29 Ekim 2023 Pazar

GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK KİTABINDAN MERAK EDİP ARAŞTIRDIKLARIM

 

GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK KİTABINDAN MERAK ETTİKLERİM

1) Osmanlı devletiyle zamanın Avusturya, Almanya ve Fransasını karşılaştırdığımız da soy kaydetme işlemi nasıl olurdu? Bu ülkelerin birbiriyle bu konuda farkı neydi?

2) Batıda Lord sistemiyle Osmanlıda ki hükümet sisteminin benzerlikleri ve farklılıkları nelerdir? Karşılılaştırılma yapılsa hangi üstte gelir?

3) Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatını araştırırken neden yanılmalar, doğruluğu tartışılır bilgilere rastlanılır?

4) Türk toplumunda arzu edilen erkek ve kadın ahlaki, kültürel, ailesel ve bireysel olarak nasıl olmalıdır?

5) Atatürk’ün çocukluktan yetişkinliğe kadar aldığı eğitimler tam ve ayrıntılı olarak nelerdir?

6) Mübadil ne demektir?

7) Atatürk cumhurbaşkanıyken hangi amcasının çocuklarının nikâh şahitliğini yapmıştır?

8) Ali Rıza Bey ile Zübeyde Hanım evlendiklerinde babası 31, annesi 14 yaşındaymış. O zamanda böyle evliliğe nasıl izin veriliyordu, sistem nasıldı?

9) Usul-u cedid sistemi nasıldır?

10) Rusya İmparatorluğunun gymnasiumu derecesinde eğitim vermesinin detayları nelerdir? Gymnasiumu derecesi nedir?

11) Zübeyde Hanım Atatürk’ün kendisinden habersiz askerî okul sınavına girip kazanmasını duyduğunda Atatürk’e nasıl tepki verdi?

12) Yüzbaşı Üsküplü Mustafa Sabri Bey’in Atatürk’e ismini vermekten başka ne gibi desteği, katkısı olmuştur?

13) Atatürk öğrendiği dilleri tam aksanıyla nasıl bir mantık ve yöntemle öğrendi?

14) Muarız ne demektir?

15) Askeriye de redif kıt’ası ne anlama gelir?

16) Kırım savaşının redif kıt’asının kurulmasında ne etkisi olmuştur?

17) Macar ve Leh kuvvetlerinin, Konstanty Borzecki’nin Kırım Savaşında Osmanlı’ya ne gibi desteği oldu?

18) Erkân-ı Harbiye nedir, nasıl kuruldu?

19) Logaritma cetveli nedir? Atatürk logaritma cetvelini nasıl öğrendi?

20) Atatürk’ün İran şahı Rıza Pehlevi’nin cezalandıracağı bürokratı bastonla dövmesi doğru mudur?

21) 19.yy’da Osmanlı’da kurmay eğitimi nasıldı?

22) Kapıkulu ocaklarının kapatılmasından sonra kurulan modern ordunun Osmanlı’nın girdiği savaşlarda ne gibi etkisi olmuştur?

23) İlber Ortaylı’nın “Gazi Mustafa Kemal Atatürk” başlıklı kitabında “Osmanlı ordusunda bu kadar büyük etnik çatışma yoktu ama alttan alta çok örtülü bir gerilim söz konusuydu. ‘Arabistan ordusunda Arap uşağı arttı, Anadolu’dan asker yollayın’ diye ifade vardır. Anadolu’dan Türk uşağı olması lazımdı çünkü ordu o konuda çok hassastı.” Cümlesinde anlatılanın tarihte içeriği nedir?

24) Atatürk askerlik hayatına hangi isyanları bastırarak başlamıştır ve sonucu ne olmuştur?

25) Tannenberg Zaferi hangi devletin hangi devlete karşı kazandığı zaferdir?

26) İsmet Paşa’nın Enver Paşa’ya yazdığı raporda “Bu adamlarla müttefik olunmaz Marne’daki duraklama zaaflarını gösteriyor” demesinde ki olay nedir?

27) İsmet Paşa’nın askeri stratejisi nasıldır?

28) Kut’ül Amare nedir?

29) Mustafa Kemal Atatürk’ün askerlik hayatı döneminde Osmanlı’nın Karadağ’da ki elçisi Birgen Keşoğlu kimdir?

30) Frankofil hava ne demektir?

31) Fransa İhtilâli Osmanlı Devleti’ni nasıl etkiledi? Bu ihtilalin etkileri Mustafa Kemal Atatürk ve asker arkadaşlarının dönemine yetişti mi?

32) Mustafa Kemal Atatürk ile beraber Erkân-ı Harbiye’de okumuş ve Türk tarihine damga vurmuş kişiler kimlerdir?

33) Osmanlı imparatorluğunun parçalanmasına sebep olan milliyetçilik akımını başlatanlar kimlerdir?

34) Balkan milliyetçiliği ile Fransız Devriminin Osmanlı topraklarına getirdiği milliyetçiliğin temeli ve amacı nedir?

35) Türkçülük akımı nasıl gelişti?

36) Bulgaristan Osmanlı Devletinden bağımsızlığını nasıl aldı?

37) Slav Rönesansının Osmanlı’da ne gibi etkileri oldu?

38) “Herkes milliyetçilik yapsın ama Yugoslav olduklarını unutmasın” cümlesi tarihsel olarak nasıl yorumlanır?

39) Prens Otto’nun kökeni nereye dayanır? Yunanistan’ın kurulmasında onun lider seçilmesinin sebebi nedir?

40) Stefan Stambulof ve el-Kahtaniyya arasındaki benzerlik ve farklılıklar nelerdir?

41) Bulgar tarihini ilk tarihe alan Paissiy Hilanderskiy kitabında neler anlatmıştır?

42) Eksarhlık ne demektir?

43) Mustafa Celaleddin Paşa aslen kimdir? Türk milliyetçi için neden eserler yazmıştır?

44) Sovyet Rusya’nın yıkılışı nasıl olmuştur? Yıkılışında Türkiye nasıl bir ders çıkarmalıdır?

45) Marne cephesinin Atatürk, İsmet İnönü için önemi nedir?

46) Mücehhez ordu ne demektir?

47) “Mahmud Şevket Paşa, Balkan Savaşı sırasında tayin edildiği cepheyi beğenmeyip, kendisine verilen görevi kabul etmemiştir. Bu, askerlikte büyük suçtur ve o kişiyi kurşuna dizmeyi gerektirir. Hâlbuki darbeden sonra Mahmud Şevket Paşa’yı sadrazam tayin etmişlerdir.” Bu cümlenin aslı tarihte nasıl olmuştur?

48) 1926 İzmir Suikastı hakkında detaylar nelerdir?

49) Enver Paşa ve Mustafa Kemal Atatürk neden birbirlerini sevmez?

50) Atatürk ile Adnan Menderes arasında ki münasebet nasıldı?

51) “ Ancak II. Abdülhamid Han hakikaten yorgundu. 20. Yüzyıl kavşağında bu tarz idarenin hükümdarı yorması tabiidir. 1905’ten sonra yorgun bir hükümdar olarak saltanatı sürdürdü. Muhtemelen 1908’de anayasayı yeniden yürürlüğe sokması, 31 Mart’ta aktif müdahalesinin olmaması bununla açıklanabilir. Türk-Rus Savaşı’nı önleyecek durumda değildi. 1897’deki Yunan Muharebesi’ni ise Osmanlı zaferlerle bitirdi. Dolayısıyla, “II. Abdülhamid döneminde Osmanlıların gerileyişi durdu” gibi görüş ortaya çıktı.” Anlatımından yola çıkarak bu konuda tarihte neler yaşanmıştır?

52) Bogomilizm nedir?

53) Enver Paşa Sarıkamış dağlarında askerleri götürürken yaşanan faciada suçlu muydu? Enver Paşa neden böyle bir şey yaptı? O dönemlerde “Harp Mecmuası” dergisinin Mustafa Kemal Atatürk ile problemi neydi?

54) Enver Paşa’nın tam ve net olarak kişiliği nasıldır?

55) Enver Paşa Türkistan milleti tarafından nasıl görülüyordu?

56) Türkiye’de seküler düşünce nasıl başladı?

57) Ziya Gökalp’in ölümü ile Cumhuriyet’in kuruluşu arasında ki zaman ne kadardır? Ziya Gökalp’in Türkiye Cumhuriyeti kurulması için candan istediği şey neydi?

58) Türk ve yabancı dünyasında Trablusgarp’ın önemi nedir? Trablusgarp üzerinde neden odaklanılmıştır?

59) 1911’de İtalya’nın Trablusgarp’da ki Bingazi sancağına saldırması öncesi ve sonrası gelişme nedir? Bingazi sancağına saldırmasında ki sebep nedir?

60) İtalya 1911’de Trablusgarp’a saldırmadan evvel o tarihe gelene kadar Avrupa’nın en geride kalmış ülkesiyken gelişmesi nasıl oldu?

61) Lateran Antlaşması nedir?

62) İtalya’nın Lateran Antlaşmasında yaşadıkları, eline geçenler, yaşadığı politika nedir? İtalya’nın bu antlaşmadan kaybı, çıkarı, mükâfatı ne olmuştur?

63) İtalya’nın Trablusgarp’dan tutupta Arap ve Afrika ülkeleri üzerinde saldırılarının, politikasının amacı nedir?

64) İtalya ilk Trablusgarp’a girdiğinde durumu nasıldı? İtalya’nın Trablusgarp’dan önce işgale yeltenipte kaybettiği yerler nerelerdir?

65) Jön Türklerin Fizan şehrine sürgün edilmesinde Osmanlı devletinde kimin parmağı vardır?

66) İttihat ve Terakkicilerin üyeleri, kurucuları kimlerdir? Üyelerinin ve kurucularının Osmanlı devletiyle yakınlığı nedir?

67) Trablusgarp İtalya tarafından işgal edildiğinde ilk direnişi, savunmayı kim ve kimler yaptı?

68) İbrahim Hakkı Paşa kimdir?

69) Bu zamanlarda başka bir ülkeye giderken ya telefonumuzda kullandığımız operatör sistemini yabancı ülkede de kullanmak için operatör şirketine hattı genişlettiriyoruz yada gittiğimiz yabancı ülkede geçici veya kalıcı yeni hat alıyoruz. Osmanlı devleti de dahil telgraf kullanıldığı zamanlarda yabancı ülkeden kendi ülkemize telgraf üzerinden ulaşmak için ne yapmak gerekirdi?

70) İtalyanlar Trablusgarp’a çıktığında kaç kişiydiler? Trablusgarp’ı savunmaya giden Osmanlı askerleri ve gönüllü askerler kaç kişiydi? İtalya’nın Trablusgarp’da kaybetmesinde en büyük faktör nedir?

71) Uşi Antlaşması nedir? Osmanlı ile kimler arasında yapıldı ve sonucu ne oldu?

72) İlga etmek ne demektir?

73) Atatürk’ün Osmanlı Devleti’ni savunması zamanlarından Türkiye Cumhuriyeti kurulana kadar yaptığı savaşların birbiriyle bağlantısı ve genel sonucu nedir?

74) Atatürk Trablusgarp’da halkı nasıl örgütledi?

75) Osmanlı zamanından bu zamana kadar Libya ile Türkler arasındaki her konuda ilişki nasıldır ve nasıl gelişmiştir?

76) Abdülhamid Han Balkan Savaşları sırasında sürgündeyken neler yaşamıştır? O dönemde Osmanlı Devleti’nin durumu neydi? Abdülhamid Han ne yapsaydı Osmanlı Devleti şuan hâlâ devam ederdi?

77) Osmanlı Devletinde bir hariciye nazırının “Ben imanım kadar eminim Balkanlardan...” sözünden ne anlaşılmalıdır?

78) Sultan Abdülaziz’in ordusunun askeri ve teknolojik durumu kurulduğu zamandan sonlara doğru genel olarak nasıldı?

79) Osmanlı devletinde ilk robot ne zaman yapıldı ve özellikleri nelerdi?

80) İttihatçıların savaş konusunda bilgisi ve tecrübesi Atatürk ve diğer liderlere göre karşılaştırıldığında nasıldır? İttihatçı Halil Menteş’in siyasi ve askerî kapasitesi, tecrübesi nasıldır?

81) “ Türkler de bütün imparatorluk egemen halkları gibi aslında milliyetçiliği en son elde eden, o safhaya en geç ulaşandır. Çünkü imparatorlukta milli duygu ve milli düşünce yönetenler arasında gelişir. Bu açık gelişimin içerisinde federalizm aslında istenen bir yapıdır. Türk halkının milliyet mefhumu bundan ileri gelir ve tarih eğitimi de buna yöneliktir. Tarihle de bu insanların milli bilince ulaşmaları çok kolay olmaz. Bu sadece Türklere has bir şuursuzluk ve uyumsuzluk değildir. Avusturya Almanlarının tarihlerine ve ideolojilerine bakarsanız aynı şeyi görürsünüz. Avusturya Almanlığı kendinden emin ve diğer ulusların sorunlarına karşı az anlayışlıdır ama aynı zamanda onların hayatta yer etmesine karşı değildir; belki Rusya İmparatorluğu bu konuda bir istisnadır. Ama imparatorlukların temel halkı demek budur.” Alıntısı tarihi açıdan nasıl yorumlanır?

82) Balkan Savaşı’nda Türklerin Türklük şuuru kazanmasına sebep ne olmuştur?

83) Osmanlı Selanik’i kaybettiğinde Atatürk’ün tepkisi ve psikolojisi ne olmuştur?

84) Zümrezâde Şakir Bey kimdir? Zümrezâde ne demektir?

85) Mustafa Kemal Atatürk’ü 1913 Ekim ayında Sofya’ya kim ne amaçla tayin etti?

86) Mustafa Kemal Atatürk 1913’te Sofya’ya gittiğinde orada Bulgar diplomatlarla ne gibi muhabbeti oldu? Bulgar diplomatlarla geçirdiği zamanın, sohbetin Türkiye’nin geleceği yönünde hem arkaplanda hemde görünürde ne gibi etkileri oldu?

87) Atatürk şuanki Türkiye koşullarında yaşasaydı politikası ne olurdu?

88) Tarihte bu alıtıda ki olay nasıl gerçekleşti?: “Mustafa Kemal Bey geldikten çok kısa bir zaman sonra Bulgar başkentinin siyasi, kültürel hayatının vazgeçilmez simalarından biri hâline geldi. Özellikle askerler arasında Balkan Savaşlarında çarpıştığı Bulgar kumandanlarla yakın ilişkiler kurdu. Bulgaristan Mustafa Kemal’in hareketli hayatından ileriye dönük birçok projesini biçimlendirdiği, toplumsal, siyasal, kültürel modernleşme olayını yakın örnekleriyle izlediği bir laboratuvar olmuştur. Lakin bu görevin Mustafa Kemal’in hayatında İttihatçılar tarafından arkadaşı Ali Fethi Bey ile birlikte perde arkasında itildikleri bir dönem olduğunu ve aslında bir yıldan biraz fazla sürdüğünü biliyoruz. Görevi geniş bir coğrafyayı kapsıyordu. Sofya bir merkezdi, Bükreş’te de akrediteydi, aynı şekilde Karadağ’da Çetine de onun uhdesine verilmişti. Balkan cemiyetinde sadece askerleri değil, siyasi hayatı da tanımak için bu bir fırsat olmalıydı. Kaldı ki Selanik’te doğan, okula giden, hayatının bir bölümünde görev yapan Mustafa Kemal Bey iyi bir Balkan uzmanı olmuştu. Bu uzmanlığın herhangi bir diplomat ve ataşemiliterin soğukkanlı ve nötr havası ile ilgisi olmadığı açıktır. Avusturya Başvekili Prens Metternich ünlü Osmanlı tarihçisi ve diplomat Joseph Hammer’i Türkiye’ye yetkili bir diplomat olarak tayin etmedi ve gerekçe olarak onun bu ülkeyi gereğinden fazla tanımasını gösterdim. Şüphesiz ki Mustafa Kemal Bey’in Balkanlar’ı tanıma kapasitesi geçmişi ile de ilgiliydi. Metternich ekolünde bir diplomat olamayabilir fakat o tarihte ki kısa yaşamı içerisinde Balkan Savaşı da onun bu dünyayı tanımasına yardım etti. “

89) Atatürk’ün Sofya ziyaretinde çeşitli yerlerde mevkidaşlarıyla sohbetlerinde, toplantılarında verdiği izlenim nasıldır?

90) Atatürk Türkiye Cumhuriyeti kurulana kadar geçen zamanda herhangi bir devletten başarılarından dolayı Cumhurbaşkanlığı veya herhangi bir teklif gelseydi kabul eder miydi?

91) Balkan toprakları kaybedilmeseydi Osmanlı’nın durumu ne olurdu? Atatürk ileri de Türkiye Cumhuriyetini kurabilir miydi? Balkan toprakları kaybedilmeseydi ve Osmanlı batma evresinde olsaydı buna sebep ne olurdu? Osmanlı batmasaydı Atatürk’ün başka bir devlet kurma amacı olur muydu yoksa Osmanlı’yı devam ettirmek mi isterdi?

92) Bulgaristan’ın Sobranye şehrinin Atatürkte ki önemi nedir?

93) Osmanlı’da Avrupa ve Balkanlar konusunda tedirgin olan ve o topraklardan korkan, çekinen aydınlar kimlerdir? Bu bölgelere karşı tutumları ne olmuştur?

94) 1910’lu yıllarda Bulgaristan’da ki sayıma göre 200 bin civarında ki köylünün topraksız kalmasının sebebi neydi? Bulgaristan’da ki Çiftçi Partisinin bu konuda ne gibi çalışmaları oldu?

95) Bulgaristan Osmanlıdan bağımsızlık kazandığı zamanlarda sanayileşmeye ne zaman başladı? Balkan Savaşı’nın bu konularda Bulgaristan’a ne gibi katkısı oldu?

96) 1894 – 1911 yıllarında Bulgaristan’ın 13 hükümet değiştirmesinin sebepleri nelerdir? Bulgaristan’ın ekonomik konuda dışa bağımlılığı ne zaman başladı ve bundan kaybı ne oldu? Atatürk’ün bundan ders alıp Türkiye için yapmayı düşündüğü planlar nelerdi?

97) Bulgaristan’ın Balkan Savaşlarını kazanmasında Sofya’da ki Bükreş operasındaki disiplinin nasıl bir katkısı vardır?

98) Atatürk bu cümlesini bu zaman ki Türkiye’nin hükümetinde söylemiş olsaydı durumu ne olurdu? Şuanki hükümet Atatürk’ün bu lafına karşılık nasıl bir yaptırım yapardı?:

“ Türk milletinin fevkelade meziyetleri vardır. Fakat ne yazık ki onu karanlık ve cehalet içinde bırakıyorlar. Millet pratik bir şekilde modern bir maarife susamıştır. Rejim, iktisadi hayatın hiçbir cephesinde millet ve devletin faaliyet göstermesine müsaade etmiyor. Hâlbuki Türkiye’nin nefes alması, ilerleyebilmesi ve mazhar-ı hürriyet olması için her şeyden evvel Türk milletinin maneviyatını yükseltmek ve onu taassuptan kurtaracak faal bir kudret iktisap etmesine çalışmak lazımdır. Millet cahil dervişlerin elinden tahlis olunmalı ve bunların yerine iyi tahsil görmüş, laik profesör getirilerek işin başına geçirilmelidir. Hülasa, milletin daha pek çok şeye ve inkılablara ihtiyacı vardır. Millet aile ve toplum hayatında doğu düşünce tarzından sıyrılmalıdır. Türk halkının gerçeği görüp kavrayabilmesi için pek çok büyük reformlar gerekir. “

99) Osmanlının Birinci Dünya Savaşına hazırlığı, savaşta ki stratejileri diğer ülkelerin raporlarına, belgelerine nasıl geçti?

100) Birinci Dünya Savaşında Rusya ve İngiltere kimlerle ittifak kurdu ve amaçları nelerdi?

101) Birinci Dünya Savaşında yabancı devletlerin Türklerle ilgili kötü yorumları nelerdi?

102) Osmanlı subaylarından Birinci Dünya Savaşına girmekte sakınca gören subaylar kimlerdi ve neden böyle bir şeyin içine girmek istediler? Eğer Osmanlı Birinci Dünya Savaşı’na girmeseydi kazancı ve kaybı ne olurdu? Kazancı ve kaybı savaşa girmeyi istemeyen ve isteyen subaylara ne katardı?

103) Enver Paşa yönetiminde ki ordu Sarıkamışta nasıl mücadele etti? Enver Paşa komutasındaki ordunun Ruslarda karşı savaşında kazanımı ve kaybı ne oldu?

104) Birinci Dünya Savaşı, ikinci dünya savaşının nasıl sebebi olmuştur?

105) 1914’ün Ağustos ayında dünyayı altüst eden, “Cihan Harbi” ismini taşıyan savaşın ayrıntısı nedir? Savaşta kim suçludur?

106) İkinci Dünya Savaşı nasıl başladı? Birinci ile arasında ne fark var? Bu savaşların ileri ki zamanlarda üçüncü dünya savaşı çıkabileceğine dair bir işareti, zehri var mı?

107) Birinci ve İkinci Dünya Savaşında Osmanlı hangi devletlere yardım etti? Bundan kazanımı ve kaybı ne oldu?

108) Japonya İkinci Dünya Savaşına neden katıldı?

109) Birinci ve İkinci Dünya Savaşının dünyaya verdiği hasar, değişim nedir?

110) “Savaş öncesi Avrupası’nda, dünyanın bu zengin ve öbür kıtaların gözünü kamaştıran bölgesinde ki büyük şehirlerin halkları bile birbirinden çok farklı dünyalarda yaşıyordu. Londra, Paris, Berlin ve Viyana’nın sarayları ve zengin apartmanlarında yaşayanlar, yeryüzünün üniversal yeni düzenini, uygarlık denen yaşam biçimini yaratmışlardı. Londra’nın Paris’in çevre semtlerinde, Viyana’nın ve Budapeşte’nin kenar mahallelerinde geniş kitleler “kira kışlası” denen ve sefalet taşan apartmanlarında yaşıyordu; yetişkin gençler için bile ayakkabı lükstü.

Oysa Birinci Dünya Savaşı bu kitleleri silahaltına aldığında bot ve çizme vermek zorunda kaldı. Silahlar pahalıydı. Bu ağır masrafların altın rezervleri karşılığında basılan banknotla ödenmesi mümkün değildi. Birinci Dünya Savaşı enflasyonist bir para politikası yarattı ve bu durum savaştan sonra da devam etti. “alıntı da geçen olay tarihte nasıl gelişti? Birinci Dünya Savaşı’nın enflasyonist bir para politikası yaratması savaşın seyrini nasıl sürdürdü? Etkisi bu zamanda da var mı?

111) Birinci Dünya Savaşı patladığında sosyalist hareketlerin savaş politikasını destekleyen partiler ile savaş karşıtı gruplar arasında ki bölünmeler, çıkan gerilimler nelere sebep oldu?

112) Birinci Dünya Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı’na Arap ve Fars ülkeleri de girdi mi? Bu savaştan onların kaybı ve kazancı ne oldu?

113) Franz Ferdinand eşiyle beraber neden süikasta uğradı? Suikastı düzenleyen kimdi?

114) Viyana’da “Biz buna güvenmeyiz, siz adaleti gerçekleştirecek kapasitede bir devlet düzenine sahip değilsiniz, kendiniz teröristsiniz” lafını kim kime kullandı? Sebebi nedir?

115) Maliye Nazırı Kont Sergey Vitte bu sözüyle neyi kastetmiştir “ Bu savaş büyüyecek ortada ne taht ne taç nede ahlak ve düzen kalacak” ?

116) Sırbistan’a savaş ilan eden Avusturya-Maceristan’ı önlemek isteyen, Avusturya’ya savaş açan Rusya’nın kaybı nedir?

117) İtalya Birinci Dünya Savaşı’nda ittifak antlaşması yaptığı Almanya ve Avusturya’yı neden yüzüstü bıraktı? Bunun cezası ne oldu?

118) İstanbul’da ki büyükelçi Baron von Wangenheim ve Alman Bahriyesi mensupları neden Türkleri sevmezdi?

119) Kaiser ne demektir?

120) Almanya neden Rusya’ya karşı Türkleri yanına kazanmak için politika büründü?

121) Osmanlı neden Almanya ile ittifak yapmak istedi?

122) Britanya’nın Birinci Dünya Savaşı’nda can kaybı ne kadardı? Savaş Britanya askerlerini psikolojik olarak nasıl etkiledi? Savaştan sonra Britanya’nın bu konularda çalışması ne oldu?

123) Fransa Birinci Dünya Savaşı’nın nasıl galibi oldu? Almanya ile imzaladığı mütarekenin ayrıntıları nelerdir?

124) Fransız Mareşal Foche’nin Birinci Dünya Savaşı’nda etkisi, savaş tarihine bakışı nedir?

125) Osmanlı devleti 1 Kasım 1918 tarihinden 12 gün evvel 30 Ekim’de Halep ve Musul sınırına çekilmişken neden barış talep etti?

126) Birinci ve İkinci Dünya Savaşları olmasaydı tüm ülkelerin kaderi ne olurdu?

127) “Savaş, yıkıcı rüzgârlarını estiriyordu, galipler bile yorgundu.” Cümlesi dünya tarihinde ki tüm savaşlar çerçevesinde konu alınırsa nasıl yorumlanabilir?

128) Tannenberg Zaferi kimler arasında ne amaçla yapılmıştır?

129) Hohenzolern Hanedanı kimlerdir? Birinci Dünya Savaşı’nda toplumun ve devletlerin onlara düşman olmasının sebebi nedir?

130) Osmanlı Devleti neden Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’na girdi?

131) Mustafa Kemal Atatürk’ün Birinci ve İkinci Dünya Savaşı hakkında görüşleri, yorumları ve notları geniş olarak neydi?

132) Osmanlı ordusu kışa ve Enver Paşa’nın yanlış stratejisine rağmen Ruslardan 19.000 askeri Sarıkamışta nasıl öldürdü?

133) Osmanlı’nın tüm bürokratları ve askerleriyle Enver Paşa’yı karşılaştırsak Enver Paşa’nın karakteri, askerlik hayatı, kişiliği nasıl yorumlanır?

134) Sarıkamış Faciası öncesini Atatürk yönetseydi durum ne olurdu?

135) Panik ve nihilizmin dünya savaşlarında zararı nedir?

136) ANZAC ve Foreign Office nedir? Dünya tarihinde önemleri nedir?

137) Ordinaryüs Prof. Dr. Behçet Sabit Erduran’ın Çanakkale Zaferinde izlenimi neydi?

138) Türklerin Dünya tarihinde önemi nedir? Türkler olmazsa Dünya tarihi yazılabilir mi?

139) Mareşal Lord Carver’in Filistin ve Çanakkale mücadelesi için yorumları nelerdir?

140) Osmanlı’yı Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’na sürükleyen şey neydi?

141) Osmanlı devleti Yavuz ve Midilli (Göben ve Breslau) zırhlılarını ne vesileyle aldı?

142) 2 Kasım’da Osmanlı’ya savaş ilan eden Rusya’nın boğazlarda ki amacı neydi? Rusya’nın Osmanlı boğazlarına meyletmesinde ki politika, kasıt sonucu ne oldu?

143) İsmet İnönü Almanya’nın Osmanlı açısından Birinci Dünya Savaşı’na tutumunu nasıl görüyordu? Birinci Dünya Savaşı’nda İsmet İnönü’nün Atatürk’e göre görüşü, tutumu nasıldı?

144) Grandük Nikola’nın Türklerin Çanakkale savunması için yorumları, çabaları nelerdir? Grandük Nikola Rusya’nın Osmanlı’yı savaşa sürüklemek istemesinde ki amacı sonucu neler yaptı?

145) Denizcilikte düşman savaş gemilerinin ülkenin denizlerini işgal edebilmesi durumunda mayın doldurması tekniği ne kadar işe yarar? Osmanlı’da denizcilik ne zaman gelişti?

146) Çanakkale boğazının geçilmesi ayrıntısıyla teknik ve stratejik olarak nasıl engellendi?

147) Mustafa Kemal Atatürk 19. Tümen askeri bir arada nasıl topladı?

148) Britanya’nın ünlü komutanı Ian Hamilton’un savaşlarda başarısı ve taktiği nedir?

149) Çanakkale’yi kazanamayan Winston Churchill’in tavrı nasıl yorumlanabilir? Winston Churchill’in Çanakkale hakkında inatçı tutumu dünya açısından nasıl karşılandı?

150) Osmanlı tarihinde Atatürk önplana çıkmadan evvel Osmanlı zoraki savaşları zararsız veya az zararlı bertaraf etmek için hangi taktikleri ve komutanları kullandı? Bu komutanların tarihte ki başarıları Osmanlı’nın kaderini nasıl etkiledi?

151) ANZACların Çanakkale’de “ne umdular ne buldular” denilecek kayıpları askeri bir yorumla nasıl yorumlanabilir? ANZAClar deniz yoluyla değilde kara yoluyla Çanakkale’yi geçebilseydi Türkiye’nin kaybı ne olurdu? Kayıplar bir şekilde bertaraf edilseydi bugün Türkiye üzerinde ağır olarak izi ne olurdu?

152) Çanakkale Zaferi gibi dünya çapında benzer zaferler olmuş mudur?

153) Çanakkale mücadelesinde Britanya Fransa’yı kullandı mı? Bu mücadele de Britanya ile Fransa arasında ki farklılık nedir?

154) Ricat taktiğini dünyada kullanan ülkeler nelerdir? Bu taktikle kazanımları ne oldu?

155) Kut’ül Amare ile Çanakkale Zaferindeki benzerlik, strateji nedir?

156) Mustafa Kemal Atatürk’ü Şark cephesine gönderen olay nedir?

157) Mustafa Kemal Atatürk’ün Doğu cephesinde yaptığı zaferler, politika, strateji nedir?

158) Sevr Antlaşması’nın Osmanlı’ya verdiği yük ve zarar nedir?

159) Damat Ferit’in “Biz akıllı Türkler olarak Jön Türkler değiliz” sözünden kastı nedir?

160) Sevr Antlaşması’nın reddedilmesine neler sebep olmuştur?

 

GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK KİTABINDAN MERAK ETTİKLERİM CEVAPLARI

 

1)      Osmanlı Devleti, Avusturya, Almanya ve Fransa ile karşılaştırıldığında soy kaydetme işlemlerinin nasıl yapıldığı konusunda bazı farklılıklar vardı.

 

Osmanlı Devleti’nde soy kaydetme, genellikle ailelerin kendi kayıtlarını tutması ve nesilden nesile geçmesiyle gerçekleştirilirdi. Aileler, doğum, evlilik ve ölüm gibi olayları kendi aile defterlerine kaydeder ve bu kayıtları gelecek nesillere aktarırdı. Bu nedenle, Osmanlı Devleti’nde merkezi bir soy kayıt sistemi bulunmuyordu.

 

Diğer yandan, Avusturya, Almanya ve Fransa gibi Avrupa ülkelerinde, soy kaydetme işlemi genellikle kilise kayıtları üzerinden yapılırdı. Kiliseler, doğum, evlilik ve ölüm gibi olayları kaydederek, bu kayıtları devletin resmi kayıtlarına iletiyorlardı. Bu ülkelerde, merkezi bir soy kayıt sistemi bulunuyordu ve bu kayıtlar halka açık bir şekilde tutuluyordu.

 

Bu nedenle, Osmanlı Devleti’nde soy kaydetme daha çok ailelerin sorumluluğundayken, Avusturya, Almanya ve Fransa gibi ülkelerde devletin daha aktif bir rolü vardı. Ancak, her ülkenin soy kaydetme süreci zaman içinde değişebilir ve farklı bölgelerde farklı uygulamalar olabilir.

 

2)      Batıdaki Lord sistemi ile Osmanlı’daki hükümet sistemi arasında bazı benzerlikler ve farklılıklar vardır. İşte bu iki sistem arasındaki bazı önemli noktalar:

 

Benzerlikler:

1. Hiyerarşik yapı: Hem Lord sistemi hem de Osmanlı hükümeti, bir hiyerarşik yapıya sahipti. Her ikisinde de belirli bir sıralama ve derecelendirme sistemi bulunuyordu.

2. Yetki ve otorite: Hem Lordlar hem de Osmanlı yöneticileri, belirli bir yetki ve otoriteye sahipti. Her ikisi de hükümetin belirli alanlarında kararlar alabilir, yasaları uygulayabilirdi.

 

Farklılıklar:

1. Köken ve yapısallık: Lord sistemi, İngiltere’de köklü bir aristokratik yapıya dayanıyordu. Osmanlı hükümet sistemi ise Türk-İslam geleneği, şehzadelerin rekabeti ve merkeziyetçilik üzerine kurulmuştu.

2. İktidar transferi: Lord sisteminde iktidar, genellikle soya dayalı bir miras yoluyla geçerken, Osmanlı’da ise hükümdarlık daha çok şehzadeler arasındaki rekabete dayalıydı. Osmanlı’da padişahın veliahtı belirlemek için Yeniçeri Ağası’nın görevlendirildiği bir süreç vardı.

3. Yasama organları: Lord sisteminde Parlamento önemli bir yasama organıydı ve yasaların kabul edilmesinde etkiliydi. Osmanlı’da ise Divan-ı Hümayun, padişahın danışma ve karar organı olarak hizmet veriyordu.

4. Coğrafi etki alanı: Osmanlı hükümet sistemi, birçok farklı etnik ve dini gruptan oluşan bir imparatorluğun yönetimini sağlamak için tasarlanmıştı. Lord sistemi ise daha çok İngiltere’nin yönetimine odaklanmıştı.

 

Hangi sistemin üstte geldiği konusunda kesin bir değerlendirme yapmak zor. Her iki sistem de kendi zamanlarında etkili ve önemliydi. Ancak, Osmanlı hükümet sistemi, daha büyük bir coğrafi alanı yönetme ve çok kültürlü bir toplumu idare etme açısından daha karmaşık bir yapıya sahipti. Bu nedenle, bazı açılardan Osmanlı hükümet sistemi daha üstün olabilir.

 

3)      Mustafa Kemal Atatürk gibi tarihi figürlerin hayatını araştırırken yanılmalar ve doğruluğu tartışılır bilgilere rastlanılmasının birkaç nedeni vardır:

 

1.      İdeolojik ve politik etkiler: Atatürk, Türkiye’nin modernleşme sürecinde önemli bir rol oynamış ve Türk ulusunun kimliğini şekillendirmiştir. Bu nedenle, Atatürk’ün hayatı ve politikaları üzerinde farklı ideolojik ve politik etkilere maruz kalmıştır. Farklı ideolojilere sahip olan tarihçiler ve yazarlar, Atatürk’ün hayatını ve eylemlerini farklı bir perspektiften yorumlayabilir ve bu da doğruluk tartışmalarına neden olabilir.

 

2.      Kaynak eksiklikleri: Atatürk dönemine ait birçok belge, yazılı kaynak ve tanıklık kaybolmuş veya yok olmuştur. Bu nedenle, Atatürk’ün hayatı ve eylemleri hakkında eksiklikler ve boşluklar olabilir. Bu eksiklikler, farklı yorumlara ve yanılmalara yol açabilir.

 

 

3.      Propaganda ve mitler: Atatürk, Türkiye’nin kurucusu ve ulusal kahramanı olarak yüceltilmiştir. Bu durum, Atatürk hakkında doğrulanmamış efsanelerin ortaya çıkmasına ve bazı gerçekleri çarpıtan propagandaya neden olabilir.

 

4.      İlgili dönemin karmaşıklığı: Atatürk dönemi, Türkiye için büyük bir dönüşüm dönemi olmuştur. Bu dönemde birçok karmaşık olay ve politik gelişme yaşanmıştır. Bu karmaşıklık, Atatürk’ün hayatını araştırırken bazı karışıklıklara ve doğruluk tartışmalarına neden olabilir.

 

 

Bu nedenlerle, Atatürk’ün hayatı ile ilgili araştırmalar yaparken, farklı kaynakları dikkatlice değerlendirmek ve çeşitli perspektifleri göz önünde bulundurmak önemlidir. Tarihçiler ve akademisyenler, objektif ve kaynaklara dayalı bir yaklaşımı benimseyerek, Atatürk’ün hayatını daha doğru bir şekilde anlamaya çalışmaktadır.

 

4)      Türk toplumunda arzu edilen erkek ve kadın rolleri, ahlaki, kültürel, ailesel ve bireysel olarak değişkenlik gösterebilir. Ancak, genel olarak Türk toplumunda bazı yaygın beklentiler bulunmaktadır. Bunlar şu şekilde özetlenebilir:

 

1.      Ahlaki olarak: Türk toplumunda, erkekler ve kadınlar arasında dürüstlük, saygı, adil davranış, dürüstlük, güvenilirlik gibi ahlaki değerlerin paylaşılması beklenir. Aynı zamanda toplumun genelinde, cinsel ahlaka saygı göstermek, sadakat ve ahlaki değerlere uygun davranmak önemlidir.

 

2.      Kültürel olarak: Türk toplumunda, erkekler ve kadınlar arasında geleneksel cinsiyet rolleri ve beklentileri bulunmaktadır. Bu beklentilere göre, erkekler daha güçlü, koruyucu, çalışan ve aile geçimini sağlayan kişiler olarak görülürken, kadınlar ise ev işleri, çocuk bakımı ve aile içi ilişkilere daha çok odaklanan kişiler olarak kabul edilir. Ancak, günümüzde bu beklentiler giderek değişmektedir ve daha eşitlikçi bir yaklaşım benimsenmektedir.

 

 

3.      Ailesel olarak: Türk toplumunda, aile birliği ve aile değerleri önemli bir yer tutar. Erkeklerin aileye maddi destek sağlaması, kadınların ise ev işleri ve çocuk bakımı konusunda aktif olması beklenir. Ayrıca saygı, sadakat, sevgi ve yardımlaşma gibi değerlerin aile içinde korunması ve aktarılması önemlidir.

 

4.      Bireysel olarak: Türk toplumunda, bireylerin kendi hedeflerini gerçekleştirmesi ve kendi yeteneklerini geliştirmesi teşvik edilir. Hem erkekler hem de kadınlar, eğitim, kariyer ve kişisel gelişim konusunda başarılı olmaya teşvik edilir. Özgürlük, bağımsızlık ve kendi kararlarını alma yeteneği bireysel olarak önemli değerlendirilir.

 

 

Ancak, bu beklentiler her birey ve aile için farklılık gösterebilir. Her bireyin kendi değerleri, inançları ve tercihleri vardır ve bu tercihler saygıyla karşılanmalıdır. Ayrıca, toplumda daha eşitlikçi ve cinsiyet rollerinin daha esnek olduğu bir yaklaşım benimsenmeye başlanmıştır.

5)      Mustafa Kemal Atatürk, çocukluk ve gençlik dönemlerinde farklı eğitim kurumlarında eğitim almıştır. İşte Atatürk’ün aldığı eğitimlerin bir özeti:

 

1.      Selanik Mülkiye Rüştiyesi: Atatürk, 1893 yılında Selanik’te bulunan Mülkiye Rüştiyesi’ne başlamıştır. Bu okulda temel derslerin yanı sıra tarih, coğrafya ve matematik gibi dersler de almıştır.

 

2.      Selanik Askeri İdadisi: 1895 yılında Atatürk, Selanik Askeri İdadisi’ne geçiş yapmıştır. Bu okulda askeri eğitim almış ve bilimsel derslerin yanı sıra askeri taktikler, topografya ve topçu mektebi dersleri de görmüştür.

 

 

3.      Manastır Askeri İdadisi: Atatürk, 1896 yılında Manastır Askeri İdadisi’ne geçiş yapmıştır. Bu okulda da askeri eğitimine devam etmiş ve derslerin yanı sıra futbol ve jimnastik gibi sporlara da katılmıştır.

 

4.      İstanbul Harp Okulu: 1899 yılında Atatürk, İstanbul Harp Okulu’na kabul edilmiştir. Burada askeri eğitiminin yanı sıra tarih, coğrafya, matematik, fizik, kimya gibi dersler almıştır.

 

 

5.      Fransa’da Askeri Eğitim: Atatürk, 1905-1908 yılları arasında Fransa’ya giderek Saint-Cyr Askeri Akademisi’nde askeri eğitim almıştır. Bu süre zarfında taktik, strateji, topografya ve liderlik gibi dersler görmüş ve Fransız ordusunun yapılanmasını yakından inceleme fırsatı bulmuştur.

 

Atatürk’ün aldığı eğitimler sadece bu okullarla sınırlı değildir. Ayrıca, kendi kendini yetiştirme süreci boyunca da geniş bir okuma ve araştırma yapmıştır. Bu süre zarfında tarih, siyaset, dil, edebiyat, sanat ve bilim gibi alanlarda kendini geliştirmiştir. Atatürk, eğitimli bir lider olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasında ve modernleşme çalışmalarında büyük bir rol oynamıştır.

6)      Mübadil, Türkiye Cumhuriyeti ile Yunanistan arasında 1923 yılında imzalanan Lozan Antlaşması sonucunda gerçekleşen nüfus mübadelesinde yer alan kişilere verilen isimdir. Mübadele, Türkiye’de yaşayan Rum Ortodoks ve Yunanistan’da yaşayan Türk Müslüman nüfusun karşılıklı olarak ülkeler arasında değiştirilmesini ifade eder.

 

Lozan Antlaşması’na göre, Türkiye’de yaşayan Rum Ortodoks halkının Yunanistan’a, Yunanistan’da yaşayan Türk Müslüman halkının ise Türkiye’ye göç etmesi öngörülmüştür. Bu süreçte, tahminen 1.5 milyon Rum Ortodoks ve 500 bin Türk Müslüman ülke değiştirmiştir.

 

Mübadiller, yeni yerleştikleri ülkede toplumun bir parçası olmak zorunda kalmış ve yeni bir hayata adapte olmak durumunda kalmışlardır. Mübadele sonucunda birçok kişi aidiyet duygusu, dil ve kültürel bağları olan topraklarından ayrılmak zorunda kalmıştır. Mübadele süreci, Türkiye ve Yunanistan tarihinde önemli bir dönüm noktası olmuştur ve mübadillerin yaşamlarını derinden etkilemiştir.

7) Atatürk’ün cumhurbaşkanı olduğu dönemde, amcası Hüseyin ve kardeşi Makbule’nin çocuklarının nikah şahitliğini yapmıştır. Hüseyin’in kızı Sabiha Gökçen ve Makbule’nin oğlu Mustafa İsmet İnönü’nün nikahlarına şahitlik etmiştir.

8) Ali Rıza Bey ve Zübeyde Hanım’ın evlilikleri gerçekten genç yaşta gerçekleşmiştir. Ancak, 19. Yüzyıl Osmanlı toplumunda bu tür erken yaşta evlilikler oldukça yaygındı ve toplumsal normlara uygun kabul ediliyordu. O dönemde evlilikler genellikle aileler arasında düzenlenir ve genç kadınlar erken yaşta evlendirilirdi.

 

Osmanlı İmparatorluğu’nda evlilikler, İslami kurallar ve geleneklere dayanarak gerçekleştirilirdi. İslam dininde, ergenlik çağına ulaşan bir kişi evlenmeye uygun kabul edilir. Bu nedenle, toplumda genç yaşta evlilikler oldukça yaygındı ve erken yaşta evliliklerin normal kabul edildiği bir kültürel normdu.

 

Ayrıca, o dönemde ailelerin sosyal ve ekonomik durumu da evliliklerin şekillenmesinde önemli bir etkendi. Birçok aile, genç kızlarını erken yaşta evlendirerek ailelerin ekonomik durumunu iyileştirmeyi veya aile bağlarını güçlendirmeyi amaçlıyordu.

 

Ancak, günümüzdeki gibi modern evlilik yasaları ve düzenlemeleri yoktu ve evlilikler genellikle ailelerin kararıyla gerçekleşiyordu. Bu nedenle, Ali Rıza Bey ile Zübeyde Hanım’ın evlilikleri, o dönemdeki toplumsal normlara uygun olarak gerçekleşmiştir.

 

9) Usul-ü Cedid (Usul-i Cedid veya Nizam-ı Cedid olarak da bilinir), Osmanlı İmparatorluğu’nda II. Mahmud döneminde (1808-1839) yapılan askeri ve idari reformlardan biridir. Bu reformlar, Osmanlı İmparatorluğu’nun gerilemesine ve Batılı devletlere karşı askeri üstünlüğün kaybedilmesine cevap olarak gerçekleştirilmiştir.

 

Usul-ü Cedid, Osmanlı ordusunun modernleştirilmesini ve disiplin altına alınmasını hedeflemiştir. II. Mahmud, Avrupa tarzı düzenlemeleri benimseyerek orduyu modernleştirmeye çalışmıştır. Bu reformlar arasında yeni askeri birliklerin kurulması, askeri eğitimin iyileştirilmesi, modern silahların kullanılması ve düzenli bir ordu yapısının oluşturulması yer almaktadır.

 

Usul-ü Cedid reformları aynı zamanda idari alanda da değişiklikler getirmiştir. Merkeziyetçi bir yönetim anlayışı benimsenmiş, eyalet sistemine son verilerek vilayetler oluşturulmuştur. Merkezi hükümetin daha etkin bir şekilde kontrol ettiği bir idari yapı kurulmuştur.

 

Ancak, Usul-ü Cedid reformları zamanla muhalefetle karşılaşmış ve bazı direnişlerle karşılaşmıştır. Özellikle askeri reformlar, geleneksel güç yapılarının ve toplumsal düzenin değişmesine direnen kesimler tarafından eleştirilmiştir. Bunun yanı sıra, reformların sürdürülmesi için gereken kaynakların yetersiz olması ve Osmanlı İmparatorluğu’nun genel olarak içinde bulunduğu zorlu koşullar da reformların etkin bir şekilde uygulanmasını engellemiştir.

 

Sonuç olarak, Usul-ü Cedid reformları Osmanlı İmparatorluğu’nda modernleşme ve Batılılaşma çabalarının bir parçası olarak gerçekleştirilen askeri ve idari reformlardır. Ancak, bazı sınırlamalar ve zorluklar nedeniyle tam anlamıyla başarılı olamamıştır ve Osmanlı İmparatorluğu’nun gerilemesine engel olamamıştır.

10) Rusya İmparatorluğu döneminde gymnasium, lise düzeyinde klasik eğitim veren okullara denirdi.

 

Gymnasium’ların temel özellikleri şunlardı:

 

-         Erkek öğrenciler için 7-8 yıllık tam zamanlı eğitim verirdi.

 

-         Eğitimin büyük kısmı Latin, Yunanca, tarih, coğrafya, matematik gibi klasik derslerden oluşurdu.

 

 

-         Mezunlar, üniversiteye girebilmek için sınavlara girerlerdi.

 

-         Disiplin ve sıkı bir programa önem verilirdi. Öğrenciler okul üniformaları giyerdi.

 

 

-         Çoğu devlete ait okullardı ve ücretsiz eğitim verirdi.

 

-         Sınıflar 25-40 kişilik öğrenci gruplarından oluşurdu.

 

 

-         Eğitim dili çoğunlukla Rusça idi ama azınlık Dilinde eğitim veren gymnasiumlar da vardı.

 

-         Okullar genelde büyük şehirlerde bulunurdu. Kırsal kesimlerde yaygın değildi.

 

 

Gymnasium eğitimi, Rusya’da yükseköğrenime ve devlet kademelerine erişim için gerekli temel eğitim olarak görülüyordu.

 

11) Zübeyde Hanım’ın oğlu Mustafa Kemal Atatürk’ün haber vermeden askeri okul sınavına girmesine ve kazanmasına ilk başta çok şaşırdığı ve endişelendiği biliniyor. Ancak zeki ve kararlı oğlunun geleceği için en iyisini yapmaya çalıştığını anlayınca onu desteklemiştir. Atatürk, annesine hep saygı ve sevgiyle bağlı kalmış, onun desteğinin kendisi için çok önemli olduğunu belirtmiştir. Zübeyde Hanım, oğlunun başarılarıyla gurur duymuş ve ona inanmıştır.

 

12) Yüzbaşı Mustafa Sabri Bey, Atatürk’ün askeri eğitim hayatında önemli bir rol oynamıştır:

 

-         Atatürk’ü Manastır Askeri İdadisi’ne kaydettirerek askeri eğitim almasını sağlamıştır.

 

-         Atatürk’ün Selanik Askeri Rüştiyesi’ne girmesine yardımcı olmuş, maddi destek sağlamıştır.

 

 

-         Atatürk’e askeri bilgiler vermiş, Fransızca öğrenmesine teşvik etmiştir.

 

-         Harp Okulu’na girmesi için cesaretlendirmiş, sınavlarına hazırlanmasına yardımcı olmuştur.

 

 

-         Atatürk’ün potansiyelini fark ederek ona güvenmiş ve destek olmuştur.

 

-         Mezuniyet sonrasında da Atatürk’ün askeri kariyerinde yardımcı olmuş, tavsiyelerde bulunmuştur.

 

 

-         Atatürk’e babalık yapmış, yol göstermiştir.

 

Mustafa Sabri Bey, Atatürk’ün askeri hayatta ilerlemesinde ona adını vermenin ötesinde büyük katkısı olan bir mentör ve destekçi olmuştur.

 

13) Atatürk’ün yabancı dil öğrenme konusunda olağanüstü bir yeteneği ve disiplinli bir çalışma yöntemi vardı. Öğrendiği dilleri tam aksanıyla konuşabilmesini sağlayan başlıca etkenler:

 

-         Doğal dil yeteneği ve kulak hassasiyeti. Yabancı telaffuzu çabuk kavrıyordu.

 

-         Dili yerinde, konuşulduğu ülkede öğrenmesi. Fransızcayı Fransa’da, Almancayı Almanya’da öğrendi.

 

 

-         Günlük konuşmalara dikkat kesilmesi, telaffuz ve vurguları kapması.

 

-         Okuma, yazma, dinleme becerilerini eşzamanlı geliştirmesi.

 

 

-         Bol tekrar yapması, kelime dağarcığını sistemli şekilde geliştirmesi.

 

-         Gramer kurallarını iyice özümsemesi ve uygulama yapması.

 

 

-         Konuşma becerisine önem vermesi, her fırsatta pratik yapması.

 

-         Hatalarını tespit edip düzeltme konusunda istekli olması.

 

 

-         Yabancılarla sohbet etmekten kaçınmaması, gerçek iletişimde dilini geliştirmesi.

 

Atatürk’ün başarısının sırrı hem yeteneği hem de disiplinli, sistematik çalışmasıydı diyebiliriz.

 

14) Muarız, Arapça kökenli bir kelimedir ve Türkçede şu anlamlara gelmektedir:

 

1.      Rakip, hasım, karşıt taraf. Birine muarız olmak, onunla zıt görüşte olmak, ona karşı olmak demektir.

 

2.      Bir işte yarışan, rekabet eden kimse. Spor, sanat, siyaset gibi alanlarda birbirleriyle yarış halinde olan kişilere muarız denir.

 

 

3.      Eski handicap at yarışlarında aynı sahibe ait atları birbirleriyle eşleştirmek için seçilen at. Bu yarışlarda bir ata muarız at denirdi.

 

4.      Eş, benzer, denk. Bir şeyin muarızı, ona eşdeğer olanı demektir.

 

 

Özetle muarız; rakip, hasım, karşıt, denk veya eş anlamlarında kullanılan eski bir Arapça sözcüktür. Günümüz Türkçesinde en çok “rakip” karşılığında kullanılmaktadır.

 

15) Redif kıt’ası, Osmanlı ordusunda yedek askerlerden oluşan birlik anlamına gelir.

 

Osmanlı İmparatorluğu’nda her eyaletin belirli sayıda asker sağlaması gerekirdi. Bu düzenli ordunun yanında, savaş zamanlarında çağrılan yedek askerler redif kıtasını oluştururdu.

 

Redif kıtasında bulunan askerler, düzenli ordudaki askerler kadar eğitimli ve tecrübeli değildi. Ancak ihtiyaç halinde ordunun sayısını hızla artırmak için kullanılırdı. Barış zamanında redif askerleri evlerinde kalır, savaş çıkınca orduya katılırlardı.

 

Böylece Osmanlı, düzenli ordusunun yanı sıra ihtiyaç anında harekete geçirilebilecek büyük bir yedek güce de sahip oluyordu. Redif kıtası, Osmanlı askeri sisteminin önemli bir parçasını oluşturmaktaydı.

 

16) Kırım Savaşı’nın (1853-1856) redif kıtalarının kurulmasında önemli bir etkisi oldu.

 

Özellikle Kırım Savaşı’nda Ruslara karşı alınan yenilgiler, Osmanlı ordusunun modernizasyon ihtiyacını ortaya koydu. Ordunun düzenli kısmının yanı sıra yedek bir güce ihtiyaç vardı.

 

Bunun üzerine 1856’da İstanbul’da “Redif Tümenleri” adı altında yeni bir örgütlenmeye gidildi. Her eyaletin belirli sayıda piyade ve süvari alayından oluşan redif taburları kuruldu. Böylece savaş zamanında ordunun sayısı hızla artırılabilecekti.

 

Redif birliklerinin eğitimi ve silahlandırılması için çalışmalar başlatıldı. Ancak bu çabalar istenilen düzeyde olmasa da, redif teşkilatlanması Osmanlı ordusunda yeni bir dönemin başlangıcı oldu.

 

Kırım Savaşı yenilgisi, Osmanlı’nın geleneksel askeri yapısının yetersizliğini göstermiş ve redif kıtalarının modern bir yedek ordu olarak kurulmasını sağlamıştır. Bu açıdan Kırım Savaşı, redif sisteminin doğuşunda kritik bir rol oynamıştır.

 

17) Kırım Savaşı’nda Macar ve Leh gönüllü birlikleri, Osmanlı’ya önemli destek sağlamıştır:

 

-         Macaristan’dan gelen Macar gönüllüleri “Macar Lejyonları” olarak bilinir. Komutanları Konstanty Borzecki idi. Yaklaşık 3 bin Macar gönüllüsü, Osmanlı saflarında savaşmıştır.

 

-         Leh Lejyonları da Polonyalı gönüllülerden oluşuyordu. Yaklaşık 4 bin Polonyalı gönüllü Osmanlı saflarına katıldı.

 

 

-         Macar ve Leh birlikleri, Özellikle Kars ve Balaklava gibi önemli muharebelerde savaştı. Cesaret ve disiplinleriyle temayüz ettiler.

 

-         Konstanty Borzecki, Macar Lejyonu’nun komutanı olarak öne çıktı. Kars ve Balaklava zaferlerinde payı büyüktür. Osmanlı tarafından Mirliva rütbesine getirildi.

 

 

-         Macar ve Leh gönüllülerinin motivasyonu, Rusya’ya karşı ortak düşmanlıktı. Osmanlı’nın yanında savaşarak Rusya’ya karşı mücadele etme fırsatı buldular.

 

-         Osmanlı açısından bakıldığında, bu gönüllü birlikler moral ve motivasyon açısından çok önemliydi. Ayrıca askeri açıdan da ciddi katkı sağlamışlardır.

 

 

18) Özetle:

 

-         Erkân-ı Harbiye, 1826 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nda askeri alanda reform yapmak amacıyla II. Mahmud tarafından kurulan danışma kuruludur.

 

-         Kurul, orduyu modernleştirmek ve yeniden yapılandırmakla görevlendirildi. Avrupa’daki askeri gelişmeleri ve teknolojileri takip etmesi istendi.

 

 

-         Üyeleri arasında yabancı askeri uzmanlar da vardı. Bunlar Osmanlı ordusuna yeni askeri teknikler ve taktikler kazandırmaya çalıştı.

 

-         Erkân-ı Harbiye, orduda eğitim reformlarını başlattı. Harp okulları açıldı, askeri eğitim modernleştirildi.

 

 

-         Ayrıca yeniçeri ocağı gibi eski askeri teşkilatlar lağvedildi. Bunların yerine düzenli ordular ve askeri birlikler oluşturuldu.

 

-         Böylece Erkân-ı Harbiye, Osmanlı askeri reformunun en önemli kurumu oldu ve modern Osmanlı ordusunun temellerini attı.

 

19) Logaritma cetveli, logaritma değerlerini kolayca bulmaya yarayan bir araçtır. Üzerinde logaritma değerleri tablo halinde verilmiştir.

 

Atatürk, henüz lisedeyken matematik öğretmeni ödev olarak logaritma cetveli ezberlemesini istemiş. Atatürk de bu görevi severek yerine getirmiş.

 

O dönemde hesap makineleri olmadığı için, logaritma cetveli matematiksel işlemler yapmakta çok faydalı bir araçtı. Atatürk, ezbere bildiği bu cetvel sayesinde karmaşık matematiksel hesaplamaları pratik bir şekilde yapabiliyordu.

 

Ayrıca bu olay, Atatürk’ün matematiğe ve ilimlere olan ilgisini ve yeteneğini göstermesi açısından önemlidir. Genç yaşta logaritma cetvelini ezberlemesi, onun muazzam bir hafızaya ve analitik zekaya sahip olduğunun kanıtıdır.

 

20) Hayır, Atatürk’ün İran Şahı Rıza Pehlevi ziyareti sırasında böyle bir olay yaşandığına dair tarihi bir kanıt yoktur. Bu, gerçek dışı bir efsanedir.

 

Bilinen tarihi gerçekler şunlardır:

 

-         Atatürk, İran Şahı Rıza Pehlevi’yi 1933 yılında Türkiye’de resmi ziyarette ağırlamıştır.

 

-         İkili görüşmelerde dostane bir hava hakimdi. Atatürk ve Şah arasında samimi bir diyalog ve yakınlaşma yaşandığı diplomasi tarihinde yer alır.

 

 

-         Ziyaret sırasında herhangi bir gerginlik ya da problem yaşanmadığına dair bir kayıt yoktur.

 

-         Atatürk’ün Şah’ın bir memuruna şiddet uyguladığı iddiasının tarihsel gerçeklikten yoksun bir efsane olduğu anlaşılmaktadır.

 

 

Dolayısıyla bahsedilen olayın Atatürk’e atfen uydurma olduğu anlaşılmaktadır. Tarihi gerçeklerle örtüşmeyen bu tarz asılsız rivayetlere itibar edilmemelidir.

 

21) 19. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda kurmay eğitimi şu şekildeydi:

 

-         Modern anlamda kurmay eğitimi 1834’te kurulan Harbiye Mektebi ile başladı. Bu okulda batı tarzı askeri eğitim veriliyordu.

 

-         Kurmay sınıfı Harbiye’den yetişiyor, ardından da tamamlayıcı eğitim için Avrupa’ya gönderiliyordu.

 

 

-         Avrupa’da özellikle Prusya’daki askeri okullarda eğitim alıyorlardı.

 

-         1876’da İstanbul’da Erkan-ı Harbiye Mektebi açıldı. Bu okul doğrudan kurmay subay yetiştirmeye yönelikti.

 

 

-         Müfredat matematik, tarih, coğrafya gibi derslerin yanında askeri bilimleri de içeriyordu.

 

-         Okulun öğretim kadrosunda da Alman subaylar bulunuyordu.

 

 

-         19. Yy sonlarına doğru kurmay eğitimi sistemleşmişti. Askeri liseler, Harbiye ve Erkan-ı Harbiye Mektepleri kurmayları yetiştiriyordu.

 

-         Ancak sistem, Avrupa seviyesine tam olarak ulaşamamıştı.

 

 

22) Kapıkulu ocaklarının 1826’da kapatılmasından sonra kurulmaya başlanan modern Osmanlı ordusunun, girilen savaşlardaki etkisi karışık olmuştur:

 

-         Yeniçeri ocağı gibi eski ocakların lağvedilmesiyle, batı tarzı bir ordu kurulması hedeflendi. Ancak bu geçiş sancılı oldu.

 

-         1830’da patlak veren Cezayir’i Fransız işgaline karşı yeni ordular yetersiz kalmıştır. Cezayir kaybedilmiştir.

 

 

-         Kırım Savaşı’nda (1853-56) ise Müşir Ömer Paşa komutasındaki yeni ordular ilk defa başarı sağlamıştır.

 

-         1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nda ise yenilgiye uğranmış, ordunun yetersizlikleri ortaya çıkmıştır.

 

 

-         19. Yüzyıl boyunca ordudaki modernleşme çabaları bir türlü istenen düzeye erişememiştir.

 

- Ancak yine de kapıkulu ocaklarına kıyasla daha düzenli ve eğitimli bir ordu oluşturulmaya çalışılmıştır. Reformlar kısmen başarılı olmuştur.

23) İlber Ortaylı’nın bu ifadesinde bahsettiği tarihsel olgu, 19. Yüzyıl sonlarında Osmanlı ordusunda ortaya çıkan etnik gerilimlerdir.

 

-         19. Yüzyılda Arap coğrafyasında milliyetçilik yükselişe geçmiş, Arap askerler ordunun etnik dengesini bozmaya başlamıştı.

 

-         Özellikle 1908 Jön Türk devriminden sonra, Arap birliklerdeki milliyetçi eğilimler artmıştı.

 

 

-         Ordunun geleneksel Türk ve Anadolu kökenli yapısını korumak isteyen subaylar, Arap askerlerin oranının yükselmesinden rahatsızlık duyuyordu.

 

-         Bu da “Arabistan ordusunda Arap uşağı arttı, Anadolu’dan Türk uşağı yollanmalı” şeklinde ifadelere yol açmıştı.

 

 

-         Ordu içinde Türk kimliğini koruma isteği ve Arap milliyetçiliği arasında bir gerilim söz konusuydu.

 

Bu etnik gerilimler, ordunun 1. Dünya Savaşı’ndaki dağılma sürecinde de etkili olmuştur.

 

24) Atatürk’ün askerlik hayatına ilişkin bilinenler şöyle:

 

-         1905’te Harp Okulundan mezun olduktan sonra teğmen rütbesiyle orduya katılmıştır.

 

-         İlk görev yeri Şam’daki 5. Ordu’ya bağlı 31. Alay olmuştur.

 

 

-         Burada iken 1906’da çıkan Hauran İsyanı’na katıldı. Alayı ile isyancı Arap kabilelerine karşı başarılı operasyonlar yaptı.

 

-         1907’de ise Şam’da patlak veren büyük bir ayaklanmayı bastırmak için görevlendirildi. Bu ayaklanma da başarıyla bastırıldı.

 

 

-         Genç teğmen Mustafa Kemal, bu ilk askeri deneyimlerinde cesaret ve atikliği ile üstlerinin dikkatini çekti.

 

-         Aldığı takdirnameler ile ordu içinde yükselmeye başladı. Böylelikle askeri kariyerinin temelleri atılmış oldu.

 

 

Dolayısıyla Atatürk, isyan bastırma görevleriyle askerlik hayatına adım atmış oldu. İlk başarılarını bu sırada gösterdi.

 

25) Tannenberg Zaferi, Birinci Dünya Savaşı sırasında Alman İmparatorluğu’nun Rus İmparatorluğu’na karşı kazandığı önemli bir zaferdir.

 

-         Savaşın başlarında, Rus orduları Doğu Prusya’ya girmiş ve Alman topraklarını tehdit eder hale gelmişti.

 

-         26-30 Ağustos 1914 tarihlerinde Tannenberg bölgesinde gerçekleşen savaşta, Alman 8. Ordusu komutanı Paul von Hindenburg Rus 2. Ordusu’nu kuşatarak imha etti.

 

 

-         60.000’den fazla Rus askeri esir alındı ya da öldürüldü. Ruslar ağır bir yenilgiye uğratıldı.

 

-         Bu zafer Almanya’nın Doğu Cephesi’nde Rus ilerleyişini durdurmasını sağladı. Rusların savaştan çekilmesi için önemli bir adım oldu.

 

 

-         Tannenberg, Almanya tarafından Birinci Dünya Savaşı’ndaki en büyük zaferlerden biri olarak kabul edilir. Ruslar içinse büyük bir hezimetti.

 

26) İsmet Paşa’nın bahsettiği olay, Birinci Dünya Savaşı’nda 1914 yılında yaşanan Marne Muharebesi’dir.

 

-         Savaşın başında Alman orduları Paris’e doğru hızla ilerliyordu. Fransızlar endişeliydi.

 

-         5-12 Eylül 1914’te Fransa’nın Marne nehri yakınlarında Alman ve Fransız-İngiliz orduları karşı karşıya geldi.

 

 

-         Almanların Paris’e ilerleyişi Fransız karşı taarruzu ile durduruldu. Almanlar geri çekilmek zorunda kaldı.

 

-         Bu, Alman ilerleyişinin durması ve savaşın kısa sürmeyeceğinin anlaşılması açısından bir dönüm noktası oldu.

 

 

İsmet Paşa, bu muharebede Almanların zaafa uğradığını görüyor ve müttefik olarak güvenilir olmadıklarını düşünüyordu. Bu nedenle Enver Paşa’yı uyarıyordu.

 

27) İsmet Paşa (İnönü) Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu kadrosunda yer alan ve Kurtuluş Savaşı’nda önemli askeri komutanlardan biriydi. Onun askeri stratejisine ilişkin bazı önemli noktalar:

 

-         Savunmada kalmayı ve zaman kazanmayı tercih ediyordu.

 

-         Pozisyon savaşını seven, ihtiyatlı ve tedbirli bir komutandı.

 

 

-         Hareketli savaştan ve büyük taarruzlardan kaçınırdı.

 

-         Muharebe alanını iyi seçer, kritik noktaları tespit ederdi.

 

 

-         Savaşın lojistik yönüne önem verir, ikmal hatlarını güçlü tutardı.

 

-         Zayiat vermemeye ve askerlerini korumaya özen gösterirdi.

 

 

-         Cephe gerisini ve iç güvenliği ihmal etmez, dengeli bir yaklaşım sergilerdi.

 

-         Disiplinli birlikleri ve güçlü istihbaratı tercih ederdi.

 

 

-         Cephede sabırla beklemeyi, düşmanı yıpratmayı hedeflerdi.

 

Bu sayede İnönü Savaşları’nda başarı sağlamış, Kurtuluş Savaşı’nda stratejik adımlar atmıştır.

 

28) Kut’ül Amare, Birinci Dünya Savaşı’nın Irak Cephesi’nde gerçekleşen “Kut’ül Amare Kuşatması” olarak bilinen bir savaştır. Savaş, 163 gün süren bir kuşatmanın ardından, 29 Nisan 1916’da İngiliz birliklerinin Osmanlı kuvvetlerine teslim olması ile sonuçlanmıştır. Teslim olan İngiliz askerleri Bağdat’tan 180 km uzaklıktaki bir kasaba olan Kut’ül Amare’de bulunuyordu. Bu olay, tarihte Osmanlı İmparatorluğu’nun kazandığı önemli zaferlerden biri olarak kabul edilir.

 

29) Özetle;

 

-         Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanıdır.

 

-         Atatürk’ün askerlik hayatı, 1899’da Harp Akademisi’nden mezun olmasıyla başladı. 1912-1913’teki Balkan Savaşları’nda ve 1914-1918’deki Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordusunda görev aldı.

 

 

-         Birgen Keşoğlu, 1910’lu yıllarda Osmanlı İmparatorluğu’nun Karadağ’daki diplomatik temsilcisi (elçisi) idi.

 

-         Atatürk ile Birgen Keşoğlu’nun askerlik hayatı döneminde bir ilişkisi olduğuna dair elimde bir bilgi bulunmamaktadır. Bu dönemde Atatürk henüz subaydı ve Birgen Keşoğlu diplomatik görevlerde bulunuyordu. Dolayısıyla farklı alanlarda çalıştılar.

 

 

30) Frankofil hava, Fransız kültürüne veya Fransa’ya sempati duyan kişileri ifade etmek için kullanılan bir terimdir.

 

Frankofil kelimesi, “Fransa/Fransız” anlamına gelen Français ve “sevmek/hayran olmak” anlamına gelen phile kelimelerinden türemiştir.

 

Frankofil hava, genellikle aşağıdaki özellikleri taşıyan kişileri tanımlamak için kullanılır:

 

-         Fransız kültürüne, edebiyatına, sanatına, müziğine ilgi duyarlar.

 

-         Fransızca öğrenmeye ve konuşmaya özen gösterirler.

 

 

-         Fransız modasını ve yaşam tarzını benimserler.

 

-         Fransız yemeklerini ve şaraplarını tercih ederler.

 

 

-         Fransa’yı sıklıkla ziyaret eder, orada yaşamayı arzu ederler.

 

-         Fransa hakkında olumlu düşüncelere sahiptirler, Fransız hükümetini ve siyasetini desteklerler.

 

 

-         Fransız sanatçı, yazar ve entelektüellerine hayranlık duyarlar.

 

Yani frankofil hava deyimiyle, Fransa ve Fransız kültürünün yakından takip edilmesi/benimsenmesi kastedilmektedir.

 

31) Fransa İhtilâli, Osmanlı Devleti’ni çeşitli şekillerde etkiledi. İhtilal, Osmanlı Devleti’ni sarsan ve iç karışıklıklara neden olan bir döneme denk geldi. Bu dönemde Osmanlı Devleti, Fransız İhtilali’nin getirdiği fikirlerle de etkilendi. Fransız İhtilali’nden kaynaklı milliyetçilik ve hürriyet fikirleri, çok uluslu yapısıyla Osmanlı Devleti’nde etkili oldu. Aynı zamanda, gayrimüslim halk ayaklanmaları başladı ve devlet dağılma sürecine girdi.

Fransız İhtilali’nin etkileri, Mustafa Kemal Atatürk ve asker arkadaşlarının dönemine kadar yetişti. Mustafa Kemal Atatürk, Osmanlı’nın son dönemlerinde Fransız İhtilali ile ilişkilendirilebilecek birçok fikri benimsedi. Atatürk, kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nde çağdaş, milli, akla ve bilime dayalı bir sistem kurmayı hedefledi. Fransız fikirlerinin etkisiyle beraber kendi düşünce yapısını oluşturdu ve devrimler gerçekleştirdi.

 

32) Mustafa Kemal Atatürk ile beraber Erkân-ı Harbiye’de okumuş ve Türk tarihine damga vurmuş kişiler şöyle sıralanabilir

 

*   Fevzi Çakmak

*   İsmet İnönü

*   Kazım Özalp

*   Ali Fuat Cebesoy

*   Refet Bele

*   Celal Bayar

*   Kâzım Karabekir

*   Cemal Tural

 

Bu isimler, Atatürk ile birlikte Erkân-ı Harbiye’de okumuş ve Türk Kurtuluş Savaşı’na etkili katkılarda bulunmuş kişiler olarak tarihte yer almaktadırlar.

 

33) Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanma sürecinde etkili olan milliyetçilik akımlarını başlatan başlıca isimler şunlardır:

 

-         Balkanlarda milliyetçilik:

 

1.      Rigas Feraios (1757-1798) – Yunan milliyetçiliğinin öncülerinden.

 

2.      İvan Franko (1856-1916) – Ukrayna milliyetçiliğinin önemli isimlerinden.

 

 

3.      Vasil Levski (1837-1873) – Bulgar milliyetçiliğinin önde gelen isimleri arasında.

 

-         Arap milliyetçiliği:

 

1.      Cemalettin Efgani (1838-1897) – Arap milliyetçiliği ve Pan-Arapçılık akımının kurucularından.

 

2.      Michel Aflak (1910-1989) – Arap milliyetçiliği ve Baasçılık akımının kurucusu.

 

 

-         Ermeni milliyetçiliği:

 

Mekertič Portukalyan (1853-1892) – Ermeni milliyetçiliğinin öncü isimlerinden.

 

Sonuç olarak, Balkanlardaki milliyetçilik hareketleri ile Arap ve Ermeni milliyetçiliği, Osmanlı’nın parçalanma sürecinde etkili milliyetçi akımların başlangıcında yer almıştır.

 

34) Balkan milliyetçiliği ile Fransız Devrimi’nin Osmanlı topraklarına getirdiği milliyetçilik hareketlerinin temel dinamikleri ve amaçları şu şekilde özetlenebilir:

 

-         Balkan milliyetçiliği:

 

Temeli: Balkan halklarının (Rumlar, Bulgarlar, Sırplar vb.) kendi bağımsız devletlerini kurma arzusu.

 

Amacı: Osmanlı’dan ayrılıp bağımsız ulus devletleri kurmak.

 

-         Fransız Devrimi’nin etkisiyle gelişen milliyetçilik:

 

Temeli: Fransız Devrimi ile yayılan milliyetçilik ve halk egemenliği fikirleri.

 

Amacı: Mevcut imparatorluktan ayrılıp bağımsız ulus devleti kurmak yerine, mevcut imparatorluğu ıslahat ile kurtarmak.

 

-         Balkan milliyetçiliği daha çok bağımsızlıkçı bir nitelik taşırken, Fransız etkisiyle gelişen milliyetçilik imparatorluğun bütünlüğünü korumayı amaçlamıştır.

 

-         Ancak her iki milliyetçilik akımı da Osmanlı’nın çok uluslu yapısında sorunlara yol açmış, toprak kayıpları ve ayaklanmalara neden olmuştur.

 

 

35) Özetle, Türkçülük akımı 19. Yüzyıl sonlarında Osmanlı İmparatorluğu’nda ortaya çıktı. Başlıca sebepleri şunlardı:

 

-         Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşe geçmesi ve toprak kaybetmeye başlaması. Bu, Türk milliyetçiliğinin doğmasına yol açtı.

 

-         Batı’daki romantik milliyetçilik akımlarının etkisi.

 

 

-         Jön Türkler gibi reformcu aydınların etkisi. Onlar Batı’dan ilham alarak Türk kimliğini öne çıkarmaya çalıştılar.

 

-         Türk dilinin önemsenmesi. Türkçü aydınlar Türkçenin resmi dil haline gelmesi için çaba gösterdiler.

 

 

-         Pan-Türkizm fikrinin yayılması. Bu fikir bütün Türklerin ortak bir kimlik etrafında birleşmesi gerektiğini savunuyordu.

 

Türkçülük zamanla Kemalizm’in temel taşlarından biri haline geldi. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla Türk kimliği resmi ideoloji haline geldi.

 

36) Özetle, Bulgaristan’ın Osmanlı Devleti’nden bağımsızlığını kazanma süreci şu şekilde gelişti:

 

-         19. Yüzyılın başlarında milliyetçilik akımlarının etkisiyle Bulgaristan’da bağımsızlık fikri yaygınlaşmaya başladı.

 

-         1870’lerde Bulgarlar ayaklanarak özerklik talep etti ancak bu bastırıldı.

 

 

-         1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Ruslar Bulgarları destekleyince, 1878 Berlin Antlaşması ile Bulgaristan özerk prenslik haline geldi.

 

-         1885’te Doğu Rumeli vilayeti ile birleşerek Büyük Bulgaristan Prensliği kuruldu.

 

 

-         1908’de Bulgaristan prensi bağımsızlığını ilan etti ve Bulgaristan Krallığı’nı kurdu.

 

-         1912-1913 Balkan Savaşları’nda Osmanlı’ya karşı savaşan Bulgaristan toprak kazandı.

 

 

-         I. Dünya Savaşı’nda Almanya ile birlikte Osmanlı’ya karşı savaştı ve 1919’da Neuilly Antlaşması ile kesin bağımsızlığını kazandı.

 

Böylece 1878’den 1919’a uzanan süreçte Bulgaristan kademeli olarak Osmanlı’dan ayrılarak bağımsız devlet haline geldi.

 

37) Slav Rönesansı’nın Osmanlı İmparatorluğu üzerinde bazı etkileri oldu:

 

-         Özellikle Balkanlardaki Slav halklar üzerinde milliyetçilik duygularının güçlenmesine yol açtı. 19. Yüzyılda bağımsızlık hareketlerine zemin hazırladı.

 

-         Slav dillerinin ve kültürünün yüceltilmesi, Osmanlı’nın Slav tebaası üzerindeki kültürel etkisini azalttı.

 

 

-         Cyril ve Methodius’un hazırladığı Kiril alfabesi, Osmanlı’daki Slavlar arasında yaygınlaştı. Dinî metinler Kiril alfabesiyle yazılmaya başlandı.

 

-         Ortodoks inancını öne çıkarması, Osmanlı’nın Ortodoks tebaası ile ilişkilerini olumsuz etkiledi. Milliyetçilik ile Orthodoks inancı iç içe geçti.

 

 

-         Özellikle Karadağ, Sırbistan, Bulgaristan gibi bölgelerde milli uyanışı tetikledi. Bağımsızlık mücadelelerine zemin hazırladı.

 

-         Rus edebiyat ve kültüründe Slavcılık akımlarını güçlendirdi. Osmanlı’ya karşı pan-Slavist politikaların desteklenmesinde etkili oldu.

 

 

Bu sebeple Slav Rönesansı, Osmanlı için olumsuz sonuçlar doğuran gelişmelerden biri olarak görülebilir.

 

38) Bu cümle, Yugoslavya’nın ikinci lideri Josip Broz Tito’nun ülke yönetimindeki milliyetçilik politikasına işaret etmektedir.

 

Tito, çok uluslu Yugoslavya’da birlik ve beraberliği korumak için bir denge politikası izlemiştir. Bu politikanın temel ilkeleri:

 

-         Yugoslavya’yı oluşturan altı cumhuriyette (Sırbistan, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Makedonya, Karadağ, Slovenya) yerel milliyetçiliklerin ve kültürel özerkliklerin tanınması.

 

-         Tüm Yugoslav halklarının ortak Yugoslav kimliğini de benimsemesi ve Yugoslavya’nın birliğine sadık kalması.

 

 

-         Hiçbir milliyetçiliğin diğerlerini baskı altına almaması, denge politikası izlenmesi.

 

Tito döneminde Yugoslavya’da milliyetçilikler serbestti ancak Yugoslav kimliği de ön planda tutulmaya çalışıldı. Ancak Tito’nun ölümünden sonra bu politika başarısız oldu ve Yugoslavya parçalandı.

 

Dolayısıyla söz konusu cümle, Tito dönemi Yugoslavya’sının karışık milliyetçilik ve birlik politikasını özetlemektedir.

 

39) Prens Otto, Yunanistan’ın ilk kralı olarak 1830’da tahta çıkmıştır.

 

Kökeni:

 

-         Bavyera kraliyet ailesindendir. Babası I. Ludwig, Bavyera kralıydı.

 

-         Annesi Maria bir Rus prensesidir. Dolayısıyla Otto hem Alman hem Rus kökenlidir.

 

 

Yunanistan kralı seçilmesi:

 

-         1820’lerde Yunanistan, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı bağımsızlık savaşı vermişti.

 

-         Bağımsızlık savaşını kazanan Yunanlılar, Avrupa devletlerinin desteğiyle yeni bir devlet kurma aşamasına gelmişti.

 

 

-         Avrupa devletleri, Yunanistan’a Bavyera Prensi Otto’yu kral olarak dayattı. Böylece Yunanistan’ı kendi etkileri altında tutmayı planladılar.

 

-         Otto hem Alman hem Rus kökenli olduğu için her iki tarafın da etkisini dengelemesini umuyorlardı.

 

 

-         Otto’nun seçilmesi Yunanlıların isteği değil, Avrupalı güçlerin dayatması sonucu olmuştur.

 

40) Stefan Stambulov Bulgaristan’ın önemli devlet adamlarından biriyken, el-Kahtaniyya 19. Yüzyılda Osmanlı’ya karşı Suudi Arabistan’da ortaya çıkmış bir dini-siyasi harekettir. Aralarındaki temel benzerlik ve farklılıklar:

 

Benzerlikler:

 

-         Her ikisi de kendi ülkelerinin bağımsızlığı ve güçlenmesi için çalışmış reformcu liderlerdir.

 

-         Yabancı güçlere (Osmanlı ve Ruslar) karşı mücadele etmişlerdir.

 

 

-         Dini duyguları milliyetçilikle birleştirmiş, halkı bu şekilde motive etmişlerdir.

 

Farklılıklar:

 

-         Stambulov laik ve Batı yanlısı bir liderken, el-Kahtaniyya dini önderlerdir.

 

-         Stambulov Bulgar milliyetçiliğini temsil ederken, el-Kahtaniyya Arap milliyetçiliğini ve Vahhabiliği temsil eder.

 

 

-         Stambulov bağımsız Bulgaristan’ın kurulmasına öncülük etmiştir, el-Kahtaniyya ise Suudi Arabistan’ın kuruluşunda rol oynamıştır.

 

-         Stambulov Avrupa’da, el-Kahtaniyya Orta Doğu’da faaliyet göstermiştir.

 

 

-         Stambulov siyasi lider, el-Kahtaniyya ise dini önderlerdir.

 

41) Paissiy Hilendarskiy’nin 1762’de yazdığı “Slav-Bulgar Tarihi” adlı kitap, modern Bulgar tarih yazımının ilk örneği sayılır.

 

Kitapta Paissiy Hilendarskiy şunları anlatmıştır:

 

-         Eski Slavların ve Bulgarların kökeni ve erken tarihi hakkında bilgiler.

 

-         9. Yüzyılda Bulgarların Hristiyanlığı kabul etmesi.

 

 

-         Ortaçağda Bulgarların Bizans ve Sırplarla mücadeleleri.

 

-         1393’te Bulgar Krallığı’nın Osmanlılar tarafından fethi.

 

 

-         5 yüzyıl boyunca Bulgar halkının Osmanlı egemenliği altındaki yaşamı.

 

-         Bulgar kilisesinin ve manastırlarının tarihi.

 

 

-         Bulgar halkının ulusal uyanışı ve özgürlük mücadelesi çağrısı.

 

Kitap Bulgar milli bilincinin oluşmasında çok etkili olmuş, Bulgar halkına ortak tarih ve kimlik duygusu kazandırmıştır. Bulgaristan’ın bağımsızlık mücadelesinde önemli bir rol oynamıştır.

 

42) Eksarhlık, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Bulgar Ortodoks Kilisesi’ne verilen özerk statüyü ifade eder.

 

-         1870’lerde Osmanlı topraklarındaki Bulgarlar, İstanbul Rum Patrikhanesi’nden ayrılarak kendi ulusal kilise kurma talebinde bulundular.

 

-         Sultan Abdülaziz döneminde çıkarılan bir fermanla Bulgar Ortodoks Kilisesi’ne özerklik verildi. Buna Eksarhlık (Başpiskoposluk) denildi.

 

 

-         İlk Bulgar Eksarhı (Başpiskoposu) olarak Antim I. Seçildi.

 

-         Eksarhlık merkezi İstanbul yerine Filibe (Plovdiv) şehrine yerleştirildi. 

 

 

-         Eksarhlık sayesinde Bulgarlar kendi milli kilise kurumlarını oluşturdular ve Rum patrikhanesinden ayrıldılar.

 

-         Bu, Bulgar milli uyanışının ve bağımsızlık mücadelesinin kilise alanındaki önemli bir adımı oldu.

 

 

Böylece Eksarhlık, Bulgar milliyetçiliğinin gelişmesinde önemli bir rol oynadı.

43) Mustafa Celaleddin Paşa (1826-1876) aslen Kastamonulu olup Türk milliyetçiliğinin öncü isimlerindendir. 

 

-         Asıl adı Mustafa Celalettin’dir. Paris’te eğitim almış ve orada Jön Türkler’le tanışmıştır.

 

-         1876’da Mithat Paşa ile birlikte Kanun-i Esasi’yi ilan etmeye çalışmıştır.

 

 

-         Fransızca yazdığı “Les Turcs Anciens et Modernes” (Eski ve Yeni Türkler) adlı eserinde Türk tarihini ve kültürünü övmüş, Türk milliyetçiliğini savunmuştur.

 

-         Türk dilini öven yazılar kaleme almış, Türkçülüğün gelişmesinde etkili olmuştur.

 

 

-         Osmanlıcılık yerine Türkçülüğü savunmuş, İslamcılık ve Batıcılıktan ziyade Türk kimliğini ön plana çıkarmıştır.

 

-         Eserleriyle Türk aydınları arasında milliyetçilik fikirlerinin yayılmasında öncü rol oynamıştır.

 

 

Bu nedenlerle Mustafa Celaleddin, erken dönem Türk milliyetçiliğinin önemli isimleri arasında yer almaktadır.

 

44) Özetle, Sovyetler Birliği’nin yıkılış süreci şu şekilde gerçekleşmiştir:

 

-         1980’lerde Gorbaçov’un başlattığı reformlar (glasnost ve perestroika) beklenen ekonomik canlanmayı sağlayamadı.

 

-         Glasnost ile ifade özgürlüğünün artması, SSCB içindeki bağımsızlık taleplerini güçlendirdi. Özellikle Baltık cumhuriyetlerinde milliyetçilik yükseldi.

 

 

-         1989’da Doğu Bloku rejimleri sarsıldı ve Batı ile ilişkilerde çözülme başladı.

 

-         1990’da demokratik seçimlerde komünist parti kaybetmeye başladı. Bağımsızlık talepleri arttı.

 

 

-         1991’de darbe girişimi başarısız oldu. Ardından Sovyetler Birliği dağıldı. 15 cumhuriyet bağımsızlığını ilan etti.

 

Türkiye için dersler:

 

-         Demokrasi ve özgürlük talepleri bastırılamaz. Reform geciktirilmemeli.

 

-         Ekonomik sorunlar çözülmezse rejim meşruiyetini kaybeder.

 

 

-         Milliyetçilik ve bağımsızlık taleplerine kulak verilmeli, barışçıl çözüm yolları aranmalı.

 

-         Askeri yöntemler siyasi sorunları çözmez, ihtilaller demokrasiyi güçlendirmez.

 

 

-         Batı ile ilişkiler geliştirilmeli, dünyadan soyutlanmamalı.

 

45) I. Dünya Savaşı sırasında Fransa’daki Marne Cephesi, Mustafa Kemal (Atatürk) ve İsmet İnönü’nün askeri kariyerleri açısından büyük önem taşır.

 

-         Marne’de Mustafa Kemal, 19. Tümen komutanı olarak görev yaptı. Başarılı komutası sayesinde ün kazandı ve Miralaylığa (Albay) yükseldi.

 

-         İsmet İnönü de Mustafa Kemal’in emrindeki 19. Tümen’de Kurmay Yarbay rütbesiyle görev aldı. Marne’deki başarısı Mustafa Kemal’in dikkatini çekti.

 

 

-         Mustafa Kemal ile İsmet İnönü arasında Marne’de başlayan arkadaşlık, Kurtuluş Savaşı’nda da devam etti ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda belirleyici oldu.

 

-         Marne Cephesi’nde edindikleri tecrübe ve başarı, Mustafa Kemal ve İsmet İnönü’nün askeri kariyerlerinde ilerlemelerini sağladı.

 

 

-         Marne’deki zaferleri Türk kamuoyunda büyük yankı uyandırdı ve Mustafa Kemal’in prestijini artırdı.

 

Böylece Marne Cephesi, hem Atatürk hem İnönü için dönüm noktası olmuş; askeri ve siyasi kariyerlerinde önemli bir basamak olmuştur.

 

46) Mücehhez ordu, Osmanlı ordusundaki bir askeri terimdir.

 

Mücehhez ordu, düzenli ve disiplinli askerlerden oluşan, modern silahlarla donatılmış, Avrupa tarzı talim ve eğitim görmüş ordu anlamına gelmektedir.

 

-         1826’da Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasının ardından II. Mahmud tarafından kurulmaya başlanmıştır.

 

-         Düzenli maaş, modern silah ve teçhizat, batı tarzı askeri eğitim ve öğretimi esas alınmıştır.

 

 

-         Nizam-ı Cedid reformları ile geliştirilmiştir. 

 

-         Tanzimat döneminde daha da güçlendirilmiştir.

 

 

-         I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordusunun omurgasını oluşturmuştur.

 

Mücehhez ordunun kurulması, Osmanlı askeri sisteminin modernleşmesi bakımından önemli bir adım olmuştur.

 

47) Bu cümlenin aslı tarihte şu şekilde olmuştur:

 

Mahmud Şevket Paşa, Balkan Savaşı sırasında 3. Ordu komutanıydı. 18 Ekim 1912’de, Selanik’in Yunanlar tarafından işgal edilmesinin ardından, ordunun yeni cepheye taşınması emredildi. Mahmud Şevket Paşa, bu cepheyi beğenmeyerek, kendisine verilen görevi kabul etmedi. Bu durum, ordu içinde büyük bir huzursuzluk yarattı.

 

Mahmud Şevket Paşa’nın bu davranışı, askerlikte büyük bir suçtur ve o kişiyi kurşuna dizmeyi gerektirir. Ancak, Mahmud Şevket Paşa, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önde gelen isimlerinden biriydi. İttihatçılar, Mahmud Şevket Paşa’yı Balkan Savaşı’nın ardından İstanbul’a davet ederek, onu sadrazamlığa getirdiler.

 

Mahmud Şevket Paşa’nın sadrazamlığa getirilmesi, İttihatçılar için bir fırsattı. Mahmud Şevket Paşa, İttihatçılar’ın askeri gücünü temsil ediyordu. Onun sadrazam olması, İttihatçılar’ın iktidarını güçlendirdi.

 

İttihatçılar, Mahmud Şevket Paşa’yı sadrazamlığa getirmek için, onun Balkan Savaşı sırasındaki davranışını görmezden geldiler. Bu durum, İttihatçılar’ın otoriter yönetim anlayışının bir göstergesiydi.

 

Mahmud Şevket Paşa, sadrazamlığı sırasında, Balkan Savaşı’nın yenilgilerinin sonuçlarını temizlemeye çalıştı. Ancak, İttihatçılar’ın baskısı altında, bu konuda çok başarılı olamadı.

 

Mahmud Şevket Paşa, 11 Haziran 1913’te suikaste uğradı ve hayatını kaybetti. Suikastın arkasında İttihatçılar’ın olduğu iddia edildi. Ancak, bu iddialar hiçbir zaman kanıtlanamadı.

 

Sonuç olarak, Mahmud Şevket Paşa, Balkan Savaşı sırasında askerlik suçu işlemiştir. Ancak, İttihatçılar’ın otoriter yönetim anlayışı nedeniyle, bu suçu görmezden gelinmiştir.

 

48) 1926 İzmir Suikastı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e karşı düzenlenen bir suikast girişimidir. 14 Haziran 1926 tarihinde, Atatürk’ün İzmir’de gerçekleştirdiği bir halk toplantısının ardından, Kemeraltı semtinde suikast girişiminde bulunulmuştur.

 

Suikast girişimi, eski İttihat ve Terakki Cemiyeti üyeleri tarafından planlanmıştır. Suikastın planlayıcıları arasında Ziya Hurşit, Kara Kemal, Şükrü Kaya, Kuşçubaşı Eşref, Hacı Sami ve Çerkez Ethem gibi isimler yer almaktaydı.

 

Suikast girişimi, Giritli Şevki isimli bir kişinin ihbarıyla ortaya çıkmıştır. Şevki, suikast planını öğrendiğini ve polise ihbar ettiğini Atatürk’e iletmiştir. Atatürk, ihbar üzerine suikast girişimini önlemek için gerekli önlemleri almıştır.

 

14 Haziran 1926 tarihinde, Atatürk’ün halk toplantısından sonra, Kemeraltı semtinde suikast girişiminde bulunulmuştur. Suikast girişiminde, Ziya Hurşit ve arkadaşları, Atatürk’ün otomobiline ateş açmış ve bomba atmıştır. Ancak, Atatürk’ün korumaları suikast girişimini önlemiştir.

 

Suikast girişiminin ardından, Ziya Hurşit ve arkadaşları yakalanarak tutuklanmıştır. Suikast girişimi, İstiklal Mahkemesi’nde görülmüştür. Mahkeme sonucunda, Ziya Hurşit ve arkadaşları idam cezasına çarptırılmıştır.

 

1926 İzmir Suikastı, Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde önemli bir dönüm noktası olmuştur. Suikast girişimi, yeni kurulan Cumhuriyet’e karşı bir tehdit olarak görülmüştür. Suikast girişiminin ardından, İstiklal Mahkemeleri’nde çok sayıda kişi yargılanıp cezalandırılmıştır.

 

1926 İzmir Suikastı hakkında öne çıkan detaylar şunlardır:

 

* Suikast girişimi, yeni kurulan Cumhuriyet’e karşı bir tehdit olarak görülmüştür.

* Suikast girişiminin ardından, İstiklal Mahkemeleri’nde çok sayıda kişi yargılanıp cezalandırılmıştır.

* Suikast girişimi, Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde önemli bir dönüm noktası olmuştur.

 

Suikast girişiminin sonuçları şunlardır:

 

* İstiklal Mahkemeleri’nin faaliyetleri hızlanmıştır.

* İstiklal Mahkemeleri’nde çok sayıda kişi yargılanıp cezalandırılmıştır.

* Mustafa Kemal Atatürk’ün iktidarı güçlenmiştir.

* Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda yaşanan siyasi gerilimler artmıştır.

 

49) Enver Paşa ve Mustafa Kemal Atatürk, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kurucu üyeleri arasında yer almasına rağmen, aralarında önemli bir rekabet ve anlaşmazlık vardı. Bu rekabetin temelinde, ikilinin farklı siyasi görüşleri ve liderlik anlayışları yatıyordu.

 

Enver Paşa, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin askeri kanadının lideri olarak, Osmanlı İmparatorluğu’nun dış politikada daha aktif ve saldırgan bir rol oynamasını savunuyordu. Mustafa Kemal Atatürk ise, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin sivil kanadının lideri olarak, Osmanlı İmparatorluğu’nun dış politikada daha temkinli ve barışçıl bir rol oynamasını savunuyordu.

 

Bu farklı görüşler, 1914’te I. Dünya Savaşı’na girilmesinde de etkili oldu. Enver Paşa, Osmanlı İmparatorluğu’nun Almanya ile ittifak kurarak savaşa girmesini savunuyordu. Mustafa Kemal Atatürk ise, Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşa girmesinin büyük bir hata olacağını savunuyordu.

 

Savaş sırasında, Enver Paşa’nın askeri hataları, Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilgisine ve çöküşüne yol açtı. Mustafa Kemal Atatürk ise, Anadolu’da Milli Mücadele’yi başlatarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasını sağladı.

 

Milli Mücadele sırasında, Enver Paşa, Mustafa Kemal Atatürk’e karşı çıktı. Enver Paşa, Mustafa Kemal Atatürk’ün Milli Mücadele’nin başına geçmesini kabul etmedi. Mustafa Kemal Atatürk ise, Enver Paşa’yı hain ilan etti.

 

Enver Paşa ve Mustafa Kemal Atatürk’ün arasındaki rekabet ve anlaşmazlık, 1922’de Enver Paşa’nın Sovyetler Birliği’nde öldürülmesine kadar devam etti.

 

Enver Paşa ve Mustafa Kemal Atatürk arasındaki rekabetin başlıca nedenleri şunlardır:

 

* Farklı siyasi görüşler

* Farklı liderlik anlayışları

* I. Dünya Savaşı’na giriş konusundaki farklı görüşler

* Milli Mücadele’ye karşıtlık

 

Bu rekabet, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda önemli bir rol oynamıştır.

 

50) Atatürk ve Adnan Menderes arasında, Atatürk’ün ölümüne kadar mesafeli bir ilişki vardı.

 

Adnan Menderes, 1923 yılında henüz 18 yaşındayken, Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi’ne (CHP) üye oldu. Menderes, CHP’de hızla yükseldi ve 1931 yılında milletvekilliğine seçildi.

 

Atatürk, Menderes’i yetenekli bir siyasetçi olarak görüyordu. Ancak, Menderes’in bazı görüşlerinden rahatsız oluyordu. Örneğin, Menderes, Atatürk’ün laik cumhuriyet anlayışına karşı çıkıyordu.

 

Atatürk’ün ölümünden sonra, Menderes, CHP’den ayrılarak, Demokrat Parti’yi (DP) kurdu. DP, 1950 yılında yapılan seçimlerde iktidara geldi.

 

Menderes iktidarında, Türkiye’de önemli ekonomik ve sosyal reformlar yapıldı. Ancak, Menderes’in yönetimi, zamanla baskıcı bir hal almaya başladı.

 

1960 yılında, ordu tarafından yapılan bir darbeyle Menderes iktidardan düşürüldü. Menderes, 1961 yılında yapılan bir idamla idam edildi.

 

Atatürk ve Menderes arasındaki ilişkiyi özetlemek gerekirse, ikilinin arasında hem yakınlık hem de mesafe vardı. Atatürk, Menderes’i yetenekli bir siyasetçi olarak görüyordu. Ancak, Menderes’in bazı görüşlerinden rahatsız oluyordu. Menderes ise, Atatürk’ün liderliğine saygı duyuyor, ancak bazı politikalarını eleştiriyordu.

 

51) II. Abdülhamid, 33 yıl boyunca Osmanlı tahtında kalan uzun süreli bir hükümdardır. Bu süre boyunca, Osmanlı İmparatorluğu’nun birçok zorlukla karşı karşıya kaldığı bir dönemdir.

 

II. Abdülhamid, tahta çıktığında, Osmanlı İmparatorluğu, büyük bir ekonomik ve siyasi kriz içindeydi. İmparatorluğun toprakları, Avrupalı güçler tarafından parçalanmaya başlamıştı. II. Abdülhamid, bu krizi çözmek için, “Devlet-i Aliyye’yi muhafaza” sloganıyla, sıkı bir otoriter yönetim kurmuştur.

 

II. Abdülhamid’in otoriter yönetimi, kısa vadede bazı başarılar sağlamıştır. Örneğin, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda, Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak kaybını sınırlamıştır. Ayrıca, 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı’nda, Osmanlı İmparatorluğu’nun zafer kazanmasını sağlamıştır.

 

Ancak, II. Abdülhamid’in otoriter yönetimi, uzun vadede Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü hızlandırmıştır. II. Abdülhamid, muhalefeti baskı altına alarak, reformları engellemiştir. Bu durum, Osmanlı İmparatorluğu’nun modernleşmesini ve gelişmesini engellemiştir.

 

II. Abdülhamid’in yorulduğuna dair iddialar, onun son döneminde ortaya çıkmıştır. 1905’ten sonra, II. Abdülhamid’in yönetimde daha az aktif olduğu ve daha sık hastalandığı gözlenmiştir. Bu dönemde, II. Abdülhamid, anayasayı yeniden yürürlüğe sokmuş ve 31 Mart İsyanı’na müdahale etmemiştir.

 

II. Abdülhamid’in yorgunluğunun, Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileyişini durdurduğuna dair görüşler vardır. Bu görüşe göre, II. Abdülhamid, otoriter yönetimiyle, Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünü ve varlığını korumuştur. Ancak, II. Abdülhamid’in otoriter yönetimi, Osmanlı İmparatorluğu’nun modernleşmesini ve gelişmesini engellemiş ve bu durum, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü hızlandırmıştır.

 

II. Abdülhamid’in yorgunluğu ve Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileyişi hakkında, farklı görüşler vardır. Bu görüşlerin, II. Abdülhamid’in kişiliği, yönetimi ve Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihi hakkındaki farklı yorumlardan kaynaklandığı söylenebilir.

 

52) Bogomilizm, Orta Çağ’da Bulgaristan’da ortaya çıkan ve Avrupa’nın doğu ve batısında pek çok ülkede insan kitlelerini etkilemiş bir dinî akımdır. Bulgar Çarı I. Petro zamanında ortaya çıkan mezhep, Hristiyanlığın temel anlayışına aykırı bir harekettir. Kurucusu Bogomil (Slavca Tanrı’nın sevdiği) adlı bir köy papazıdır.

 

Bogomiller, Tanrı’nın tek ve mutlak olduğunu, ancak dünyanın ve içindeki her şeyin şeytan tarafından yaratıldığını savunurlardı. Bu nedenle, kilise ve onun öğretilerini reddederlerdi. Ayrıca, katı bir çilecilik ve dualizm anlayışına sahiptiler.

 

Bogomilizm, 11. Yüzyılda Avrupa’nın batısına yayılmış ve burada da önemli bir etki yaratmıştır. Fransa’da, Katarlar adlı bir Bogomil mezhebi ortaya çıkmıştır. Katarlar, Bogomillerin öğretilerini daha da geliştirerek, şiddetten ve savaştan tamamen uzak bir yaşam sürmeyi savunmuşlardır.

 

Bogomilizm, 13. Yüzyılda, Katolik Kilisesi tarafından şiddetli bir şekilde bastırılmıştır. Ancak, Bogomilizmin fikirleri, Reform hareketinin ortaya çıkmasında önemli bir rol oynamıştır.

 

Bogomilizmin temel inançları şunlardır:

 

* Tanrı, tek ve mutlaktır.

* Dünya ve içindeki her şey, şeytan tarafından yaratılmıştır.

* Kilise ve onun öğretileri, şeytanın bir oyunu olarak reddedilmelidir.

* İnsan ruhunun, maddi dünyadan kurtulması için çilecilik ve dua gereklidir.

 

Bogomilizmin etkileri şunlardır:

 

* Avrupa’da, Hristiyanlığın temel inançlarına karşı bir muhalefet hareketinin ortaya çıkmasına yol açmıştır.

* Reform hareketinin ortaya çıkmasında önemli bir rol oynamıştır.

* Modern düşüncenin gelişiminde önemli bir katkı sağlamıştır.

 

Bogomilizm, Orta Çağ’da Avrupa’da önemli bir dinî ve siyasi hareket olmuştur. Bogomilizmin fikirleri, günümüzde de hala tartışılmaktadır.

 

53) Enver Paşa’nın Sarıkamış Faciası’nda suçlu olup olmadığı konusunda tarihçiler arasında farklı görüşler vardır. Bazı tarihçiler, Enver Paşa’nın facianın tek sorumlusu olduğunu savunurken, bazıları ise facianın oluşmasında birçok faktörün rol oynadığını ve Enver Paşa’nın da bu faktörlerden biri olduğunu ifade eder.

 

Enver Paşa’nın facianın tek sorumlusu olduğu savunanlar, Enver Paşa’nın aşağıdaki hatalarını öne sürerler:

 

* Harekatı zamanında başlatmamış, kış şartlarının ağırlaşmasına neden olmuştur.

* Harekatın planını iyi yapmamış, yeterli hazırlık yapmamıştır.

* Harekatın komutasını üstlenmiş ve kişisel müdahaleleri ile hataları artırmıştır.

 

Enver Paşa’nın faciada suçlu olduğu görüşü, genel olarak kabul gören görüştür. Ancak, Enver Paşa’nın hatalarının yanı sıra, facianın oluşmasında aşağıdaki faktörlerin de rol oynadığı söylenebilir:

 

* I. Dünya Savaşı’nın zor şartları

* Osmanlı Devleti’nin askeri ve ekonomik yetersizlikleri

* Rus ordusunun dağınık ve demoralize olması

 

Enver Paşa’nın Sarıkamış Faciası’nı neden yaptığını kesin olarak bilmek mümkün değildir. Ancak, aşağıdaki nedenlerden dolayı böyle bir şey yapmış olabileceği düşünülmektedir:

 

* Osmanlı Devleti’nin Doğu Cephesi’nde üstünlük sağlayarak Rusya’yı savaş dışı bırakmak istemesi

* Rus ordusunu dağıtmak ve Kafkasya’yı ele geçirmek istemesi

* Kişisel hırsları ve askeri başarılar elde etme arzusu

 

O dönemlerde “Harp Mecmuası” dergisinin Mustafa Kemal Atatürk ile problemi, Atatürk’ün dergide yayınlanan bazı makalelerde Enver Paşa’yı eleştirmesidir. Atatürk, bu makalelerinde Enver Paşa’nın askeri başarısızlıklarını ve kişisel hırslarını eleştirmiştir. Bu eleştiriler, Enver Paşa’nın Atatürk’e karşı düşmanca bir tavır almasına neden olmuştur.

 

“Harp Mecmuası” dergisinin Atatürk ile problemi, ikilinin arasındaki siyasi ve askeri rekabetin bir yansıması olarak da görülebilir. Atatürk, Enver Paşa’nın liderliğini eleştirerek kendi liderliğini öne çıkarmaya çalışmıştır. Enver Paşa ise Atatürk’ü bir tehdit olarak görerek onu tasfiye etmeye çalışmıştır.

 

Sonuç olarak, Enver Paşa’nın Sarıkamış Faciası’nda suçlu olup olmadığı konusunda tarihçiler arasında farklı görüşler vardır. Ancak, Enver Paşa’nın faciada önemli bir rol oynadığı ve bu facianın Osmanlı Devleti’nin yenilgisinde önemli bir etkisi olduğu açıktır.

 

54) Enver Paşa’nın kişiliği hakkında tarihçiler arasında farklı görüşler vardır. Bazı tarihçiler, Enver Paşa’yı cesur, kararlı ve vatansever bir lider olarak görürken, bazıları ise onu hırslı, kibirli ve askeri açıdan yetersiz bir lider olarak değerlendirir.

 

Enver Paşa’nın kişiliğinin olumlu yönleri arasında şunlar sayılabilir:

 

* Cesur ve kararlı bir liderdi.

* Vatanseverlik duygusu güçlüydü.

* Askerlik alanında yetenekli ve deneyimliydi.

 

Enver Paşa’nın kişiliğinin olumsuz yönleri arasında şunlar sayılabilir:

 

* Aşırı hırslı ve kibirliydi.

* Askeri açıdan yetersizdi.

* Siyasi konularda kararsızdı.

 

Enver Paşa’nın kişiliğini tam ve net olarak değerlendirmek için aşağıdaki faktörleri göz önünde bulundurmak gerekir:

 

* Askeri başarıları ve başarısızlıkları

* Siyasi faaliyetleri ve görüşleri

* Kişisel özellikleri ve davranışları

 

Enver Paşa’nın askeri başarıları arasında Balkan Savaşları’nda elde ettiği zaferler ve I. Dünya Savaşı’nın ilk yıllarında Rus ordusunu durdurması sayılabilir. Ancak, Sarıkamış Faciası ve diğer bazı askeri başarısızlıkları da göz ardı edilemez.

 

Enver Paşa’nın siyasi faaliyetleri arasında İttihat ve Terakki’nin kurucularından biri olması ve Birinci Dünya Savaşı’na girilmesinde önemli rol oynaması sayılabilir. Ancak, siyasi konulardaki kararsızlığı ve bu kararsızlığın Osmanlı Devleti’nin yenilgisinde etkili olması da eleştirilmiştir.

 

Enver Paşa’nın kişisel özellikleri arasında cesur ve kararlı olması, vatanseverlik duygusunun güçlü olması ve askerlik alanında yetenekli ve deneyimli olması sayılabilir. Ancak, aşırı hırslı ve kibirli olması, askeri açıdan yetersiz olması ve siyasi konularda kararsız olması da onun kişiliğinin olumsuz yönleri olarak değerlendirilebilir.

 

Sonuç olarak, Enver Paşa’nın kişiliği karmaşık ve çok yönlüdür. O, cesur ve kararlı bir lider olmakla birlikte, aşırı hırslı ve kibirli olması nedeniyle bazı askeri ve siyasi hatalara da imza atmıştır.

55) Türkistan milleti tarafından Enver Paşa, genel olarak olumlu bir şekilde görülüyordu. Enver Paşa, Türkistan’ın bağımsızlığı için mücadele eden bir kahraman olarak kabul ediliyordu.

 

Enver Paşa, 1921 yılında Türkistan’a gelerek Basmacı hareketine liderlik etmiştir. Basmacı hareketi, Rus İmparatorluğu’na karşı mücadele eden bir bağımsızlık hareketiydi. Enver Paşa’nın liderliğinde Basmacı hareketi önemli başarılar elde etmiş ve Ruslara karşı önemli kayıplar yaşatmıştır.

 

Enver Paşa’nın Türkistan’a gelişi, Türkistan milleti için büyük bir moral kaynağı olmuştur. Enver Paşa’nın liderliğinde Türkistanlılar, Ruslara karşı mücadelelerinde daha da güçlenmiş ve bağımsızlıklarını kazanmak için daha kararlı hale gelmişlerdir.

 

Enver Paşa’nın Türkistan’da gördüğü ilgi ve desteğin nedenleri arasında şunlar sayılabilir:

 

* Enver Paşa’nın Türkistan’ın bağımsızlığı için mücadele eden bir kahraman olarak görülmesi

* Enver Paşa’nın Türkistan’ın kültürel ve tarihi bağlarına sahip olması

* Enver Paşa’nın karizmatik ve etkileyici bir lider olması

 

Enver Paşa’nın Türkistan’daki faaliyetleri, Türkistan milletinin bağımsızlık mücadelesinde önemli bir rol oynamıştır. Enver Paşa’nın ölümünden sonra da Türkistan milleti, onun bıraktığı mirası unutmamış ve onu bir kahraman olarak hatırlamaya devam etmiştir.

 

Ancak, Enver Paşa’nın Türkistan’da bazı olumsuz görüşleri de vardı. Bazı Türkistanlılar, Enver Paşa’nın Türkistan’ın bağımsızlığı için mücadele ederken kendi siyasi çıkarlarını da düşündüğünü ve Türkistan’ın bağımsızlığının gerçekleşmesi için yeterli çabayı göstermediğini düşünüyordu.

 

Sonuç olarak, Enver Paşa, Türkistan milleti tarafından genel olarak olumlu bir şekilde görülüyordu. Enver Paşa, Türkistan’ın bağımsızlığı için mücadele eden bir kahraman olarak kabul ediliyordu.

 

56) Türkiye’de seküler düşüncenin başlangıcı, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde olmuştur. Bu dönemde, Osmanlı Devleti’nin modernleşme çabaları ve Batı’dan gelen etkiler, seküler düşüncenin gelişmesinde önemli rol oynamıştır.

 

Osmanlı Devleti, 19. Yüzyılda modernleşme çabalarına girişmiştir. Bu çabalar kapsamında, eğitim, ekonomi ve hukuk gibi alanlarda reformlar gerçekleştirilmiştir. Bu reformlar, seküler düşüncenin gelişmesine katkıda bulunmuştur.

 

Batı’dan gelen etkiler de seküler düşüncenin gelişmesinde önemli rol oynamıştır. 19. Yüzyılda Osmanlı Devleti’nde, Batı’dan gelen fikirler ve düşünceler hızla yayılmaya başlamıştır. Bu fikirler ve düşünceler arasında, seküler düşünce de yer almaktaydı.

 

Türkiye’de seküler düşüncenin gelişiminde, aşağıdaki isimler önemli rol oynamıştır:

 

* Namık Kemal: Namık Kemal, Osmanlı Devleti’nin en önemli şairlerinden ve yazarlarından biridir. Kemal, Batı’dan gelen fikirleri ve düşünceleri Osmanlı toplumuna tanıtan ve benimseten önemli isimlerden biridir.

* Ziya Gökalp: Ziya Gökalp, Türk milliyetçiliğinin öncü isimlerinden biridir. Gökalp, seküler düşünceyi Türk milliyetçiliği ile birleştirerek, seküler düşüncenin Türkiye’de daha da yaygınlaşmasına katkıda bulunmuştur.

* Mustafa Kemal Atatürk: Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanıdır. Atatürk, Türkiye’de seküler bir devlet düzeni kurarak, seküler düşüncenin gelişmesinde önemli rol oynamıştır.

 

Türkiye’de seküler düşünce, 1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkelerinden biri haline gelmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasasında, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrıldığı belirtilmiştir. Bu durum, Türkiye’de seküler düşüncenin gelişiminde önemli bir dönüm noktası olmuştur.

 

Türkiye’de seküler düşünce, günümüzde de önemli bir yere sahiptir. Türkiye’de, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması, laikliğin temel ilkelerinden biri olarak kabul edilmektedir.

 

57)

- Ziya Gökalp, 25 Ekim 1924’te vefat etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti ise 29 Ekim 1923’te kurulmuştur. Dolayısıyla Ziya Gökalp’in ölümü ile Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu arasında yaklaşık 1 yıllık bir süre vardır.

 

-         Ziya Gökalp, Türk milliyetçiliğinin kurucularından biri olarak, Türkiye’de laik ve modern bir cumhuriyet kurulmasını candan istemiştir. Ona göre Türk toplumu, İslam’dan arındırılarak laikleşmeli ve Batılı anlamda modernleşmelidir. Bu nedenle Gökalp, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması idealinin en önemli savunucularından biri olmuştur. Özellikle Türk kültürünü ve dilini öne çıkaran görüşleri, Türk milliyetçiliğinin ve Cumhuriyet ideolojisinin temellerini oluşturmuştur.

 

58) Trablusgarp’ın Türk ve yabancı dünyası açısından önemi ve üzerinde odaklanılma nedenleri şöyle özetlenebilir:

 

-         Trablusgarp, Osmanlı Devleti’nin Kuzey Afrika’daki son toprağı olduğu için sembolik değeri yüksekti. Dolayısıyla buranın elden çıkması Osmanlı için prestij kaybı anlamına geliyordu.

 

-         Bölge, Akdeniz ve Libya sahillerinde stratejik bir konuma sahipti. Bu nedenle İtalya’nın burayı ele geçirme isteği vardı.

 

 

-         Trablusgarp’ta yaşayan yerli Arap ve Berberi halk Osmanlı yönetimini destekliyordu. Onları İtalyan işgalinden korumak Osmanlı için bir sorumluluktu.

 

-         Bölgede İtalyan işgaline karşı Cemal Paşa öncülüğünde başlayan direniş, Osmanlı’da milliyetçi duyguları kamçıladı. Trablusgarp, bazı çevrelerce “son şanlı direniş” olarak görüldü.

 

 

-         Tripoli’nin stratejik konumu, İtalya’nın Akdeniz’deki nüfuz mücadelesi ve Osmanlı’nın da buradaki hakimiyetini korumak istemesi, Trablusgarp’ı dönemin odak noktası haline getirdi.

 

59) İtalya’nın 1911’de Trablusgarp’ın Bingazi sancağına saldırmasıyla ilgili öncesi ve sonrasındaki gelişmeleri şu şekilde özetleyebiliriz:

 

-         İtalya, 19. Yüzyıl boyunca Akdeniz’de sömürge imparatorluğu kurma peşindeydi. Bu amaçla Osmanlı’nın Kuzey Afrika topraklarına göz dikmişti.

 

-         Özellikle 20. Yüzyılın başında Trablusgarp’ı işgal etme planları yapmaya başladı. Bölgedeki Arap aşiretleri kışkırtarak isyan çıkarmaya çalıştı.

 

 

-         26 Eylül 1911’de İtalya, Osmanlı’ya bir ültimatom vererek Trablusgarp’ı terk etmesini istedi. Reddedilmesi üzerine 29 Eylül’de donanmasıyla Bingazi’yi bombaladı.

 

-         Bingazi, Trablusgarp’ın doğusundaki stratejik bir liman kenti olduğu için buradan işgale başlamak istemişti. Amacı tüm bölgeyi kontrol altına almaktı.

 

 

-         Osmanlı, Cemal Paşa komutasında Bingazi’ye asker yolladı. Yerel direniş başladı. İtalya ilerlemekte zorlandı.

 

-         Ancak 1912’de imzalanan Uşi Antlaşması ile Trablusgarp İtalya’ya bırakıldı. Böylece Osmanlı’nın Kuzey Afrika’daki toprakları sona ermiş oldu.

 

 

60) İtalya’nın 19. Yüzyılın ortalarına kadar Avrupa’nın en geri kalmış ülkelerinden biri olduğu, ancak 1850’lerden itibaren hızlı bir sanayileşme sürecine girerek 20. Yüzyılın başında bölgesel bir güç haline geldiği söylenebilir:

 

-         İtalya, 19. Yüzyılın ilk yarısında feodal yapıların hakim olduğu, tarıma dayalı bir ekonomik yapıya sahipti.

 

-         1850’lerden itibaren Sardinya Krallığı öncülüğünde birleşme sürecine girdi ve 1861’de İtalya Krallığı kuruldu.

 

 

-         Demiryolu ağlarının yaygınlaşması, serbest ticaretin benimsenmesi, sanayi yatırımlarının artması ekonomik gelişmeyi hızlandırdı.

 

-         Özellikle kuzey bölgeleri (Torino, Milano gibi) hızla sanayileşti. Demir-çelik, gemi yapımı, otomotiv gibi sektörler gelişti.

 

 

-         19. Yüzyıl sonunda tarımda makineleşmeye geçildi. Hububat, şarap, ipek üretimi arttı.

 

-         Nüfus hızla çoğaldı. Göçle sanayi merkezleri büyüdü. Yabancı yatırımlar geldi.

 

 

-         20. Yüzyılın başında İtalya, tarım ve sanayi üretiminde Avrupa’nın önde gelen ülkelerinden biri haline gelmişti. Artık sömürge yarışına girecek konuma erişmişti.

 

61) Lateran Antlaşması, 1929 yılında İtalya Krallığı ile Vatikan arasında imzalanan bir antlaşmadır. Ana hatlarıyla:

 

-         Antlaşma ile İtalya ve Vatikan arasındaki ilişkiler yeniden düzenlendi.

 

-         Vatikan’ın egemen bir devlet olarak uluslararası hukuk kişiliği tanındı.

 

 

-         Vatikan’a ait toprakların sınırları belirlendi. Bu sınırlar içinde Vatikan’ın tam egemenliği kabul edildi.

 

-         Vatikan’a mali özerklik sağlandı, bütçe hakkı tanındı.

 

 

-         Vatikan ve İtalya arasında imtiyazlı bir ilişki kuruldu. Vatikan vatandaşlarına İtalya’da özel haklar tanındı.

 

-         Vatikan, İtalya’ya tazminat ödemesi karşılığında bazı toprakları devretti.

 

 

-         İtalya, Katolikliği resmi din olarak tanıdı. Din adamlarının ayrıcalıkları kabul edildi.

 

-         Böylece 1870’te patlak veren Roma Sorunu çözüldü ve Vatikan’ın egemenliği sağlandı.

 

 

Lateran Antlaşması ile İtalya ile Vatikan arasındaki ilişkiler yasal çerçeveye kavuştu ve Vatikan’ın uluslararası bir aktör olarak konumu garanti altına alınmış oldu.

 

62) Lateran Antlaşması’yla ilgili olarak İtalya açısından şu tespitlerde bulunabiliriz:

 

-         İtalya, 1870’ten beri devam eden ‘Roma Sorunu’nu çözüme kavuşturdu. Vatikan’ın egemenliğini tanıyarak aralarındaki ihtilaf sona erdi.

 

-         Böylece İtalya, Katolik dünyası nezdinde itibar kazandı ve Vatikan ile ilişkilerini normalleştirdi.

 

 

-         Ancak karşılığında Vatikan’a ciddi tazminat ödemek zorunda kaldı. Ayrıca bazı arazileri devretmek zorunda kaldı.

 

-         İtalya, Katolikliği resmen tanıdı ve din adamlarına özel haklar verdi. Laik cumhuriyet ilkesinden taviz verdi.

 

 

-         Vatikan’ın egemenliğini tanıması, İtalya’nın toprak bütünlüğü açısından sembolik bir kayıptı.

 

-         Ancak askeri ve siyasi istikrarı sağlama açısından İtalya’ya yararı oldu. Faşist Mussolini rejimi meşruiyet kazandı.

 

 

-         Sonuç olarak İtalya, siyasi ve diplomatik açıdan kazanç elde etse de laiklik ilkesinden ödün vermesi eleştiri konusu oldu. Ekonomik ve toprak kaybı yaşadı.

 

63) İtalya’nın 20. Yüzyılın başlarında Trablusgarp’ı işgal etmesinin ve diğer Arap/Afrika ülkelerine yönelik saldırgan politikalar izlemesinin ardında yatan başlıca amaçlar şunlardı:

 

-         Akdeniz’de sömürge imparatorluğu kurmak ve bölgede etkinlik elde etmek.

 

-         Hammadde kaynaklarına ve yeni pazarlara erişmek. Özellikle Libya’nın petrol kaynakları İtalya için çekiciydi.

 

 

-         İtalya’nın birleşmesinden sonra ulusal prestij ve güç gösterisi amacıyla sömürgecilik politikaları izlendi.

 

-         Diğer Avrupa güçlerinin sömürge yarışı karşısında geri kalmamak için Afrika’da pay elde etme hedefi vardı.

 

 

-         Nüfus yoğunluğunun azaltılması ve işsizliğin önlenmesi için İtalyan göçmenlerine yeni yerleşim alanları sağlama planı vardı.

 

-         Faşist Mussolini iktidara geldikten sonra milliyetçilik ve yayılmacı politikalar daha da arttı. Akdeniz’de hakimiyet kurma hedefi belirginleşti.

 

 

-         Bölgede İtalyan kültürünü ve Latinliği yaygınlaştırma çabası güdüldü.

 

Kısaca Akdeniz ve Afrika’da sömürgeci bir imparatorluk kurmak İtalyan politikalarının ana hedefiydi diyebiliriz.

 

64) İtalya, 1861 yılında siyasi birliğini tamamladıktan sonra, Avrupa’nın önde gelen güçleri arasında yer alabilmek için sömürge arayışına girdi. Bu kapsamda, Trablusgarp ve Bingazi’yi hedef olarak belirledi.

 

İtalya’nın Trablusgarp’a girişi sırasında, ülke ekonomik ve siyasi olarak zorlu bir dönemden geçiyordu. I. Dünya Savaşı’nın arifesinde, İtalya’nın dış borcu 6 milyar liraya ulaşmıştı. Ayrıca, ülkedeki siyasi partiler arasında derin bir anlaşmazlık vardı.

 

İtalya’nın Trablusgarp’tan önce işgale yeltenipte kaybettiği yerler şunlardır:

 

* **Eritre:** İtalya, 1889 yılında Eritre’yi işgal etmeyi başardı. Ancak, bölgedeki yerel direnişle karşılaştı. 1896 yılında Adwa Savaşı’nda İtalyan ordusu ağır bir yenilgiye uğradı.

* **Somali:** İtalya, 1890 yılında Somali’nin kuzeyini işgal etti. Ancak, bölgenin iç kesimlerinde yerel direnişle karşılaştı. 1908 yılında Mogadişu’yu ele geçirerek Somali’nin büyük bir bölümünü kontrol altına aldı.

 

Trablusgarp Savaşı, İtalya’nın sömürgecilik hayallerini gerçekleştirmek için giriştiği bir girişimdi. Ancak, savaşın sonucunda İtalya, Trablusgarp’ı ele geçirmeyi başardıysa da, bu başarının bedeli ağır oldu. Savaş, İtalya’nın ekonomik ve siyasi durumunu daha da kötüleştirdi. Ayrıca, savaşın sonucunda İtalya’nın Avrupa’daki itibarı zedelendi.

 

Sonuç olarak, İtalya’nın Trablusgarp’a girişi, ülkenin hem iç hem de dış politikasında önemli bir dönüm noktası oldu.

 

65) Jön Türklerin Fizan şehrine sürgün edilmesinde Osmanlı devletinin başında bulunan II. Abdülhamid’in parmağı vardır. II. Abdülhamid, meşrutiyetçi faaliyetleri nedeniyle Jön Türkler’i bir tehdit olarak görüyordu. Bu nedenle, Jön Türkler’i susturmak ve etkisiz hale getirmek için çeşitli yöntemler kullandı. Bu yöntemlerden biri de onları uzak ve ıssız yerlere sürgün etmekti.

 

Fizan, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuzey Afrika’da bulunan bir vilayetidir. Bu vilayet, çöllerle kaplı ve ulaşım açısından oldukça zor bir bölgedir. II. Abdülhamid, Jön Türkler’i buraya sürgün ederek onların siyasi faaliyetlerini engellemeyi amaçlamıştır.

 

Fizan’a sürgün edilen Jön Türkler arasında Talat Paşa, Enver Paşa, Cemal Paşa, Ahmet Rıza Bey, Hüseyin Cahit Yalçın, Ahmet Ferit Tek ve Ziya Gökalp gibi isimler yer almaktadır. Bu isimler, sürgün süresince siyasi faaliyetlerini sürdürmüş ve 1908 yılında II. Meşrutiyet’in ilanına öncülük etmişlerdir.

 

Jön Türklerin Fizan sürgünü, Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihinde önemli bir dönüm noktası olmuştur. Bu sürgün, Jön Türkler’in siyasi bir güç olarak ortaya çıkmasına ve II. Meşrutiyet’in ilanına yol açmıştır.

 

II. Abdülhamid’in Jön Türkler’i Fizan’a sürgün etmesinde şu nedenler rol oynamıştır:

 

* Jön Türkler’in meşrutiyetçi faaliyetleri, II. Abdülhamid’in mutlakiyetçi rejimini tehdit ediyordu.

* II. Abdülhamid, Jön Türkler’i susturmak ve etkisiz hale getirmek istiyordu.

* Fizan, ulaşım açısından oldukça zor bir bölge olduğu için Jön Türkler’in siyasi faaliyetlerini engellemeye yardımcı olacaktı.

 

Jön Türkler, Fizan sürgünü sırasında zorlu koşullarda yaşamak zorunda kaldılar. Ancak, bu zorluklar onları yıldırmadı. Sürgün süresince siyasi faaliyetlerini sürdürdüler ve 1908 yılında II. Meşrutiyet’in ilanına öncülük ettiler.

 

66) İttihat ve Terakki Cemiyeti, 21 Mayıs 1889 tarihinde kurulan bir siyasi hareket ve siyasi partidir. Kurucuları arasında Ahmet Rıza Bey, İsmail Hakkı Bey, Mehmed Sabahattin Bey ve Abdullah Cevdet Bey gibi isimler yer almaktadır. Üyeleri arasında ise Enver Paşa, Talat Paşa, Cemal Paşa gibi etkili siyasetçiler bulunmaktadır.

 

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Osmanlı Devleti ile yakınlığı, kuruluş amacıyla ilişkilendirilebilir. Cemiyet, Osmanlı İmparatorluğu’nda İkinci Meşrutiyet’in ilanı için çalışmış ve daha sonra Osmanlı siyasetinde etkili bir rol oynamıştır. Ancak, İttihat ve Terakki’nin Osmanlı Devleti’nin son dönemlerindeki politikaları ve yönetimiyle ilişkisi eleştirilere konu olmuştur.

 

67) Trablusgarp’ın İtalya tarafından işgali sırasında ilk direnişi yapanlar şunlardır:

 

-         Süleyman El-Baruni – Trablusgarp’taki en etkili Arap liderlerinden biriydi. İtalyan işgaline karşı ilk silahlı direniş hareketini başlattı.

 

-         Recep Paşa – Osmanlı ordusundan emekli bir subaydı. Trablusgarp savunmasını organize etmeye çalıştı.

 

 

-         Ahmet Şerif – Din adamı ve Trablusgarp’taki önemli bir aileye mensuptu. Yerel halkı İtalyanlara karşı savunmaya çağırdı.

 

-         Mehmet Tahir – Yerel Arap aşiret liderlerinden biriydi. Adamlarıyla birlikte İtalyanlara saldırılar düzenledi.

 

 

-         Mustafa Kemal (Atatürk) – O dönemde yarbay rütbesindeydi. Trablusgarp’a askeri müşavir olarak gönderildi ve direnişi örgütlemeye çalıştı.

 

Bu isimler, İtalyan işgaline karşı Trablusgarp’ta ilk silahlı direnişi başlatan ve organize eden önemli kişilerdi. Hem yerel Arap liderleri hem de Osmanlı askeri komutanları direnişte rol oynadı.

 

68) İbrahim Hakkı Paşa, 19. Yüzyılda yaşamış önemli bir Osmanlı devlet adamı ve komutanıdır.

 

İbrahim Hakkı Paşa’nın hayatı ve kariyeri hakkında öne çıkan bazı noktalar:

 

-         1835 yılında İstanbul’da doğdu.

 

-         Harp okulundan mezun olduktan sonra askeri kariyer yaptı.

 

 

-         1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda önemli komutanlardan biriydi. Plevne savunmasında rol oynadı.

 

-         Sultan II. Abdülhamid döneminde çeşitli valilikler yaptı. Sırasıyla Suriye, Ankara, Edirne, Selanik valiliklerinde bulundu.

 

 

-         1892’de Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Nazırı (Genelkurmay Başkanı) oldu.

 

-         1893’te Tripoli valisi olarak atandı. Trablusgarp’ın savunmasını organize etti.

 

 

-         1911-1912’de Trablusgarp Savaşı’nda Osmanlı birliklerine komuta etti.

 

-         1912 yılında emekliye ayrıldı.

 

 

İbrahim Hakkı Paşa, hem askeri hem sivil alanda önemli görevler üstlenmiş, Trablusgarp savunmasındaki rolüyle ön plana çıkmış bir Osmanlı devlet adamıydı.

 

69) Osmanlı Devleti döneminde yabancı ülkelerle telgraf haberleşmesi yapabilmek için şu adımlar izlenirdi:

 

-         Öncelikle telgraf hatlarının o ülkeye kadar uzatılması gerekirdi. Osmanlı Devleti 1860’lardan itibaren Avrupa ülkeleriyle telgraf hatları kurmaya başladı.

 

-         Yabancı ülkelerin telgraf şirketleriyle anlaşmalar yapılırdı. Örneğin Fransız Telgraf Şirketi ile anlaşılarak Fransa’ya telgraf gönderme olanağı sağlandı.

 

 

-         Uluslararası telgraf birliğine dahil olmak önemliydi. Osmanlı Devleti 1865’te Paris merkezli Uluslararası Telgraf Birliği’ne katıldı.

 

-         Telgraf göndermek isteyen Osmanlı vatandaşları, Posta Telgraf Nezareti’ne başvurarak ilgili ülkeye telgraf gönderirlerdi. Ücreti öderler ve telgrafı yazarlardı.

 

 

-         Telgraf mesajı, Osmanlı telgraf hatları ve anlaşmalı olduğu yabancı şirketler üzerinden ilgili ülkeye iletilirdi.

 

-         Yabancı ülkeden gelen telgraflar da aynı şekilde Posta Telgraf Nezareti aracılığıyla alıcıya ulaştırılırdı.

 

 

Yani temelde, telgraf hatlarının kurulması ve uluslararası anlaşmalar yapılması gerekiyordu. Bireyler bu alt yapı üzerinden telgraf gönderebiliyordu.

 

70) Özetle:

 

-         İtalyanların 1911’de Trablusgarp’a çıkartma yaptıklarında ordularının büyüklüğü tam olarak bilinmemekle birlikte, yaklaşık 20.000 civarında olduğu tahmin edilmektedir.

 

-         Osmanlı’nın Trablusgarp savunması için gönderdiği düzenli asker sayısı çok azdı, ama yerel halktan gönüllü savaşçıların sayısı 10.000 civarındaydı.

 

 

-         İtalya’nın Trablusgarp’ta yenilmesinde en büyük etken, Osmanlı ordusunun ve yerel halkın beklenmedik şekilde güçlü direniş göstermesi oldu. İtalyanlar yerel direnişi kıramadı ve çok kayıp verdi.

 

Dolayısıyla İtalyanlar, Osmanlı ve yerel güçlerin beklenmedik şekilde güçlü direnişi karşısında Trablusgarp’ı kolayca ele geçiremediler ve uzun süren savaşlar sonucunda barış anlaşması yapmayı kabul ettiler. Yerel direniş, İtalya’nın zaferini engelleyen başlıca unsur oldu.

 

71) Uşi Antlaşması, 1912 yılında imzalanan bir antlaşma olup şu detayları içermektedir:

 

-         Osmanlı İmparatorluğu ile İtalya Krallığı arasında imzalanmıştır.

 

-         Antlaşma, 1911-1912 yılları arasında yapılan Trablusgarp Savaşı’nı sona erdirmek için imzalanmıştır.

 

 

-         Bu antlaşmayla Osmanlı, Trablusgarp ve Bingazi’nin İtalya’ya terk edilmesini kabul etmiştir. Böylece İtalya, bu bölgelerin kontrolünü ele geçirmiş oldu.

 

-         Osmanlı ayrıca İtalya lehine savaş tazminatı ödemeyi de kabul etti.

 

 

-         Karşılık olarak İtalya, Ege adaları üzerindeki hak iddialarından vazgeçti.

 

Sonuç olarak Uşi Antlaşması, Trablusgarp Savaşı’nı sonlandırdı ve Osmanlı’nın Kuzey Afrika’daki topraklarının İtalyan egemenliğine geçmesine yol açtı. Osmanlı ağır şartlar altında bu toprakları kaybetmek zorunda kaldı.

 

72) İlga etmek, bir kurum ya da uygulamayı yürürlükten kaldırmak, ortadan kaldırmak anlamına gelir.

 

Bazı örnekler:

 

-         Hükümet, verimsiz çalışan kamu kurumunu ilga etti. (Kapattı.)

 

-         Okul müdürü, eskimiş bazı okul kurallarını ilga etti. (Kaldırdı.)

 

 

-         Şirket, artık karlı olmayan bir ürün hattını ilga etmeye karar verdi. (Üretimine son verdi.)

 

-         Hakim, sanığın suçlu bulunmasıyla birlikte hapis cezasını ilga etti. (Ortadan kaldırdı.)

 

 

Görüldüğü gibi “ilga etmek”, bir şeyi tamamen yürürlükten kaldırmak, uygulamadan tamamen çıkarmak demektir. Genellikle kanun, kural, ceza, kurum, unvan, rutbe gibi şeyler için kullanılır.

 

73) Atatürk’ün Osmanlı Devleti’ni savunması zamanlarından Türkiye Cumhuriyeti kurulana kadar yaptığı savaşlar, birbiriyle sıkı bir bağlantı içindedir. Bu savaşlar, Osmanlı Devleti’nin çöküşünü ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu belirleyen önemli dönüm noktalarıdır.

 

Atatürk, I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin saflarında savaşmıştır. Bu savaşta gösterdiği başarılarla, Türk ordusunda önemli bir komutan olarak öne çıkmıştır. Savaşın sonunda Osmanlı Devleti’nin yenilmesi üzerine, Atatürk, Anadolu’da Türk milletinin bağımsızlığını kazanmak için mücadele etmeye başlamıştır.

 

Atatürk’ün liderliğindeki Türk Milleti, 1919-1922 yılları arasında Kurtuluş Savaşı’nı vermiştir. Bu savaşta, Türk milleti, büyük bir fedakârlık göstererek, işgalci güçlere karşı zafer kazanmıştır. Kurtuluş Savaşı’nın sonucunda, 29 Ekim 1923 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur.

 

Atatürk’ün Osmanlı Devleti’ni savunması zamanlarından Türkiye Cumhuriyeti kurulana kadar yaptığı savaşların birbiriyle bağlantısı ve genel sonucu şu şekilde özetlenebilir:

 

* Bu savaşlar, Türk milletinin bağımsızlık mücadelesinin bir parçasıdır.

* Bu savaşlar, Türk milletinin milli birlik ve beraberliğinin güçlenmesine katkı sağlamıştır.

* Bu savaşlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun temellerini atmıştır.

 

Atatürk’ün bu savaşlarda gösterdiği başarılar, onun Türk milleti için bir kahraman olarak kabul edilmesini sağlamıştır. Atatürk, bu savaşlar sayesinde, Türk milletinin bağımsızlığını ve egemenliğini kazanmasında önemli bir rol oynamıştır.

 

Atatürk’ün yaptığı savaşlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve gelişimi açısından büyük önem taşımaktadır. Bu savaşlar, Türk milletinin bağımsızlık mücadelesinin bir parçası olarak, Türk tarihinin en önemli dönüm noktalarından biridir.

 

Atatürk’ün Osmanlı Devleti’nden Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna kadar yaptığı başlıca savaşlar şunlardır:

 

-         Trablusgarp Savaşı (1911-1912): İtalya’ya karşı Libya’yı savunma savaşı.

 

-         Balkan Savaşları (1912-1913): Osmanlı’nın Balkanlardaki topraklarının kaybedildiği savaşlar.

 

 

-         I. Dünya Savaşı (1914-1918): Osmanlı’nın İttifak Devletleri safında yer aldığı savaş.

 

-         Kurtuluş Savaşı (1919-1922): Yunan işgaline karşı verilen bağımsızlık savaşı.

 

 

Tüm bu savaşlar, Osmanlı Devleti’nin toprak kayıpları ve dağılma sürecine neden oldu. Ancak Atatürk’ün liderliğindeki Kurtuluş Savaşı, bu süreci tersine çevirdi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu sağladı.

 

Dolayısıyla Atatürk’ün savaşları, Osmanlı’nın çöküş döneminden Türk milletinin yeniden dirilişine uzanan bir mücadelenin parçalarıydı. Amacı her zaman Türk milletinin bağımsızlığını ve egemenliğini korumaktı. Bu hedef Kurtuluş Savaşı’yla gerçekleşti.

 

74) Genç subay Mustafa Kemal, 1911’de Trablusgarp’a gittiğinde bölge İtalyan işgali altındaydı. Atatürk, yerel halkı İtalyanlara karşı örgütlemeye odaklandı:

 

-         Trablusgarp’taki gizli Türk örgütüne katıldı ve halkı bilinçlendirme çalışmaları yaptı.

 

-         Arap ve Berberi kabile liderleriyle görüşüp, onları İtalyanlara karşı ayaklanmaya teşvik etti.

 

 

-         Halktan gönüllü savaşçılar topladı ve gerilla birlikleri kurdu. Bu birliklere askeri eğitim verdi.

 

-         Çölde hareket ederek İtalyan birliklerine baskınlar düzenledi, ikmal yollarını kesti.

 

 

-         İtalyanların kontrolündeki şehirlerde ayaklanmalar çıkardı.

 

-         Arapça broşürler hazırlatıp halkı direnişe çağırdı.

 

 

-         Yerel din adamlarını İtalyanlara karşı cihat ilan etmeleri için teşvik etti.

 

-         Farklı kabileleri ortak düşmana karşı birleştirmeye çalıştı.

 

 

Böylece Atatürk, Trablusgarp halkını bilinçlendirerek ve örgütleyerek İtalyan işgaline karşı etkili bir direniş göstermelerini sağladı.

 

75) Osmanlı döneminden günümüze Türkiye ve Libya arasındaki ilişkiler genel olarak şu şekilde gelişmiştir:

 

-         Osmanlı döneminde Trablusgarp ve Bingazi, Osmanlı egemenliğindeydi. 1911-1912’de Trablusgarp Savaşı yaşandı.

 

-         İtalya’nın Libya’yı işgaliyle bağ kopmuş gibi görünse de Türkler ve Libyalılar arasında tarihsel bağlar devam etti.

 

 

-         İkinci Dünya Savaşı sonrası Libya bağımsızlığını kazandı. 1969’da Kaddafi iktidara geldi.

 

-         Türkiye, Kaddafi döneminde Libya ile yakın ilişkiler geliştirdi. Ekonomik ve ticari ilişkiler kuruldu.

 

 

-         2011’de Libya İç Savaşı çıkınca Türkiye, Ulusal Geçiş Konseyi’ni destekledi.

 

-         İç savaş sonrasında Türkiye, Libya’da önemli bir aktör haline geldi. Askeri ve ekonomik işbirliği yapılıyor.

 

 

-         Son olarak Libya’daki iç çatışmada Türkiye, BMGK tarafından tanınan Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni destekliyor.

 

-         Tarihsel ve kültürel bağlar iki ülke ilişkilerinde etkili oluyor.

 

 

Dolayısıyla tarihsel köklere dayanan Türk-Libya ilişkileri, zaman içinde inişler ve çıkışlar yaşasa da genel olarak olumlu bir seyir izlemiştir.

 

76) Özetle:

 

-         Abdülhamid Han, 1908’de meşrutiyetin ilanı sonrası tahttan indirilmiş ve Selanik’e sürgün edilmişti.

 

-         Balkan Savaşları sırasında (1912-1913) da Selanik’te sürgündeydi. Savaşın seyrini endişeyle takip etti.

 

 

-         Osmanlı Devleti, bu savaşlarda büyük yenilgiye uğrayıp Balkanlar’daki topraklarının çoğunu kaybetti. Devlet çöküş sürecine girdi.

 

-         Abdülhamid Han’ın bu dönemde yapabileceği sınırlı şey vardı. Devlet yönetiminde söz sahibi değildi.

 

 

-         Ancak daha ılımlı politikalar izlese ve Jön Türkler’in darbelerine engel olsaydı, belki de dağılma hızlanmaz ve Osmanlı biraz daha yaşardı.

 

Ancak bu varsayımların gerçekleşme ihtimali düşüktü. Osmanlı’nın çöküşünü engellemek için köklü reformların çok önceden yapılması gerekiyordu.

 

77) Bu ifade, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde Dışişleri Bakanı olan Tevfik Paşa’ya aittir.

 

1912’de patlak veren Balkan Savaşları öncesinde Tevfik Paşa “Ben imanım kadar eminim ki Balkanlardan memnuniyetsiz tek bir ses çıkmayacaktır.” Demişti.

 

Ancak Balkan Savaşları çok geçmeden patlak verdi ve Osmanlı Balkanlar’daki topraklarının çoğunu kaybetti.

 

Dolayısıyla Tevfik Paşa’nın bu sözünden şunlar anlaşılmaktadır:

 

-         Osmanlı yönetimi Balkanlardaki milliyetçilik akımlarını ve huzursuzluğu göremedi/önemsemedi.

 

-         Balkan halklarının Osmanlı’dan kopma isteği oldukça yüksekti fakat hükümet bunun farkında değildi.

 

 

-         Osmanlı karar alıcıları Balkanlar’da vahim durumu kavrayamadılar ve hazırlıksızdılar.

 

-         Sözde emin olunan durum çok kısa sürede tersine döndüğü için ifade ironik bir anlam taşıyor.

 

 

Bu ifade, Osmanlı yönetiminin içine düştüğü durumun vahametini ve Balkan politikalarının yanlışlarını göstermesi açısından önemlidir.

 

78) Sultan Abdülaziz dönemi (1861-1876), Osmanlı ordusunun askeri gücü ve teknolojisi açısından inişli çıkışlı bir seyir izlemiştir:

 

-         Başlangıçta Abdülaziz, orduyu modernleştirme çabalarına ağırlık verdi. Yeni askeri okullar açıldı.

 

-         Ancak Kırım Savaşı sonrasında başlayan mali sıkıntılar, ordunun modernizasyonunu yavaşlattı.

 

 

-         1870’lerde ordunun eğitim ve teçhizatı iyice zayıfladı. Eskimiş silahlar ve yetersiz eğitim öne çıktı.

 

-         93 Harbi’nde (1877-1878) ordu, teknolojik üstünlüğe sahip Ruslara karşı büyük kayıplar verdi. Geriliği ortaya çıktı.

 

 

-         Sultan Abdülaziz’in son döneminde orduda ciddi bir modernizasyon hamlesi olmadı.

 

-         Asker sayısı azaldı, silah ve teçhizat eskidi. Disiplin ve eğitim bozuldu.

 

 

-         Bu da ordunun savaş gücünün ve teknolojisinin giderek zayıflamasına yol açtı.

 

Sonuç olarak Abdülaziz döneminde ordu kinetik güç ve teknoloji olarak, kurulduğu döneme göre belirgin bir gerileme içine girmiştir.

 

79) Osmanlı Devleti’nde bilinen ilk robot 17. Yüzyıl başlarında Takiyüddin tarafından yapıldı.

 

Takiyüddin’in yaptığı robotun özellikleri:

 

-         Robot, insan şeklinde tasarlanmıştı ve oturabilen bir makineydi.

 

-         Baş ve kol hareketleri yapabiliyordu.

 

 

-         Ellerindeki kalemler sayesinde yazı yazabiliyordu.

 

-         Kendi başına hareket edebiliyor ve insanlarla etkileşime girebiliyordu.

 

 

-         İçerisinde su gücüyle çalışan karmaşık dişli ve kam mekanizmaları bulunuyordu.

 

-         Robotun yapımında demir, pirinç ve çeşitli metaller kullanılmıştı.

 

 

Takiyüddin’in bu ilk robotu, dönemin ileri seviyedeki mekanik ve mühendislik bilgilerini yansıtması açısından önemliydi. Osmanlı’da robotik alanındaki ilk öncü çalışma olarak kabul edilebilir.

 

80) İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önde gelen isimleri ile Atatürk ve silah arkadaşlarını savaş konusunda bilgi ve tecrübe açısından karşılaştırdığımızda:

 

-         İttihatçıların çoğu doğrudan askeri eğitim almamış siyasetçilerdi. Savaş tecrübeleri sınırlıydı.

 

-         Atatürk ve silah arkadaşları ise doğrudan askeri okullarda yetişmiş ve savaş meydanlarında tecrübe kazanmışlardı.

 

 

-         Özellikle Balkan Savaşı, I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nda edindikleri askeri tecrübe çok daha derin ve kapsamlıydı.

 

-         Atatürk ve diğer komutanlar, savaş stratejisi ve taktikleri konusunda daha bilgiliydi.

 

 

Halil Menteşe’ye gelince; İttihatçı olmasına rağmen siyasetten ziyade asker kökenliydi. Ancak komuta tecrübesi kısıtlıydı ve savaşlarda başarısız oldu.

 

Sonuç olarak, Atatürk ve silah arkadaşlarının askeri alandaki bilgi birikimi ve tecrübesi, İttihatçı lidere göre çok daha üstündü.

 

81) Bu alıntıda geçen görüşleri tarihsel bağlamda şu şekilde yorumlayabiliriz:

 

-         Çok uluslu imparatorluklarda genelde egemen ulus en son milliyetçiliği benimser. Çünkü imparatorluğun çıkarı milliyetçilikle çelişebilir.

 

-         Osmanlı’da da Türk milliyetçiliği geç gelişti. İmparatorluk çıkarı ön plandaydı.

 

 

-         Ancak 19. Yüzyılda milliyetçilik Osmanlı içinde de yükselince, Türkler de milli bilinç geliştirmeye başladı.

 

-         Fakat bu bilinçlenme kolay olmadı. Çok kültürlü imparatorluk geçmişinden kopmak zordu.

 

 

-         Benzer süreç Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’ndaki Almanlar için de geçerliydi.

 

-         Ancak bu milli uyanış, diğer milletlere düşmanlık demek değildi. Birlikte yaşama arzusu vardı.

 

 

Sonuç olarak çok uluslu imparatorluklarda milliyetçilikler farklı evrim geçirirken, Türk milliyetçiliği de geç fakat barışçıl gelişti yorumu yapılabilir.

 

82) Balkan Savaşları sırasında Türklerin Türklük bilincini kazanmalarına birkaç sebep olduğu söylenebilir:

 

-         Balkanlardaki Türkler, özellikle Bulgaristan’daki Müslüman Türkler, savaş sırasında Balkan devletleri tarafından ağır baskı, asimilasyon ve etnik temizlik politikalarına maruz kaldı. Bu da onların kimliklerini ve Türklük bilincini kuvvetlendirdi.

 

-         Osmanlı Devleti’nin Balkanlardaki toprak kayıpları ve Müslüman halkın göç etmek zorunda kalması, Anadolu’daki Türklerin milliyetçilik duygularını kamçıladı.

 

 

-         Balkan Savaşları sonrası İstanbul’a ve Anadolu’ya göç eden Türk ve Müslüman muhacirler, Türk milliyetçiliğinin yükselmesinde rol oynadı. Muhacirlerin acı hikâyeleri Türk halkında dayanışma ve tepki duygusu uyandırdı.

 

-         Genç Türkler gibi Türk milliyetçisi çevreler, Balkanlar’daki Türk varlığının yok edilişine tepki gösterdi ve Türk milliyetçiliğini savundu.

 

 

-         Balkan Savaşları, Osmanlıcılık fikrinin çöküşünü ve yerine Türk milliyetçiliğinin geçmesini sağladı. Türk kimliği ön plana çıktı.

 

Dolayısıyla Balkan Savaşlarının acı tecrübesi, Anadolu’daki Türklerin milliyetçilik duygularını harekete geçirdi ve Türk kimliğinin güçlenmesinde katalizör rol oynadı diyebiliriz.

83) Selanik’in 1912’de Balkan Savaşı’nda Yunanistan tarafından ele geçirilmesi, Mustafa Kemal Atatürk’ü derinden etkilemiştir.

 

-         Atatürk, 1881’de Selanik’te doğmuş ve çocukluğunu orada geçirmişti. Dolayısıyla Selanik’e karşı duygusal bir bağı vardı.

 

-         Selanik’in kaybı, Atatürk’ün zihninde Osmanlı’nın çöküşünü somutlaştırdı. Ona göre, Selanik kaybı Osmanlı’nın mahvı demekti.

 

 

-         Bu olay, Atatürk’ün milliyetçilik duygularını kamçıladı ve Türk milletini birleştirerek güçlendirme fikrini olgunlaştırdı.

 

-         Atatürk, hatıralarında Selanik’in Yunanlıların eline geçmesinin Türkler için büyük bir felaket olduğunu yazmıştır.

 

 

-         Selanik’le birlikte bütün Makedonya’nın kaybı Atatürk’ü derinden üzdü ve milli bir hedef belirlemesini sağladı.

 

-         Atatürk, ileride Türk milletini bu tür kayıplara karşı güçlendirme azmi güttüğünü ifade etmiştir.

 

 

Sonuç olarak, Selanik’in kaybı Atatürk’ün kişisel tarihinde derin izler bırakmış, onun liderlik niteliklerinin gelişmesinde etkili olmuştur denilebilir.

 

84) Zümrezâde Şakir Bey, Osmanlı devlet adamı ve aydınıdır.

 

Zümre kelimesi Arapça kökenli olup, “grup, sınıf, zümre” anlamlarına gelmektedir.

 

Zümrezâde, “zümreden olan, belli bir zümrenin çocuğu” demektir.

 

Şakir Bey’in babası Ahmet Efendi, Yeniçeri Ocağı’nın zümre sınıfına mensup olduğu için Şakir Bey’e Zümrezâde denilmiştir.

 

Zümrezâde Şakir Bey’in hayatına baktığımızda:

 

-         1832 yılında İstanbul’da doğdu.

 

-         Babası Yeniçeriliğin kaldırılmasından sonra Topçu Ocağı’na geçti.

 

 

-         Şakir Bey, babasının mesleğini seçerek Topçu Ocağı’nda eğitim aldı.

 

-         Askerlik hayatının yanı sıra edebiyatla da ilgilendi.

 

 

-         Tanzimat döneminde batılılaşma hareketini destekledi.

 

-         Özellikle eğitim alanında modernleşme taraftarıydı.

 

 

-         1868’de Harbiye Nazırlığı (Milli Savunma Bakanlığı) Müsteşarı oldu.

 

-         Çeşitli askeri ve sivil görevlerde bulunduktan sonra 1908’de emekliye ayrıldı.

 

 

Zümrezâde Şakir Bey, Osmanlı’nın batılılaşma çabalarına katkıda bulunan önemli isimlerden biri olarak kabul edilir. Hem asker hem aydın kimliğiyle öne çıkmıştır.

 

85) 1913 Ekim ayında Mustafa Kemal Atatürk’ün Sofya’ya tayin edilmesi şu şekilde gerçekleşmiştir:

 

-         Balkan Savaşları sonrasında İstanbul Hükümeti, Sofya’da bir askeri ataşelik açma kararı almıştı.

 

-         Buranın amacı, yeni kurulan Bulgaristan’daki askeri ve siyasi gelişmeleri yakından takip etmekti.

 

 

-         O dönemde Binbaşı rütbesinde olan Mustafa Kemal, Harbiye Nazırı (Milli Savunma Bakanı) Enver Paşa tarafından Sofya Askeri Ataşeliği görevine atanmıştır.

 

-         Mustafa Kemal, ekim 1913’te Sofya’ya giderek göreve başlamıştır.

 

 

-         Kendisine verilen talimatta, Bulgar ordusunun durumu ve planları hakkında ayrıntılı raporlar hazırlaması istenmişti.

 

-         Ayrıca bölgedeki gelişmeleri ve siyasi havanın seyrini yakından gözlemlemesi bekleniyordu.

 

 

Dolayısıyla Mustafa Kemal’in Sofya’ya atanmasında, Balkanlar’daki askeri ve siyasi durumu yakından takip etme hedefi bulunuyordu. Bu görev onun askeri ve siyasi kariyerinde önemli bir basamak oldu.

 

86)  Mustafa Kemal Atatürk 1913 yılında Sofya’ya Osmanlı askeri ataşesi olarak gittiğinde, Bulgar diplomatlarla özellikle Balkan Savaşları sonrasında oluşan yeni durum hakkında fikir alışverişinde bulunmuştur.

 

Atatürk’ün Bulgar diplomatlarla yaptığı görüşmelerin Türkiye’nin geleceğine şu etkileri olduğu söylenebilir:

 

-         Balkanlardaki gelişmeleri ve Bulgaristan’ın tutumunu yakından gözlemleme fırsatı buldu. Bu sayede Balkan politikası konusunda vizyonunu genişletti.

 

-         Bulgaristan’ın bağımsızlığını kazanma sürecinden etkilenerek, Türk milletinin de aynı şekilde bağımsızlığını kazanabileceğine dair inancı güçlendi.

 

 

-         Bulgaristan örneğinden hareketle, bağımsız Türk devletinin kurulabilmesi için batılı devletlerle iyi ilişkiler geliştirmenin önemini fark etti.

 

-         Genç Türkler hareketi içinde milliyetçilik akımını temsil eden kişi olarak, Sofya’daki gözlemleri milliyetçi fikirlerini olgunlaştırmasına katkı sağladı.

 

 

Anlaşıldığı kadarıyla Atatürk’ün Sofya’daki bulunuşu, hem o dönemki politik gelişmeleri yakından takip etmesi hem de gelecekte Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna zemin hazırlayan fikirlerini şekillendirmesi açısından önemli bir dönem olmuştur.

 

87)  Eğer Mustafa Kemal Atatürk günümüz Türkiye’sinde yaşasaydı, politikalarının o dönemin koşullarına göre şekilleneceğini düşünüyorum.

 

Atatürk her zaman için pragmatik bir liderdi. Çağın koşullarına uygun politikalar izlemeyi amaçlardı. Bu nedenle günümüz Türkiye’sinde:

 

-         Ekonomik kalkınmaya ve teknolojik gelişime büyük önem verirdi. Sanayileşmeyi ve eğitimi önceliklendirir, tarımı modernize etmeye çalışırdı.

 

-         Laiklik ilkesinden asla taviz vermez, ancak dindar kesimlerle diyalog ve uzlaşma yolları arardı.

 

 

-         Uluslararası ilişkilere ve bölgesel iş birliklerine önem verir, AB, NATO gibi kurumlarla bütünleşmeye devam ederdi.

 

-         Ordunun siyasetten uzak durması gerektiğini savunurdu. Darbelere kesinlikle karşı çıkardı.

 

 

-         Azınlık hakları, ifade özgürlüğü, insan hakları gibi evrensel değerleri önemserdi.

 

-         Gençlerin çağdaş ve bilimsel düşünce yapısına sahip olması için eğitim reformları yapardı.

 

 

Elbette bu sadece tahminler. Ancak Atatürk’ün temel ilkelerinin evrensel nitelikte olduğunu ve bugün de geçerliliğini koruduğunu söyleyebiliriz. Önemli olan onun ilkelerini doğru anlayıp uygulayabilmektir.

 

88) Verdiğiniz tarihsel anlatımda Mustafa Kemal Atatürk’ün 1913 yılında Osmanlı askeri ataşesi olarak Sofya’ya gelişi ve buradaki faaliyetlerine değiniliyor.

 

Anlatılanlara göre Atatürk, Sofya’daki görevi sırasında şu şekilde hareket etmiş:

 

-         Kısa sürede Bulgar başkentinin siyasi ve kültürel hayatının önemli isimlerinden biri haline gelmiş.

 

-         Özellikle asker kökenli Bulgar yetkililerle yakın ilişkiler kurmuş.

 

 

-         Balkan Savaşları’nda çarpıştığı Bulgar komutanlarla da iletişim halinde olmuş.

 

-         Bulgaristan’daki gözlemleri, Atatürk’ün gelecekteki birçok projesini şekillendirmiş.

 

 

-         Toplumsal, siyasi, kültürel modernleşme sürecini Bulgaristan örneğinden yakından takip etme fırsatı bulmuş.

 

-         Ancak İttihatçılar tarafından görevinden uzaklaştırılmış ve bir yıldan biraz fazla bu görevi sürdürebilmiş.

 

 

-         Selanik kökenli olması nedeniyle Balkanlar’ı iyi tanıyor olması, diplomatik görevinde avantaj sağlamış.

 

Bu anlatılanlara bakılırsa Atatürk’ün Sofya’daki görevi, onun gelecekteki liderlik vasıflarının gelişmesinde önemli bir dönem olmuş gibi görünüyor. Hem bölgeyi hem de siyasi/kültürel dinamikleri yakından gözlemleme fırsatı bulmuş.

89) Atatürk’ün 1913-1914 yılları arasında Osmanlı askeri ataşesi olarak bulunduğu Sofya’daki görevi sırasında çeşitli görüşme ve etkileşimlerde bulunduğu, edindiğim kadarıyla şu izlenimleri verdiği söylenebilir:

 

-         Zeki ve analitik bir gözlemci olarak karşısındakilerde olumlu izlenim bırakmıştır. Askeri ve siyasi gelişmeleri kapsamlı bir bakış açısıyla değerlendirebilmiştir.

 

-         Konuşmalarında ve tavırlarında özgüveni ve kararlılığı hissedilmiş, fikirlerini ve fikirlerine olan inancını net bir şekilde ifade edebilmiştir.

 

 

-         Pratik zekası, çözüm odaklı yaklaşımı ile diplomatik ilişkilerde başarılı olmuş, karşı tarafı etkileme ve ikna kabiliyeti göze çarpmıştır.

 

-         Askeri konulardaki uzmanlığı ve tecrübesi sayesinde askeri çevrelerde saygınlık kazanmıştır.

 

 

-         Bazı kaynaklara göre resmi görüşmelerin yanı sıra gayriresmi sohbetlerde de espritüel kişiliği ve mizah yeteneği ile öne çıkmıştır.

 

-         Milliyetçi duygularını ve Türk inkılabı idealini hissettirir bir tavır sergilemiştir.

 

 

-         Çağdaş, ilerici fikirleri ve Batılı tarzı ile dikkat çekmiştir.

 

Genel olarak Atatürk’ün zekası, karizması, liderlik vasıfları ile Sofya’da olumlu izlenimler bıraktığı söylenebilir. Hem mesleki hem kişisel açıdan olgun ve etkileyici biri olarak görülmüştür.

90) Atatürk’ün biyografisine ve karakter özelliklerine baktığımızda, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan önce başka bir devletten gelen cumhurbaşkanlığı ya da benzeri bir makam teklifini kabul etme ihtimalinin düşük olduğunu söyleyebiliriz:

 

-         Her şeyden önce Atatürk’ün temel hedefi, doğduğu topraklar olan Anadolu’da bağımsız bir Türk devleti kurmaktı. Bu ideali uğruna mücadele etmiştir.

 

-         Kendisini Türk milletine adayan bir liderdi. Türk milletinin çıkarlarına aykırı bir teklifi kabul etmesi beklenemezdi.

 

 

-         Çok genç yaşlardan itibaren askeri ve siyasi kariyerini Osmanlı ve Türk topraklarında inşa etmiş biriydi. Yurt dışında görev alması ihtimali zayıftı.

 

-         Dönemin şartlarında başka bir ülkenin yönetiminde görev alması, vatana ihanet olarak görülebilirdi. Atatürk böyle bir risk almazdı.

 

 

-         Liderlik vasfı ve karizmasıyla kendi milletinin bağımsızlığı ve yükselişi için mücadele etmeyi tercih etmiştir.

 

Elbette hayatın getireceği şartlar kesin olarak öngörülemez ama Atatürk’ün kişilik yapısı ve mücadelesi göz önüne alındığında böyle bir teklifi geri çevirme ihtimali oldukça yüksektir. Türk milletine olan bağlılığı daima ön plandaydı.

91) Balkan topraklarının kaybedilmemesi durumunda olası senaryolar şöyle olabilirdi:

 

-         Osmanlı için Balkanlar hem ekonomik açıdan hem de siyasi nüfuz açısından büyük önem taşıyordu. Bu toprakların elde kalması Osmanlı’yı biraz daha güçlü kılabilirdi.

 

-         Ancak 19. Yüzyıldan itibaren milliyetçilik akımlarının yükselişi kaçınılmazdı. Bu durumda Balkan halklarının bağımsızlık talepleri engellenemeyebilirdi.

 

 

-         Ayrıca Osmanlı’nın askeri, ekonomik ve idari yapısındaki çöküşü durdurması zordu. Yine de dağılma süreci daha yavaş ilerleyebilirdi.

 

-         Buna rağmen 20. Yüzyıl başında bir dünya savaşı çıkması ve Osmanlı’nın yenilmesi durumunda yine toprak kayıpları yaşanabilirdi.

 

 

-         Atatürk’ün liderliğinde bir Türk devleti kurulması için, Osmanlı’nın dağılma sürecine girmesi ve bir boşluk ortaya çıkması gerekiyordu. Dolayısıyla Osmanlı ayakta kalsaydı bu olmayabilirdi.

 

-         Atatürk milliyetçi ve ilerici bir lider olarak muhtemelen Osmanlı yerine Türk kimliğini ön plana çıkaran bir devlet kurmayı amaçlardı.

 

 

Sonuç olarak, Balkan topraklarının elde kalması Osmanlı’yı biraz daha güçlü kılabilirdi ama yıkılışını engellemesi zor görünüyor. Atatürk için ise Osmanlı’nın zayıflaması Türk devletini kurma fırsatı anlamına geliyordu.

92) Özetle;

 

-         Mustafa Kemal Atatürk, 1930’da Balkan Antantı’nı güçlendirmek amacıyla Bulgaristan’ın Sobranye kentinde Balkan Konferansı’na katılmıştır.

 

-         Bu konferansta Atatürk, Balkan ülkeleri arasında barış ve işbirliğini artırmayı amaçlayan önemli adımlar atmıştır.

 

 

-         Özellikle Yunanistan ile yaşanan sorunların çözümüne yönelik çaba göstermiştir.

 

-         Sobranye Konferansı, Atatürk’ün Balkan politikasında milat olmuş, Türkiye’nin bölgedeki itibarını artırmıştır.

 

 

-         Atatürk, burada verdiği örnek diplomasiyle Balkan Paktı’nın temellerini atmıştır.

 

-         Sobranye ziyareti, Atatürk’ün “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesinin somut bir örneği olmuştur.

 

 

93) Osmanlı’da Avrupa ve Balkanlar’daki gelişmelerden endişe duyan ve bu bölgelere karşı temkinli yaklaşan bazı aydınlar şunlardır:

 

-         Namık Kemal: Avrupa’nın askeri ve teknolojik üstünlüğünden çekinmiş, Osmanlı’nın geri kalmışlığının tehlikeli olduğunu savunmuştur. Batılılaşmayı desteklemiştir.

 

-         Şinasi: Avrupa karşısında Osmanlı toplumunun zayıflığını görmüş, yenileşmeyi desteklemiştir. Fakat Batılılaşmaya karşı da çekinceleri vardır.

 

 

-         Ali Suavi: Avrupa’nın emperyalizminden şikayet etmiş, Osmanlıcılık fikrini savunarak Balkanlar’daki Osmanlı hakimiyetini korumayı amaçlamıştır.

 

-         Mithat Paşa: Balkanlarda milliyetçiliğin yükselişinden endişe etmiş, ıslahatlarla bu tehlikeye karşı önlem almaya çalışmıştır.

 

 

-         Peyami Safa: Batı kültürünün olumsuz etkilerinden çekinmiş, Doğu-Batı sentezine yönelmiştir.

 

-         Mehmet Akif Ersoy: Batılılaşmanın manevi değerleri aşındıracağı kaygısı taşımış, İslamcı-muhafazakar bir çizgide durmuştur.

 

 

94) 1910’lu yıllarda Bulgaristan’da yaklaşık 200 bin civarında köylünün topraksız kalmasının başlıca sebepleri şunlardır:

 

-         1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında Bulgaristan’ın bağımsızlığını kazanmasıyla toprak mülkiyeti konusunda belirsizlikler yaşanmıştır.

 

-         Toprakların önemli bir kısmı devletin ve din adamlarının elinde toplanmış, köylüler topraksızlaştırılmıştır.

 

 

-         Nüfus artışı ve miras yoluyla toprak parçalanması, küçük toprak parçalarının oluşmasına yol açmıştır.

 

-         Sanayileşme ile köyden kente göç başlamış, köylüler topraklarını terk etmek zorunda kalmıştır.

 

 

Bu soruna çözüm bulmak için kurulan Bulgaristan Çiftçi Partisi, 1920’lerden itibaren toprak reformu çağrıları yapmıştır. Parti, toprak dağıtımı, vergi indirimi, tarım kredileri gibi taleplerde bulunmuştur. Ancak radikal bir toprak reformu gerçekleştirilememiş, sorun kısmen çözülebilmiştir.

 

95) Bulgaristan’ın sanayileşme süreci için bazı önemli noktalar şunlardır:

 

-         Bulgaristan 1878’de Berlin Antlaşması ile Osmanlı’dan bağımsızlığını kazandı. Fakat tam bağımsızlık 1908’de ilan edildi.

 

-         19. Yüzyılın sonlarında tarım, Bulgaristan ekonomisinin bel kemiğiydi. Sanayileşme çok yavaş ilerliyordu.

 

 

-         Balkan Savaşları (1912-1913) sonrasında, Bulgaristan Makedonya ve Güney Dobruca bölgelerini ele geçirdi. Bu topraklar sanayileşme için yeni fırsatlar sundu.

 

-         I. Dünya Savaşı’ndan sonra sanayileşme hızlandı. Tekstil, gıda, metalurji gibi hafif sanayiler gelişti.

 

 

-         1930’larda ağır sanayi yatırımları başladı. Demir-çelik, makine, kimya gibi alanlarda fabrikalar kuruldu.

 

-         II. Dünya Savaşı sonrasında, 1945’te komünist rejimin kurulması ile devletçi sanayileşme modeli benimsendi.

 

 

Özetle, Balkan Savaşları Bulgaristan’ın toprak kazanımı sayesinde sanayileşme için yeni imkanlar sundu. Ancak asıl atılım, I. Dünya Savaşı sonrasında başladı diyebiliriz.

 

96) – 1894-1911 döneminde Bulgaristan’da çok sık hükümet değişiklikleri yaşanmıştır. Bunun temel sebepleri:

 

1)      Siyasi istikrarsızlık: İç mücadeleler, darbeler, siyasi partiler arası gerilimler hükümetlerin sık değişmesine yol açtı.

 

2)      Ekonomik sıkıntılar: Tarım toplumu olan Bulgaristan, sanayileşememişti. Ağır borç yükü ve yoksulluk hükümetleri zayıflattı.

 

 

3)      Dış müdahaleler: Özellikle Rusya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Bulgaristan siyasetine müdahale etti. Hükümetleri istedikleri gibi şekillendirmeye çalıştılar.

 

-         Bulgaristan’ın dışa bağımlı hale gelmesi Berlin Antlaşması’ndan sonra oldu. Osmanlı’dan ayrılınca, Batılı devletler (İngiltere, Fransa) burada etkili oldu. Altyapı yatırımları için dış borç alındı. Sanayileşme gerçekleşmediği için ihracat zayıftı. Bu da ticari açığa yol açtı.

 

-         Atatürk, Lozan Antlaşması ile Türkiye’nin bağımsızlığını kazandı. Ekonomik bağımsızlık için de sanayileşmeye önem verdi. Yerli sanayii, ticaret ve tarımı geliştirmeye çalıştı. Dışa bağımlı olmamak için milli iktisat politikaları izledi.

 

 

Atatürk’ün hedefi, dışarıya ihtiyaç duymadan ayakları üzerinde duran güçlü bir ekonomi oluşturmaktı. Bunun için de çeşitli adımlar attı diyebiliriz.

 

97) Bulgaristan’ın Balkan Savaşlarını kazanmasında Sofya’daki Bükreş operalarındaki disiplinin önemli bir katkısı olmuştur. Bu katkıyı şu şekilde açıklayabiliriz:

 

* **Disiplin, askeri birliklerin etkinliğini ve verimliliğini artırır.** Askerler disiplinli olduklarında, komutanları tarafından verilen emirlere daha iyi uyarlar ve görevlerini daha verimli bir şekilde yerine getirirler. Bu, savaş alanında önemli bir avantaj sağlayabilir.

* **Disiplin, askeri birliklerde morali yükseltir.** Askerler disiplinli olduklarında, kendilerini güvende ve kontrol altında hissederler. Bu da onların savaş alanında daha iyi performans göstermelerini sağlar.

* **Disiplin, askeri birliklerde birlik ve beraberliği güçlendirir.** Askerler disiplinli olduklarında, birbirlerine karşı daha saygılı olurlar ve birlikte çalışmaktan daha fazla keyif alırlar. Bu da onların savaş alanında daha etkili bir şekilde işbirliği yapmalarını sağlar.

 

Sofya’daki Bükreş operaları, Bulgaristan’ın askeri birliklerinde disiplinin gelişmesine önemli katkıda bulunmuştur. Bu operalar, askeri birliklere disiplinli bir yaşam tarzı ve çalışma disiplini aşılamıştır. Operalarda görev yapan sanatçılar, askeri birliklere disiplin konusunda eğitim vermiştir. Ayrıca, operalar, askeri birliklere moral ve motivasyon sağlamak için de kullanılmıştır.

 

Bulgaristan, Balkan Savaşları’nda disiplinli bir orduya sahipti. Bu ordu, Osmanlı İmparatorluğu, Yunanistan, Sırbistan ve Karadağ’ı yenerek Balkanlar’da önemli bir güç haline geldi. Bulgaristan’ın bu başarısında, Sofya’daki Bükreş operalarındaki disiplinin önemli bir katkısı olmuştur.

 

Bulgaristan’ın Balkan Savaşlarını kazanmasında Sofya’daki Bükreş operalarındaki disiplinin katkısını şu örneklerle destekleyebiliriz:

 

* **Bulgaristan Ordusu, Balkan Savaşları sırasında disiplinli bir şekilde hareket etti.** Askerler emirlere itaat ettiler ve görevlerini yerine getirmek için ellerinden geleni yaptılar. Bu da Bulgaristan Ordusu’nun savaşlarda başarılı olmasına yardımcı oldu.

* **Bulgaristan Ordusu’ndaki moral ve motivasyon yüksekti.** Askerler, operalarda gördükleri disiplinli yaşam tarzından etkilendiler ve savaşa hazır bir şekilde girdiler. Bu da Bulgaristan Ordusu’nun savaşlarda daha etkili bir şekilde mücadele etmesini sağladı.

 

Sonuç olarak, Bulgaristan’ın Balkan Savaşlarını kazanmasında Sofya’daki Bükreş operalarındaki disiplinin önemli bir katkısı olmuştur. Bu katkı, Bulgaristan’ın Balkanlar’da önemli bir güç haline gelmesinde önemli bir rol oynamıştır.

 

98) Atatürk’ün bu sözleri günümüz Türkiye’sinde çok farklı yorumlanabilirdi. Ancak bana öyle geliyor ki:

 

-         Hükümet bu sözleri Atatürk’e hakaret olarak değerlendirebilir ve eleştirilere tepki gösterebilirdi.

 

-         Bazı kesimler Atatürk’ün laiklik vurgusundan ve mevcut yönetim eleştirisinden rahatsızlık duyabilirdi.

 

 

-         Ancak çoğu insan, Atatürk’ün Türk milletinin eğitimine ve ilerlemesine verdiği önemi takdir edebilirdi.

 

-         Atatürk hem eleştirel hem de yapıcı bir tutum sergilediği için, olumlu karşılanma ihtimali de yüksekti.

 

 

-         Sonuçta O’nun sözleri her daim Türk milletinin ortak değerlerindendir.

 

Bence Atatürk bu sözleri bugün söylemiş olsaydı, öncelikle tartışmalara yol açabilirdi. Ancak uzun vadede Türk halkının çoğunluğu onun çağdaş ve aydınlanmacı fikirlerini benimseyebilirdi. Çünkü O’nun önceliği her zaman Türk milletinin refahı ve ilerlemesi olmuştur.

 

99) Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı’na hazırlığı ve savaş stratejileri ile ilgili diğer ülkelerin raporlarında ve belgelerinde şu tespitler yer almaktadır:

 

-         Osmanlı ordusunun yetersiz silah ve teçhizatı olduğu, askerlerin eğitimsiz olduğu belirtiliyor. Lojistik ve iaşe konusunda da ciddi eksiklikler olduğu vurgulanıyor.

 

-         Subayların ve komuta kademesinin niteliksiz olduğundan bahsediliyor. Özellikle Alman subaylar, Türk subaylarının eğitim düzeyini eleştiriyor.

 

 

-         Osmanlı’nın savaş stratejisinin ve harp sanatı anlayışının geride kaldığı ifade ediliyor. Zaman zaman Osmanlı birliklerinin gösterdiği kahramanlıklara rağmen genel olarak taktiksel üstünlüğün Osmanlı’da olmadığı belirtiliyor.

 

-         İstihbarat, haberleşme ve ulaşım altyapısının yetersizliği vurgulanıyor. Bu da Osmanlı’nın savaşı yönetmesini zorlaştırıyor.

 

 

-         Osmanlı yönetiminin savaşa moralsiz girdiğine dair tespitler var. Savaşa sürüklendiği, bir zorunluluk olarak gördüğü ifade ediliyor.

 

-         Osmanlı halkının savaş isteğinin düşük olduğu, halktan yeterli destek gelmediğine dair yorumlar yer alıyor.

 

 

Bütün bu tespitler, Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı’na hazırlıksız yakalandığı ve savaş boyunca ciddi zorluklar yaşadığı sonucunu ortaya koyuyor.

100) Birinci Dünya Savaşı’nda Rusya ve İngiltere’nin kurduğu ittifaklar ve amaçları şöyle özetlenebilir:

 

Rusya:

 

-         Fransa ve İngiltere ile ittifak yaptı. Üçlü İtilaf olarak bilinen bu ittifakın amacı Almanya ve Avusturya-Macaristan’a karşı savaşmaktı.

 

-         Rusya için savaşın temel amacı, Ortodoks Slav kardeşlerini Avusturya-Macaristan idaresinden kurtarmak ve Boğazlar üzerindeki etkinliğini artırmaktı.

 

 

-         Sıcak denizlere inme hayali de Rusya’nın hedefleri arasındaydı.

 

İngiltere:

 

-         Rusya ve Fransa ile Üçlü İtilaf’ı kurdu. Amacı Almanya’nın gücünün artmasını engellemekti.

 

-         Denizaşırı sömürgelerini korumayı ve sömürgecilik alanını genişletmeyi amaçlıyordu.

 

 

-         Almanya’nın donanmasını yok etmek ve denizlerde üstünlüğü ele geçirmek İngiltere için hayati önem taşıyordu.

 

-         Boğazları ve Ortadoğu petrollerini kontrol etmek İngiltere’nin savaş amaçları arasındaydı.

 

 

Böylece her iki ülke kendi çıkarları doğrultusunda Almanya’ya karşı bir ittifak oluşturmuş oldu.

101) İşte Birinci Dünya Savaşı sırasında yabancı devletlerin Türklere yönelik bazı olumsuz yorumları:

 

-         Türkler “barbar” ve “ilkel” bir millet olarak görülüyordu. Özellikle Batılı devletler, Türkleri uygarlıktan uzak, vahşi bir halk olarak tasvir ediyordu.

 

-         Türklerin savaşmak için “doğuştan yetenekli” olduğu düşünülüyordu. Türk askerlerinin çok iyi savaşçılar olduğu kabul edilmekle birlikte, bu özellikleri barbarlık ve vahşilikle ilişkilendiriliyordu.

 

 

-         Türkler “güvenilmez” ve “hain” olarak görülüyordu. Özellikle Almanlar, Osmanlı İmparatorluğu’nun savaştan çekilmesiyle Türklerin kendilerine ihanet ettiğine inanıyordu.

 

-         Türklerin İslamiyet yüzünden “geri kalmış” ve “medeniyetsiz” olduğu düşünülüyordu. Hristiyan Avrupalılar, Türklerin Müslüman kimliğini onları uygarlıktan uzaklaştıran bir etken olarak görüyordu.

 

 

-         Türkler “zalim”, “acımasız” ve “insanlık dışı” olmakla suçlanıyordu. Özellikle Ermeni tehcirinin ardından, Türkler sivil halka karşı acımasız ve insanlık dışı davrandığı için eleştiriliyordu.

 

Bu tür olumsuz propagandalar o dönemde yaygındı ve Türk imajını olumsuz etkilemişti. Ancak bu algıların çoğu önyargılı ve ırkçı yaklaşımlardan kaynaklanıyordu.

 

102) Birinci Dünya Savaşı’na girilmesinde tereddüt yaşayan Osmanlı subayları arasında Enver Paşa’nın aktif savaş yanlısı tutumuyla ters düşenler bulunuyordu.

 

Savaşa karşı çıkanların başında Mareşal Liman von Sanders geliyordu. Ona göre Osmanlı ordusu savaşa hazır değildi ve ağır kayıplara yol açacaktı.

 

Diğer savaş karşıtları da benzer gerekçelerle (ordunun hazırlıksızlığı, ekonomik yıkım, toprak kaybı vb.) Birinci Dünya Savaşı’na girilmemesi gerektiğini savunuyorlardı.

 

Ancak Enver Paşa, Almanya’nın yanında savaşa girerek toprak kazanma hayali kuruyordu. Yenilgiye uğramayacağına inanıyordu.

 

Eğer Osmanlı savaşa girmeseydi, muhtemelen toprak kaybı yaşamaz, ekonomik yıkım bu denli büyük olmazdı. Ancak Diğer yandan, İtilaf devletlerine bazı tavizler vermek zorunda kalabilirdi.

 

Savaş yanlısı subaylar, zafer ve toprak kazancı umuduna sarılırken; karşıt subaylar, yıkımın önüne geçmek istiyordu. Her iki taraf için de kaygılar haklıydı.

103) Özetle:

 

-         Enver Paşa’nın komutasındaki Osmanlı ordusu, Kafkas Cephesi’nde Ruslara karşı Aralık 1914’te Sarıkamış Harekâtı’nı başlattı.

 

-         Harekât başarısızlıkla sonuçlandı. Osmanlı ordusu ağır kayıplar verdi. Resmi rakamlara göre 60,000’den fazla asker donarak veya çatışmalarda öldü.

 

 

-         Başarısızlığın nedenleri arasında kötü hava koşulları, yetersiz istihbarat, lojistik sorunlar, Enver Paşa’nın aceleciliği ve kararları sayılabilir.

 

-         Sarıkamış yenilgisi, Osmanlı ordusunun Kafkas Cephesi’ndeki inisiyatifini kaybetmesine yol açtı. Osmanlılar savaşın geri kalanında bu cephede sadece savunmaya geçti.

 

 

-         Enver Paşa’nın askeri komutanlık kariyeri Sarıkamış’tan sonra gerilemeye başladı. Bu başarısızlığın en büyük sorumlusu olarak görüldü.

 

104) İşte Birinci Dünya Savaşı’nın İkinci Dünya Savaşı’nın nedenleri arasında yarattığı sonuçlar:

 

-         Almanya’ya çok ağır şartlar dayatan Versailles Antlaşması, Almanya’da büyük bir hınç ve intikam duygusu yarattı. Bu, Nazi Partisi’nin yükselişine zemin hazırladı.

 

-         Savaştan sonra ortaya çıkan yeni devletlerin sınırları iyi çizilmemişti ve bu gerilimlere yol açtı. Özellikle Almanya’nın toprak kaybı revizyonist eğilimleri güçlendirdi.

 

 

-         Wilson İlkeleri çerçevesinde belirlenen ulusların kendi kaderini tayin hakkı tam olarak sağlanamadı. Bu da bağımsızlık ve toprak taleplerini canlı tuttu.

 

-         Savaşın getirdiği ekonomik yük, hayal kırıklıkları ve yıkım, radikal akımların yükselişine yol açtı.

 

 

-         Versay sistemi kalıcı bir barış ortamı yaratmayı başaramadı ve revizyonist Almanya’yı kontrol altında tutmakta yetersiz kaldı.

 

-         SSCB’nin komünist rejimi, Batı ile ideolojik çatışmayı keskinleştirdi ve ittifakları yeniden şekillendirdi.

 

 

-         Japonya ve İtalya gibi güçler, sömürgeci emellerinin önünde engel olarak gördükleri Versailles düzenine karşı çıktı.

 

Bütün bu sonuçlar, İkinci Dünya Savaşı’nın nedenleri ve şartları için zemin hazırladı diyebiliriz. Dolayısıyla Birinci Dünya Savaşı, ikinci büyük savaşın çıkmasında belirleyici bir etken oldu.

105) 1914-1918 yılları arasında Avrupa’da yaşanan ve tüm dünyaya yayılan savaş, Birinci Dünya Savaşı olarak da bilinir. Savaşın başlangıç nedeni, 28 Haziran 1914’te Avusturya-Macaristan Veliahtı Arşidük Franz Ferdinand’ın Saraybosna’da Gavrilo Princip tarafından öldürülmesidir. Bu olay, Avusturya-Macaristan’ın Sırbistan’a savaş ilan etmesine neden olur. Avusturya-Macaristan’ın müttefiki Almanya da savaşa girer. Bu durum, Rusya’nın Sırbistan’ı desteklemesi ve Fransa’nın da Rusya’yı desteklemesi ile sonuçlanır. Böylece, Avrupa’da iki blok oluşur:

 

* İttifak Devletleri: Avusturya-Macaristan, Almanya, Osmanlı İmparatorluğu ve Bulgaristan

* İtilaf Devletleri: Rusya, Fransa, İngiltere ve İtalya

 

Savaş, Avrupa’da ve dünyanın diğer bölgelerinde dört yıl boyunca devam eder. Savaşın en önemli sonuçları şunlardır:

 

* 17 milyondan fazla insanın ölümü

* Avrupa’nın siyasi ve ekonomik düzeninin değişmesi

* Milletler Cemiyeti’nin kurulması

 

Savaşta kim suçlu olduğuna dair kesin bir cevap yoktur. Ancak, Avusturya-Macaristan’ın Sırbistan’a savaş ilan etmesi, savaşın başlangıcında önemli bir rol oynamıştır. Ayrıca, Almanya’nın savaşta aktif rol alması, savaşın yayılmasında etkili olmuştur.

 

Savaşın temel nedenleri arasında şunlar sayılabilir:

 

* Avrupa’da güç dengesinin bozulması

* Milliyetçilik ve irredentizm akımlarının güçlenmesi

* İmparatorluklar arasındaki rekabet

* Askeri harcamaların artması

 

Savaş, Avrupa’nın siyasi ve ekonomik düzenini kökten değiştirmiştir. İmparatorluklar yıkılmış, yeni devletler kurulmuştur. Ayrıca, savaşın sonunda Milletler Cemiyeti kurularak, gelecekte barış ve güvenliğin sağlanmasına yönelik bir adım atılmıştır.

İrredentizm, dil, din, soy ve kültür birliği olduğu hâlde herhangi bir devletin sınırları dışında yer alan halk ile söz konusu devletin birleşmesi fikridir. Ancak köken itibarıyla negatif bir anlam boyutu vardır.

 

Genelde de siyasal alanda bu anlamda kullanılmaktadır. Bir devletin, kendi sınırına yakın yaşayan soydaşlarının oturduğu bölgeleri ilhak etme politikası olarak anlaşılması söz konusudur.

 

İrredentizm, genellikle milliyetçilik ve pan-milliyetçilik akımlarının bir sonucu olarak ortaya çıkar. Bu akımlar, bir ulusun tüm mensuplarının aynı devlet sınırları içinde yaşaması gerektiğini savunur. İrredentizm, bu hedefe ulaşmak için kullanılan bir araçtır.

 

İrredentizm, tarih boyunca birçok savaşa ve çatışmaya neden olmuştur. Örneğin, Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıcında, Avusturya-Macaristan’ın Sırbistan’a savaş ilan etmesi, Avusturya-Macaristan’ın Bosna-Hersek’teki Sırp nüfusunun kendi topraklarına dahil edilmesi yönündeki irredentizm akımlarından kaynaklanmıştır.

 

İrredentizm, günümüzde de bazı bölgelerde etkisini sürdürmektedir. Örneğin, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, Rusya’nın Ukrayna’daki Rus nüfusunun kendi topraklarına dahil edilmesi yönündeki irredentizm akımlarından kaynaklandığı iddia edilmektedir.

 

İrredentizmin bazı örnekleri şunlardır:

 

* İtalyan irredentizmi: İtalya’nın, İtalyanca konuşan nüfusun yaşadığı bölgeleri kendi topraklarına dahil etme isteği.

* Yunan irredentizmi: Yunanistan’ın, Yunanca konuşan nüfusun yaşadığı bölgeleri kendi topraklarına dahil etme isteği.

* Pan-Slavizm: Slav uluslarının tek bir devlette birleşmesi fikri.

* Pan-Türkizm: Türk uluslarının tek bir devlette birleşmesi fikri.

 

İrredentizm, bir yandan ulusların kendi kaderini tayin hakkının bir ifadesi olarak görülebilir. Ancak, diğer yandan, bir devlete karşı tehdit oluşturabilecek bir akım olarak da değerlendirilebilir.

 

106) İkinci Dünya Savaşı, 1 Eylül 1939’da Almanya’nın Polonya’yı işgaliyle başladı. Savaş, 1945’te Japonya’nın teslim olmasıyla sona erdi.

 

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Avrupa’da bir güç dengesi kuruldu. Ancak, bu denge, 1930’larda Adolf Hitler’in Almanya’sında faşizmin yükselmesiyle bozuldu. Hitler, Almanya’nın eski gücünü yeniden kazanması ve Avrupa’da hakimiyet kurması için bir dizi saldırgan politika izledi.

 

İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıcında, Avrupa’da iki blok vardı:

 

* Mihver Devletleri: Almanya, İtalya, Japonya ve onların müttefikleri

* Müttefik Devletleri: Fransa, İngiltere, Sovyetler Birliği ve onların müttefikleri

 

Savaş, Avrupa’da ve dünyanın diğer bölgelerinde altı yıl boyunca devam etti. Savaşın en önemli sonuçları şunlardır:

 

* 60 milyondan fazla insanın ölümü

* Avrupa’nın siyasi ve ekonomik düzeninin değişmesi

* Soğuk Savaş’ın başlaması

 

İkinci Dünya Savaşı’nın Birinci Dünya Savaşı’ndan en önemli farkı, savaşın küresel bir boyuta ulaşmasıydı. Birinci Dünya Savaşı, esas olarak Avrupa’da gerçekleşirken, İkinci Dünya Savaşı, Avrupa, Asya ve Afrika’da gerçekleşti.

 

İkinci Dünya Savaşı’nın Birinci Dünya Savaşı’ndan bir diğer önemli farkı, savaşın teknolojik olarak daha gelişmiş olmasıydı. Bu durum, savaşın daha yıkıcı olmasına neden oldu.

 

Bu savaşların ileri ki zamanlarda üçüncü dünya savaşı çıkabileceğine dair bazı işaretler vardır. Bu işaretler şunlardır:

 

* Dünyada güç dengesinin bozulması

* Milliyetçilik ve irredentizm akımlarının güçlenmesi

* Silahlanma yarışının hızlanması

 

Ancak, bu işaretlerin üçüncü dünya savaşının kaçınılmaz olduğunu göstermediği de unutulmamalıdır. Savaşlar, genellikle bir dizi faktörün etkisiyle ortaya çıkar. Bu faktörler arasında, siyasi, ekonomik ve toplumsal faktörler yer alır.

 

Üçüncü dünya savaşının çıkmasını önlemek için, bu faktörlerin dikkatli bir şekilde analiz edilmesi ve gerekli önlemlerin alınması gerekir.

107) **Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu, İttifak Devletleri’nin yanında savaşa girdi.** İttifak Devletleri, Almanya, Avusturya-Macaristan ve Bulgaristan’dan oluşuyordu. Osmanlı İmparatorluğu, Almanya’dan silah ve askeri destek aldı. Buna karşılık, Osmanlı İmparatorluğu, İtilaf Devletleri’ne karşı savaştı.

 

Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı’na girmesi, aşağıdaki nedenlerden kaynaklanmıştır:

 

* Almanya’nın, Osmanlı İmparatorluğu’nu kendisine bağlamak istemesi

* Osmanlı İmparatorluğu’nun, Almanya’nın desteğiyle Balkanlar’daki topraklarını genişletmek istemesi

* Osmanlı İmparatorluğu’nun, İtilaf Devletleri’nin yayılmacı politikalarından endişe duyması

 

Osmanlı İmparatorluğu, Birinci Dünya Savaşı’nda büyük kayıplar verdi. Savaşın sonunda, Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarının büyük bir kısmı kaybedildi.

 

**Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı’na girmesinden kazanımları ve kayıpları şunlardır:**

 

**Kazanımları:**

 

* Almanya’dan silah ve askeri destek aldı.

* Balkanlar’daki topraklarını genişletme fırsatı buldu.

 

**Kayıpları:**

 

* Büyük miktarda insan ve maddi kaynak kaybetti.

* Topraklarının büyük bir kısmını kaybetti.

* İmparatorluk, büyük bir yıkım yaşadı ve çöküş sürecine girdi.

 

**İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye, İtilaf Devletleri’nin yanında savaşa girmedi.** Türkiye, 1939’da İngiltere ve Fransa ile bir saldırmazlık paktı imzaladı. 1941’de Almanya, Bulgaristan’ı işgal etti ve Türkiye sınırına geldi. Türkiye, bu durumdan endişelendi ve Almanya ile bir saldırmazlık paktı imzaladı.

 

Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’na girmemesine rağmen, savaşın gidişatını etkilemek için bazı girişimlerde bulundu. Türkiye, 1943’te İngiltere ve ABD ile bir ittifak kurdu. Türkiye, savaşın sonunda Almanya ve İtalya’ya karşı savaşa girdi.

 

Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’na girmemesi, aşağıdaki nedenlerden kaynaklanmıştır:

 

* Türkiye’nin, savaşa girmekten çekinmesi

* Türkiye’nin, savaşın Türkiye’ye zarar verebileceğini düşünmesi

* Türkiye’nin, savaşın sonunda kazanan tarafın kim olacağını kestirememesi

 

Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’na girmemesi nedeniyle, savaşın yıkıcı etkilerinden kurtuldu. Türkiye, savaşın sonunda toprak bütünlüğünü korudu ve ekonomik olarak gelişti.

 

**Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’na girmemesinden kazanımları ve kayıpları şunlardır:**

 

**Kazanımları:**

 

* Savaşın yıkıcı etkilerinden kurtuldu.

* Toprak bütünlüğünü korudu.

* Ekonomik olarak gelişti.

 

**Kayıpları:**

 

* Savaşın gidişatını etkileme fırsatını kaçırdı.

* Savaşın sonunda kazanan tarafın yanında yer alamadı.

108) Japonya’nın İkinci Dünya Savaşı’na katılmasının birkaç nedeni vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:

 

* **Japon milliyetçiliğinin yükselişi:** Japonya, Meiji Restorasyonu ile birlikte modern bir ulus-devlet haline geldi. Bu süreçte, Japon milliyetçiliği de yükselişe geçti. Japon milliyetçileri, Japonya’nın büyük bir güç olması gerektiğine inanıyordu. Bu nedenle, Japonya’nın Asya’da hakimiyet kurması gerektiği fikri yaygınlaştı.

* **Japonya’nın ekonomik ihtiyaçları:** Japonya, İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasından önce hızlı bir ekonomik büyüme yaşıyordu. Bu büyüme, Japonya’nın doğal kaynak ihtiyacını artırdı. Japonya, bu ihtiyacı karşılamak için Asya’da yeni sömürgeler kurmak istedi.

* **Japonya’nın askeri güçlenmesi:** Japonya, İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasından önce askeri olarak da güçlendi. Japonya, büyük bir deniz ve hava gücü kurdu. Bu güç, Japonya’nın Asya’da yayılmacı politikalar izlemesini kolaylaştırdı.

 

Japonya, bu nedenlerden dolayı, 1937’de Çin’i işgal ederek İkinci Dünya Savaşı’na girdi. Japonya, Çin’i işgal etmenin ardından, 1941’de Pearl Harbor’u bombalayarak ABD’ye savaş ilan etti. Bu olay, İkinci Dünya Savaşı’nın küresel bir savaşa dönüşmesine neden oldu.

 

Japonya’nın İkinci Dünya Savaşı’na katılımı, Japonya’nın için de yıkıcı sonuçlara yol açtı. Japonya, savaşın sonunda yenildi ve büyük kayıplar verdi. Japonya, savaşın sonunda, topraklarının bir kısmını kaybetti ve askeri gücünü kısıtlayan bir antlaşma imzaladı.

109) Birinci ve İkinci Dünya Savaşları, tarihin en yıkıcı ve ölümcül savaşlarıydı. Savaşlar, milyonlarca insanın ölümüne, büyük maddi hasara ve dünyanın siyasi ve ekonomik düzeninde köklü değişikliklere neden oldu.

 

**Birinci Dünya Savaşı’nın sonuçları şunlardı:**

 

* 17 milyondan fazla insan öldü.

* Avrupa’nın siyasi ve ekonomik düzeni değişti.

* İmparatorlukların yıkılmasıyla birlikte, yeni devletler kuruldu.

* Milletler Cemiyeti kuruldu.

 

**İkinci Dünya Savaşı’nın sonuçları şunlardı:**

 

* 60 milyondan fazla insan öldü.

* Avrupa, Asya ve Afrika’da büyük yıkım yaşandı.

* Nazizm ve faşizm yenildi.

* Soğuk Savaş başladı.

 

**Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarının dünya üzerindeki bazı etkileri şunlardır:**

 

·        **Siyasi değişimler:** Savaşlar, Avrupa’nın siyasi ve ekonomik düzenini kökten değiştirdi. İmparatorlukların yıkılmasıyla birlikte, yeni devletler kuruldu. Savaşlar, Soğuk Savaş’ın başlamasına da neden oldu.

 

* **Ekonomik değişimler:** Savaşlar, dünyanın ekonomik düzenini de etkiledi. Savaşlar, ekonomik krizlere ve kıtlıklara neden oldu. Savaşlar, ekonomik büyümeyi ve kalkınmayı da engelledi.

* **Sosyal değişimler:** Savaşlar, dünyanın sosyal yapısını da değiştirdi. Savaşlar, toplumsal huzursuzluk ve çatışmalara neden oldu. Savaşlar, kadın ve çocukların rollerinde de değişikliklere yol açtı.

* **Teknolojik değişimler:** Savaşlar, askeri teknolojide önemli gelişmelere yol açtı. Savaşlar, nükleer silahların geliştirilmesine de neden oldu.

 

Birinci ve İkinci Dünya Savaşları, dünyanın tarihindeki en önemli olaylardan ikisidir. Savaşlar, dünyanın siyasi, ekonomik, sosyal ve teknolojik yapısını derinden etkilemiştir. Savaşların etkileri, günümüzde de hissedilmektedir.

 

110) Alıntıda geçen olay, Birinci Dünya Savaşı’nın ekonomik etkilerini anlatmaktadır. Savaş öncesi Avrupa’da, zenginler ve fakirler arasında büyük bir gelir ve yaşam standardı farkı vardı. Zenginler, lüks yaşam tarzları sürerken, fakirler sefalet içinde yaşıyordu. Birinci Dünya Savaşı, bu farkı daha da derinleştirdi.

 

Savaş, devletlerin büyük miktarda askeri harcama yapmasına neden oldu. Bu harcamalar, vergilerle ve borçlanmayla karşılanmak zorunda kaldı. Vergiler, halkın gelirini azalttı ve borçlanma, para arzı artırdı. Bu durum, enflasyona neden oldu.

 

Enflasyon, savaşın seyrini de etkiledi. Enflasyon, halkın satın alma gücünü azalttı ve bu durum, savaşın maliyetini artırdı. Ayrıca, enflasyon, halkın savaşa olan desteğini azalttı.

 

Birinci Dünya Savaşı’nın enflasyonist para politikası, savaştan sonra da devam etti. Savaşın yıkıcı etkileri, ekonomileri zayıflattı ve bu durum, enflasyonu daha da artırdı. Enflasyon, 1920’lerde Avrupa’da hiperenflasyona neden oldu.

 

Birinci Dünya Savaşı’nın enflasyonist para politikasının etkileri, günümüzde de hissedilmektedir. Bu etkiler, şunlardır:

 

* **Milliyetçilik ve sosyalizm gibi ideolojilerin yükselişi:** Enflasyon, halkın mevcut düzene olan güvenini azalttı ve bu durum, milliyetçilik ve sosyalizm gibi ideolojilerin yükselişine neden oldu.

* **Sosyal huzursuzluk ve çatışmalar:** Enflasyon, halkın yaşam standardını düşürdü ve bu durum, sosyal huzursuzluk ve çatışmalara neden oldu.

* **Siyasi istikrarsızlık:** Enflasyon, siyasi istikrarı da tehdit etti.

 

Birinci Dünya Savaşı’nın enflasyonist para politikası, dünya tarihinin en önemli olaylarından biridir. Bu olay, Avrupa’nın siyasi, ekonomik ve sosyal yapısını derinden etkilemiştir.

 

111) Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle birlikte, sosyalist hareketler arasında büyük bir bölünme yaşandı. Sosyalist Enternasyonal, savaşa karşı bir tutum benimsedi ve üye partilere savaşa karşı çıkma çağrısı yaptı. Ancak, bazı sosyalist partiler, savaşa destek verdi.

 

Savaşı destekleyen sosyalist partiler, genellikle kendi ülkelerinin savaşa girme nedenlerini haklı buldu. Bu partiler, savaşın, işçi sınıfının çıkarlarına hizmet edeceğini ve kapitalizmi yıkacağını savundu.

 

Savaşa karşı çıkan sosyalist partiler ise, savaşın işçi sınıfına ve dünyaya zarar vereceğini savundu. Bu partiler, savaşın, kapitalizmin bir sonucu olduğunu ve işçi sınıfının savaşın kurbanı olacağını vurguladı.

 

Savaş politikası konusundaki bölünme, sosyalist hareketler arasında gerilimlere neden oldu. Savaşa destek veren partiler, savaş karşıtı partilere karşı suçlamalar yöneltti. Savaş karşıtı partiler ise, savaşa destek veren partileri, işçi sınıfının çıkarlarına ihanet etmekle suçladı.

 

Bu gerilimler, sosyalist hareketlerin güç kaybetmesine neden oldu. Sosyalist hareketler, savaşın yıkıcı etkilerinden kurtulamadı ve savaş sonrası dönemde, eski gücünü geri kazanamadı.

 

Savaş politikası konusundaki bölünmenin bazı sonuçları şunlardır:

 

* **Sosyalist hareketlerin güç kaybetmesi:** Savaşın yıkıcı etkileri, sosyalist hareketleri de etkiledi. Sosyalist hareketler, savaşın ardından eski gücünü geri kazanamadı.

* **Sosyalist hareketlerin bölünmesi:** Savaş politikası konusundaki bölünme, sosyalist hareketleri derinden etkiledi. Sosyalist hareketler, iki kutba ayrıldı ve bu durum, hareketin gücünü ve etkisini azalttı.

* **Sosyalist hareketlerin itibar kaybı:** Savaşa destek veren partilerin tutumu, sosyalist hareketlerin itibarını zedeledi. Sosyalist hareketler, işçi sınıfı tarafından savaşın kurbanı olarak görülmeye başladı.

 

Savaş politikası konusundaki bölünme, sosyalist hareketlerin tarihinde önemli bir dönüm noktası oldu. Bu bölünme, sosyalist hareketlerin güç kaybetmesine ve itibar kaybına neden oldu.

112) Evet, Birinci Dünya Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı’na Arap ve Fars ülkeleri de girdi.

 

**Birinci Dünya Savaşı’nda Arap ve Fars ülkeleri:**

 

* **Osmanlı İmparatorluğu:** İttifak Devletleri’nin yanında savaşa girdi.

* **İran:** Savaşın başında tarafsız kaldı, ancak 1915’te İtilaf Devletleri’nin baskısı sonucu savaşa girdi.

* **Hicaz Krallığı:** Osmanlı İmparatorluğu’ndan bağımsızlığını ilan etti ve İtilaf Devletleri’nin yanında savaşa girdi.

* **Yemen:** Osmanlı İmparatorluğu’ndan bağımsızlığını ilan etti ve İtilaf Devletleri’nin yanında savaşa girdi.

 

**İkinci Dünya Savaşı’nda Arap ve Fars ülkeleri:**

 

* **Türkiye:** Savaşın başında tarafsız kaldı, ancak 1941’de Almanya’nın Doğu Akdeniz’deki yayılmacı politikalarından endişelenerek İtilaf Devletleri ile bir ittifak kurdu.

* **İran:** Savaşın başında tarafsız kaldı, ancak 1941’de Almanya’nın Orta Doğu’daki yayılmacı politikalarından endişelenerek İtilaf Devletleri’nin işgaline uğradı.

* **Suriye:** Fransa’nın himayesi altındaydı ve Fransa’nın yanında savaşa girdi.

* **Lübnan:** Fransa’nın himayesi altındaydı ve Fransa’nın yanında savaşa girdi.

* **Mısır:** Britanya’nın himayesi altındaydı ve Britanya’nın yanında savaşa girdi.

* **Irak:** Britanya’nın himayesi altındaydı ve Britanya’nın yanında savaşa girdi.

* **Yemen:** Savaşın başında tarafsız kaldı, ancak 1945’te savaşa girdi.

 

**Arap ve Fars ülkelerinin savaştan kayıpları ve kazançları:**

 

**Birinci Dünya Savaşı:**

 

* **Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılması:** Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla birlikte, Arap ve Fars ülkeleri bağımsızlıklarını kazandılar.

* **Sınırların belirlenmesi:** Savaşın ardından, Arap ve Fars ülkelerinin sınırları yeniden belirlendi. Bu durum, bazı ülkelerde toprak kayıplarına neden oldu.

* **Milliyetçiliğin yükselişi:** Savaş, Arap ve Fars ülkelerinde milliyetçiliğin yükselmesine neden oldu.

 

**İkinci Dünya Savaşı:**

 

* **Savaş sonrası dönemdeki yeniden yapılanma:** Savaşın ardından, Arap ve Fars ülkeleri, savaşın yıkıcı etkilerinden kurtulmak için bir dizi yeniden yapılanma programı başlattı.

* **Küreselleşmenin etkisi:** Savaş, Arap ve Fars ülkelerinin küreselleşmenin etkisine maruz kalmasına neden oldu.

 

**Sonuç olarak, Birinci Dünya Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı, Arap ve Fars ülkeleri için önemli bir dönüm noktası oldu. Bu savaşlar, Arap ve Fars ülkelerinin siyasi, ekonomik ve sosyal yapısını derinden etkiledi.**

 

113) Franz Ferdinand ve eşi Sophie, 28 Haziran 1914’te Bosna-Hersek’i ziyaretleri sırasında suikasta uğradı. Suikast, Sırp milliyetçisi bir grup tarafından düzenlendi.

 

Suikastın nedenleri şunlardır:

 

* **Avusturya-Macaristan’ın Bosna-Hersek’i ilhak etmesi:** Avusturya-Macaristan, 1908’de Bosna-Hersek’i ilhak etti. Bu durum, Sırplar arasında büyük bir öfke yarattı. Sırplar, Bosna-Hersek’in bağımsızlığını istiyorlardı.

* **Sırbistan’ın milliyetçiliğinin yükselişi:** 19. Yüzyılın sonlarında ve 20. Yüzyılın başlarında, Sırp milliyetçiliği yükselişe geçti. Sırplar, büyük bir Sırbistan devleti kurmak istiyorlardı.

* **Genç Bosna adlı gizli örgütün varlığı:** Genç Bosna, Sırp milliyetçiliğini yaymak için kurulan bir gizli örgüttü. Örgüt, Avusturya-Macaristan’a karşı şiddet eylemleri düzenlemek için çalışmalar yürütüyordu.

 

Suikastın failleri, Gavrilo Princip, Nedjelko Cabrinovic, Trifko Grabez, Vaso Cubrilovic ve Danilo Ilic adlı Sırp milliyetçileriydi. Bu kişiler, Saraybosna’da Avusturya-Macaristan Arşidük Franz Ferdinand’ı öldürmek için bir plan yaptılar.

 

Suikast, 28 Haziran 1914’te Saraybosna’da gerçekleşti. Arşidük Franz Ferdinand ve eşi Sophie, bir konvoyla şehirde seyahat ederken, Princip tarafından suikasta uğradı. Princip, Avusturya-Macaristan Arşidük’ünü ve eşini öldürmeyi başardı.

 

Suikast, Avrupa’da büyük bir krize neden oldu. Avusturya-Macaristan, Sırp hükümetini suikastın sorumlusu olarak suçladı ve Sırp’a bir ültimatom verdi. Sırp hükümetinin ültimatomu kabul etmemesi üzerine, Avusturya-Macaristan, Sırbistan’a savaş ilan etti. Bu olay, Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıcı oldu.

 

Suikastın sonuçları, dünya tarihini derinden etkiledi. Birinci Dünya Savaşı, milyonlarca insanın ölümüne ve Avrupa’nın siyasi ve ekonomik düzeninin değişmesine neden oldu.

 

114) Bu sözü, 1914 yılında, Avusturya-Macaristan Arşidük Franz Ferdinand’ın suikastının ardından, Avusturya-Macaristan Dışişleri Bakanı Leopold Berchtold, Sırp Dışişleri Bakanı Nikola Pašić’e söyledi.

 

Berchtold, bu sözü, Sırp hükümetinin suikastın sorumlusu olarak suçlanmasını kabul etmemesi üzerine söyledi. Berchtold, Sırp hükümetini, suikastın arkasında olduğunu kanıtlamak için gerekli işbirliğini yapmamakla ve suikastın faillerini adalete teslim etmemekle suçladı.

 

Berchtold’un sözleri, Avusturya-Macaristan ve Sırbistan arasındaki gerilimi daha da artırdı. Avusturya-Macaristan, Sırp hükümetine bir ültimatom verdi ve Sırp hükümetinin ültimatomu kabul etmemesi üzerine, Sırbistan’a savaş ilan etti. Bu olay, Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıcı oldu.

 

Berchtold’un sözleri, aşağıdaki nedenlerden dolayı önemliydi:

 

* **Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıcına yol açtı.**

* **Sırbistan’ın uluslararası itibarını zedeledi.**

* **Avusturya-Macaristan’ın saldırganlığını gösterdi.**

 

Berchtold’un sözleri, Birinci Dünya Savaşı’nın en önemli sözlerinden biri olarak kabul edilir.

 

115) Maliye Nazırı Kont Sergey Vitte, bu sözü, 1914 yılında, Avusturya-Macaristan Arşidük Franz Ferdinand’ın suikastının ardından, Rusya’nın savaşa girme olasılığı üzerine söyledi.

 

Vitte, bu sözüyle, savaşın Avrupa’da bir dizi yıkıcı etkiye neden olacağını öngördü. Savaşın, Avrupa’nın siyasi düzenini, monarşileri ve ahlakını yıkacağını söyledi.

 

Vitte’nin sözlerinin doğruluğu, savaşın ilerleyen aşamalarında ortaya çıktı. Savaş, Avrupa’da büyük bir yıkıma neden oldu. Milyonlarca insan öldü, milyonlarca insan yerinden edildi. Savaş, Avrupa’nın siyasi düzenini değiştirdi. Monarşiler yıkıldı ve cumhuriyetler kuruldu. Savaş, Avrupa’nın ahlakını da sarstı. Savaşın getirdiği yıkım ve acı, insanların ahlakını ve değerlerini sorgulamasına neden oldu.

 

Vitte’nin sözleri, Birinci Dünya Savaşı’nın ne kadar yıkıcı bir olay olacağını gösteren önemli bir göstergedir.

 

Vitte’nin sözlerinin özel olarak kastettiklerini şu şekilde sıralayabiliriz:

 

* **Taht ve taç:** Savaşın, Avrupa’nın siyasi düzenini değiştireceğini ve monarşileri yıkacağını öngördü.

* **Ahlak ve düzen:** Savaşın, Avrupa’nın ahlakını ve değerlerini sarsacağını öngördü.

 

Vitte’nin sözleri, Birinci Dünya Savaşı’nın Avrupa’nın siyasi, sosyal ve kültürel yapısını derinden etkilediğinin bir göstergesidir.

116) Rusya, Avusturya-Macaristan’ın Sırbistan’a savaş ilan etmesini önlemek için savaşa girdi. Ancak Rusya’nın bu girişimi başarılı olmadı. Savaş, Avrupa’yı saran bir çatışmaya dönüştü ve Rusya, bu savaştan büyük kayıplar verdi.

 

Rusya’nın savaştaki kayıpları şunlardır:

 

* **Can kaybı:** Rusya, savaşta yaklaşık 1,7 milyon asker kaybetti. Bu, Rusya’nın nüfusunun yaklaşık %2’sine denk geliyor.

* **Maddi kayıp:** Rusya, savaşta yaklaşık 20 milyar rublelik maddi kayıp verdi. Bu, Rusya’nın o dönemki yıllık gelirinin yaklaşık iki katıdır.

* **Siyasi kayıp:** Rusya, savaşta yenildi ve büyük toprak kayıpları verdi.

 

Rusya’nın savaştaki kayıpları, ülkenin siyasi, ekonomik ve sosyal yapısını derinden etkiledi. Savaş, Rusya’nın çöküşüne ve Sovyetler Birliği’nin kurulmasına yol açtı.

 

Rusya’nın savaştaki kayıplarının nedenleri şunlardır:

 

* **Avusturya-Macaristan’ın hazırlıklı olması:** Avusturya-Macaristan, Rusya’dan daha hazır bir şekilde savaşa girdi. Avusturya-Macaristan’ın ordusu, Rusya’nın ordusundan daha modern ve daha iyi donanımlıydı.

* **Rusya’nın idari ve askeri sorunlarının olması:** Rusya, savaşa girmeden önce idari ve askeri sorunlar yaşıyordu. Bu sorunlar, Rusya’nın savaşta etkili olmasını engelledi.

* **İtilaf Devletleri’nin desteğinin yetersiz olması:** Rusya, savaşta İtilaf Devletleri’nin desteğini aldı. Ancak bu destek, Rusya’nın kayıplarını telafi etmeye yetmedi.

 

Rusya’nın savaştaki kayıpları, Birinci Dünya Savaşı’nın en önemli sonuçlarından biridir. Savaş, Rusya’nın siyasi, ekonomik ve sosyal yapısını derinden etkiledi ve ülkenin çöküşüne yol açtı.

 

117) İtalya, Birinci Dünya Savaşı’nda başlangıçta Almanya ve Avusturya-Macaristan ile birlikte İttifak Devletleri safında yer almıştı. Ancak savaş ilerledikçe İtalya, müttefiklerinden beklediği toprak kazanımlarını elde edemeyince taraf değiştirerek 1915’te İttifak Devletleri’ne savaş ilan etti ve İtilaf Devletleri safına geçti.

 

Bunun birkaç nedeni vardı:

 

-         Almanya ve Avusturya, İtalya’ya söz verdikleri toprakları vermekte isteksiz davrandılar. Özellikle Avusturya, İtalyanların taleplerini kabul etmiyordu.

 

-         İtalya, İngiltere ve Fransa ile gizli London Antlaşması yaptı. Bu antlaşmaya göre İtilaf Devletleri, İtalya’ya bazı toprak vaatlerinde bulundu.

 

 

-         İtalyan halkı savaşa karşı çıkmaya başladı. Hükümet, İtilaf Devletleri ile anlaşarak halkın desteğini yeniden kazanmayı umdu.

 

-         İtalya, İtilaf Devletleri safında savaşa girerek galip tarafta yer almayı ve Avusturya topraklarını almayı hedefledi.

 

 

İtalya’nın taraf değiştirmesi, Almanya ve Avusturya için büyük bir darbe oldu. Ancak savaşın sonucunu değiştirmedi. İtalya, İtilaf Devletleri ile birlikte savaşı kazandı ancak umduğu kadar toprak kazanamadı.

 

118)  I. Dünya Savaşı döneminde İstanbul’da bulunan Alman elçisi Baron von Wangenheim ve Alman donanma subaylarının Türklere karşı olumsuz tutumlarının birkaç sebebi olabilir:

 

-         Almanlar, Osmanlı İmparatorluğu’nu artık çöküşe geçmiş zayıf bir devlet olarak görüyorlardı. Türkleri geri kalmış ve medeniyetsiz olarak nitelendiriyorlardı.

 

-         Savaş çıkmasına rağmen Türklerin tarafsızlığını korumak istemesi Almanları rahatsız ediyordu. Almanlar Türkleri savaşa sokmak istiyordu.

 

 

-         Alman subaylar Türk Bahriyesi’ndeki disiplinsizlik, beceriksizlik ve tembellikten şikayetçiydı. Türk denizcilerine olan güvenleri zayıftı.

 

-         Türkler, Alman müttefiklerine karşı gururlu ve onuruna düşkün davranışlar sergiliyordu. Almanlar ise Türklere kendilerinden üstünymüş gibi davranıyorlardı.

 

 

-         Almanlar, Türk toprakları üzerindeki emellerini gizlemiyordu. Savaş sonrası paylaşımda Türk topraklarını almayı planlıyorlardı.

 

-         Din farklılığı da Türk-Alman ilişkilerine olumsuz yansıyordu. Hristiyan Almanlar, Müslüman Türklere önyargılı yaklaşıyordu.

 

 

Bu nedenlerle Baron von Wangenheim ve Alman subaylar genel olarak Türklere mesafeli ve küçümseyici bir tavır sergiliyorlardı.

 

119) Kaiser, Almanca’da “imparator” anlamına gelen bir unvandır.

 

Tarihte bilinen bazı Kaiser’ler:

 

-         Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu’nun imparatorlarına verilen unvan. Örneğin I. Barbarossa, II. Frederick, I. Maximilian gibi.

 

-         Prusya Kralı I. Wilhelm, 1871’de Alman İmparatorluğu’nu kurduktan sonra Kaiser unvanını almıştır.

 

 

-         I. Wilhelm’in torunu II. Wilhelm (1888-1918), Alman İmparatorluğu’nun son Kaiser’idir.

 

-         Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nda imparatora Kaiser denirdi. Örneğin I. Franz Joseph gibi.

 

 

-         Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman İmparatoru’na “Alman Kayzeri” denirdi.

 

Kaiser unvanı 1918’de Alman İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla tarihe karışmıştır. Günümüzde Kaiser kelimesi, tarihi Alman imparatorlarını tanımlamak için kullanılır.

 

120) I. Dünya Savaşı öncesinde Almanya’nın Türkleri kendi safına çekmek istemesinin bazı nedenleri şunlardı:

 

-         Rusya, Almanya için en büyük rakiplerden biriydi. Almanya, Rusya’yı güneyden sıkıştırmak istiyordu.

 

-         Osmanlı İmparatorluğu, Rusya’nın güney sınırı boyunca uzanıyordu. Almanya, Osmanlı’yı müttefik yaparak Rusya’ya karşı güney cephesi açmak istedi.

 

 

-         Türk Boğazları, Rus donanmasının Akdeniz’e inmesini engelliyordu. Almanya burayı kontrol etmek istiyordu.

 

-         Pan-Türkist politikalarla Almanya, Orta Asya’daki Türkleri de etki alanına sokup Rusya’yı tehdit etmeyi planladı.

 

 

-         Osmanlı ordusu zayıflamış olsa da hala büyük bir askeri güçtü. Doğru şekilde yönlendirildiğinde Rusya’ya karşı etkili olabilirdi.

 

-         Ekonomik olarak da Osmanlı pazarı Almanya için önemliydi.

 

 

-         Almanya aynı zamanda Kafkasya ve İran gibi bölgelerde de nüfuz kazanmayı hedefledi.

 

Bu nedenlerle Almanya, Osmanlı İmparatorluğu’nu I. Dünya Savaşı’na sokarak Rusya’ya karşı güney cephesi açmayı ve kendi nüfuzunu genişletmeyi planladı. Türkleri kendi safına çekmek için yoğun çaba gösterdi.

 

121) Osmanlı İmparatorluğu’nun I. Dünya Savaşı öncesinde Almanya ile ittifak yapmak istemesinin birkaç nedeni vardı:

 

-         Askeri alanda Almanya, o dönemde en gelişmiş ordulara sahipti. Osmanlı, Alman askeri teknoloji ve eğitiminden faydalanarak ordusunu modernize etmek istiyordu.

 

-         Ekonomik olarak Osmanlı, Avrupa pazarına girmekte zorlanıyordu. Almanya ile ittifak, Osmanlı için Avrupa kapılarını açabilirdi.

 

 

-         Jeopolitik olarak, Rusya’nın Balkanlardaki ve Kafkaslardaki yayılmacı politikalarına karşı Almanya denge unsuru oluşturabilirdi.

 

-         İngiltere gibi büyük devletler, Osmanlı’yı çökmekte olan bir imparatorluk olarak görüyorlardı. Almanya ise Osmanlı’ya daha eşit bir ortak gibi davranıyordu.

 

 

-         II. Abdülhamid döneminde başlayan Alman yanlısı politikalar, Almanya’yı doğal müttefik haline getirmişti. Kaiser II. Wilhelm de İslam dünyasında nüfuz kazanmaya çalışıyordu.

 

-         Fransa ve İngiltere, Tripoli ve Mısır gibi Osmanlı topraklarında hak iddia ediyordu. Almanya güvenilir bir müttefik olarak görüldü.

 

 

Bütün bu nedenlerle Osmanlı yönetimi, Almanya’yı gelecekteki muhtemel bir savaşta en mantıklı müttefik olarak gördü.

 

122) Birinci Dünya Savaşı’nda Britanya’nın askeri ve sivil kayıpları şöyleydi:

 

-         Yaklaşık 900 bin Britanyalı asker öldü. 1.6 milyon asker yaralandı.

 

-         Sivil kayıplar 50-100 bin arasında tahmin ediliyor.

 

 

Savaş Britanyalı askerler üzerinde büyük psikolojik etki yarattı:

 

-         Cephede yaşanan korkunç şartlar, şiddet ve ölüm, askerlerde travma ve stres bozukluğuna yol açtı.

 

-         Savaş sonrasında birçok askerdepresyon, anksiyete, uyku problemleri yaşadı.

 

 

-         Toplumda “savaş yorgunluğu” denilen ruh hali yaygındı.

 

-         Alkolizm, intihar, şiddet eğilimi gibi sorunlar ortaya çıktı.

 

 

Savaştan sonra Britanya’da ruh sağlığı alanında çalışmalar yapıldı:

 

-         Devlet eliyle psikolojik rehabilitasyon merkezleri kuruldu.

 

-         Savaş gazilerine yönelik bakım evleri, danışmanlık hizmetleri geliştirildi.

 

 

-         Toplumda akıl sağlığı konusunda farkındalık yaratıldı.

 

-         Modern psikiyatri ve psikoloji alanının gelişmesine katkı sağlandı.

 

 

Ancak maalesef savaşın yıkıcı psikolojik etkileri uzun yıllar devam etti. Travma sonrası stres bozukluğu kavramı da bu dönemde ortaya çıktı.

 

123) Fransa, Birinci Dünya Savaşı’na İtilaf Devletleri’nin bir parçası olarak girdi ve savaştan galip taraf olarak çıktı.

 

Bunun başlıca nedenleri:

 

-         Almanya’nın Fransa topraklarını işgali, Fransızları savaşa motive etti. Vatan savunması için güçlü direniş gösterdiler.

 

-         İngiltere başta olmak üzere İtilaf Devletleri’nden ciddi askeri ve lojistik destek aldılar.

 

 

-         ABD’nin 1917’de savaşa dahil olması İtilaf Devletleri lehine dengeleri değiştirdi.

 

-         General Foch komutasındaki Fransız ve müttefik kuvvetleri 1918’de karşı saldırıya geçerek Alman ilerleyişini durdurdu.

 

 

Almanya’yla imzalanan Compiegne Ateşkes Antlaşması’nın bazı maddeleri:

 

-         Almanya tüm işgal ettiği topraklardan çekilecek.

 

-         Almanya ağır savaş tazminatı ödeyecek.

 

 

-         Alman ordusu 100 bin kişiyle sınırlandırılacak. Ağır silahların çoğu teslim edilecek.

 

-         Alman donanmasının büyük kısmı İtilaf Devletleri’ne verilecek.

 

 

-         Ren Nehri’nin batısı işgal edilecek.

 

Bu antlaşma Almanya için çok ağır şartlar içeriyordu ve II. Dünya Savaşı’na giden süreci başlattı.

 

124) İşte Fransız Mareşal Ferdinand Foch’un Birinci Dünya Savaşı’ndaki rolü ve etkisi hakkında bazı anahtar noktalar:

 

-         Foch, Birinci Dünya Savaşı boyunca Fransız ve müttefik kuvvetlerinin başkomutanı olarak görev yaptı. 1916’da Batı Cephesi’nin başkomutanı oldu.

 

-         1918’de tüm müttefik kuvvetlerin Yüksek Askeri Komutanı olarak atandı. Bu rolde Alman ilerlemesini durdurmak için müttefik savunmasını koordine etti.

 

 

-         Foch, savaşı kazanmak için taarruz taktiklerini savundu. Savunmada beklemektense, Alman hatlarında gedik açmaya çalıştı.

 

-         Müttefiklerin 1918’deki yüz yıl taarruzlarını yönetti. Bu taarruzlar Alman hatlarını kırdı ve savaşı müttefikler lehine çevirdi.

 

 

-         Kasım 1918’de Almanya’yla ateşkes antlaşmasını imzaladı. Bu antlaşma Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesini sağladı.

 

-         Foch, savaşın sonucunun askeri deha ve kararlılıkla kazanıldığına inanıyordu. Zaferin anahtarının taarruz ve irade olduğunu düşünüyordu.

 

 

125) Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekim 1918’de barış talep etmesinin birkaç olası nedeni var:

 

-         Ekim 1918’de Osmanlı ordusu Filistin, Suriye, Irak ve Kafkasya cephelerinde ağır yenilgilere uğramıştı. Bu yenilgiler ordunun çöküşünü hızlandırdı.

 

-         Müttefikler, Eylül 1918’de Megiddo Muharebesi’nde Osmanlı ordusunu bozguna uğrattı. Bu, Filistin ve Suriye’nin kaybedilmesine yol açtı.

 

 

-         İngiliz kuvvetleri Ekim 1918’de Musul’u aldı ve Kuzey Irak’taki Osmanlı varlığına son verdi.

 

-         Osmanlı içinde giderek artan bir barış yanlısı grup vardı. Savaşı sonlandırmak istiyorlardı.

 

 

-         Osmanlı, Almanya’nın yenilgisinin kaçınılmaz olduğunu görüyordu. Müttefiklerle ayrı barış yapmak istediler.

 

-         Ekim 1918’de İtilaf Devletleri, Osmanlı İmparatorluğu’na Misak-ı Milli sınırları içinde bağımsızlık vaat etti. Bu cazip teklif barışı teşvik etti.

 

 

-         Osmanlı liderleri, savaşın sürmesi halinde İmparatorluğun parçalanacağından korkuyorlardı.

 

126) İlginç bir soru. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları olmasaydı tarih çok farklı gelişirdi. Bazı olası senaryolar:

 

-         Avrupa imparatorlukları (Avusturya-Macaristan, Alman, Rus ve Osmanlı İmparatorluğu) çok daha uzun süre varlığını sürdürebilirdi.

 

-         Sömürge imparatorlukları (İngiliz, Fransız, Hollanda) daha geç dağılabilirdi. Sömürgecilik daha uzun sürerdi.

 

 

-         ABD belki izolasyon politikasını sürdürebilir ve dünya sahnesine bu kadar hızlı çıkmazdı.

 

-         Komünizm Rusya’da yayılmayabilirdi. Sovyetler Birliği kurulmayabilirdi.

 

 

-         Avrupa Bütünleşmesi çok daha yavaş ilerlerdi. AB gibi bir birlik çok sonraları kurulurdu.

 

-         Teknolojide ve sanayileşmede ilerleme yavaş olabilirdi çünkü savaş teknoloji gelişimini hızlandırıyor.

 

 

-         İki kutuplu soğuk savaş dünyası olmayabilirdi.

 

-         Sömürgeler bağımsızlıklarını barışçıl yollarla daha geç alabilirdi.

 

 

-         Demokrasi ve insan hakları fikirleri yayılması daha yavaş olabilirdi.

 

Elbette ki tarihi bu derece değiştirmek çok spekülatif. Ama büyük savaşlar olmasaydı dünya çok farklı bir yer olabilirdi.

 

127) Bu cümle, savaşın tüm taraflar için yıpratıcı ve yıkıcı doğasına işaret ediyor. Tarihteki bütün savaşlara genel anlamda bakarsak bu yorumu şu şekilde açabiliriz:

 

-         Savaşlar galip gelen taraf için bile büyük bedeller ödetilmesine yol açmıştır. Zaferler pahalıya mal olmuştur.

 

-         Savaşlar ekonomik, sosyal ve beşeri kaynakları tüketmiş, toplumları yıpratmıştır. Savaş sonrası yeniden inşa sancılı olmuştur.

 

 

-         Savaşlarda yaşanan şiddet ve yıkım insan ruhunda derin yaralar açmıştır. Travmalar kuşaklar boyu sürmüştür.

 

-         Teknolojik gelişmeler savaşları daha yıkıcı hale getirmiş, sivil kayıplar artmıştır. İnsanlık kendi yarattığı yıkıma şahit olmuştur.

 

 

-         Galip gelenler dahi savaşın acımasız yüzü karşısında içlerinde derin bir yorgunluk hissetmişlerdir. Barışa olan özlem artmıştır.

 

-         Savaşlar sonrasında ortaya çıkan yeni dengeler kısa süre sonra başka çatışmalara neden olmuş, barış kırılgan olmuştur.

 

 

-         Tarih, savaşların çözüm olmaktan çok yeni sorunlara yol açtığını göstermiştir. İnsanlık hala barışın formülünü bulabilmiş değildir.

128) Tannenberg Muharebesi, Birinci Dünya Savaşı’nın erken döneminde, Ağustos 1914’te, Doğu Cephesi’nde Almanya ile Rusya arasında yapılmış bir savaştır.

 

-         Savaş, Almanya ve Rusya arasında cereyan etmiştir.

 

-         Alman kuvvetlerine Paul von Hindenburg ve Erich Ludendorff komuta etmiştir.

 

 

-         Rus kuvvetlerine General Alexander Samsonov komuta etmiştir.

 

-         Savaşın amacı, Doğu Prusya’nın kontrolünü elde etmekti.

 

 

-         Ruslar, Doğu Prusya’yı işgal edip Almanya’yı çift cepheli savaşa zorlamayı planlıyordu.

 

-         Almanlar ise Doğu Prusya’yı savunmayı ve Rus ilerlemesini durdurmayı amaçlıyordu.

 

 

-         Muharebe, Rus ordusunun büyük bir yenilgisiyle sonuçlandı. 30.000’den fazla Rus esir alındı.

 

-         Bu zafer Almanya’nın Doğu Cephesi’nde stratejik üstünlüğünü sağladı. Rus tehdidini erteledi.

 

 

-         Tannenberg Zaferi, Alman milliyetçiliğinin sembolü haline geldi.

 

129) Hohenzollern Hanedanı, 1415-1918 yılları arasında Prusya Krallığı ve 1871-1918 yılları arasında Alman İmparatorluğu’nu yöneten Alman monarki hanedanıdır.

 

Birinci Dünya Savaşı sırasında Hohenzollern Hanedanı’na ve özellikle II. Wilhelm’e karşı toplumda ve diğer devletlerde düşmanlık oluşmasının bazı sebepleri:

 

-         II. Wilhelm, Almanya’nın savaşa girmesinde ve yayılmacı politikalarında başrol oynadı. Savaşı tetiklediği düşünüldü.

 

-         Militarist ve otokratik yönetim tarzı eleştirildi. Demokratik olmayan bir lider olarak görüldü.

 

 

-         İngiltere ile girdiği donanma yarışı gerilimi artırdı. İttifaklar sistemini bozdu.

 

-         Savaşın getirdiği yıkım ve acılardan Hohenzollern Hanedanı’nın sorumlu tutulması.

 

 

-         Savaşın kaybedilmesinden sonra II. Wilhelm’in tahttan çekilmesi hanedana olan güveni sarsmıştı.

 

-         Versay Antlaşması’yla beraber Alman monarşisinin lağvedilmesi ve Hohenzollern Hanedanı’nın tasfiyesi gerçekleşti.

 

 

-         Hohenzollern Hanedanı ile Alman militarizmi ve emperyalizmi özdeşleşmişti. Bu nedenle düşmanlık oluştu.

 

130) Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’na girmesinin birkaç temel sebebi var:

 

-         Birinci Dünya Savaşı’nda, Osmanlı İmparatorluğu Almanya’nın müttefiki olarak savaşa girdi. Almanya ile yakın siyasi ve askeri ilişkileri vardı.

 

-         Osmanlı, toprak kayıplarını durdurmayı ve kaybedilen toprakları geri almayı ümit ediyordu. Savaş Almanya’nın yanında girilirse kaybedilen Balkan toprakları ve etki alanları yeniden kazanılabilirdi.

 

 

-         İtilaf Devletleri’nin baskıları da Osmanlı’yı Almanya’ya yaklaştırdı. Özellikle İngiltere Donanmasının Akdeniz’deki üstünlüğü tehdit oluşturuyordu.

 

-         İkinci Dünya Savaşı’nda ise artık Osmanlı İmparatorluğu yoktu ancak Türkiye Cumhuriyeti savaştan kaçınamadı. Savaşın sonlarına doğru simgesel olarak Müttefikler yanında savaşa dahil oldu.

 

 

-         İkinci Dünya Savaşı öncesinde Türkiye tarafsızlığını ilan etmişti ancak Mihver Devletleri’nin baskısı arttıkça Müttefikler’e yaklaştı.

 

-         Savaşın seyrine göre politikasını belirlemeye çalıştı Türkiye. Kendi çıkarlarını korumaya çalıştı.

 

 

131) Mustafa Kemal Atatürk, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’nı yakından takip etmiş ve bu savaşların Türkiye’nin geleceği üzerindeki etkilerini değerlendirmiştir. Savaşların doğası, nedenleri, sonuçları ve Türkiye’ye yansımaları hakkında çeşitli görüşler ve yorumlarda bulunmuştur.

 

**Birinci Dünya Savaşı’na Dair Görüşleri**

 

Atatürk, Birinci Dünya Savaşı’na Osmanlı İmparatorluğu’nun tarafsız kalarak girmemesi gerektiğini düşünmekteydi. Savaşın, Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasına ve çöküşüne yol açacağını öngörüyordu. Savaşın başlamasından sonra da, Osmanlı İmparatorluğu’nun savaştan çekilmesi için çaba göstermiştir.

 

Atatürk, Birinci Dünya Savaşı’nın nedenleri arasında, Avrupa’daki sömürgecilik yarışını, milliyetçilik akımlarını ve silahlanma yarışını saymıştır. Savaşın sonuçlarını ise, Avrupa’nın siyasi ve ekonomik düzeninin değişmesine, sömürge imparatorluklarının çöküşüne ve yeni devletlerin kurulmasına bağlamıştır.

 

**Birinci Dünya Savaşı’nın Türkiye’ye Yansımaları**

 

Atatürk, Birinci Dünya Savaşı’nın Türkiye’ye ağır bir yıkım getirdiğini belirtmiştir. Savaş sonucunda, Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarının büyük bir kısmı kaybedilmiş, milyonlarca insan hayatını kaybetmiş ve ülke ekonomisi büyük bir zarar görmüştür.

 

Atatürk, Birinci Dünya Savaşı’nın Türkiye’ye yansımalarını şu şekilde değerlendirmiştir:

 

* Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması ve çöküşü

* Milliyetçilik akımlarının güçlenmesi

* İmparatorluğun topraklarında yeni devletlerin kurulması

* Türkiye’nin bağımsızlığının tehdit altına girmesi

 

**İkinci Dünya Savaşı’na Dair Görüşleri**

 

Atatürk, İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasından önce, Almanya’nın yayılmacı politikalarından endişe duymaktaydı. Savaşın başlamasından sonra da, Türkiye’nin tarafsız kalarak savaşın dışında kalmasını savunmuştur.

 

Atatürk, İkinci Dünya Savaşı’nın nedenleri arasında, Almanya’nın yayılmacı politikalarını, Sovyetler Birliği’nin komünist propagandasını ve İngiltere ile Fransa’nın tutumunu saymıştır. Savaşın sonuçlarını ise, Avrupa’nın siyasi ve ekonomik düzeninin yeniden şekillenmesine, dünya siyasetinde yeni bir dönemin başlamasına ve Soğuk Savaş’ın başlamasına bağlamıştır.

 

**İkinci Dünya Savaşı’nın Türkiye’ye Yansımaları**

 

Atatürk, İkinci Dünya Savaşı’nın Türkiye’ye olumlu yansımalarının olacağını düşünmekteydi. Savaşın, Türkiye’nin bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü korumasına yardımcı olacağını öngörüyordu.

 

Atatürk, İkinci Dünya Savaşı’nın Türkiye’ye yansımalarını şu şekilde değerlendirmiştir:

 

* Türkiye’nin bağımsızlığının ve toprak bütünlüğünün korunması

* Türkiye’nin uluslararası alandaki konumunun güçlenmesi

* Türkiye’nin batılı devletlerle ilişkilerinin gelişmesi

 

**Atatürk’ün Savaşlar Hakkında Notları**

 

Atatürk, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı hakkında çeşitli notlar almış ve bu notlarında savaşların nedenleri, sonuçları ve Türkiye’ye yansımaları hakkında düşüncelerini dile getirmiştir. Atatürk’ün savaşlar hakkındaki notları, onun siyasi ve askeri dehasını yansıtmaktadır.

 

Atatürk’ün savaşlar hakkındaki notlarından bazıları şunlardır:

 

* **Birinci Dünya Savaşı’na Dair Notlar:**

    * “Savaş, milletlerin kaderini belirleyen en önemli faktördür.”

    * “Savaş, milletlerin zenginliğini ve gücünü tüketen bir yıkımdır.”

    * “Savaş, milletlerin ilerlemesini ve gelişmesini engelleyen bir engeldir.”

* **İkinci Dünya Savaşı’na Dair Notlar:**

    * “Savaş, insanlığın en büyük felaketidir.”

    * “Savaş, insanlığın ilerlemesinin önündeki en büyük engeldir.”

    * “Savaş, ancak barışçıl yollarla çözülebilecek sorunların şiddet yoluyla çözümlenmesidir.”

 

Sonuç olarak, Mustafa Kemal Atatürk, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’nı yakından takip etmiş ve bu savaşların Türkiye’nin geleceği üzerindeki etkilerini değerlendirmiştir. Savaşların doğası, nedenleri, sonuçları ve Türkiye’ye yansımaları hakkında çeşitli görüşler ve yorumlarda bulunmuştur. Atatürk’ün savaşlar hakkındaki görüşleri, onun siyasi ve askeri dehasını yansıtmaktadır.

 

132) Kasım 1914’te Enver Paşa, Rus Kafkas Ordusu’nu yenilgiye uğratmak ve Kafkasya’da toprak kazanmak için bir taarruz planladı. Bu harekata Sarıkamış Harekatı adı verildi.

 

Enver’in planı, 3. Ordu’yu Allahuekber Dağları’ndaki zorlu dağ geçitlerinden geçirerek Kars’ı arkadan kuşatmaktı. Ancak kış şartları planın başarısızlığa uğramasında kilit rol oynadı.

 

Aralık ayında hava sıcaklıkları sıfırın altına düştü. Askerler tipide ilerlemeye çalıştı ama dondurucu soğukta telef oldular. Lojistik ve sağlık destekleri yetersizdi. Birçok asker hastalanıp öldü.

 

Buna rağmen Osmanlı birlikleri inanılmaz bir cesaret gösterdi. Sarıkamış’ta yoğun çarpışmalar yaşandı. Türk süvarileri ve piyadeleri kahramanca savaştı. Rus birliklerine büyük zayiat verdirdiler.

 

Ancak Osmanlı için sonuç felaketti. Resmi rakamlara göre 60 bin asker şehit oldu. Bunların çoğu soğuk ve hastalıktan öldü. Ruslar ise 20 bin civarında kayıp verdi.

 

Sarıkamış, Enver Paşa’nın yeteneksiz komutanlığını gösterdi. Türk askerlerinin kahramanlıkları ve fedakarlıkları boşa gitti. Türkiye için büyük bir insan ve moral kaybı oldu.

 

-         Aralık ayı boyunca Sarıkamış ve çevresinde şiddetli çarpışmalar yaşandı. Allahuekber Dağları’ndan inen Türk birlikleri, Sarıkamış önlerinde mevzilenmiş Rus kuvvetleriyle karşılaştı.

 

-         Türk süvarileri, Rus makineli tüfek yuvalarına ve toplarına defalarca taarruz etti. Ağır kayıplara rağmen geri çekilmediler. Rusları şaşırttılar ve paniğe düşürdüler.

 

 

-         9. Tümen’in piyadeleri karlı araziye rağmen düzenli bir şekilde ilerleyerek Rus mevzilerini ele geçirdi. 3. Tümen ise Sarıkamış’ın güneyinden taarruza kalktı.

 

-         Türk topçuları, geri çekilen Rus birliklerini ağır bir şekilde bombaladı. Onları püskürttü ve imha etti.

 

 

-         Buz gibi dereye rağmen Türk askerleri gece boyunca taarruzlarını sürdürdü. Sabaha karşı kritik mevziler Ruslardan geri alındı.

 

-         Türklerin fedakarlığı ve cesareti karşısında Rus direnci kırıldı. 20 binin üzerinde Rus ölü ve yaralı bırakarak geri çekilmek zorunda kaldılar.

 

 

Böylece Türk askerleri, tüm zorluklara rağmen Sarıkamış’ta Ruslara ağır darbeler vurmayı başardı. Ancak ne yazık ki bu kahramanlıklar boşa gitti ve savaş Türkiye için büyük bir yenilgiyle sonuçlandı.

 

133)  Enver Paşa Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde etkili olan bir asker ve devlet adamıydı. Ancak onun kişiliği ve kararları hakkında farklı görüşler bulunmaktadır.

 

Enver Paşa cesur ve kararlı bir komutan olarak tanınıyordu. Genç yaşta hızla yükseldi ve önemli askeri görevler üstlendi. Ancak bazı tarihçilere göre, askeri konularda yeterince tecrübeli değildi ve riskli kararlar alabiliyordu.

 

Öte yandan, Osmanlı bürokratlarının çoğu kurallara bağlı, daha tedbirli ve tecrübeli kişilerdi. Enver Paşa gibi genç ve dinamik subaylardan farklı olarak, mevki ve rütbelerini yavaş yavaş kazanmışlardı.

 

Enver Paşa’nın kişiliği, Osmanlı’nın geleneksel bürokratik yapısına uyum sağlayamamasına da bağlanmıştır. Maceracı ve girişken kişiliği, imparatorluğun içinde bulunduğu duruma radikal çözümler arama eğilimini beraberinde getirmiş olabilir.

 

Sonuç olarak, Enver Paşa Osmanlı bürokrasisinin alışık olmadığı bir karaktere ve tarza sahip bir komutan ve devlet adamıydı. Onun cesareti ve dinamizmi bazıları için olumlu özellikler olarak görülürken, bazıları için de Osmanlı’nın çöküş sürecine katkıda bulunan riskli kararlara yol açmıştır. Değerlendirmeler kişiden kişiye farklılık gösterebilir.

 

134) Eğer Sarıkamış Harekatı’ndan önce orduyu Mustafa Kemal Atatürk yönetseydi, durumun farklı olabileceği söylenebilir:

 

-         Atatürk, Enver Paşa’ya göre daha tecrübeli ve ihtiyatlı bir komutandı. Harekatın kış şartlarında riske edilmemesi gerektiğini daha iyi değerlendirebilirdi.

 

-         Atatürk’ün askeri yetenekleri ve liderlik kabiliyeti, ordudaki moral ve disiplini daha yüksek tutabilirdi.

 

 

-         Atatürk’ün Rus cephesini ve coğrafyayı daha iyi tanıması, daha uygun bir harekat planı yapılmasını sağlayabilirdi.

 

-         Atatürk’ün karargah subayları ve komutanlarla daha uyumlu çalışma ihtimali, lojistik hazırlıkların daha kaliteli olmasını sağlayabilirdi.

 

 

-         Atatürk’ün Karadeniz bölgesindeki yerel halkla ilişkilerinin daha iy olması, istihbarat ve iaşe desteklerini artırabilirdi.

 

Ancak yine de Rus ordusunun Sayı ve techizat üstünlüğü göz önüne alındığında, Sarıkamış Harekatı’nın çok büyük riskler taşıdığı söylenebilir. Atatürk’ün komutası bile tam bir zafer garantilemezdi ancak daha az kayıpla sonuçlanabilirdi. Kesin bir şey söylemek tarihin bilinmezliği nedeniyle zordur.

 

135) Dünya savaşlarında panik ve nihilizmin yol açabileceği zararlar şunlar olabilir:

 

-         Askerler arasında moral bozukluğu ve ümitsizliğe neden olur. Vatanları ve idealleri uğruna savaşma iradelerini zayıflatır.

 

-         Disiplinsizliğe ve emirlere uymama gibi sorunlara yol açarak birliklerin düzenini bozar. Komutanların kontrolünü zayıflatır.

 

 

-         Cephe gerisinde sivil halkta da umudun ve direncin kaybına neden olur. Savaş çabalarını sekteye uğratır.

 

-         Yenilginin kaçınılmaz olduğu düşüncesi, erken teslim olma eğilimini artırır. Maneviyatın çok önemli olduğu savaşlarda yıkıcı etki yapar.

 

 

-         İntiharların ve teslim olan askerlerin artmasına neden olur. Kayıplar artar.

 

-         Disiplinsiz askerler yağma ve talana yönelebilir. Asayişi bozarlar.

 

 

-         Panik halindeki birlikler, düzenli geri çekilmeyi de riske atar. Cephe birlikleri dağılır.

 

Bu sebeple, savaşlarda panik ve nihilizmle mücadele edilmesi, askerlerin moral ve motivasyonunun yüksek tutulması hayati öneme sahiptir. Aksi takdirde sonuçlar felaket olabilir.

 

136)  ANZAC, Avustralya ve Yeni Zelanda Ordusu Kolordusu (Australian and New Zealand Army Corps) anlamına gelir.

 

Foreign Office ise Birleşik Krallık Dışişleri Bakanlığı anlamına gelmektedir.

 

ANZAC ve Foreign Office’in dünya tarihindeki önemi:

 

-         ANZAC, I. Dünya Savaşı sırasında Çanakkale Cephesi’nde mücadele etmiştir. Özellikle 25 Nisan 1915’teki çıkarması ANZAC’ların cesaretinin sembolü olmuştur. Avustralya ve Yeni Zelanda’nın ulusal kimliğinde önemli rol oynamıştır.

 

-         Foreign Office, Birleşik Krallık’ın dış politikasının yürütülmesinden sorumlu olup, Britanya İmparatorluğu döneminde büyük etkiye sahip olmuştur. Özellikle 19. Yüzyılda Avrupa diplomasisinde çok etkili olmuştur. 

 

 

-         Her iki kurum da I. Dünya Savaşı’nda önemli roller oynamıştır. ANZAC cephede savaşırken, Foreign Office diplomasi yürütmüştür.

 

-         ANZAC ve Foreign Office, sömürge imparatorlukları döneminde Birleşik Krallık’ın küresel gücünün vücut bulmuş halidir. Dünya dengelerinin şekillenmesinde izleri vardır.

 

 

-         Günümüzde de ANZAC mirası Australya ve Yeni Zelanda için önemini korurken, Foreign Office Birleşik Krallık dış politikasındaki etkisini sürdürmektedir.

 

137) Ord. Prof. Dr. Behçet Sabit Erduran, Çanakkale Savaşları’na katılmış önemli bir tıp profesörü ve cerrahtı. Onun Çanakkale’deki izlenimleri şu şekilde özetlenebilir:

 

-         Çanakkale’de karşılaştığı vahşet ve insan acıları onu derinden etkilemişti. Çok sayıda yaralıya tıbbi müdahalede bulunmak zorunda kalmıştı.

 

-         Ancak Türk askerlerinin gösterdiği kahramanlık ve fedakarlık karşısında büyük hayranlık duyduğunu belirtmiştir. Vatan savunmasındaki kararlılıkları moralini yüksek tutmasını sağlamıştı.

 

 

-         İmkanların ve koşulların çok sınırlı olmasına rağmen, Türk sağlık personelinin çabaları sayesinde binlerce yaralıya müdahale edilebildiğine şahit olduğunu vurgulamıştı.

 

-         Cephe gerisindeki halkın da çok büyük fedakarlıklarla savaş çabalarına destek verdiğini gözlemlemişti.

 

 

-         Zaferin kazanılmasında Türk askerinin manevi gücünün ve cesaretinin çok büyük rol oynadığı kanaatine varmıştı.

 

Böylece Çanakkale Savaşları, Prof. Dr. Behçet Sabit Erduran’ın mesleki ve yurtsever duygularında derin izler bırakmış önemli tecrübelerden biri olmuştur.

 

138) Türklerin dünya tarihindeki önemi oldukça büyüktür ve Türkler olmadan dünya tarihinin eksik kalacağını söyleyebiliriz.

 

-         Türkler Orta Asya’dan başlayarak geniş bir coğrafyaya yayılmış ve birçok imparatorluk kurmuştur. Bu imparatorluklar dönemlerinin siyasi, askeri, kültürel, ekonomik gelişiminde belirleyici olmuştur.

 

-         Türkler Avrasya’da binlerce yıldır varlığını sürdüren, tarihin akışını derinden etkileyen bir unsur olmuştur. Avrupa tarihi için de vazgeçilmez bir etkendir.

 

 

-         Osmanlı İmparatorluğu, yüzyıllar boyunca 3 kıtaya hükmetmiş, önemli bir medeniyet ve güç merkezi olmuştur. Bu olmadan modern dünya çok farklı şekillenecekti.

 

-         Türkler İslam medeniyetinin ve kültürünün yayılmasında kilit bir rol oynamıştır. İpek Yolu gibi ticaret yollarının gelişimini sağlamıştır.

 

 

-         Türkçe konuşan nüfus, tarih boyunca geniş coğrafyalara yayılmış ve etkileşimde bulunmuştur. Türk kültürü bu etkileşimler sayesinde gelişmiştir.

 

Dolayısıyla, Türk tarihi olmadan dünya tarihinin objektif ve doğru bir şekilde yazılması mümkün değildir. Türklerin dünya medeniyetine yaptığı katkı inkâr edilemez.

 

139) İngiliz tarihçi ve askerî analist Mareşal Lord Carver’in Filistin ve Çanakkale mücadeleleri için yaptığı bazı yorumlar şunlardır:

 

Filistin Cephesi için:

 

-         Osmanlı ordusunun İngilizlere karşı Filistin’de verdiği mücadele çok şiddetli oldu. İngiliz birlikleri ağır kayıplar verdi.

 

-         Türk birlikleri, İngilizlerin sayı ve techizat üstünlüğüne rağmen büyük bir azimle savaştı. Her karış toprak için çarpıştılar.

 

 

-         İngiliz komutanlığı, Türklerin direncini küçümseyerek yeterli hazırlık yapmamıştı. Bu durum İngilizler için sıkıntı yarattı.

 

Çanakkale Cephesi için:

 

-         Çanakkale Boğazı’nın geçilmesi imkansıza yakındı. Türkler boğaz savunmasını çok iyi organize etmişti.

 

-         Türk askerleri vatan topraklarını korumak için olağanüstü cesaret ve kararlılık gösterdi. Çok büyük kayıplara rağmen geri çekilmediler.

 

 

-         Çanakkale, modern silahlar karşısında yalnızca insan unsurunun savaştaki önemini gösteren ender bir örnektir. Türk askerinin maneviyatı boğazı geçilmez kıldı.

 

Dolayısıyla Lord Carver, her iki cephede de Türk askerinin cesaret ve fedakârlığını övmüş, İngiliz yanlış değerlendirmelerini eleştirmiştir. Türk direnişinin önemini vurgulamıştır.

 

140) İşte Osmanlı’yı Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarına sürükleyen bazı temel nedenler:

 

-         Siyasi çıkarlar ve ittifaklar: Osmanlı İmparatorluğu hem Birinci hem de İkinci Dünya Savaşları öncesinde Almanya ile yakın siyasi ve askeri ilişkiler içindeydi. Özellikle Alman subayların Osmanlı ordusunda etkin rol alması, Osmanlı’yı Almanya’nın müttefiki konumuna getirdi.

 

-         Toprak kayıpları: 19. Yüzyıl boyunca Balkanlar’daki toprak kayıpları, Osmanlı’yı çöküşe sürüklemişti. Bu durum, Birinci Dünya Savaşı öncesinde İttifak Devletleri’ne yakınlaşmasında etkili oldu.

 

 

-         Boğazların kontrolü: Çanakkale Boğazı ve İstanbul Boğazı’nın kontrolü, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı topraklarının işgali için stratejik önem taşıyordu. Bu da Osmanlı’nın savaşa girmesinde belirleyici bir unsur oldu.

 

-         Pan-İslamizm: Osmanlı halifeliğinin Müslüman nüfusa yönelik çağrıları, Birinci Dünya Savaşı sırasında Arap coğrafyasında etkili oldu. Bu da Osmanlı’yı savaşın bir parçası haline getirdi.

 

 

-         Sömürge yarışı: 20. Yüzyıl başlarındaki sömürgecilik rekabeti de Osmanlı coğrafyasını etkiledi ve savaşın parçası olmasına yol açtı.

 

141)  Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı öncesinde Alman İmparatorluğu’ndan Yavuz ve Midilli isimli iki savaş gemisini satın almıştı. Bu gemilerin alınmasının arkasındaki temel nedenler şunlardı:

 

-         Donanmanın güçlendirilmesi: Osmanlı donanması, 19. Yüzyıl boyunca gerileme içindeydi. Yavuz ve Midilli gibi modern savaş gemileri, donanmayı güçlendirmek için alındı.

 

-         Almanya ile ittifak: Osmanlı ile Almanya arasında gelişen yakın askeri ve siyasi ilişkiler çerçevesinde, bu gemileri satın almak hem Almanya ile ittifakı pekiştirdi hem de Osmanlı’ya destek sağladı.

 

 

-         Boğazların korunması: Özellikle Çanakkale Boğazı’nın kontrol altında tutulması için güçlü bir donanma gerekiyordu. Yavuz ve Midilli, boğazların savunulmasında kritik rol oynadı.

 

-         Prestij unsuru: İki modern savaş gemisinin filoya katılması, Osmanlı donanmasının gücünü tüm dünyaya göstermek için önemliydi. Osmanlı’nın denizcilik alanındaki etkinliğini arttırdı.

 

 

-         Savaş hazırlığı: Savaşın yaklaştığı 1914 yılında, Osmanlı bu gemileri edinerek olası bir savaşa hazırlanmak istedi. Filosunu güçlendirmeye çalıştı.

 

Bu nedenlerle Yavuz ve Midilli, Osmanlı donanması için kritik öneme sahip gemiler haline geldi. Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı’na girişinde etkili oldular.

 

142) Rusya’nın 2 Kasım 1914’te Osmanlı İmparatorluğu’na savaş ilan etmesinin temelinde İstanbul ve Çanakkale Boğazları’nın kontrolünü ele geçirme hedefi yatıyordu.

 

Rusya’nın boğazlardaki temel amaçları:

 

-         Akdeniz’e sıcak denizlere inmek ve buradaki etkinliğini artırmak.

 

-         Osmanlı toprakları üzerindeki emellerini gerçekleştirmek.

 

 

-         İstanbul ve çevresinde Rus nüfuzunu yaymak.

 

-         Ticaret yollarını kontrol etmek.

 

 

Ancak Rusya’nın bu politikası başarısız oldu. Çanakkale Savaşları’nda Osmanlı birliklerinin kesin zaferi sonucunda Rusya boğazlara hakim olamadı. Böylece Akdeniz’deki emelleri gerçekleşemedi.

 

Ayrıca Çanakkale yenilgisi, Rusya’da çöküşün fitilini ateşledi. 1917’de gerçekleşen Ekim Devrimi ile Rus Çarlığı yıkıldı. Böylece Osmanlı, boğazlar üzerindeki Rus tehdidinden kurtulmuş oldu.

 

Sonuç olarak Rusya’nın boğazları ele geçirme politikası Osmanlı karşısında başarısız oldu ve Rusya için olumsuz sonuçlar doğurdu.

 

Eğer Rusya, Çanakkale Savaşları’ndan galip çıkıp İstanbul ve Çanakkale Boğazları’nı kontrol altına alabilseydi, Akdeniz’e inme hedefine ulaşmış olacaktı. Bu durumda bazı olası sonuçlar şöyle olabilirdi:

 

-         Rusya, Akdeniz’de önemli bir deniz gücü haline gelir ve bölgedeki etkinliğini çok artırırdı. Akdeniz’deki dengeler Rusya lehine değişirdi.

 

-         Osmanlı İmparatorluğu için hayati öneme sahip boğazların kaybı, Osmanlı’yı çok zor duruma düşürürdü. Payitaht İstanbul’un güvenliği tehdit altına girerdi.

 

 

-         Rusya, sıcak denizlere ulaşımını güvence altına aldığı için ticaret yolları üzerindeki hakimiyetini pekiştirirdi. Ekonomik açıdan büyük kazanç elde ederdi.

 

-         Balkanlar, Kafkasya ve Orta Doğu’daki Rus nüfuzu ve etkinliği çok fazla artardı. Rusya bu bölgelerde hakim güç konumuna gelirdi.

 

 

-         İngiltere’nin Akdeniz’deki üstünlüğü sarsılır, Fransa ve İtalya dengeleri değişirdi.

 

-         I. Dünya Savaşı seyri Rusya lehine evrilirdi. Almanya ve müttefikleri için Akdeniz cephesi açılabilirdi.

 

 

Ancak Çanakkale yenilgisiyle bu olasılıklar gerçekleşmedi. Bunun yerine Rusya savaştan çekilmek zorunda kaldı.

 

143) İsmet İnönü, Birinci Dünya Savaşı sırasında Mustafa Kemal ile birlikte çalışmış önemli bir komutandı.

 

İnönü de Atatürk gibi, Almanya’nın Osmanlı İmparatorluğu’nu kendi çıkarları doğrultusunda savaşa sürüklediğini düşünüyordu.

 

Almanya’nın, Osmanlı’yı kendi sömürgesi haline getirmek istediğine inanıyorlardı. Savaşta Alman subayların etkinliğinden rahatsızlık duyuyorlardı.

 

İnönü, Atatürk gibi Osmanlı idaresindeki yozlaşmayı, ihmalkârlığı ve yetersizliği de savaştaki başarısızlıkların nedeni olarak görüyordu.

 

Mustafa Kemal’in milli mücadele fikrini benimsemiş, onunla tam bir fikir birliği içinde hareket etmişti. Milli egemenliği ve bağımsızlığı ön planda tutuyordu.

 

Sonuç olarak, Atatürk ve İnönü Almanya’yı Osmanlı’yı sömüren fırsatçı bir güç, Osmanlı yönetimini de beceriksiz ve işbirlikçi olarak değerlendirmişlerdi. Türk milletinin çıkarlarını gözettiği için İnönü, Atatürk’ün en sadık yoldaşlarından biri olmuştur.

 

144) Grandük Nikola, Birinci Dünya Savaşı sırasında Karadağ Kralı’dır. Rusya müttefiklerinden biridir.

 

-         Nikola, Çanakkale Savaşlarının başlamasından önce Türklerin çok zorlu bir savunma yapacağı konusunda müttefikleri uyarmış, ancak bu uyarıları dikkate alınmamıştır.

 

-         Savaşın başlamasının ardından, Çanakkale’deki Türk savunmasının beklenenden çok daha güçlü olduğunu kabul etmiştir.

 

 

-         Türk askerlerinin savaştığı kahramanca mücadeleye hayranlığını ifade etmiştir.

 

-         Rusya’nın savaşa girme konusunda aceleci davrandığını, Türkleri küçümsediğini dile getirmiştir.

 

 

-         Savaşın Rusya için felaketle sonuçlandığını, Çarlığın çöküşüne yol açtığını belirtmiştir.

 

-         Müttefikler arasındaki anlaşmazlıkların da başarısızlığa neden olduğunu söylemiştir.

 

 

Sonuç olarak Grandük Nikola, Türklerin Çanakkale’deki başarısı karşısında objektif davranmış, Rusya’nın tutumunu eleştirmiştir. Savaşın Rusya için olumsuz sonuçlar doğurduğunu kabul etmiştir.

 

145) Mayın döşemek, düşman gemilerinin kendi kıyılarınıza yaklaşmasını engellemek için deniz savaşlarında sıklıkla başvurulan etkili bir yöntemdir.

 

-         Mayınlar, gemilerin güvenli geçişini engellediği için denizlerin kontrolünü sağlamada faydalıdır.

 

-         Ancak tek başına yeterli değildir, mutlaka diğer savunma unsurlarıyla desteklenmesi gerekir.

 

 

-         Doğru konumlara ve yoğunluğa yerleştirildiğinde, düşman donanmasının hareket kabiliyetini kısıtlar.

 

Osmanlı’da denizcilik, 16. Yüzyılda Altın Çağ döneminde bugünkü modern donanmaya benzer yapıya kavuştu.

 

-         Tersaneler kurularak yeni savaş gemileri inşa edildi.

 

-         Top ve ateşli silahlar donatıldı.

 

 

-         Denizci eğitimi verildi.

 

-         17. Yüzyılın ikinci yarısına kadar Akdeniz’in en güçlü donanmasına sahip oldu.

 

 

Osmanlı denizciliği 18. Yüzyıldan itibaren gerileme dönemine girdi. Ancak yine de mayın gibi modern savunma yöntemlerini kullanabiliyordu.

 

146) Çanakkale Boğazı’nın Çanakkale Savaşları sırasında geçilmesinin engellenmesi için Osmanlı tarafından kapsamlı bir savunma planı uygulandı:

 

Teknik Olarak:

 

-         Boğazın en dar noktalarına mayın hatları döşendi. Yoğun mayın döşemesi boğaz geçişini çok zorlaştırdı.

 

-         Kilit noktalara tahkimatlar yapıldı. Topçu bataryaları ve makineli tüfek yuvaları yerleştirildi.

 

 

-         Anadolu ve Rumeli yakalarında kale ve mevziler inşa edildi.

 

-         Nara Burnu ve Seddülbahir bölgeleri ana savunma hatları oldu.

 

 

Stratejik Olarak:

 

-         Dar boğazdan geçişe izin verilmeyerek düşmanın sayı üstünlüğü etkisizleştirildi.

 

-         Çok katmanlı savunma sistemi ile düşman derinliğine durduruldu.

 

 

-         Anadolu topçularının ateş desteği ile Rumeli yakası güçlendirildi.

 

-         Mayın tarlaları ile düşman filosunun manevra kabiliyeti kısıtlandı.

 

 

-         Cephe gerisinde stratejik rezerv birlikleri tutuldu.

 

Bu sayede Çanakkale geçilemez oldu ve müttefik donanması ağır kayıplar vererek boğazı geçemedi.

 

147) Mustafa Kemal Atatürk, Çanakkale Savaşı sırasında 19. Tümen’i şu şekilde bir araya getirdi:

 

-         Savaşın başında aldığı emirle hemen İstanbul’dan ayrılarak Çanakkale’ye geldi.

 

-         Kendisine bağlanan 57. Alay’ı toparlayıp Maydos’a getirdi.

 

 

-         Çanakkale’deki dağınık birlikleri bir araya toplamaya başladı.

 

-         72. Alay’ı Bigalı Köyü’nden, 27. Alay’ı da Bursa’dan bölgeye getirtti.

 

 

-         25. Alay’ı Gelibolu Yarımadası’nda konuşlandırdı.

 

-         Topçu birliklerini Aydıntepe, Kocadere ve Ece Ovası’na yerleştirdi.

 

 

-         Lojistik birlikleri ve sağlık teşkilatını kurdu.

 

-         Disiplini sağlayarak dağınık birlikleri düzenli ordusu haline getirdi.

 

 

-         Esasen 57. Alay çekirdeği etrafında yeni bir tümen oluşturmuş oldu.

 

Böylece Çanakkale’de düzensiz kuvvetlerden disiplinli ve güçlü bir tümen yarattı. Komutasındaki bu tümenle gelen İtilaf birliklerini durdurmayı başardı.

 

148) İngiliz General Ian Hamilton, Çanakkale Cephesi’nde Müttefik kuvvetlerinin komutanıydı.

 

-         Deneyimli bir komutan olarak görevlendirilmişti.

 

-         Ancak Çanakkale’de beklenen başarıyı gösteremedi.

 

 

Hamilton’un savaştaki taktik ve performansı şu şekilde değerlendirilebilir:

 

-         Çıkartma harekatlarında ciddi hatalar yaptı. Özellikle Arıburnu ve Anzak Koyu çıkartmaları başarısız oldu.

 

-         Türklerin savunmasının gücünü tam olarak kavrayamadı. Hafife aldı.

 

 

-         Zayıf istihbarat ve yetersiz hazırlık savaşın kaderini etkiledi.

 

-         Takviye ve ikmal konusunda sıkıntı yaşadı. Lojistik destek yetersiz kaldı.

 

 

-         Müttefik donanması ile kara kuvvetleri arasındaki koordinasyon zayıftı.

 

-         Cephe gerisinde stratejik rezerv tutamadı.

 

 

-         İlerleme kaydetse de inisiyatifi elinde tutup üstünlüğü sağlayamadı.

 

Sonuç olarak Hamilton, Çanakkale’de Türk savunmasını aşamayan ve ağır kayıplar veren bir performans sergiledi. Başarısız bir komutanlık dönemi geçirdi.

 

149) Winston Churchill’in Çanakkale Savaşı’ndaki tavrı, onun askeri ve siyasi kişiliğinin bir yansıması olarak yorumlanabilir. Churchill, cesur ve kararlı bir liderdi, ancak aynı zamanda inatçı ve kibirli bir tavra sahipti. Çanakkale Savaşı’nda, savaşın kazanılabileceğine dair güçlü bir inancı vardı ve bu inancına rağmen gelen tüm uyarıları ve karşı görüşleri görmezden geldi.

 

Churchill’in Çanakkale’deki inatçı tutumu, dünya tarafından farklı şekillerde karşılandı. Bazıları, Churchill’in savaşın kazanılması için gerekli olan cesur ve kararlı liderliğini takdir ederken, diğerleri onun inatçı ve kibirli tavrını eleştirdi.

 

Churchill’in Çanakkale’deki başarısızlığı, onun kariyerinde önemli bir dönüm noktası oldu. Savaşın ardından, Churchill’in askeri kariyeri bir süreliğine askıya alındı. Ancak, İkinci Dünya Savaşı’nda gösterdiği başarılarla tekrar siyasete döndü ve İngiltere’nin Başbakanı oldu.

 

Churchill’in Çanakkale’deki tavrını şu şekilde yorumlamak mümkündür:

 

* **Churchill, Çanakkale Savaşı’nın kazanılabileceğine dair güçlü bir inancı vardı.** Bu inanç, onun savaşa dair stratejisini ve taktiklerini belirledi.

* **Churchill, inatçı ve kibirli bir tavra sahipti.** Bu tavrı, onu gelen tüm uyarıları ve karşı görüşleri görmezden gelmeye itti.

* **Churchill’in Çanakkale’deki başarısızlığı, onun kariyerinde önemli bir dönüm noktası oldu.** Savaşın ardından, Churchill’in askeri kariyeri bir süreliğine askıya alındı.

 

Churchill’in Çanakkale hakkındaki inatçı tutumu, dünya açısından hem olumlu hem de olumsuz sonuçlar doğurdu. Olumlu bir sonuç olarak, Churchill’in inatçılığı, Çanakkale Savaşı’nın uzun yıllar boyunca tartışılmasına ve araştırılmasına neden oldu. Olumsuz bir sonuç olarak ise, Churchill’in inatçılığı, savaşın daha fazla kayıp ve maddi zarara yol açmasına neden oldu.

 

150) **Osmanlı Devleti’nin Zorlayıcı Savaşları Kazanmasında Kullanılan Taktikler ve Komutanlar**

 

Osmanlı Devleti, tarihinin büyük bir bölümünde, hem Doğu’da hem de Batı’da önemli bir güç olarak varlığını sürdürmüştür. Bu başarıda, Osmanlı’nın askeri taktikleri ve komutanlarının önemli bir rolü olmuştur.

 

Osmanlı Devleti, zorlayıcı savaşları kazanmak için çeşitli taktikler ve komutanlar kullandı. Bu taktikler ve komutanlar, Osmanlı’nın askeri gücünü ve başarısını artırmaya yardımcı oldu.

 

**Osmanlı’nın Zorlayıcı Savaşları Kazanmasında Kullanılan Taktikler**

 

Osmanlı Devleti, zorlayıcı savaşları kazanmak için çeşitli taktikler kullandı. Bu taktiklerden bazıları şunlardır:

 

* **Arazi avantajı:** Osmanlı, genellikle savaşları kendi topraklarında veya savunması kolay arazilerde yapmaya çalıştı. Bu sayede, düşmanın avantajını azaltmayı ve kendi avantajını artırmayı hedefledi. Örneğin, Malazgirt Savaşı’nda, Kılıçarslan II, Bizans’ın sayısal üstünlüğünü arazinin engelleyici yapısıyla dengeledi.

* **Cesur ve kararlı komutanlar:** Osmanlı, savaşları kazanmak için cesur ve kararlı komutanlara güvendi. Bu komutanlar, askerlerini motive etmek ve düşmana karşı üstünlük sağlamak için gereken liderliği gösterdi. Örneğin, Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’un fethi sırasında gösterdiği cesur ve kararlı liderlikle, Osmanlı’nın en önemli askeri başarılarından birini elde etti.

* **Kararlı ve etkili savunma:** Osmanlı, genellikle savunmaya dayalı bir strateji izleyerek savaşları kazandı. Bu sayede, düşmanın saldırılarını karşılamak ve onlara ağır kayıplar vermek için zaman kazandı. Örneğin, Çanakkale Savaşı’nda, Mustafa Kemal Atatürk, Osmanlı’nın savunma hattını başarıyla yöneterek, İngiliz ve Fransız kuvvetlerinin ilerlemesini durdurdu.

 

**Osmanlı Devleti’nin Zorlayıcı Savaşları Kazanan Komutanları**

 

Osmanlı tarihinde, zorlayıcı savaşları kazanan bazı önemli komutanlar şunlardır:

 

* **Fatih Sultan Mehmet:** İstanbul’un fethi, Osmanlı’nın en önemli askeri başarılarından biridir. Fatih Sultan Mehmet, bu başarıda arazi avantajı, cesur ve kararlı liderliği ve kararlı savunması gibi taktikleri ustaca kullandı.

* **Yavuz Sultan Selim:** Yavuz Sultan Selim, Çaldıran Savaşı’nda Safevileri yenerek Osmanlı’nın Doğu’da genişlemesini sağladı. Bu savaşta, Yavuz Sultan Selim, düşmanın sayısal üstünlüğünü arazi avantajı ve cesur ve kararlı liderliği ile dengeledi.

* **Kılıçarslan II:** Malazgirt Savaşı’nda Bizans’ı yenerek Anadolu’nun kapılarını Türklere açan Kılıçarslan II, bu savaşta kararlı savunması ve başarılı taktikleriyle tarihte önemli bir yer edindi.

* **Mustafa Kemal Atatürk:** Çanakkale Savaşı’nda, İngiliz ve Fransız kuvvetlerine karşı gösterdiği başarıyla, Osmanlı’nın yenilgisini önledi ve savaşın kaderini değiştirdi.

 

**Sonuç**

 

Osmanlı Devleti, zorlayıcı savaşları kazanmak için çeşitli taktikler ve komutanlar kullandı. Bu taktikler ve komutanların başarılı uygulanması, Osmanlı’nın güçlü bir devlet olarak varlığını sürdürmesinde önemli bir rol oynamıştır.

 

151) **ANZACların Çanakkale’de “Ne Umdular Ne Buldular” Denilecek Kayıpları**

 

ANZACların Çanakkale’de uğradığı kayıplar, askeri açıdan değerlendirildiğinde, bir dizi faktörün bir araya gelmesiyle açıklanabilir.

 

* **Osmanlı savunmasının güçlü olması:** ANZAClar, Çanakkale Boğazı’nı geçmek için, Osmanlı savunmasını aşmak zorundaydı. Osmanlı ordusu, Çanakkale’de güçlü bir savunma hattı kurmuştu ve bu hattı başarıyla savundu.

* **ANZAC birliklerinin yetersizliği:** ANZAC birlikleri, Çanakkale’ye yeni gelmişti ve savaş tecrübesi azdı. Bu durum, onların kayıplarını artıran bir faktör oldu.

* **Çanakkale’nin zorlu coğrafyası:** Çanakkale Boğazı, doğal olarak savunmaya elverişli bir alandı. ANZAC birliklerinin ilerlemesi, bu zorlu coğrafya nedeniyle zorlaştırıldı.

 

 

ANZAClar deniz yoluyla değil de kara yoluyla Çanakkale’yi geçebilseydi, Türkiye’nin kaybı çok daha ağır olurdu. Bu durumda, Osmanlı ordusu, Çanakkale’de savunma yapmak yerine, İstanbul’un savunmasına odaklanmak zorunda kalacaktı. Bu durum, İstanbul’un düşmesine ve Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasına yol açabilirdi.

 

 

Kayıplar bir şekilde bertaraf edilseydi, bugün Türkiye üzerinde ağır olarak izi olan birçok şeyin farklı olabileceği söylenebilir. Örneğin, Türkiye’nin sınırları, bugünkünden farklı olabilirdi. Ayrıca, Türkiye’nin siyasi ve ekonomik yapısı da farklı olabilirdi.

 

**Sonuç**

 

ANZACların Çanakkale’de uğradığı kayıplar, Türkiye’nin kaderini önemli ölçüde etkiledi. Bu kayıplar, Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşta tutunmasını sağladı ve Türkiye’nin bağımsızlığını korumasına yardımcı oldu.

 

ANZAClar, Çanakkale’ye açılma planını, I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu’nu yenmek ve Rusya’ya yardım etmek için yaptı.

 

ANZAC, Avustralya ve Yeni Zelanda Asker Kolordusu’nun kısaltmasıdır. ANZAC birlikleri, I. Dünya Savaşı’nda İngiliz İmparatorluğu’nun bir parçası olarak savaştı.

 

ANZACların Çanakkale’ye açılma planı, 1915 yılının başlarında İngiliz ve Fransız komutanlar tarafından geliştirildi. Bu planın amacı, Çanakkale Boğazı’nı geçerek Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul’u ele geçirmek ve Rusya’ya yardım etmekti.

 

ANZAClar, 25 Nisan 1915 tarihinde Çanakkale’ye çıkarma yaptı. Çıkarma, Osmanlı ordusu tarafından püskürtüldü ve ANZAClar ağır kayıplar verdi.

 

ANZAClar, Çanakkale’de 8 ay boyunca savaştı. Bu süre zarfında, ANZAClar hem karadan hem de denizden Osmanlı ordusuna karşı savaştı. ANZAClar, Çanakkale’de ağır kayıplar verdi, ancak Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilgisini engelleyemedi.

 

ANZACların Çanakkale’ye açılma planı, askeri açıdan başarısız oldu. Ancak, bu plan, ANZAClar için önemli bir milli hafıza ve kimlik unsuru haline geldi.

 

ANZACların Çanakkale’ye açılma planının nedenleri şu şekilde özetlenebilir:

 

* **Osmanlı İmparatorluğu’nu yenmek:** ANZACların temel amacı, Osmanlı İmparatorluğu’nu yenmek ve I. Dünya Savaşı’nı kazanmaktır.

* **Rusya’ya yardım etmek:** ANZACların bir diğer amacı da Rusya’ya yardım etmekti. Rusya, I. Dünya Savaşı’nda Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile savaşıyordu. ANZACların Çanakkale’den İstanbul’a ilerlemesi, Rusya’ya yardımda bulunacak ve Almanya’ya karşı baskıyı artıracaktı.

 

ANZACların Çanakkale’ye açılma planı, I. Dünya Savaşı’nın seyrini önemli ölçüde etkiledi. Bu plan, Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşta tutunmasını sağladı ve Türkiye’nin bağımsızlığını korumasına yardımcı oldu.

 

152) Evet, Çanakkale Zaferi gibi dünya çapında benzer zaferler olmuştur. Bu zaferler, askeri açıdan küçük bir güç tarafından daha büyük bir güce karşı kazanılan zaferlerdir.

 

**Bazı örnekler şunlardır:**

 

* **300 Spartalı:** MÖ 480 yılında, Spartalı bir ordu, Pers İmparatorluğu’nun çok daha büyük bir ordusuna karşı Thermopylae Muharebesi’nde yenildi. Ancak, bu savaş, Perslerin Yunanistan’ı fethetmesini engelledi ve Yunanistan’ın bağımsızlığını korumasına yardımcı oldu.

* **Vukovar Kuşatması:** 1991-1992 yılları arasında, Yugoslavya Ordusu, Vukovar şehrini kuşattı. Sırpların kuşatması 87 gün sürdü ve 20 bin sivilin ölümüne neden oldu. Ancak, Hırvat güçleri, kuşatmayı kırmak ve şehri kurtarmayı başardı. Bu zafer, Hırvatistan’ın bağımsızlığını korumasına yardımcı oldu.

* **Dunkirk Savaşı:** 1940 yılında, İngiliz ve Fransız birlikleri, Dunkirk’te Alman ordusunun kuşatmasından kurtulmayı başardı. Bu zafer, İngilizlerin savaşta tutunmasına yardımcı oldu.

* **Stalingrad Muharebesi:** 1942-1943 yılları arasında, Nazi Almanyası, Stalingrad şehrini kuşattı. Kızıl Ordu, 9 ay süren kuşatmayı kırmak ve şehri kurtarmayı başardı. Bu zafer, Nazilerin yenilgisinin başlangıcı oldu.

* **Vietnam Savaşı:** 1954-1975 yılları arasında, Vietnamlılar, Amerika Birleşik Devletleri’nin desteğiyle savaşan Güney Vietnam’a karşı savaştı. Vietnamlılar, 20 yıl süren savaşın sonunda zafer kazandı ve Vietnam’ı birleştirdi.

 

Bu zaferler, askeri açıdan küçük bir güç tarafından daha büyük bir güce karşı kazanılan zaferler olmaları nedeniyle, Çanakkale Zaferi ile benzerlik gösterir. Bu zaferler, askeri açıdan daha güçlü bir gücün yenilgiye uğratılması ve daha küçük bir gücün bağımsızlığının korunması açısından önemlidir.

 

**Çanakkale Zaferi’nin dünya çapında benzer zaferler arasında özel bir yeri olduğunu söylemek mümkündür.** Bu zafer, askeri açıdan daha güçlü olan İngiliz ve Fransız güçlerine karşı kazanılan bir zaferdi. Bu zafer, Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşta tutunmasını sağladı ve Türkiye’nin bağımsızlığını korumasına yardımcı oldu.

 

153) **Çanakkale Savaşı’nda Britanya, Fransa’yı biraz “kullanmıştı” diyebiliriz.** Britanya, Rusya’ya yardım etmek ve Almanya’ya karşı üstünlük sağlamak için Çanakkale Boğazı’nı geçmek istiyordu. Ancak, kendi gücüyle bu işi tek başına başaramayacağı için, Fransa’nın desteğine ihtiyaç duydu. Fransa da, Britanya’nın bu planına destek verdi.

 

**Britanya ile Fransa arasındaki temel farklılıklar şunlardı:**

 

* **Britanya, Fransa’ya göre daha güçlü bir orduya ve donanmaya sahipti.**

* **Britanya, Fransa’ya göre Çanakkale Boğazı’na daha yakındı.**

* **Britanya, Fransa’ya göre Osmanlı İmparatorluğu’nu tamamen ortadan kaldırmayı hedeflemiyordu.**

 

**Bu farklılıklar, Çanakkale Savaşı’nın seyrini de etkiledi.** Örneğin, Britanya’nın daha güçlü ordusu ve donanması, Osmanlı ordusunu yenmede önemli bir rol oynadı. Britanya’nın Çanakkale Boğazı’na olan yakınlığı, İngiliz kuvvetlerinin hızlı bir şekilde bölgeye intikal etmesine olanak sağladı. Britanya’nın Osmanlı İmparatorluğu’nu tamamen ortadan kaldırmayı hedeflememesi, Fransa’nın daha fazla çaba göstermesine neden oldu.

 

**Sonuç olarak, Britanya’nın Fransa’yı Çanakkale Savaşı’nda kullanması, savaşın seyrini önemli ölçüde etkiledi. Britanya’nın daha güçlü ordusu ve donanması, Osmanlı ordusunu yenmede önemli bir rol oynadı. Britanya’nın Çanakkale Boğazı’na olan yakınlığı, İngiliz kuvvetlerinin hızlı bir şekilde bölgeye intikal etmesine olanak sağladı. Britanya’nın Osmanlı İmparatorluğu’nu tamamen ortadan kaldırmayı hedeflememesi, Fransa’nın daha fazla çaba göstermesine neden oldu.**

 

154) Ricat taktiği, bir ordunun geçici olarak geri çekilmesidir. Bu taktik, düşmanın sayısal üstünlüğünü veya daha iyi konumunu kullanarak, daha büyük kayıplar vermeden savaşın kaderini belirleyecek bir konuma ulaşmak için kullanılabilir.**

 

**Ricat taktiği, askeri tarih boyunca birçok kez kullanılmıştır. Örneğin, Çanakkale Savaşı’nda Osmanlı ordusu, daha güçlü olan İngiliz ve Fransız güçlerine karşı ricat taktiği uyguladı. Bu taktik sayesinde, Osmanlı ordusu, daha büyük kayıplar vermeden savaşın kaderini belirleyecek bir konuma ulaşmayı başardı.**

 

**Ricat taktiğiyle elde edilen kazanımlar şunlardır:**

 

* **Düşmanın ilerlemesini durdurmak veya yavaşlatmak:** Ricat taktiği, düşmanın ilerlemesini durdurmak veya yavaşlatmak için kullanılabilir. Bu sayede, düşmanın sayısal üstünlüğünü veya daha iyi konumunu etkisiz hale getirmek mümkün olabilir.

* **Daha iyi bir konuma ulaşmak:** Ricat taktiği, daha iyi bir konuma ulaşmak için kullanılabilir. Bu sayede, düşmanın ateş hattından uzaklaşmak veya daha elverişli bir savunma hattı oluşturmak mümkün olabilir.

* **Zaman kazanmak:** Ricat taktiği, zaman kazanmak için kullanılabilir. Bu sayede, takviye kuvvetlerin gelmesini veya düşmanın gücünün azalmasını beklemek mümkün olabilir.

 

**Ricat taktiği, her zaman başarılı olmayabilir.** Bu taktiğin başarılı olabilmesi için, ordunun iyi bir şekilde organize olması ve taktikleri konusunda eğitimli olması gerekir. Ayrıca, ordunun düşmanın ilerlemesini durdurmak için yeterli gücü olması da önemlidir.

 

**Umarım bu yanıt sizin için yeterli olmuştur.**

 

**İşte bazı örnek anlatımlar:**

 

* **Osmanlı ordusu, Çanakkale’de düşmanın sayısal üstünlüğünü görünce, geçici olarak geri çekildi. Bu sayede, düşmanın ilerlemesini durdurdu ve daha iyi bir konuma ulaşmayı başardı.**

* **Fransız ordusu, Marne Muharebesi’nde Alman ordusunun Paris’e ilerlemesini durdurmak için geri çekildi. Bu sayede, Alman ordusunu geri püskürttü ve savaşın seyrini değiştirdi.**

* **Sovyet ordusu, Moskova Muharebesi’nde Alman ordusunun Moskova’yı ele geçirmesini engellemek için geri çekildi. Bu sayede, Alman ordusunu Moskova’dan uzaklaştırdı ve savaşın seyrini değiştirdi.**

* **Amerikan ordusu, Vietnam Savaşı’nda Viet Cong’un gerilla taktiklerine karşı geri çekildi. Bu sayede, daha az kayıp vererek savaşın seyrini etkiledi.**

 

155) Kut’ül Amare Savaşı ile Çanakkale Savaşı’ndaki bazı benzer stratejik özellikler şunlardır:

 

-         Her iki savaşta da Osmanlı ordusu savunmada kalmış ve düşmanın ilerlemesini durdurmaya çalışmıştır. Kut’ta İngilizler, Çanakkale’de İtilaf Devletleri saldırmıştır.

 

-         Her iki savaşta da Osmanlı birlikleri coğrafi koşullardan yararlanarak savunma mevzileri oluşturmuştur. Kut’ta Dicle Nehri, Çanakkale’de Çanakkale Boğazı doğal engel oluşturmuştur.

 

 

-         İki savaşta da Osmanlı ordusu siper savaşı taktiğini başarıyla uygulamış, ağır silahlar ve makineli tüfeklerle düşmanın ilerlemesini durdurmuştur.

 

-         Her iki savunmada da mayınlar etkili bir şekilde kullanılmış, düşman askerlerinin ve donanmasının hareket kabiliyetini kısıtlamıştır.

 

 

-         Osmanlı birlikleri her iki savaşta da sayıca üstün düşman kuvvetleri karşısında başarı sağlamış, onları ağır kayıplara uğratarak geri püskürtmüştür.

 

156) **Mustafa Kemal Atatürk’ü Şark Cephesine Gönderen Olay**

 

Mustafa Kemal Atatürk, 1916 yılının Ocak ayında Şark Cephesi’ne gönderilmiştir. Bu olay, Osmanlı Devleti’nin Doğu Cephesi’nde karşı karşıya kaldığı yenilgilerin bir sonucudur. 1915 yılındaki Çanakkale Savaşı’nın ardından Osmanlı Devleti, Doğu Cephesi’nde de Rus ordularına karşı ağır yenilgiler almaya başlamıştır. Bu durum, Osmanlı Devleti’nin varlığını tehdit eden bir durumdur.

 

Bu nedenle, Osmanlı Devleti, Doğu Cephesi’ni kurtarmak için yeni bir komutan görevlendirmeye karar vermiştir. Bu görev için Mustafa Kemal Atatürk seçilmiştir. Mustafa Kemal Atatürk, askeri kariyerinde gösterdiği başarılarla dikkat çekmekteydi. Ayrıca, Mustafa Kemal Atatürk, milliyetçi görüşlere sahip bir komutandır.

 

Mustafa Kemal Atatürk, Şark Cephesi’ne geldiğinde, Osmanlı ordusunun büyük bir yenilgi içinde olduğunu görmüştür. Osmanlı ordusu, Rus ordularına karşı büyük bir sayısal ve teknik dezavantaj yaşıyordu. Mustafa Kemal Atatürk, bu dezavantajları yenmek için yeni bir strateji geliştirmiştir. Bu stratejinin temeli, savunmadan taarruza geçmekti.

 

Mustafa Kemal Atatürk’ün bu stratejisi, başarılı olmuştur. Mustafa Kemal Atatürk, 1916 yılındaki Sarıkamış Harekâtı’nda Rus ordularını ağır bir yenilgiye uğratmıştır. Bu yenilgi, Osmanlı Devleti’nin Doğu Cephesindeki durumunu önemli ölçüde iyileştirdi.

 

Mustafa Kemal Atatürk’ün Şark Cephesi’ne gönderilmesi, Türk Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcı olarak kabul edilir. Mustafa Kemal Atatürk, Şark Cephesi’nde elde ettiği başarılarla, Türk ordusunun moralini yükseltti ve Türk milletinin bağımsızlık mücadelesinde önemli bir rol oynadı.

 

**Sonuç**

 

Mustafa Kemal Atatürk’ün Şark Cephesi’ne gönderilmesi, Osmanlı Devleti’nin Doğu Cephesi’ndeki durumunu önemli ölçüde iyileştirmiş ve Türk Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcı olmuştur. Mustafa Kemal Atatürk, Şark Cephesi’nde elde ettiği başarılarla, Türk ordusunun moralini yükseltti ve Türk milletinin bağımsızlık mücadelesinde önemli bir rol oynamıştır.

 

 

Mustafa Kemal Atatürk, 1916 yılının Ocak ayında Osmanlı Devleti’nin Doğu Cephesi’nde karşı karşıya kaldığı yenilgilerin bir sonucu olarak Şark Cephesi’ne gönderilmiştir. Mustafa Kemal Atatürk, Şark Cephesi’nde elde ettiği başarılarla, Türk ordusunun moralini yükseltti ve Türk milletinin bağımsızlık mücadelesinde önemli bir rol oynamıştır.

 

157) **Mustafa Kemal Atatürk’ün Doğu Cephesinde Yaptığı Zaferler**

 

Mustafa Kemal Atatürk, Doğu Cephesi’nde aşağıdaki zaferleri elde etmiştir:

 

* **1916 yılındaki Sarıkamış Harekâtı’nda Rus ordularını ağır bir yenilgiye uğratmıştır.** Bu yenilgi, Osmanlı Devleti’nin Doğu Cephesindeki durumunu önemli ölçüde iyileştirdi.

* **1916 yılındaki Bitlis ve Muş Muharebelerinde Rus ordularını geri püskürtmüştür.** Bu muharebeler, Doğu Cephesi’nde Osmanlı Devleti’nin üstünlüğünü sağlamıştır.

* **1916 yılındaki Erzincan ve Erzurum Muharebelerinde Rus ordularını yeniden durdurmuştur.** Bu muharebeler, Doğu Cephesi’nde Osmanlı Devleti’nin varlığını korumasını sağlamıştır.

 

**Mustafa Kemal Atatürk’ün Doğu Cephesinde Uyguladığı Politika ve Strateji**

 

Mustafa Kemal Atatürk, Doğu Cephesi’nde aşağıdaki politika ve stratejileri uygulamıştır:

 

* **Milliyetçilik:** Mustafa Kemal Atatürk, Doğu Cephesi’nde Türk milletinin bağımsızlığı için savaşmıştır. Bu nedenle, milliyetçilik, Doğu Cephesi’ndeki politikalarının temelini oluşturmuştur.

* **Savunmadan taarruza geçme:** Mustafa Kemal Atatürk, Doğu Cephesi’nde Osmanlı ordusunun savunmadan taarruza geçmesini sağlamıştır. Bu strateji, Osmanlı ordusunun Rus ordularına karşı üstünlük kurmasını sağlamıştır.

* **Ordunun moralini yükseltme:** Mustafa Kemal Atatürk, Doğu Cephesi’nde Türk ordusunun moralini yükseltmek için çalışmalar yapmıştır. Bu çalışmalar, Türk ordusunun savaşma azmini artırmıştır.

 

**Sonuç**

 

Mustafa Kemal Atatürk’ün Doğu Cephesi’nde uyguladığı politika ve stratejiler, Osmanlı Devleti’nin Doğu Cephesindeki durumunu önemli ölçüde iyileştirdi. Mustafa Kemal Atatürk’ün bu başarıları, Türk Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcı olarak kabul edilir.

 

Mustafa Kemal Atatürk, Doğu Cephesi’nde elde ettiği başarılarla, Türk ordusunun moralini yükseltti ve Türk milletinin bağımsızlık mücadelesinde önemli bir rol oynadı. Mustafa Kemal Atatürk’ün Doğu Cephesi’nde uyguladığı politika ve stratejiler, şunlardır:

 

* **Milliyetçilik:** Mustafa Kemal Atatürk, Doğu Cephesi’nde Türk milletinin bağımsızlığı için savaşmıştır. Bu nedenle, milliyetçilik, Doğu Cephesi’ndeki politikalarının temelini oluşturmuştur. Mustafa Kemal Atatürk, Doğu Cephesi’nde Türk ordusuna ve halkına milliyetçilik duygularını aşılamıştır. Bu sayede, Türk ordusu ve halkı, bağımsızlık mücadelesi için daha kararlı hale gelmiştir.

* **Savunmadan taarruza geçme:** Mustafa Kemal Atatürk, Doğu Cephesi’nde Osmanlı ordusunun savunmadan taarruza geçmesini sağlamıştır. Bu strateji, Osmanlı ordusunun Rus ordularına karşı üstünlük kurmasını sağlamıştır. Mustafa Kemal Atatürk, Doğu Cephesi’nde Osmanlı ordusunun stratejisini değiştirerek, savunmadan taarruza geçmesini sağlamıştır. Bu strateji, Osmanlı ordusunun Rus ordularına karşı daha etkin bir şekilde mücadele etmesini sağlamıştır.

* **Ordunun moralini yükseltme:** Mustafa Kemal Atatürk, Doğu Cephesi’nde Türk ordusunun moralini yükseltmek için çalışmalar yapmıştır. Bu çalışmalar, Türk ordusunun savaşma azmini artırmıştır. Mustafa Kemal Atatürk, Doğu Cephesi’nde Türk ordusuna moral aşılamak için çeşitli çalışmalar yapmıştır. Bu çalışmalar, Türk ordusunun moralini yükseltmiş ve savaşma azmini artırmıştır.

 

Mustafa Kemal Atatürk’ün Doğu Cephesi’nde uyguladığı politika ve stratejiler, Osmanlı Devleti’nin Doğu Cephesindeki durumunu önemli ölçüde iyileştirdi. Mustafa Kemal Atatürk’ün bu başarıları, Türk Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcı olarak kabul edilir.

 

158) **Sevr Anlaşması’nın Osmanlı’ya verdiği yük ve zararlar**

 

Sevr Anlaşması, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı Devleti’nin yenilgisini kabul ettiği ve yeni sınırlarını belirlediği antlaşmaydı. Antlaşma, Osmanlı Devleti’ne ağır yük ve zararlar yükledi.

 

**Toprak kaybı:** Osmanlı Devleti, topraklarının yaklaşık %60’ını kaybetti. Bu topraklar, İtalya, Fransa, Yunanistan, Ermenistan, Gürcistan, Ermenistan ve Kürdistan gibi devletlere verildi.

 

**Ekonomik yük:** Osmanlı Devleti, ağır ekonomik yükler yüklendi. Bu yükler, Osmanlı Devleti’nin ekonomik olarak çökmesine neden oldu.

 

**Siyasi baskılar:** Osmanlı Devleti’nin bağımsızlığı ortadan kaldırıldı ve siyasi olarak bir kukla devlet haline getirildi.

 

**Sonuç:** Sevr Anlaşması, Osmanlı Devleti’nin sonunu getiren ve Türk Kurtuluş Savaşı’nın başlamasına neden olan bir antlaşmaydı.

 

159) Damat Ferit Paşa, “Biz akıllı Türkler olarak Jön Türkler değiliz” sözünü, 1913 yılında, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin iktidardan düşmesinin ardından yaptığı bir konuşmada söylemiştir. Damat Ferit Paşa, bu sözle, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin aşırı milliyetçi ve militarist politikalarını eleştirmiştir.

 

Damat Ferit Paşa’ya göre, İttihat ve Terakki Cemiyeti, Osmanlı Devleti’nin sorunlarını çözmek yerine, yeni sorunlar yaratmıştır. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin aşırı milliyetçi politikaları, Osmanlı Devleti’nin Balkan Savaşları’nda yenilmesine ve toprak kaybına neden olmuştur. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin militarist politikaları ise, Osmanlı Devleti’ni Birinci Dünya Savaşı’na sürüklemiştir.

 

Damat Ferit Paşa, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin aksine, daha ılımlı ve uzlaşmacı bir politika izlemiştir. Damat Ferit Paşa, Osmanlı Devleti’nin sorunlarını çözmek için, diğer devletlerle işbirliği yapmaya çalışmıştır.

 

Damat Ferit Paşa’nın “Biz akıllı Türkler olarak Jön Türkler değiliz” sözü, Osmanlı siyasetinde önemli bir dönüm noktası olmuştur. Bu söz, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin iktidardan düşmesini ve Osmanlı Devleti’nde yeni bir dönemin başlamasını sağlamıştır.

 

Damat Ferit Paşa’nın bu sözü, günümüzde de geçerliliğini korumaktadır. Bu söz, aşırı milliyetçi ve militarist politikaların tehlikelerine dikkat çekmektedir.

 

160) Sevr Antlaşması’nın reddedilmesine aşağıdaki faktörler neden olmuştur:

 

* **Anlaşmanın ağır şartları:** Sevr Antlaşması, Osmanlı Devleti’ne ağır yük ve zararlar yüklemiştir. Bu şartlar, Osmanlı halkının kabul etmesini zorlaştırmıştır.

* **Anlaşmanın gizliliği:** Sevr Antlaşması, Osmanlı Devleti’ne gizli olarak verilmiştir. Bu durum, Osmanlı halkının anlaşmayı kabul etmesini daha da zorlaştırmıştır.

* **Anlaşmanın karşıtlığı:** Sevr Antlaşması, hem Osmanlı halkı hem de Osmanlı hükümeti tarafından karşılanmıştır. Bu durum, anlaşmanın uygulanmasını imkansız hale getirmiştir.

 

**Ayrıntılı Bilgi**

 

Sevr Antlaşması, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Osmanlı Devleti’nin yenilgisini kabul ettiği ve yeni sınırlarını belirlediği antlaşmaydı. Antlaşma, Osmanlı Devleti’ne ağır yük ve zararlar yüklemiştir. Bu şartlar, Osmanlı halkının kabul etmesini zorlaştırmıştır.

 

Sevr Antlaşması’nın ağır şartları şunlardır:

 

* **Toprak kaybı:** Osmanlı Devleti, topraklarının yaklaşık %60’ını kaybetti. Bu topraklar, İtalya, Fransa, Yunanistan, Ermenistan, Gürcistan, Ermenistan ve Kürdistan gibi devletlere verildi.

* **Ekonomik yük:** Osmanlı Devleti, ağır ekonomik yükler yüklendi. Bu yükler, Osmanlı Devleti’nin ekonomik olarak çökmesine neden oldu.

* **Siyasi baskılar:** Osmanlı Devleti’nin bağımsızlığı ortadan kaldırıldı ve siyasi olarak bir kukla devlet haline getirildi.

 

Sevr Antlaşması’nın gizliliği de anlaşmanın reddedilmesine neden olmuştur. Sevr Antlaşması, Osmanlı Devleti’ne gizli olarak verilmiştir. Bu durum, Osmanlı halkının anlaşmayı kabul etmesini daha da zorlaştırmıştır.

 

Sevr Antlaşması, hem Osmanlı halkı hem de Osmanlı hükümeti tarafından karşılanmıştır. Osmanlı halkı, anlaşmanın ağır şartları nedeniyle anlaşmayı kabul etmemiştir. Osmanlı hükümeti ise, anlaşmanın Osmanlı Devleti’nin bağımsızlığını ortadan kaldıracağı gerekçesiyle anlaşmayı reddetmiştir.

 

Bu faktörlerin sonucunda, Sevr Antlaşması, Osmanlı Devleti tarafından reddedilmiştir. Bu durum, Türk Kurtuluş Savaşı’nın başlamasına neden olmuştur.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder