat Ferit
Paşa, bu sözle, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin aşırı milliyetçi ve militarist
politikalarını eleştirmiştir.
Damat Ferit Paşa’ya göre, İttihat ve Terakki Cemiyeti,
Osmanlı Devleti’nin sorunlarını çözmek yerine, yeni sorunlar yaratmıştır.
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin aşırı milliyetçi politikaları, Osmanlı
Devleti’nin Balkan Savaşları’nda yenilmesine ve toprak kaybına neden olmuştur.
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin militarist politikaları ise, Osmanlı Devleti’ni
Birinci Dünya Savaşı’na sürüklemiştir.
Damat Ferit Paşa, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin aksine,
daha ılımlı ve uzlaşmacı bir politika izlemiştir. Damat Ferit Paşa, Osmanlı
Devleti’nin sorunlarını çözmek için, diğer devletlerle işbirliği yapmaya
çalışmıştır.
Damat Ferit Paşa’nın “Biz akıllı Türkler olarak Jön Türkler
değiliz” sözü, Osmanlı siyasetinde önemli bir dönüm noktası olmuştur. Bu söz,
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin iktidardan düşmesini ve Osmanlı Devleti’nde
yeni bir dönemin başlamasını sağlamıştır.
Damat Ferit Paşa’nın bu sözü, günümüzde de geçerliliğini
korumaktadır. Bu söz, aşırı milliyetçi ve militarist politikaların
tehlikelerine dikkat çekmektedir.
160) Sevr Antlaşması’nın reddedilmesine aşağıdaki faktörler
neden olmuştur:
* **Anlaşmanın ağır şartları:** Sevr Antlaşması, Osmanlı
Devleti’ne ağır yük ve zararlar yüklemiştir. Bu şartlar, Osmanlı halkının kabul
etmesini zorlaştırmıştır.
* **Anlaşmanın gizliliği:** Sevr Antlaşması, Osmanlı
Devleti’ne gizli olarak verilmiştir. Bu durum, Osmanlı halkının anlaşmayı kabul
etmesini daha da zorlaştırmıştır.
* **Anlaşmanın karşıtlığı:** Sevr Antlaşması, hem Osmanlı
halkı hem de Osmanlı hükümeti tarafından karşılanmıştır. Bu durum, anlaşmanın
uygulanmasını imkansız hale getirmiştir.
**Ayrıntılı Bilgi**
Sevr Antlaşması, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Osmanlı
Devleti’nin yenilgisini kabul ettiği ve yeni sınırlarını belirlediği
antlaşmaydı. Antlaşma, Osmanlı Devleti’ne ağır yük ve zararlar yüklemiştir. Bu
şartlar, Osmanlı halkının kabul etmesini zorlaştırmıştır.
Sevr Antlaşması’nın ağır şartları şunlardır:
* **Toprak kaybı:** Osmanlı Devleti, topraklarının yaklaşık
%60’ını kaybetti. Bu topraklar, İtalya, Fransa, Yunanistan, Ermenistan,
Gürcistan, Ermenistan ve Kürdistan gibi devletlere verildi.
* **Ekonomik yük:** Osmanlı Devleti, ağır ekonomik yükler
yüklendi. Bu yükler, Osmanlı Devleti’nin ekonomik olarak çökmesine neden oldu.
* **Siyasi baskılar:** Osmanlı Devleti’nin bağımsızlığı
ortadan kaldırıldı ve siyasi olarak bir kukla devlet haline getirildi.
Sevr Antlaşması’nın gizliliği de anlaşmanın reddedilmesine
neden olmuştur. Sevr Antlaşması, Osmanlı Devleti’ne gizli olarak verilmiştir.
Bu durum, Osmanlı halkının anlaşmayı kabul etmesini daha da zorlaştırmıştır.
Sevr Antlaşması, hem Osmanlı halkı hem de Osmanlı hükümeti
tarafından karşılanmıştır. Osmanlı halkı, anlaşmanın ağır şartları nedeniyle
anlaşmayı kabul etmemiştir. Osmanlı hükümeti ise, anlaşmanın Osmanlı
Devleti’nin bağımsızlığını ortadan kaldıracağı gerekçesiyle anlaşmayı
reddetmiştir.
Bu faktörlerin sonucunda, Sevr Antlaşması, Osmanlı Devleti
tarafından reddedilmiştir. Bu durum, Türk Kurtuluş Savaşı’nın başlamasına neden
olmuştur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder